Rasulullah ( a.s.m) Sohbetindeki Meziyyet ve Fazilet

Rasulüllahın Ashabının En hayırlı oluşu Zeydilerin büyük alimlerinden es-Sanani (H. 1059-1182) tarafından birkaç yönden şöyle anlatılır:

Birincisi Rasulüllahın hadis-i şeriflerde kendi asrının en hayırlı asır (karn) olduğunu ihbar etmesidir. (Bir hadis-i şerifle delil getirilerek yüz yıl olması tercih ediliyor.)
Karn, bir zamanda yaşayıp birbirine yakın olan, maksud olan bir işte birbirleri ile müşterek olan kimselerdir. Karn kelimesi, bir zamanda veya bir reisin kendilerini bir din mezhep veya işte birleştirdiği şeye mahsustur diyenler de vardır. Karn zaman içinde bir müddettir. Bunun sınırlarının On, yirmi, yüz, seksen sene olması hususunda ihtilaf vardır. ( el-Kâmûsul-Muhît IV, 259 ) Rasulüllah bir ğulam (genç, köle) için “Iş karnen” “Bir karn yaşa” buyurmuş o da yüz yıl yaşamıştı. Şu halde karn yüz sene demektir. Bir görüşe göre, karn bir ümmetten sonra gelen bir diğer ümmettir (el-Kâmûsul-Muhit IV, 259). Kendilerinden kimse dünya yüzünde olmayan bir ümmettir (Hak Dini, II, 1154).

Şu halde Rasulüllahın Karnından kasıt onunla birlikte yaşayan müslümanlardır. Münafıklarla kafirler bunun dışındadırlar. Karnda yakınlık, bir araya getirme manası asıldır. Develeri birbirine yaklaştırıp bir araya toplamakta “Karantu”: “Topladım” denir. Bir araya getirilen ipe karn denir. Doğumda, güçte, şecaatte, bir kimse diğerine yakınsa yakın olduğu kimsenin karînidir. Bu sebepten yakın arkadaşa karîn denir. Nefis cisme yakın olduğundan Karûn adını alır. Arka ayaklarını ön ayaklarının yerine atan deveye de Karûn denir. Çünkü arka ayaklarını ön ayakları yanına yaklaştırıp toplamaktadır. Hac ve Umrenin birbirine birleştirilmesine de aynı sebepten “kırân” denir ( el-Kâmûsul-Muhit IV, 259). İki şeyin birbirine yakın gelmesine de iktiran tabir edilir. Karn kelimesinin zikrettiğimiz manalarından yola çıkarak “Hayrul-Kurûnî Karnî” ve benzeri hadis-i şeriflerde kasdedilen kimselerin, Rasulüllah asrında yaşayıp, özellikle onun etrafında bir Bunyan-ı Mersûs gibi, bir insanın uzuvları, bir fabrikanın çarkları şeklinde sistemleşen cemaati, ümmeti olduğu anlaşılır. Ondan sonra gelenler de ashaba uyan “Tabiin” dir. Bunları da diğerleri takib eder. ( Sübülüs-Selâm, IV, 127.)


İkincisi; cumhuru ulemâ, fert fert sahabelerin tafdili (üstün olduğu) görüşündedirler. Bazıları da sahabenin hep birden, diğer asırlardaki ümmet fertlerinden tafdili görüşündedirler. Bedire katılanlar ve hudeybiyede bulunanlar, sahabe olsun olmasın kendilerinden sonrakilerden faziletlidirler. İkinci görüşe göre, sahabenin mecmuu (hepsi birden), kendilerinden sonra gelenlerin hepsinden efdaldir ( Şerhul-Akidetit-Tahâviye II, 691 ). Fakat bir fikrin alimlerin çoğunluğunun kabülü kabulune bağlıdır. Yoksa reddedilir. “Cumhur hadisler arasını şöyle bir araya getirdi ki: Muhakkak sohbette, amellerden hiç bir şeyin ona muvazi olamayacağı bir fazilet ve meziyyet vardır. Rasulullaha (SAV) sahabe olan, ameli kısa (az) ve ibadet hususundaki çabası hususunda ücreti az da olsa sohbet faziletine sahiptir. Onların kendilerinden sonrakilere olan hayırlılıkları, ücretlerinin çokluğu itibariyledir. Amellerdeki sevaba göre değildir. Bu da bazı sahabeler hakkında kimi zaman olabilir. Meşhur sahabelere (sabıkîn-i Evvelîne) gelince, onlar bütün hayır nevilerinden her çeşitte sebkıyyete (önceliğe) haizdirler. Bütün hadislerin arasını cem böyle hasıl olur. Yine ameller arasındaki müfadale, bir nevide birbirine eşit amellere nazarandır. Sohbete has fazilet, sahabelere mahsustur. Bu neviden birşey onlardan başkasında yoktur(Sübülüs-Selâm IV, 127). Burada sahabelerin kendilerin has bir amel nevi olan sohbetleri ve meziyetinin kendilerinden başka hiç kimsede olmaması ile en hayırlıları olduğuna özel çekilmektedir.


İbn-i Abidin de Haşiyetu Durrul-Muhtar adlı kıymetli fıkıh kitabında “karnların en hayırlısı benim içinde bulunduğum asırdır...” hadis-i şerifini es-Sanânî gibi şahitlik konusunda, şehadeti kabul edilmeyenlerle ilgili konuda zikreder. ( İbn-i Abidîn, Mehmed Emin Efendi, Hâşiyetu Reddul-Muhtar Alâ Dürril-Muhtâr I-VIII, İstanbul, 1985, VII, 82.) Çünkü zikredilen Hadis-i şerifte, Rasulüllah (SAV) en hayırlı asrın (karn) kendi asrı olduğunu bildirdikten sonra “sonra sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenler, daha sonraları yalan yayılır. Hatta, kendisinden yemin istenmeyen kimse yemin alır. Kendisinden şahitlik istenmeden (mahkemede yalancı) şahitlik yapar” diye ümmetin evvelinin sonundan hayırlı olduğunu Nübüvvet Atmosferinden uzaklaşıldıkca, insanların değişeceğini, yalanın, yalancı şahitliğin yayılacağını, adalet mekanizmasının bozulacağını, pek beliğ bir tarzda ihbar etmiştir.


İbn-i Abidin, bu bozulma ihbarından hareketle ve “karn” kelimesine on yıldan başlayıp, yirmi, yetmiş, 120 yıllık müddet manalarının verildiğini belirtip, Zeylaîye göre karndan kastın elli yıl olduğunu nakleder.


Bu bilgiler ışığında, kadıların şahit tezkiyesinin gizli açık yapılabileceğini söyler. Hanefi fıkıhcılarından İbn-i Nüceymin Bahrur-Râik adlı Kenzul-Dekâik şerhinde de davada yer alacak şahitlerin tezkiyesinde, gizliliğin aleniyete tercihi gerektiği ifade edilmektedir. İbn-i Abidinin Hafiyesini yaptığı Reddul-Muhtar adlı eserde İmam Muhammedle (ölm. h. 198) ( Yavuz, A. Fikri, Muamelatlı İslam İlmihâli, İstanbul, 1983. s. 38. ) İmam-ı Ebu Yusufun (ölm h. 183) zamanında durumun daha farklı, yanî insanların durumunun daha iyi olduğu açıklanır.

Çünkü O zamanlar Karn-ı Râbı (4. asır) içindedir. İmam Ebu Yusufla İmam Muhammedin birinin, hicrî 183, diğerinin h. 198 tarihlerinde vefat ettikleri düşünülürse, müellif tarafından her “karn”ın 50 yıl olarak hesaplandığı kanaatına varırız. Bu hesapla iki yüz yıllık süre dört karn olur. Bu sebepte İbn-i Abidin. Tebyinul-Hakaik adlı, Kenzul-Dekaik şarihi hanifi fakihi (et-Teşriul-Cinâî, I, 787.) Zeylaînin bir karnı elli yıl olarak aldığını nakleder. ( Reddul-Muhtâr VII, 72) Daha önce açıkladığımız gibi Subülüs-Selâm Müellifi Sananî (ölm. M. 1186) de aynı konuda benzer bir hadis-i şerif naklettikten sonra bu hadisin açıklaması sadedinde, ashabın faziletini ortaya koymuştu. ( Bk. Sübulus-Selâm IV, 127)


Buradan anlaşılan şu ki, fıkhi bakış açısı yönünden, hadisciler, şerhciler ve müfessirler açısından islam alimleri sahabenin faziletinde müttefiktirler.


Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun