Misafirlik ve üç günden fazla misafir kalmanın durumu nedir? "Misâfırlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır..." (Buhari, Edeb 85) hadisini nasıl anlamalıyız?..

Tarih: 22.10.2006 - 23:31 | Güncelleme:

Soru Detayı
"Misâfırlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Misafirin, ev sâhibini sıkıntıya sokuncaya kadar yanında kalması hoş değildir." (Buhari, Edeb 85). Bu hadise göre evimizden çıktığımız an hangi evde konaklarsak konaklayalım üç günü geçmemeye dikkat edilmesi gerektiğini anlıyorum. Fakat bu her yer için geçerli mi?.. Mesela anne babamıza gittiğimizi düşünürsek ya da uzakta bir yere yatılı kalmak ve gezmek amaçlı bir eve misafir olsak, bunun inceliğini tam olarak açıklar mısınız?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin!" (Buhârî, Edeb, 85)

Türkçemizde yolculuk, davet veya ziyaret sebebiyle, birinin evine uğrayarak, hâne halkından olmadığı hâlde geçici bir süre burada ağırlanan kimseye misafir denir.

Misafire ikram dinimizin belirlemiş olduğu ahlâkî düsturlardan biridir. Kur'ân-ı Kerîm, İbrahim (as)'ın hiç tanımadığı misafirlerine ikramda bulunuşunu teferruatlı bir şekilde anlatmakta ve bu hususta onu örnek almamız gerektiğine şöyle dikkat çekmektedir:

“İbrahim'in ikram edilen misafirlerinin haberi sana geldi mi? Onlar İbrahim'in yanına girmişler «Selâm!» demişlerdi. İbrahim de onlara; «Selâm size!..» diye mukabelede bulunmuştu. İçinden de: «Bunlar yabancı kimseler.» diye geçirmişti. Hemen sezdirmeden ailesinin yanına giderek semiz bir dana kebabı getirmiş, önlerine sürmüş ve «(Buyurun) yemez misiniz?» demişti.” (Zâriyât, 51/24-27)

İbn-i Abbâs'tan nakledildiğine göre İbrâhim (as)'a gelen bu misafirler Cebrâil ile birlikte İsrâfil ve Mîkâil idi. (Kurtubî, XVII/44) Misafir ağırlamayı çok seven Hz. İbrâhim (as) ise yakışıklı delikanlılar kıyafetinde gelen konuklarının melek olduklarını önce anlayamamış, onları içeri buyur ettikten sonra bir ara yavaşça dışarı çıkıp karısı Sâre'nin de yardımıyla hemen bir dana kesip kızartmış ve misafirlerine ikram etmişti. Âyetlerin devamından öğrendiğimize göre İbrahim (as) meleklerin yemeğe el uzatmadığını görünce onlardan şüphelenmiş; onlar da bu azîz Peygamberi daha fazla merakta bırakmamak için kendilerini tanıtmışlardı.

Hz. İbrâhim (as)'in bu davranışı, bize misafire ikrâm usûlünü öğretmektedir. Misafirlerinin selâmını en güzel şekilde alıp onları evine buyur etmesi, yemek hazırlamak için onların yanından yavaşça dışarı çıkması, evindeki en güzel yemeği ikrâm etmesi ve bu ikramı bizzat kendi eliyle yapması örnek alınacak başlıca hususlardır.

“Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin!” (Buhârî, Edeb, 85; Müslim, Îmân, 74)

buyuran Peygamberimiz (asm), ayrıca misafire ikramda bulunan bir ev halkına hayır ve bereketin çok hızlı bir şekilde ulaştığını bildirmiştir. ( İbn-i Mâce, Eti‘me, 55) İmkanı bulunduğu halde bu işten sakınanlara ise:

“Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur.” (İbn-i Hanbel, IV/155)

meâlindeki hadisleriyle uyarmıştır.

Bir hadis-i şerifte de yolcunun (misafirin) duası, kabul edilmesi kesin olan dualar arasında zikredilmektedir. (Ebû Dâvûd, Vitr, 29; Tirmizî, Deavât, 47)

Tabiî ki "dua" kelimesinin hem lehte hem de aleyhte olan yakarışları içine aldığı unutulmamalıdır. Yani yurdundan yuvasından uzak, kalbi rikkat halindeki misafir, gördüğü anlayış ve ikram sebebiyle dua ettiğinde veya beklemediği ilgisizlik karşısında bedduada bulunduğunda, kabul edileceğinde şüphe edilmemelidir. Misafirin gönlünü almak, onu lâyıkıyla ağırlamak gerekir. Aynı şekilde misafir de iyilik ve ikram gördüğü kişiler hakkında güzel dualar yapmakta cimri davranmamalıdır.

Sözlü beyanlarıyla ashâbını misafir ağırlamaya teşvik eden Efendimiz (asm), aynı zamanda imkânları nisbetinde misafirlerine izzet ü ikramda bulunarak bize örnek olmuştur. Hatta Resûl-i Ekrem (asm) bu yüzden karnını doyurmayıp kimi zaman günlerini aç geçirmiştir. (İbn-i Sa'd, I/409) Öte yandan evinde ikram edilecek bir şeylerin bulunmadığı zamanlarda misafirleri, imkânı olan ashabının ağırlamasını tavsiye etmiştir.

Ebû Hureyre (ra)'ın naklettiği şu haber konumuz açısından oldukça dikkat çekicidir: O diyor ki:

Bir adam Peygamber (asm)'e geldi ve:
- Ben açım, dedi.
Allah'ın Resûlü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da:
- Seni peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, dedi.
Fahr-i Kînât (asm) bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resûl-i Ekrem'in öteki hanımları da:
- Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, diye haber gönderince, Efendimiz (asm) ashâbına dönerek:
- Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister, diye sordu .
Ensar'dan biri:
- Ben misafir ederim, yâ Resûlallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına:
- Resûlullah (asm)'in misafirini ağırla, dedi ve evde yiyecek bir şey var mı, diye sordu.
Hanımı:
- Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi.
Sahâbî:
- Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi.
Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.
Sabahleyin bu sahâbî Peygamber (asm)'in yanına gitti. Onu gören Resûl-i Ekrem (asm):
- Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu, buyurdu. (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 10, Tefsîr, 59/6; Müslim, Eşribe, 172)

Görüldüğü üzere bilhassa yokluk durumlarında misafir ağırlamak ve onu memnun etmek bir incelik, bir zerafet gerektirir. Evlerinde sadece bir kişiye yetecek kadar yemek bulunan bu misafirperver karı koca, misafirlerinin rahat bir şekilde karnını doyurması için kazârâ sönmüş gibi lambayı karartmışlar, neticede ona her şeyin tabiî bir şekilde gerçekleştiğini ve yetecek kadar yiyeceklerinin bulunduğu hissini vermişlerdir. Bu tavrın aksi de olabilirdi. Misafirlerine yiyecek sıkıntısı içinde olduklarını söyleyebilirler veya en azından hissettirebilirlerdi. Şayet böyle yapsalardı misafirin yediği lokmalar boğazına dizilir, başkasının nafakasını yemenin tedirginliğiyle huzuru kaçabilirdi. Elbette bundan Allah Teâlâ hoşnut olmazdı. Ancak onların ihlas ve samimiyet dolu tavırları Hak Teâlâ'nın rızasını celbetmiş ve bu olay üzerine şu ayeti kerîme nazil olmuştur:

“...Onlar ihtiyaç içinde kıvransalar dahi mü'min kardeşlerini kendilerine tercih ederler...” [Haşr, 59/9; Buhârî, Tefsîr, (59), 6]

Ayrıca misafirlik hususunda yine Efendimiz (asm) tarafından bizlere riayet etmemiz gereken belli ölçüler takdim edilmiştir.

Huveylid bin Amr (ra)'ın naklettiği bir rivayete göre Resûlullah (asm) bir gün ashabına şöyle buyurmuştur:

- Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin.
Ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! Misafirin câizesi nedir, diye sordular.
Fahr-i Kâinât (asm) de:
- Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır, buyurdular. (Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Lukata, 14)1

Hadis-i şerifte sözü edilen câize, evi şereflendiren misafiri bir gün bir gece özenle ağırlamak, imkânlar ölçüsünde onu memnun etmek, ikinci ve üçüncü günlerde ise sair zamanlarda ne yenip içiliyorsa, misafire onun aynısını ikram etmek, ayrıca ağırlama telâşına düşmemektir. Misafir üç günden sonra kalmaya devam ediyorsa, o artık misafir sayılmayacak, yiyip içtiği şeyleri Allah Teâlâ ev sahibinin sadakası olarak kabul edecektir. Ev sahibinin misafirini kapıya kadar uğurlaması da sünnettir. (İbn-i Mâce, Eti‘me, 55)

Ev sahibinin görevi misafiri ağırlamak olduğu gibi, misafir de kendisine ikram edilen şeyleri memnuniyetle kabul etmeli ve bu ikramları asla küçümsememelidir. Zira "misafir umduğunu değil, bulduğunu yer."

Misafir, evinde konuk olduğu kimsenin maddî gücü zayıfsa, gereğinden fazla kalarak onu zor durumda bırakmamalıdır. Bu hususta Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

- Bir Müslümanın din kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar kalması helâl değildir.
Ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! İnsan din kardeşini nasıl günaha sokar, diye sorunca:
- Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla, buyurdu. (Müslim, Lukata, 15, 16)

Gerek Efendimiz (asm)'in sözlü beyanlarından gerekse uygulamalarından anlıyoruz ki, Müslümanlar için misafire izzet ve ikram çok önemli bir ahlâkî prensiptir.

Bu rivayetlerden çıkarılan hükümlere gelince:

1. “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin!” hadisindeki "iman"dan maksad kâmil imandır. Yani "Kim kâmil ma'nâda Allah'a ve âhirete inanıyorsa" demektir. Yani misâfire gönlünden koparak yapılabilen ikrâm, kişinin mükemmel bir iman sahibi olduğunun delillerinden biridir.

2. Âlimler, hadislerde geçen "misafire ikrâm"ın güler yüz, tatlı söz ve üç gün yemek yedirmekle gerçekleşeceğini belirtir. İlk gün imkân nisbetinde genişçe ikram edilecek, diğer iki gün de külfete girmeden, tekellüfe yer vermeden ne varsa o ikrâm edilecektir.

3. Câize, ikrâm atâ ma'nâsına gelir. Misâfire ilk gün ve gecede yapılan ikrâm diğer günlerde yapılandan farklı olduğu için bu adı almıştır. Çünkü diğer iki günde evin normal günlerinden yapılan yemeklerinden takdim edilecektir.

Nevevî der ki: "Müslümanlar misafir ağırlamanın meşruiyyeti ve onun İslâm'ın te'kid ettiği meseleler arasında yer aldığı hususunda icmâ ederler. Şâfiî, Mâlik, Ebû Hanîfe merhumlar ve cumhur bunun sünnet olduğu konusunda aynı fikirdedirler." Ahmed İbnu Hanbel ve Leys: "Bu, kırlarda ve köylerde yaşayanlara bir gün ve gece vaciptir, şehirlerde yaşayanlara değil." demişlerdir.

Cumhur, yukarıda aktarılan rivayetleri de dikkate alarak misafir ağırlamanın müstehap ve mekârim-i ahlâktan olduğunu kabul etmişlerdir.

4. Misafirin ev sâhibini günaha ya da sıkıntıya sokması, çeşitli şekillerde olabilir. Misâfir üç günden fazla kalacak olsa, ev sahibi "Niye kalıyor?" diye gıybetini yapabilir. Onun sebebiyle, kendisine rahatsızlık verici bazı şeyler meydana gelebilir, hatta misafir hakkında suizanna düşmesi de mümkündür. Hadiste, ev sahibinin misafire ikrâm edecek bir şeylerinin olmaması sebebiyle darlanacağı da belirtilmiştir. Ayrıca miafirin ev sahibini bıktıracak kadar kalması bundan sonra başka misafir almasına da enegel olabilir. Misafirin bunlara dikkat etmesi gerekir.

Anne babanın evi çocukları için misafirlik sayılmaz. Ancak çocukların anne babalarının maddi ve manevi durumlarını dikkate alarak hareket etmeleri gerekir. Bu da bölgeye, mevsime ve örf-adete göre değişir.

NOT:

İsmail Hâmi Danişmend, “Eski Türk Seciye ve Ahlâkı” adlı eserinde Osmanlı'da yolculara ve misafire gösterilen ilgiye dâir, meşhur batılı seyyah Du Loir'in, Paris'te neşrolunan seyahatnâmesinden şunları nakleder:

"Onların hayır ve hasenâtı yalnız insanlara değil, hayvanlara bile şâmildir."

"Bütün Osmanlı ülkesinde “imâret” denilen misafirhâneler vardır. Buralarda vakfedenin koyduğu şart gereğince, hangi dîne mensub olursa olsun, bütün fakirlere ihtiyaçları nispetinde yardım edilir. Bütün yolcular, imârethânelerde üç gün kalabilir ve kaldıkları müddetçe her öğünde birer tabak pilavla ağırlanırlar."

"Şehirlerde yol kenarlarında bu imâretlerden başka her türlü şahsa kapıları dâimâ açık duran ve “kervansaray” denilen umûmî binalar da vardır."

"Bazıları da hayrat olarak yol boylarında yolcuları susuzluktan kurtarmak için çeşmeler yaptırırlar. Bazıları da şehirlerde sokaklardan gelip geçenler için sebiller inşâ ettirirler. Buralarda tıpkı resmî dâirelerde olduğu gibi aylıklı memurlar vardır; vazifeleri isteyenlere su vermektir."

"Zenginler, hapishaneleri dolaşıp borcunu ödeyemediği için hapsedilmiş olanları kurtarırlar. Zarûretlerini söylemekten utanan fakirlerin ihtiyaçlarını, misli görülmemiş bir hassâsiyet ve gizlilik içerisinde araştırıp onlara yardım ederler.”

- Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i sitte, X/301 vd.,
- Üsve-i Hasene 1.Ömer Çelik, Dr. Mustafa Öztürk, Murat Kaya

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun