Evi olan bir kişiye evin zekatı gerekmediği halde, ev almak için para biriktiren kişi neden zekat vermesi gerekmektedir?

Soru detayı 

- İslamiyetin akli ve ilmi yönüne ters değil midir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam dininin bazı konularının -hikmetinin insanlar tarafından bilinmediği- sadece teabbüdî olduklarını unutmamak gerekir. Bu dediğiniz zekât konusunun da bu “hikmeti bilinmezler” arasında saymanın ne mahzuru olabilir?

Allah’ın varlığına ve birliğine iman ettiğimiz gibi, O’nun âdil olduğuna da iman etmek durumundayız. O halde, bize göre adalet ölçüsüne uygunluk göstermeyen bazı hususları gördüğümüzde, iman midemizi, dimağımız bulandırmadan işin, bizim akıl ve bilgimizin dışında, ötesinde olduğunu düşünmemiz, İslam’ın emrettiği teslmiyetin bir gereğidir.

Bu gibi detaylar ayet veya hadislerde söz konusu olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla, bir kıyas ve içtihada dayalı olarak ortaya çıkan bazı detayların -özellikle bu zamanda- yeni bir içtihada ihtiyaç duymakta olduğunu kabul etmekte bir sakınca olmadığını düşünüyoruz. Bu içtihat ferdî değil, din ve ekonomik alanlarda uzman olan bir heyet tarafından tespit edilmelidir. Soruda geçen konu da bu kritere tabidir.

İslam’da prensip olarak zekâtın farz olduğu malların “artmaya kabiliyetli” (mal-ı nâmî) olması gerekir. Çünkü artmayan mallardan zekât verildiği takdirde, birkaç yıl içinde mal sahibinin serveti tükenir ve fakir, muhtaç bir duruma düşer. Bu prensibe göre, ne kadar çok olursa olsun, artması söz konusu olmayan, bir “akar gelir” olmayan mallardan zekât verilmez. Aksi takdirde birkaç yıl içerisinde bu mal tamamen erimeye mahkum olur.

Buna mukabil, nisap miktarına malik, artmaya müsait olan bir maldan ne kadar zekât verilirse verilsin, bu mal varlığını sürdürmeye devam eder. Bu sebepledir ki, artma özelliği olan nisap miktarı  bir paradan zekat verildiği halde, bu nisabın kat kat fazlası olan, ancak artma kabiliyeti olmayan, demirbaş eşya olarak görülen (ticaret malı olmayan) ev, arsa, arabalardan zekât verilmez. Bu prensip çok hakkaniyetli ve âdil bir prensiptir. Fakat detaylarda bazı çelişki gibi görünen şeyler olabilir.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, her konuda mutlak adaletin / adalet-i mahzanın uygulanmasına imkân yoktur. Bu gibi durumlarda adalet-i izafiye dahi bir güzellik ölçüsü olarak görülmelidir. Çünkü “el-hükmü li’l- ğalib” kaidesi gereğince, hükümler ekseriyetin konumuna göre değerlendirilir. Yüzde doksan nispetinde bir prensip mutlak adaleti gösteriyorsa, yüzde on nispetindeki durumuna da izafî adalet olarak görülmelidir. Aksi takdirde, yüzde on civarındaki bir adaleti sağlarken yüzde doksan civarında bir adaleti kaybetmiş olacağız. “Şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez” (Az bir zarar için pek çok fazla olan kârdan feragat edilmez). Yoksa iş tamamen zarara döner, adalet tamamen adaletsizliğe dönüşür.


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Kategori: 
Okunma sayısı : 10.000+