Hümanizm Üzerine 9 : HAYAT DÜZ ÇİZGİ DEĞİL

Gözün akı ve karası olduğu gibi dünyanın da gecesi ve gündüzü var. Bunlardan biri kendi öz benliğimizde diğeri de çevremizi kuşatan alemde görülen celal ve cemal tecellilerinden sadece ikisi.

İnsan ömrü ne cemalin ne de celalin tecellileriyle geçip durmaz, bu iki ayrı tecelli ömrünüzün her safhasında iç içedirler; bazen sırayla, bazen birlikte icraat gösterirler. Ömür yolculuğumuz bunlardan ayrı düşünülemez. Bunun böylece bilinmesi insan için bir rahatlık, bir huzur kaynağı olur. Hayatı hep tozpembe görmek isteyenler aradıklarını çoğu kez bulamayınca önce karamsarlığa sonra ümitsizliği düşerler. Ümidin kaybolduğu yerde ise hayat acılaşmaya başlar ve ruhî sıkıntılar insanı her gün biraz daha hırpalar.

Askere kaydolan bir genç, orada zamanının çoğunu talimle geçireceğini ara sıra da dinleneceğini yahut oyun oynayacağını peşinen kabul etti mi ruh dünyası buna göre şekillenir; sıkıntılara karşı kendini hazırladığı için de onları kolaylıkla aşar. Bir talim ve imtihan meydanı olan bu dünyaya da bu gözle bakanlar saadeti yakalarlar. Havanın hep sakin olmayacağını bilir, fırtına olunca fazla şaşırmazlar. Bedenin hep sıhhat üzere kalmayacağını çok iyi bildiklerinden hastalıklara karşı daha sabırlı olurlar. Gençliğin bir gün yerini ihtiyarlığa bırakacağını önceden kabul ettiklerinden ağaran saçları onları hüzne düşürmez.

Bu dünyada celal ve cemal tecellileri içi içedir. Üstadın o güzel tespitiyle “celalin gözüne cemal, cemal gözünde celal” tecellileri vardır. İşte, celalin gözündeki cemali seyredebilenler, hayatlarını huzur içinde geçirirler. Mesela, ölüm bir celal tecellisidir, fakat kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu bilenler bu celalin gözündeki cemali seyredebilirler.

Bir hadis-i kutsîde “Rahmetim gazabımı geçti.” buyrulur. Buna göre, ilk bakışta bir celal, bir kahır tecellisi gibi görünen üzücü olayların, bilemediğimiz nice rahmet yönleri de vardır. Ve bu rahmet o gazaptan daha ileri seviyededir. Hastalanan bir insanda "Müzill" yani “zillete düşürücü” ismi tecelli eder. Ama hastalığına sabrettiği taktirde günahları erir, derecesi artar, dünya sevgisi kalbinden silinmeye başlar, bütün bunlar o kul için ahirette “izzetli” bir ömür sürmenin sermayesi olurlar. O ebedi saadetin yanında bu fani hastalığın verdiği elemler çok küçük kalırlar ve rahmet gazabı geçmiş olur.

Fırtınalı bir denize kıyıdan yahut yüksek bir tepeden bakanlar harika bir manzara seyrederler. Burada, celalin gözünde cemal tecelli etmiştir. Şu var ki, bunu ancak dalgalara kapılmayan, olayları kenardan seyretmesini bilenler başarırlar. Dalgaların sürüklediği kişi bu zevkten mahrum kalır, o ancak celal tecellileri karşısında korku, dehşet, ümitsizlik karışımı bir ruh halinin altına ezilir.

Mülkü sahibine teslim etmeyi başaranlar, kendi varlıklarını da bir emanet bilirler. O emaneti korumaya çok ihtimam gösterirler. Kendi iradeleri dışında başlarına gelen olayları değerlendirirken de, bir kenara çekilir, denizi uzaktan seyreden adam gibi, olaylardan faydalanmaya bakarlar. Bir bitkinin geceden ve gündüzden ayrı faydalar sağlaması misali, onlar da hem kahır hem de lütuf tecellilerinden, ruhları ve kalpleri namına, büyük kârlar elde etmesini bilirler.

Nur Külliyatından Dokuzuncu Sözde çok güzel izah edildiği gibi, celal, cemal ve kemal tecellileri karşında insanların kalpleri, farklı cevaplar verirler. Celale karşı tespih, cemale karşı hamd, kemale karşı tekbir görevini yerine getiren kişi bu zikirlerin her birinden ayrı feyizler alır.

Namaz dışındaki hayatımız da bu üç ayrı tecelli ile adeta kaynaşmaktadır. Namazın manasını çok iyi anlayan büyük insanlar, karşılarına çıkan celal tecellileri karşısında kendi noksanlıklarını, acizliklerini, kifayetsizliklerini tam manasıyla idrak ederek Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih eder ve “sübhanallah” derler. Bu bahtiyar insanlar için her musibet bir tespih vesilesidir. Çok şümullü olan zikir kavramını, sadece hamd ve şükür olarak anlayan ve bunun sonucu olarak da daima nimet, rahat ve saadet bekleyenler bunları bulamayınca rahatsız olurlar ve zamanla şükür görevlerini de aksatmaya başlarlar.

Sabah namazına kalkan insan bulunduğu beldenin aydınlığa kavuşmasında bir cemal tecellisi seyreder. Karanlığın gözünde parlayan bu ışık, gözün karasından çıkan göz nurunun bir küçük misali gibidir. Akşamın gelmesiyle, bir celal tecellisi görülür. Karanlık semada parlayan yıldızlar “celalin gözündeki cemal” tecellileridirler.

Öte yandan, insan sabahın gelişinde celal ve cemal tecellilerini birlikte de seyredebilir. Şöyle ki, ışığın gelmesi büyük bir nimet ve azim bir cemal tecellisidir. Ancak, bu nimete kavuşulması için koca dünyanın dönmesi gerekiyor. Bir şehrin zelzele ile yerinden oynamasını dehşetle seyreden insanlar, nedense, koca dünyanın bu muazzam hareketini pek düşünmezler. Halbuki, dünyanın dönmesinde “celalin”, sabahın gelmesinde ise “cemalin” tecelli ettiğini düşünseler, celalin gözündeki cemal tecellisini rahatlıkla seyredebilirler.

Peygamber Efendimiz (asm.) cevşen-i kebir namındaki münacatında, her iki tür tecellilere de yer verir ve bunları şefaatçi yaparak Rabbine dua ve niyazda bulunur.

Bulardan bir kaçını hatırlayalım:


Ya Rabbel cenneti ven- nar! : Ey cennetin ve narın Rabbi!



Birincide cemal ikincide celal tecellisi söz konusudur. Nardan korkulur, ama o celal tecellisinden sakınmak insanı cemal tecellisine götürür. Öte yandan iman ve İslam düşmanlarının nar ile azap görmeleri de ayrı bir güzelliktir. Bunda da celalin gözünde bir cemal tecellisi okunur.




Ya Rabbes siğari ve kibar! : Ey küçüklerin ve büyüklerin Rabbi!



Çiçeğin terbiyesinde cemal, yıldızın terbiyesinde celal hakimdir.


Ya Rabbel hububi ve esmar! : Ey hububatın ve meyvelerin Rabbi!



Hububatın taneleri gibi ağacın meyveleri de bir ilahi terbiyeden geçmişlerdir. İnce sapların başında sallanan başaklarla, o muhteşem ağaçların dallarından asılan meyveler birlikte düşünüldüğünde cemal ve celal tecellileri beraberce seyredilir.


Ya Rabbel i’lani ve israr! Ey aşikâr ve gizli olan her şeyin Rabbi!



Bu münacatta, yer yüzünde gözle görülen terbiye tecellileriyle, yer altında, deniz içinde ve rahimlerde icra edilen terbiyeler birlikte nazara sunulmuştur. Aşikar olanlarda cemal, gizlilerde celal daha hakimdir.

Cevşen bu manada okunduğunda böyle yüzlerce cemal ve celal tecellileri görülecektir.

Konumuza ışık tutacak bir ayet-i kerime:


Biliniz ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” Ra’d, 28



Zikir hatırlamak, anmak demektir. Mutmain olmak ise “tatmin olmak, huzur bulmak, ikna olmak, rahata kavuşmak” gibi manalara gelir. Allah isminin bütün esmayı ihtiva ettiği ve bütün İlahi sıfatlara delalet ettiği düşünülürse, kalplerin sadece cemal tecellileriyle değil, celal ve kemal tecellileriyle de tatmin olup huzur bulacağı daha iyi anlaşılır. Ayette, Allah ismi yerine Rahman ismi geçseydi, konu sadece cemal tecellileri yönüyle ele alınır ve hüzünlü kalplerin, çaresizlik içinde kıvranan ve bir çıkış kapısı bulamayan akılların ancak o Rahman’ın rahmeti ve keremini hatırlamakla sükûna kavuşacakları söylenebilirdi. Halbuki, ayette geçen Allah ismi, kalplerin her türlü tecelliye ihtiyaç duyduğunu ders veriyor. Nitekim, Risale-i Nur’da kalp için "Esma-i İlahiyenin bütün nurlarına ihtiyacı vardır." ifadesi geçer.

Bilindiği gibi Fatiha Sûresi “alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd” ile başlar. Alemlerde sadece cemalî isimler değil celalî isimler de tecelli ettiğine göre bir mümin bütün bu tecelliler için Rabbine hamd etme durumundadır.

İnsan, kendi nefsiyle mücadele ederken celalî isimlerden feyiz alır; onun kötü arzularına karşı kuvvetli, celalli ve şiddetli olur. Ayrıca, düşmanlarının zulüm ve inkârlarına karşı da yine bu isimleri düşünerek teselli bulur. “Zalimler için yaşasın cehennem!” cümlesi, kalbin Kahhar isminin tecellilerine de muhtaç olduğunu ders vermektedir.

Kalp böyle yaratılmışken ona yaratılışının aksi bir yön vermek, hayatın sadece oyun ve eğlence yüzünü göstermek insanlığa şefkat değildir. Doymak bilmez nefislerin olabildiğine çatıştığı, vahşi ruhların görülmedik zulümler sergilediği, nefsin ve şeytanın insanı durmadan kötülüklere sevk ettiği bu dünya meydanında, boş hayallerle oyalanmayı bir tarafa bırakıp gerçekçi olmak ve insanlara hayatı çok yönlü olarak tanıtmak onlara yapılacak en büyük yardımdır.

Niyazi-i Mısrî dünya hayatında cemal ve celal tecellilerinin birlikteliğini bir şiirinde çok güzel terennüm eder. O uzun şiirden birkaç beyit takdim edeyim:


Tecelli eyler ol daim, cemal ü gâh celalinden
Birinin hasılı cennet, birinden nar olur peyda

Cemali zahir olsa tiz, celali yakalar anı
Bakarsın bir gül açılsa yanında har olur peyda
……
Bu sırdandır ki bir kâmil zuhur etse bu alemde
Kimi ikrar eder anı, kimi inkâr olur peyda



Ve şiirin en can alıcı beyti:


Veli ârif celâl içre, cemâlini görür daim
Bu haristanın içinde ana gülzâr olur peyda.



Son mısrada, bu meşakkatli ve sıkıntılı dünya hayatı bir “dikenler yurdu”na benzetilmiş, ama o dikenlere değil de onların korudukları güllere bakmasını bilenler için manzaranın tam tersine olacağı ifade edilmiş.

Dünyanın bu ikili tecellilerle dolup taşan manzarası değişmeyeceğine göre, biz kendi bakış açımızı düzenlemek mecburiyetindeyiz.

İnsan sevgisini bir ideoloji olarak benimseyen kişiler, Üstad Bediüzzaman’ın “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” vecizesini baş uçlarında daima asılı bulundurmalı ve bu fanî dünyanın geçici misafirlerine, şu inişli-çıkışlı dünya hayatını sevdirebilmek için onlara “celalin gözündeki cemali seyretmeyi” öğretmelidirler.

Bu başarılamazsa bütün söylenenler hayalde kalırlar, uygulama alanı olmayan teorik bilgilerden ileri gidemezler; bu ise insanlığa hiç mi hiç bir şey kazandırmaz.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun