Toplumun "güvenilir" insan diye nitelendirdiği insanlarda bulunan davranışlar nelerdir? Toplumun güvenini kazanmak için neler yapabiliriz?

Güvenilir insan modelini Peygamberimiz (asm) en güzel şekilde yaşamış ve ümmetine bu konuda da örnek olmuştur. 

“Mü’min”, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır. Yüce Rabbimiz, Mü’minûn Sûresi’nin ilk âyetlerinde, kurtuluşa erecek müminlerin vasıflarını açıklarken 8. âyette meâlen şöyle buyurmaktadır:

“Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.”1.

Bir mümin, sevdiğini sırf Allah için sever ve ondan maddî bir beklenti içinde olmaz. Sır saklar, emanete hıyanet etmez. Güvenilirlik aynı zamanda peygamberlerin sıfatıdır. Yüce Allah, peygamberlerini güvenilir kişilerden seçmiş, onlar gönderdikleri toplumlar tarafından da emîn kişiler olarak tanınmışlardır. Nitekim Mekkeliler, Peygamberimize (asm), daha peygamber olmadan önce, “el-Emîn” sıfatını vermişlerdi.

Müslüman, verdiği sözden, üzerindeki emanetlerden Allah katında sorumlu tutulacaktır. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”2

Özellikle Allah’ın adını anarak verilen sözlerin, yapılan adakların ve yeminlerin yerine getirilmesini emretmekte ve sözünde duranlara sevap vereceğini bildirmektedir. Sözünde durmayanları ise, Nahl Suresi’nin 92. âyetinde kınamakta ve onları, "ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadının durumuna" benzetmektedir.

Peygamber Efendimiz (asm), hadîs-i şerîflerinde, Müslümanı ve mümini şöyle tarif etmiştir:

“Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu, mümin de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kişidir.”3

“Mümin, geçimi güzel olan kişidir. Geçimsiz kişide hayır yoktur.”4

Uyumlu olmak, ancak güvenilir bir insan olmakla sağlanır. Sözüne özüne güvenilmeyen bir insanla, dostluk ve ticarî ilişki kurulmaz. Verdiği sözde durmayan kişinin toplum içerisinde saygınlığı zedelenir, dostlarının sayısı azalır, işi ve ticarî ilişkileri bozulur. Bunun için hayatın her alanında güven duygusu çok önemlidir. Birbirine güven duymayan toplumlarda huzur ve asayiş sarsılır, insanî ilişkiler bozulur.

Eğer Allah’a ve insanlara verdiğimiz sözleri yerine getirmezsek, büyük bir vebal altına girmiş oluruz. Yalancılıkla güven ve itibarın bir arada bulunamayacağını bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimizin (asm) “Çevresindeki insanların şerrinden emin olmadığı kişi, cennete giremez.” hadîs-i şerîfi üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Yerine getiremeyeceğimiz vaatlerde bulunmamalı, çevremize, yakınlarımıza, iş arkadaşlarımıza ve bütün insanlara güven telkin etmeli ve bunu bir hayat prensibi haline getirmeliyiz. Şunu da hep aklımızda tutmalıyız: “Allah doğrunun yanındadır.”

Peygamberimiz (asm) verdiği sözde duran, yaptığı anlaşmaya bağlı kalan en büyük insandır. Bu hususta dostunu da, düşmanını da ayırt etmemiştir. Dostuna verdiği bir sözde durup, onu yerine getirdiği gibi, düşmanlarıyla yaptığı anlaşmaya da sadık kalmış, her ne pahasına olursa olsun, aykırı hareket etmemiştir.

Peygamberliğinden önce ticarî hususta bir dostuna verdiği sözü tutmak için üç gün beklediği meşhurdur. O adam unutup gelmediği hâlde, "Nasıl olsa artık gelmez." diyerek çekip gitmemiştir. Verdiği sözde durmanın en müstesna örneğini vermiştir.

Peygamberimizin (asm) vefası aile içinde de açıkça yaşanıyordu. Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor:

"Yaşlı bir kadın Resulullahın ziyaretine gelmişti. Şöyle konuştular:

"Sen kimsin?"

"Müzeyne'den Cüsame."

"Sen Hasene misin? Nasılsın, ne haldesin, bizi görmeyeli ne yapıyorsun?"

"Anam babam size feda olsun, iyiyiz." Kadın çıkınca sordum:

"Ya Resulallah, bu kadına çok alaka gösterdiniz, sebebi ne idi?"

"Hatice hayatta iken bize gelir, giderdi. Ya Âişe, ahde vefa imandandır."

Peygamberimiz (asm) en sıkışık ve en zor şartlar altında bulunsa dahi, verilen sözde durmayı, netice kendisinin aleyhine de olsa hiçbir surette vefasızlık göstermemeyi tavsiye etmiştir.

Bedir Savaşı için hazırlıklar yapılıp İslam ordusu Medine'den ayrıldığı sırada Huzeyfe el-Yemâni ile babası Huzeyl, Peygamberimiz (asm) ile birlikte çarpışmak üzere yola çıkmışlardı. Müşrikler, baba-oğulu yolda görerek sorguya çektiler:

"Siz herhalde Muhammed'in yanına gitmek istiyorsunuz."

"Evet, bizim bundan başka bir niyetimiz yoktur." dediler.

Bunun üzerine müşrikler, onlardan Medine'ye dönmek, Peygamberimiz (asm) ile birlikte savaşta bulunmamak üzere söz aldılar. Bir müddet sonra Huzeyfe ile babası Bedir'de Peygamberimizin (asm) huzuruna gelerek mücahitlerle birlikte savaşmak istediklerini söylediler, müşriklerle aralarında geçen hadiseyi de anlattılar.

Peygamberimiz (asm), onların müşriklere verdikleri sözü öğrenince, insan gücüne o anda çok fazla ihtiyacı olmasına rağmen onlara şöyle dedi:

"Hayır, siz Medine'ye dönün. Onlara verdiğiniz sözü yerine getirin. Biz de müşriklere karşı Allah'tan yardım isteriz. Onun yardımı bize kâfidir."

Müşrik de olsa verilen sözde durmayı daha uygun görmek, ahdini bozmamak, yapılan anlaşmaya bağlı kalmak ancak bir peygamberin gösterebileceği bir meziyettir.

Dipnotlar:

1. Mü’minûn, 23/8.
2. Tirmizî, “Îmân”, 12.
3. İsrâ, 17/34.
4. Ahmed b. Hanbel,11/400.
5. Müslim, “Îmân”, 19.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun