- Cenab-ı Hakk’a yaklaşan kulun bela ve musibetleri artar mı?
- Tasavvuf yolculuğuna beni ilk iten vesile, hayatımda zuhur eden büyük sıkıntılar oldu. Ondan evvel hayat-ı içtimâiyeye dalmış bir kimse idim. Lâkin o sıkıntılar, Rabbime açılan bir kapı oldu. Bu eşiğe geldiğimde henüz ârif olmadan, nâehilâne “Yâ Rabbî, bana hayret ver; Yâ Rabbî, bana ilim ver” diye niyâz ederdim. Rabbim dualarımı kabul buyurdu; öyle ki hiçbir duanın geri çevrilmediğini bu niyazımla beraber birçok defa müşâhede ettim.
- Takriben iki senedir bu yolun içinde, İbnü’l-Arabî Hazretlerinin işaret ettiği şekilde taklîdî imandan tahkîkî imana intikal etmeye gayret ediyorum.
- İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler” sözünü düstur edindim.
- Ticaret hengâmesi içinde bulunsam da kalbimi murâkabe ile diri tutmaya çalışıyorum. Ne var ki bu yol, beraberinde yalnızlık ve derin tecrübeler getiriyor; başkalarının müşkülleri hafif görünürken bendeki belâların adeta çölde rastlanan bir kutup ayısı gibi nâdir ve ağır tecellî ettiğini müşâhede ediyorum.
- Biliyorum ki sıkıntılar Hakk’a açılan yeni kapılardır; amma fakîr, bu mihnetler karşısında çoğu zaman dayanacak gücüm olmadığını hissediyorum. Cenâb-ı Hakk’a takarrüb ettikçe kulun başına gelen belâ ve musibetlerin tezâyüd etmesi hakikate mutabık mıdır?
- Tasavvuf ehli büyükler buyurmuşlardır ki: “Belâ, muhabbetin alâmetidir.” Hazret-i Mevlânâ da Mesnevî-i Şerîf’te belâyı “âşığın mihengi” olarak tavsif eder. Kezâ, Ehlullah’tan nice zevât-ı kirâm, belânın sabrı öğrettiğini, sabrın ise vuslata vesile olduğunu beyan etmişlerdir.
- Lâkin fakîr, bu sözleri işittikçe gönlümde bir havf hâsıl oluyor. Acaba Cenâb-ı Hakk’a yakın olmak için çekilecek mihnetlere benim âciz nefis dayanabilir mi? Belki de bu hâlet-i ruhiye kulluğumun noksanlığındandır. Arz-ı sualim budur: