Bakara suresi 282. (Müdâyene) ayetini izah eder misiniz? Burada geçen "borç verirken şahit tutun" ifadesinin hikmeti nedir?
Değerli kardeşimiz,
"Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin. Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın. Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın."
"Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise, onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın. İçinizden iki erkek şahit de tutun. İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın. (Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir. Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar. Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun bir yoldur."
"Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Gerek kâtip, gerek şahit asla mağdur edilmesin. Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz. Allah’a itaatsizlikten sakının. Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir." (Bakara, 2/282)
Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır.
Kur’ân-ı Kerim bu âyette nüzül ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel boyutunun delillerinden biridir.
Hakların böylece kaydedilmesinden şu üç fayda elde edilir:
1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır.
2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır.
3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.
Âyet-i kerîmede ifade edilen "deyn" kelimesi hem selem (peşin para ile veresiye mal alma) akdini, hem karz-ı haseni yâni karşılıksız borç vermeyi hem de vadeli satışlardan doğacak borçlanmaları içine almaktadır. Ancak dil bilimcileri karz ile deynin birbirlerinden farklı olduklarını söylemişlerdir. Onun içindir ki bu âyette yazılması istenen borçların karzdan doğan borçlar değil sadece alışverişten yâni selem alışverişinden doğan borçların yazılmasıdır, denmiş.
Selem akdi; peşin parayla, peşin paraya karşılık, özellikleri, miktarı, teslim zamanı belli olan bir malı vadeli olarak almaktır. Bütün âlimlere göre böyle bir alışveriş caizdir. Bakın Buhârî’de İbni Abbas’ın şu ifadesini görüyoruz:
"Allah’ın belirlenmiş bir zamana kadar yapılan selem akdini helâl kıldığına ben şehâdet ediyorum." dedi ve bu âyeti okudu.
Allah’ın Rasûlü Buhârî ve Müslim’in birlikte rivâyet ettikleri bir hadislerinde bu hususu anlatırken şöyle buyurur:
"Selem akdi ile hurma almak isteyen belli ağırlık, belli miktar ve belli zaman tayin ederek alabilir."
Allah buyurur ki, işte böyle bir selem alışverişi yaparak borçlandığınız zaman, o borcunuzu gün, ay gibi belirlilik ifade eden ve bilinmezliği ortadan kaldıracak şekilde yazınız. Falan kişiye filan ayın filan gününde ödenmek üzere şu kadar borcum vardır diyerek yazın. Yâni Allah sizin için fâizi haram kıldı diye borç ile veresiye muamelesine de haram kıldı sanmayın. Allah buna izin vermiştir, birbirinize borç alıp verebilirsiniz, parasını sonradan ödemek üzere alışveriş yapabilirsiniz, ama bu borçlarınızı vadesi belli olarak yazmanız ve belgelemeniz gerekmektedir. Hattâ günlük alışverişleri bile belgelemek, yazmak her zaman yazmamaktan bizim için daha iyidir bunu unutmayalım.
Hanefî ulemâsı bu âyet-i kerîmeyi selem alışverişinde süre tayininin şart olduğuna delil göstermişlerdir. Yâni bir alım satım sonucunda doğacak borçların zamanı tayin edilmelidir. Lâkin bir alışveriş sonucu değil de karz olarak, yâni toplumda el ödüncü dediğimiz borçlanmalarda yazmak belgelemek vardır da bu tür borçlanmalarda zaman tayini yoktur. Çünkü bu tür el borçlarında alacaklı her ân onu alabilmelidir. Zira burada ticaret borçlanmalarında olduğu gibi herhangi bir menfaatlenme söz konusu değildir. Bu tür borçlanmalarda alacaklının ona ihtiyacı olduğu andan itibaren borçlunun vermeyip bekletmesi caiz değildir.
Evet Hanefî ulemâsı bu âyeti selem alışverişinde süre tayin etmeye delil göstermişlerdir. Çünkü bu âyet-i kerîmesinde Rabbimiz: "Muayyen bir vade ile" Buyurmuştur. Az evvel okuduğum hadis de bunu anlatmaktadır. "Aranızda bir katip de adâletle yazsın."
Ya "bir katip bunu adâletle yazsın." demektir bunun mânâsı, ya da "adâletli bir katip yazsın." demektir. Yâni iki taraftan birine meyil göstermeyecek her iki tarafın da haklarını eşit olarak gözeterek yazabilecek tarafsız ve âdil bir katip yazsın demektir. İkisini birlikte söyleyecek olursak: Borç alıp veren kişiler aralarında yazdıkları konusunda kendisine ve adâletine güvendikleri bir katip yazsın, âdilce ve dikkatlice yazsın. Yâni yazması gerekenin dışında bir şey yazmasın, bir şey de eksiltmesin.
Aranızda bir katip de onu yazsın ifadesinden şunu anlıyoruz: Borçlu ve alacaklı her birinin birbirinizin yokluğunda onu kendi kendinize kendi defterlerinize, kendi hesabınıza yazdığınız gibi bununla yetinmeyip bir de ayrıca ikinizin birlikte kabul edip adâletine güvendiğiniz bir katibe de yazdırın diyor Rabbimiz.
Âyetten anlaşılıyor ki bu tür yazışmaları yapacak kişilerin Müslüman, âdil, dinine bağlı ve fıkıh bilgisine sahip, yazması düzgün olan kişilerden başkalarının olmaması gerekmektedir. Noterin kimliğini de anlatıyor bu âyetiyle Rabbimiz.
"Katip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin ve yazsın."
Allah’ın kendisine İslâm bilgisi verdiği, bu âyetlerin bilgisini verdiği kimse Allah’ın kendisine yazı yazabilme ve belgeleri tanzim edebilme imkânı ve bilgisi verdiği hiçbir kimse Müslümanların kendilerine bir ihtiyaçları söz konusu olduğu zaman onlara yardımı esirgememelidir. Hemen bu konuda onlara yardımcı olsun. Öyleyse diyoruz ki borçları yazman farz-ı kifayedir. Yâni herhangi bir yazıyla yazmasını bilen kişiye farz-ı kifayedir. Fakat böyle bir işle görevlendirildiği andan itibaren bu iş onun üzerine farz-ı ayın olmaktadır.
"Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın."
Bu "hak kendi üzerinde olan" ifadesinde kastedilen borcu alan, üzerinde borç bulunan kimsedir. Borçlu kişi bu şekilde yazdırarak zimmetindekini ikrar ve tespit etmiş olacaktır. O halde yazıya geçecek ifade ikrar sahibinin yâni borçlunun ifadesi olacaktır.
Bundan da şu anlaşılıyor ki, böyle bir borçlanmada bu borcun senede geçirilip tesbit edilmesini borçlu olan tarafın teklif etmesi gerekmektedir. İşte bu "imla ettirsin, yazdırsın" hitabı borçlu olan kişiyedir. Böylelikle borçlu olan kişi kendi diliyle kendisinin borçlu olduğunu ikrar ve kabul etmiş, bu konuda şek ve şüpheyi kaldırmış ve mutmain olmuş olacaktır.
"Rabbi olan Allah’tan da korksun ve ondan bir şey eksiltmesin."
Borçlu olan kimse bunu yazdırırken de Allah’tan korksun. Yâni hem onu yazdırmaktan çekinmesin hem de tarafların üzerinde anlaştıkları bir konuda herhangi bir şey eksiltmek gibi, ya da fazlalaştırmak gibi bir yanlışlık yapmaya kalkışmasın. İfadede bir değişiklik ilerde ihtilâflara ve yanlış anlamalara sebebiyet verecek bozuk bir cümle yazdırarak, gelecekte borcun hukukî şeklini bozacak veya tahsilini zorlaştıracak bir yamukluğa tevessül etmeye kalkmasın. Bu konuda muttaki davransın buyurarak Rabbimiz burada bu borçlanmayı yazacak kişileri kendi ismi ve sıfatlarıyla korkutmaktadır.
"Eğer borçlu sefih, yahut zayıf, yahut yazdırmaya gücü yetmeyen kimse ise (onun yerine) velisi adâletle yazdırsın."
Eğer borç alan kişi sefihse yâni parasını çarçur edecek, aklı kıt, savurgan birisiyse, ya da zayıf, çocuk, deli, cahil veya bunaklık derecesinde yaşlı birisiyse, yahut da yazdırmaya gücü yetmeyen dilsiz, kekeme veya yazılacak dili bilmeyen bir yabancı, yazdıracak kimsesi olmayan birisiyse o zaman velisinin onun aldığı borcu adâletle yazdırması gerekmektedir.
"Erkeklerinizden iki de şahit yapın."
Bu borçlanma işine Müslüman erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Buna göre şahitler erkek olmalı, Müslüman olmalı ve de çocuk olmamalıdır. Âkıl bâliğ olmuş iki kişi olmalıdır. Çocukların ve gayri müslimlerin mü'minler üzerine şehâdetleri geçerli değildir. Çünkü Rabbimiz burada "Erkeklerden iki kişi" dememiş de "Erkeklerinizden" yâni sizden olan Müslüman olan erkeklerinizden buyurmuştur. Öyleyse gayri müslimlerin Müslümanlar üzerine şehâdetleri geçerli değildir. Ama gayri müslimlerin kendi aralarında şehâdetleri geçerli kabul edilmiştir.
"Eğer iki erkek bulunmazsa şahitlerden razı olacağınız bir erkek ve iki kadın olabilir. Böylece biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacaktır."
Eğer bu konuda şahitlik yapabilecek iki erkek bulunmazsa o zaman razı olacağınız bir erkek iki kadın şahitlik etsin. Buradaki "Razı olacağınız" ifadesinden kasıt dinini, adâletini, dürüstlüğünü kabul ettiğiniz kimseler mânâsına gelmektedir. İmam Ebu Hanife’ye göre şahitlerin zahiren Müslüman olmaları, büyük günah işlememiş olmaları ve farzları yerine getiren kimseler olmalarını şart koşulmaktadır. Ancak kâfirlerin kendi aralarındaki muamelelerinde birbirlerine şahitlikleri makbul kabul edilmiştir.
Burada bir yanlış anlaşılmaya mahal bırakmamak için bir açıklamada bulunmak istiyorum. Burada iki kadının şehâdetinin bir erkeğin şehâdetine eşit tutulması, kadınlara hakaret ya da onları küçük düşürmek için değil hakların kaybolmamasını sağlamak içindir. Bunu kısaca şöyle maddeleştireyim:
1) Evvela kadının fıtratında duygusallık daha ağır basmaktadır. Bu yüzden de yaratılışları gereği kadınlarda aşırı heyecan ve etkilenme söz konusudur. Aşırı heyecan ve etkilenmeler de hafızayı zayıflatıp unutkanlığı arttırır.
Nitekim pek çok erkeğin de aşırı heyecan ve etkilenmelerinden ötürü hafızalarına güvenilmemektedir. Dikkat ederseniz her erkek değil kendisine güvenebileceğiniz âdil erkek deniyor.
2) Dışarıda olup bitecek ticaret, alışveriş, borçlanma gibi konulara kadınlar meşgul edilmemelidir. Bu gibi işler esasında erkeklerin işidir. Müslüman bir kadının öyle olup bitenlere şahit olacak biçimde ulu orta yanında hiç kimse olmadan dolaşması mümkün değildir. Kadının dışarıda olup biten olaylara karşı hafızasını kapalı tutması kadınlığının gereği mükemmelliktir. Bu yüzden kadın şahit olduğu bir konuyu unutabilir. İşte tek kadın unuttuğu zaman ona unuttuğunu hatırlatacak ikinci bir kadının olması daha iyidir. Şahitlik için kadının oraya buraya götürülmesi, olur olmaz insanlarla konuşmaya zorlanması veya unuttuğu konuyu başka erkeklerin ona hatırlatmaya çalışması bunlar hoş şeyler değildir. Ama en azından yanında o konuya şehâdet eden bir kadın daha olursa, birinin unuttuğunu öbürü hatırlatır ve böylece bir hakkın yenmesine fırsat verilmemiş olur.
Sorumluluğu üzerine yüklenmemiş olan ticaret konusunu kadınların kendilerine dert edinmemelerinden ötürü önemsememiş olabilirler. Bu onların ilgi alanlarının genellikle dışındadır. Bu yüzden onların bu konuda yanılmaları daha çok mümkündür. Ama eğer iki kadın olursa biri unutmuş olsa bile ötekisinin hatırlatması sonucunda birilerinin hakkının yenmesinin önüne geçilmiş olacaktır.
3) Bu aynı zamanda bir iman konusudur, çünkü Allah böyle demiştir, aksini düşünmek ve iddia etmek âyetin hükmünü reddetmek olacağından küfürdür.
"Şahitler (şahitlik için) çağrıldıkları zaman çekinmesinler."
Şahitler şehâdete çağrıldıkları zaman da bundan çekinmesinler. Bildikleri konuda şehâdette bulunsunlar ki insanların hakları kaybolmasın. Ayetin ifadesinden anlıyoruz ki çağrıldıkları zaman şahitlerin şehâdete icâbet etmeleri üzerlerine vaciptir. Hattâ âlimlerimiz bu şahitlerin çağrılmadan da gelip şehâdette bulunmaları gerektiğini iddia etmişlerdir. Çünkü insanların mallarının ve haklarının kaybolmaması çok önemlidir. Bakın Rabbimiz bir âyet-i kerîmesinde bu hususu şöyle anlatır:
"Allah için şahitliği ikâme edin." (Talâk, 65/2)
Allah’ın Rasûlü de bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Zâlim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et."
Hadis-i şeriften anlaşılıyor ki bir Müslümanın zulme uğraması, hakkının gasp edilmesi söz konusu olduğu zaman çağrılmasa da yanında bilgi olan bir Müslümanın hemen onun yardımına koşması gerekmektedir. Nitekim Allah’ın Rasûlü Müslim’in rivâyetinde şöyle buyurur:
"Şahitlerin en hayırlısı kendisinden şahitliği istenmeden şahitlik edendir." (Müslim, Tirmizî, İbni Mâce)
Allah’ın hakkı söz konusu olduğu zaman kendilerinden şahitlik istenmeden şahitlerin şehâdetlerini yerine getirmeleri gerekmektedir.
"Borç ister büyük olsun, isterse küçük olsun onu süresiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin. Çünkü bu, Allah katında daha adâletli, şehâdetin doğru olmasına ve şüphelerin ortadan kalkmasına yardımcıdır."
Rabbimiz insanların haklarının kaybolmaması, kalplere şek ve şüphe girmemesi, adâletin ikâme edilmesi ve iki tarafın da alacaklının da borçlunun da kalplerinin mutmain olması için borçların, miktarları az da olsa çok da olsa yazılmasını emretmektedir. Borçlar son taksidine kadar, son kuruşuna kadar bütün ayrıntılarıyla birlikte yazılmalıdır.
Ve yazılanlar da açık ve anlaşılır olmalıdır. "Zaten azdır canım ne kıymeti var? Bu kadarcık şeyde yazılır mı?" diyerek baştan savmayın diyor Rabbimiz. Müslümanların bu konuda gevşeklik göstermemelerini, ihmalkâr davranmamalarını istemektedir.
Çünkü günümüzde de çokça görüyoruz ki kimi arkadaşlar, kimi akrabalar bir ihmal ve gevşeklik sonucu aralarındaki alacak vereceklerini resmi bir yazı haline getirmezler. Çünkü sanki bunların açık açık yazılması onların birbirlerine güvensizliği gibi gelir. Halbuki Rabbimiz bunun tamamen aksine her şeyin açık açık yazılmasını emretmektedir. Sonunda da yazılmadığı için, gevşeklik gösterildiği için unutmalar, ya da hainlikler sebebiyle insanların başına çok kötü şeyler gelmektedir. Müslümanlar arasında meydana gelen ihtilâfların çoğu buradan gelmektedir.
Öyleyse bu ihtilâflara sebebiyet vermemek için Rabbimizin buyurduğu biçimde aramızdaki borçlar az da olsa çok da olsa onu hemen yazmak zorundayız. Zaten genellikle borçlar az olduğu zaman yazılmayıp ihmal edilmektedir. Halbuki Rabbimiz az da olsa yazılması gerektiğini anlatıyor.
Bakın Allah’ın Rasûlü (asm) bir hadislerinde bu hususu açıklayarak üç tür kimsenin Allah’a dua ettiğini fakat bunların dualarına icâbet edilmediğini anlatıyor. Bunlardan birincisinin karısı yoldan çıkmış olduğu halde onu boşamayan kimse, ikincisinin kendisine yetim malı emanet edilen fakat henüz bu yetim olgunlaşmadan malını kendisine teslim eden kimse, üçüncüsünün de hiçbir yazılı belge ve delil olmaksızın başkalarına borç veren kimse olduğunu anlatıyor.
Öyleyse az olsun çok olsun tüm borçlarınızı yazın, çünkü:
"Böyle (ayrıntılarıyla birlikte) yazılması Allah katında takvaya en uygun olanı, şahitliğin yerine getirilmesini en iyi şekilde sağlayanı, ve kuşkuya şüpheye düşmemenize en büyük sebeptir."
"Ancak aranızda peşin alışveriş olursa o zaman onu yazmamanızda size bir günah yoktur."
Aynı mecliste ve peşin parayla alışveriş yapıldığı zaman bunun yazılmamasında bir mahzur yoktur. Bu yine de yazmayın anlamına değildir. Yâni yine de yazmanız daha iyidir ama yazmayabilirsiniz demektir. Zira böyle peşin para ve peşin mal teslimine dayanan alışverişlerde, borç işleminde söz konusu olan endişeler yoktur. Mal hemen teslim edilmiş para da anında ödenmiştir. Bu durumda onu yazmayabilirsiniz, ama:
"Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Yazana da şehâdet edene de zarar verilmesin."
Bundan önceki âyette peşin alışverişlerde yazmamaya ruhsat veren Rabbimiz burada alışverişlerde şahit tutmayı emrediyor. İster veresiye isterse peşin bir alışveriş de yapmış olsanız onu yazmasanız bile şahit tutun diyor Rabbimiz. Buradaki şahit tutma emri ister peşin olsun isterse veresiye olsun mutlak olarak bütün alışverişleri kapsamaktadır. Yâni ister peşin isterse veresiye olsun, bütün alışverişlerinizde şahit tutun diyor Rabbimiz. Çünkü böylesi daha ihtiyatlı ve aranızda çıkabilecek anlaşmazlıkları daha çok önleyicidir. Yazana da şahitlik edene de zarar verilmesin ifadesini de şöyle anlamaya çalışıyoruz:
1) Yazanın da kendisinden şahitlik istenenin de kendilerinden isteneni kabul etmemeleri konusunda bir nehiydir bu.
2) Veya yazarken de şahitlik ederken de herhangi bir tahriften, eksiltmekten ve çoğaltmaktan sakınmaları emrediliyor.
3) Veya onlara ısrar edilerek daha önemli bir işlerinden onları alıkoymak sûretiyle katibe ve şahide zarar vermekten sakındırıyor Rabbimiz.
4) Ya da yazma işi eğer bir ücretle yapılıyorsa, o zaman yazma ücretini vermemekle veya eğer bir beldeden bir beldeye şahitlik için gidip gelme söz konusu ise şahit ve katibin masraflarının ödenmemesi biçiminde onlara zarar verilmemesi emrediliyor.
"Eğer böyle yaparsanız o zaman kendinize bir kötülük olur. Allah’tan korkun! Allah size öğretiyor. Allah her şeyi bilir."
Eğer yazana ve şahitlik edene bir zarar verirseniz bu, Allah’ın emrine isyandır, fısktır, günahtır. Böyle yapanlar Allah’ın emirlerine ters düştüklerinden günahkâr olmuşlardır. Öyleyse ey Müslümanlar! Allah’tan korkun. Onun emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma konusunda muttaki davranın. Yolunuzu Allah’la bulun, Allah’ın gösterdiği biçimde hareket edin. O zaman Allah size bilmediğiniz şer'i hükümleri öğretecek, size yol gösterecek ve size basîret ve anlayış lütfedecektir.
Ama kimilerinin iddia etmeye çalıştıkları gibi bu âyetten şunu anlamamalıyız: İnsan Allah’tan korktu mu bu yeterlidir. Hiç uğraşmadan, çaba göstermeden, ilim yoluna girmeden Allah onu âlim yapacaktır. Bakın bu âyet-i kerîmede, siz yeter ki Allah’tan korkun, o size bilmediklerinizi kesinlikle öğretecek ve sizi âlim yapacaktır derler. Bu anlayış pek çoklarının okumadan âlim olduğunu iddia ederek ortaya çıkmalarına sebep olmuş ve bu okumadan âlim olmuş insanların Kur’an, hadis ve fıkıh konularında söyledikleri sözler cahilleri kandırıp türlü türlü yollara sevk etmiştir.
"Allah’tan korkun. Allah size öğretiyor."
ayetinin anlamı böyle değildir. Takvanın katledilmesidir bu Allah korusun. Çaba göstermeden, uğraşmadan, okuyup öğrenmeye çalışmadan âlim olmak fıtrata aykırıdır.
Ayet-i kerîmede "Allah’tan korkun" buyurulduktan sonra "Vav" harfi kullanılmıştır. Allah’tan korkun Allah size öğretiyor demek olacaktır mânâ. Ama böyle değil de eğer Allah’tan korkarsanız "fe" olsaydı, yâni "Vav" yerine "Fa" olsaydı, yâni Allah’tan korkarsanız Allah size öğretir olsaydı veya hiç edat kullanılmasaydı o zaman bu anlayışa delil olurdu. Halbuki ifade böyle değildir. Kaldı ki ilim takvayı doğurur. İlimsiz takvadan söz edilemez. İlim asıl takva ise fer'dir. Allah’ın Rasûlü (asm) bunu anlatırken şöyle buyurur:
"İlim öğrenmekle olur." (Darekutni, Taberânî)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet