Tesettür, Türban, Örtünme konusunda en çok merak edilenler

1 Tesettürle ilgili ayet ve hadisler nelerdir?

Tesettürle ilgili ayetler:

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah, Gafûrdur, Rahîmdir." (Ahzab, 33/59).

"Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Zinet yerlerini kendi kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah'a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin umduğunuza nail olasınız." (Nûr, 24/31).

"Ay halinden kesilmiş ve evlenme için ümidi kalmamış olan yaşlı kadınlar zinet yerlerini erkeklere göstermemek şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. Bununla birlikte yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır." (Nûr, 24/60).

Tesettürle ilgili hadisler:

Umeys’in kızı Esma’dan nakledildi. Dediki:

Resulüllah (s.a.v) bir gün Hz. Aişe (r.anha)’nın evine girdi. Kızkardeşi Esma yanında idi. Üzerinde vücudunun hertarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı. Resulüllah (s.a.v) onu görünce kalkıp dışarı çıktı. Hz. Aişe (r.anha) kızkardeşine “buradan uzaklaş Resulüllah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi. Hz. Esma uzaklaştı arkasından Resulüllah (s.a.v) içeriye girdi.Hz. Aişe (r.anha) niçin kalkıp gittiğini sordu. Resulüllah (s.a.v) de elbisesinin yenini sadece parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek şöyle cevap verdi:

“Kızkardeşini görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez." (Mecmeu’zzevâid nr:4168)

Bu hadis-i şerif’ten Hz. Esma’nın giydiği elbisenin bedenini örttüğünü, fakat kollarında açıklık olduğunu bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) bu kıyafetinden hoşlanmadığını, ellerinin üstünün parmaklara kadarda örtünmesi gerektiğini islam alimleri anlamışlardır ve de böyle ifade etmişlerdir.

Usame b.Zeyd (r.a) nakletti. Dedi ki:

“Resulüllah (s.a.v) Dihye’tül- Kelbi’nin kendisine hediye ettiği mısır kumaşlarından sık dokunmuş bir elbiseyi bana giydirdi, ben de onu hanımıma giydirdim. Resulüllah (s.a.v) daha sonra bana sordu: ne oldu Mısırdan gelen elbiseyi giymiyorsun? Dedim ki, ey Allah’ın Resulü ben onu hanımıma giydirdim. Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki, altına pijama türünden bir şey giymesini ona emreyle. Çünkü ben o elbisenin kemiklerinin hacmini belli etmesinden korkuyorum.” (Ahmet b. Hambel)

Ibn-i Abbas (r.anhuma)’dan dediki:

“Resulüllah (s.a.v) kadınlardan erkeklere benzeyenlere, erkeklereden de kadınlara benzeyenlere lanet etti.” (Buhari nr:5751, ebu Davut nr:4098, Ahmet b.Hambel nr:3149, Nesei nr:9161)

“Ümmetimin son dönemlerinde bir takım adamlar olacaktır. Erkekler gibi eğerlerin (bineklerin) üzerine binip cami kapılarına ineceklerdir. Hanımları ise giyinik uryandır, (giyinik çıplaktır), başları üzerinde arık deve hörgücü gibisi vardır. Onlara lanet edin. Zira onlar lanet olunmuşlardır.” (Ahmet b.Hambel - müsned nr.6786, Ibn-i Hibban sahih nr:5655-7347)

Hz. Âişe'den rivâyete göre, bir gün Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ ince bir elbise ile Allah Resulunun huzuruna girmişti. Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çagına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir." Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti." (Ebu Davûd, Libâs, 31). "Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259).

"Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır." (Ahmed b. Hanbel, II/187). "Diz kapağı avret yerindendir." (Zeylai, Nasbu'r-Raye, I, 297).

Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.} tarafından bir rivayette Peygamberimiz (s.a.s), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler. (Müslim, Libas.-125.)

Harbın oğlu Züheyr bana anlattı: Bize Cerir Sehl’den o da babasından o da Ebu Hureyre (r.a)’den nakletti. Ebu Hureyre (r.a) dedi ki:Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Ateşlik iki sınıf insan ki ben onları henüz görmedim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi kamçılar olup insanları onlarla döven topluluk ve biri de bir takım kadınlar topluluğudur ki bunlar giyinik, çıplaktırlar. Görenleri yoldan saptıran ve kendileri de haktan sapanlardır. Başları bir tarafa sarkan deve hörgücü gibi olacaktır. Bunlar cennete giremiyecekler. Kokusu şu kadar, şu kadar yürüme mesafesinden alındığı halde, bunlar cennetin kokusunu da bulup alamayacaklardır." (Müslim - sahih bab: libas ve’l- zineh hadis nr.3971)

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı." (Muvatta', Libas:4)

Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur. (Beyhakî. Sünen, 2:235)

İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, "Giyindiği halde açık" olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der: "Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz." (el-Mebsût, 10:155)

"Kadın örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker." (Tirmizî, Radâ, 18).

Hz. Âişe (R.anhâ)'dan nakledilen;

"Allah Teâlâ erginlik çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez." (İbn Mace, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160) hadisi saçları da kapsamına alır.

Hz. Âişe (r. anhâ) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:

"Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; "Baş örtülerini yakalarının üstüne taksınlar..." (en-Nûr, 24/31) ayeti inince, etekliklerini kesip bunlardan başörtüsü yaptılar."

Yine Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: "Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettik. Hz. Âîşe dedi ki:

"Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim Nûr sûresinde "Kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar..." ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allah'ın kitabını tasdik ve ona iman ederek başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamberin arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı." (Buharî, Tefsîru Sûre, 29/12; İbn Kesîr, Muhtasar, M. Alî, es-Sâbûnî, 7. Baskı, Beyrut 1402/1981, II/600).

2 Müslüman kadının giyim şekli nasıl olmalıdır?

Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesi, açık kalmamasıdır. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve avret yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Kadınların yüzleri ile ellerinden başka  bütün bedenleri avrettir. Yüzleri ile elleri  namazda ve namaz dışında  fitne korkusu olmadıkça avret değildir. Ayaklarının avret olup olmaması ihtilaflıdır. Sahih kabul edilen görüşe göre  kadınların ayakları da avret değildir. Diğer bir görüşe göre  namazda kadının ayakları avret sayılmazsa da  namaz dışında avret yeri sayılır. Bu ihtilaftan kurtulmak için ayaklarını örtmeleri iyi olur. Sahih olan görüşe göre  kadınların kolları kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.

Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şeriflerin meali şöyledir:

Hz. Âişe'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma bir gün Peygamberimizin huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (a.s.m.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ya Esma, bir kadın büluğ çağına erince -yüzünü ve ellerini göstererek- bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz." (Ebû Dâvud, Libas 31)

Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a) tarafından bir rivayette Peygamberimiz (asm), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların cehennemlik olduklarını, cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler.2

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe (ra)'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe (ra) başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı."3

Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur.4

İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da "Giyindiği halde açık" olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der:

"Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz."5

Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Bu mesele Halebî-i Sağir'de şöyle belirtilir:

"Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da, uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hale gelse), bu durumda örtünme hasıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur."6

Mesele diğer mezheplerde de aynı şekilde ifade edilir. Mâliki mezhebinin görüşü şöyledir:

Elbise şeffaf olur, cildin rengini hemen belli ederse, bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir. İnce ve dar olduğu için azanın şeklini belli eden elbiseyi giymek de mekruhtur. Çünkü bu bir şahsiyetsizlik sayılır ve selef ulemasının giyim tarzına muhalif hareket edilmiş olunur.7

Hanbelî mezhebinin görüşü ise şu şekildedir:

Vacip olan örtünme, cildin rengini belli etmeyecek şekildeki örtünmedir. Eğer giyilen elbise cildin rengini belli edecek tarzda ince olur da bedenin beyazlık ve kırmızılığı görünürse namaz caiz olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmiş olmaz. Şayet rengini örter de, hacmini belli ederse namaz caiz olur. Çünkü örtü kalın da olsa bundan kaçınmak mümkün değildir.8

Şafiî mezhebinin görüşü ise şöyledir:

Vacip olan, cildin rengini belli etmeyecek elbiseleri giyinmektir. İnceliğinden dolayı cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek caiz olmaz. Çünkü böyle bir elbise ile tesettür gerçekleşmiş olmaz. Yani, inceliğinden dolayı cildin beyazlığını veya siyahlığını gösteren elbise tesettür için kâfi gelmez. Yine, elbise kalın olsa da, dokunuşu itibariyle altından avret yerlerinin bir kısmını gösterse, yine yeterli şekilde örtünme sağlanmamış olur. Diz kapakları ve uyluklar gibi bedenin incelik ve kalınlığını belli eden bir elbise ile kılınan namaz sahihtir, çünkü tesettür sağlanmış demektir. Fakat azaları belli etmeyecek şekilde bir örtü kullanmak müstehaptır.9

Bütün bu nakillerden şöyle bir neticeye varmak mümkündür:

Kadının kendine nikah düşen erkeklerin yanında giymiş olduğu elbise, tenin rengini belli edecek ve gösterecek şekilde ince ise, bununla örtünme gerçekleşmiş olmayacağından giyilmesi caiz olmaz. Bu giyecek, bir elbise, gömlek ve etek olduğu gibi, başörtüsü ve çorap da olabilir.

Buna göre tesettürün dinen makbul olabilmesi için bazı şartları vardır, onlara dikkat etmek gerekir:

-    Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince olmaması,
-    Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli olmaması,
-    Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmaması gerekir.

Vücudun azalarını iyice belli edecek şekilde giyilen dar pantolon ve dar gömlekle namaz sahih olsa da, bakanların dikkatini çekip tahrik edeceğinden dinen helal olmaz. Merhum İbn-i Âbidin de eserinde bu hususa işaret etmektedir.10

Diğer taraftan kadınlar gerekli örtüyü sağlamak zorunda oldukları gibi, erkeklerin dikkatini çekecek bakışlardan, konuşmalardan ve yürüyüş tarzından da sakınmaları gerekir:

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz." (Nur, 24/31)

İşte hür kadınların, bu istisna edilmiş kimselerden başkasına zinetlerini göstermemeleri, kendi iffet ve korunmaları ve güzel geçimleri noktasından gayet önemli olduğu gibi, yabancı erkekleri etkilememek, günaha sokmamak, edeb ve iffet telkin etmek noktasından da çok önemlidir. Özellikle bu noktayı da düşündürmek ve tesettür emrinin kuvvet ve şumülünü bir daha hatırlatmak üzere, yürüyüş tavırlarının bile düzeltilmesi için buyuruluyor ki: gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar, yani baştan ayağa örtündükten sonra yürürken de edeb ve vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sunî veya doğal ziynetler bilinsin diye, bacak oynatıp ayak çalmasınlar, çapkın yürüyüşle dikkat nazarları çekmesinler; çünkü erkekleri tahrik eder, şüphe uyandırır. Fakat unutulmaması gerekir ki, kadının bu konuda başarısı daha önce erkeklerin iffeti ve görevlerine dikkati ve toplumda olanların gayreti ve özeni ile de ilgili olarak, bunlar da Allah'ın yardımı ile ayakta durabilir. Onun için bu noktada Resulullah (s.a.v) den bütün müslümanlara hitap ve erkekleri zikredip kadınları da içine alacak bir şekilde buyuruluyor ki:

Ve ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. Demek ki bozuk bir toplulukta kurtuluş ümid olunmaz, toplumun bozukluğu da kadınlardan önce erkeklerin kusur ve hatalarındandır. Bundan dolayı başta erkekler olmak üzere erkek dişi bütün müminler imana yaramayan ve cahiliyyet izleri olan kusur ve hatalarından tevbe ile Allah'a dönüp Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler. O halde herkesin kurtuluşu bakımından iş sahipleri ve ilgili şahıslar şu emirlere de özen göstermelidir.11

İlave bilgi için tıklayınız:

 - İslamın öngördüğü bir örtünme şekli var mıdır? ...

- TESETTÜR...

- Tesettür ve Türban Özel Dosyası.

Dipnotlar:

1. Ebû Dâvud, Libas:31.
2. Müslim, Libas.-125.
3. Muvatta', Libas:4
4. Beyhakî. Sünen, 2:235
5. el-Mebsût, 10:155-
6. Halebî-i Sağır, s.141. l.Menânü'l-Celü, 1:136
8. İbni Kudâme. el-Muğnî, 1:337.
9. el-Mecmû, 3:170-172.
10. Reddü'l-Muhtar, 5:238.
11. Elmalılı, Tefsir.

(bk. Mehmed PAKSU, Kadın, Evlilik ve Aile) 

3 Başörtüsünün kullanımı nasıl olmalıdır?

Cahiliye devrinde başörtüsü vardı. Ancak enselerine bağlar ve arkaya bırakırlardı. Yakaları önden açılır, gerdanları ve boyunları görünürdü. İşte bu durumu düzeltmek için ayeti kerimede Allah Teala,

“Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar...”

buyurmuştur. Bu örtünün şekli ve biçimi ise önce açık yer kalmayacak şekilde başı, boyun ve gerdanlığı örtmektir. Sonra da ince ve çekici olmayan bir örtüyü kullanmaktır. Mutlaka şu ölçüde ve şöyle olmalıdır demek doğru değildir. (bk. Elmalılı, Hak Dini, Nur Suresi 31. ayetin tefsiri.)

Buna göre başörtüsünü yakaların üzerinden örtmenin hikmeti; boyun, gerdan ve göğsün örtülmesini sağlamaktır. Bu zamandaki kadın giyiminde başörtüsü pardesünün veya üst elbisenin içine konduğunda boyun ve gerdan örtülmüş olmaktadır. Bu örtünme sağlandığına göre başörtüsünü bu şekilde bağlamak caizdir. Önemli olan, İslama uygun olarak tesettürün sağlanmasıdır.

Ancak saçları tepeye toplayıp deve hörgücü gibi yapmak sakıncalıdır.

Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah'ın hem de Peygamber (asm)'in emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayındır; açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır.

Kadının taktığı başörtüsü altını gösterecek kadar ince olmamalıdır. İnce olan başörtüsü ile örtünme sağlanmış olmaz. Ayrıca insanların dikkatini çekecek şekilde açık renkli ve gösterişli başörtüsünden uzak durulmalıdır. Böyle bir başörtüsünün bir mahzuru yoktur denilemez.

Sadece baş örtüsünde değil kadının diğer dış elbiselerinde de cazip renkli kumaşlar kullanılmamalıdır. Eğer üstten örtülecek örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa ona tam örtü denilemez.

Saçları Tepeye Toplayıp Deve Hörgücü Gibi Yapmak:

- Konuyla ilgili hadisin tamamı şöyledir: Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Cehennem halkından iki sınıf / grup  insan var ki ben henüz onları görmüş değilim.  Bunlardan bir grubu ellerinde sığır (inek-öküz gibi) kuyruklarına benzer kamçılar / değnekler / coplar vardır ki onlarla insanları döverler. Diğer grup ise elbise giydikleri halde çıplaktılar. Erkeklere meylederler, onları da kendilerine meylettirirler. Başları eğilmiş deve hörgücüne benzer. Bunlar  ne cennete girer ne de onun kokusunu alırlar. Oysa cennetin kokusu şu kadar uzak mesafeden alınabilir.” (bk. Müslim, Libas, 125)

Görüldüğü gibi, Hadis-i Şeriflerde "deve hörgücü gibi saçları bağlamanın uygun olmadığı" ifade edilmiştir. Kadınların başlarının deve hörgüçlerine benzetilmesi çeşitli bağ ve sargılarla sararak onları büyüttükleri içindir. Saçların deve hörgücüne benzetilmesi saçların açık veya kapalı olarak toplanıp yüksekçe bağlanması şeklinde de anlaşılabilir. Açık olarak yapanlar daha büyük günah işlemekle beraber kapalı olanların da dikkat etmesi gerekir. Çünkü hadiste, “başlarındaki saçlarının deve hörgücü gibi olması” ifadesi çok açıktır.

 Saçlarını başlarının üzerinde toplayıp da tam deve hörgücü görünümünü veren başı açık kadınlar yanında başı örtülü kadınlar için de söz konusu olabilir.

- Ancak hadiste “giyinmiş oldukları halde çıplaktırlar” ifadesinin başını İslama göre örtmeyen  açık-saçık kadınlarla ilgili olduğunu düşünmek daha isabetli görünüyor. Çünkü, başı kapalı olduğu halde olduğu halde, sadece örtünün altında verilen bir saç şeklinin bu kadar risk taşımaması gerektiğini düşünüyoruz.

- Bununla beraber, Alimlerin bundan yüzyıllar önce de böyle bazı durumların olduğunu söylemeleri bu hükmün kapalı kadınlar için de geçerli olabileceğini göstermektedir.  

Nitekim, 676 Hicri tarihinde vefat eden Nevevî: “Bugün bu iki sınıfın ikisi de mevcuttur” diyor ve bunların bir kısmını örttükleri halde bir tarafını açık bırakan yahut İslam’ın emrettiği örtünün kalıbına uymayan şeffaf ince elbiseler giyenler kastedilmiştir şeklinde açıklar. (bk. Nevevî, Şerhu Müslim,14/110)

- Hadiste zikredilen ve değişik şekilleriyle algılanan bu tür kıyafetlerin bizim devrimizdeki konumları çok açıktır. Bu açıdan bakıldığı zaman bu iki sınıfla ilgili haberler birer ihbar-ı gaybi nevinden mucizelerdir. Belki de zikredilmelerinin en önemli hikmeti, gelecek insanlara bu gaybi haberler penceresinden imanlarını güçlendirme fırsatını vermektir. “İşte  peygamberimiz tam bunlardan haber vermiş” dedirtip akl-ı selim sahiplerinin imanını kuvvetlendirir.

- Bu açıklamalar zahiren birbirine zıt bazı ifadeleri barındırsa da asıl maksat, muhataplarımıza geniş bir perspektif sunmaktır. Çünkü bu hadiste kadınlarla ilgili yer alan ifadeler üzerinde çok değişik yorumlar da vardır.

Takvalı olanlar bu konuya dikkat ederler. Giyim konusunda dikkati çeken şekillerden uzak dururlar. Açık olarak yapanlar daha büyük günah işlemekle beraber kapalı olanların da dikkat etmesi gerekir.

Aşırı süslü, şeffaf, göz alıcı renkte ve yaldızlı başörtüsü: Örtünmenin hedefi "dikkat çekmemek" olduğu halde, bu tür başörtüler dikkatleri üzerine toplamaktadır. Şeffaf olanlar, içini göstererek hadislere açık bir muhalefet teşkil etmektedir.

Boynu ve -baştan arkaya kayarak- saçı tam örtmeyen başörtüsü: Yalnız çene altından veya enseden bir düğüm atılınca, boyun açık kalmakta ve âyette geçen "başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar." emri terk edilmektedir. Altına tülbent takılmayan ve sağlam bağlanmayan ince başörtüleri de saçın bir bölümünü açıkta bırakmakta ve Rabbimizin emri ihlâl edilmiş olmaktadır.

Allah Teala (c.c) yarattığı kişilerin fıtratını (yaratılışını) en iyi şekilde bildiği için, hanımların fıtratında da cekici yönlerinden dolayı, onlara cekici olan âzalarını örtmelerini emretmektedir. Bu konuda hem Kur’an-ı Kerim'deki hem de Resulüllah (asm)’in sünnetindeki hükümler açıktır ve bu emirler örtünmenin farz olduğu hükmünü ortaya koymaktadır. Bu konuda bütün mezhep imamları, fıkıhcılar, hadisciler ve tefsirciler ittifak etmişlerdir.

Resulüllah (asm) Müslüman hanımları ve aile reislerini uyarıyor. Tesettüre uygun olmayan giyim, tavır ve hareketlerin cennetten mahrum olmaya ve cehennem azabına neden olacağı unutulmamalıdır. Kısa dünya hayatı ve nefsimizin istekleri için ebedi hayatımızı tehlikeye atmak asla doğru değildir.

Tabi ki bunlar tövbe edildiği takdirde değişecektir. Allah tövbe edenlerin tövbelerini kabul edicidir. Allah yitiğini bulan insanın sevinmesinden daha çok günah işleyen kulunun tövbe etmesinden hoşnut olur. Öyleyse açılma gibi bir hataya düşen insanlar tövbe edip Allah’a dönsünler, Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde hem örtünüp hemde gereği gibi ibadetlerini yapsınlar ki böylece Allah’ın cennetine erip cemaline kavuşabilsinler. Aksi halde Allah (c.c) Kur’an'ın emir ve yasaklarına uymayanlara soruyor: “Siz nereye gidiyorsunuz.” (Tekvir, 81/26)

Evet hep birlikte kendi kendimize soralım “Biz nereye gidiyoruz?.."

Bu ikazları dikkate alarak hareket etmenin daha faydalı olacağını düşünüyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tesettür ve Türban Özel Dosyası

4 İlim öğrenmek, okumak için başörtüsünü takmamak, başını açmak caiz midir?

Bilindiği gibi Nur sûresi'nin 31 ve Ahzab suresi'nin 33, 35 ve 59'uncu ayetlerinde kadınların örtünmeleri, vücutlarının zinet yerlerini yabancılara göstermemeleri emredilmektedir. Bu konuda birçok hadis de vardır. Ama bu hadisleri burada nakletmeye lüzum görmüyoruz.

Kadının bütün vücudunun avret olup olmadığı hususu da mezhepler arasında ihtilaflıdır. Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre kadının istisnasız tüm vücudu avret kabul edildiği halde, Hanefî ve Malikî mezheplerinde eller ve yüzün, fitne korkusu olmadığı takdirde avret olmadığı belirtilmiştir(1).

Tedavi gibi bazı zaruret hallerinde yabancı birisi bir kadının avret kabul edilen bir uzvuna zaruret miktarmca ve tedavinin gerekdiği mahalli geçmemek şartıyla bakabilir(2). Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de kadınların vücutlarını örtmelerini emredip başkalarına göstermelerini yasakladığına göre, onların avret mahallerini yabancıların görebileceği şekilde açmaları haramdır. Zaruret olmadıkça avret sayılan bir uzvun tamamını ya da bir kısmını açamazlar.

Zaruret, yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helaki veya helake yaklaşmayı gerekli kılan şeydir (3). Ali Haydar, Mecelle Şerhi'nde zarureti aynen şu şekilde tarif etmiştir:

"Zaruret; memnu tenavül etmediği takdirde helaki müstelzim olan haldir."(4).

Buna göre İslâm'a hizmet etmek gayesiyle de olsa, İslâm'a taban tabana zıt düşen, kadının namahrem yerlerini ve avretini açmaya zorlayan yerlerde çalışmayı zaruret kabul edilmesi mümkün değildir.

Ayrıca kadınların insanlara hizmet etmesi sadece devlet dairesiyle de olmamaktadır. İslâm hizmeti böyle bir yol ile ifa edilemez.

Bilindiği gibi "Zararları gidermek, maslahatları celb etmekten evladır." diye meşhur bir fıkıh kaidesi vardır. İslâm'ın yasaklara gösterdiği itina, emirlere gösterdiği itinadan daha büyüktür. Hz. Peygamber (asm) bir hadîsinde buyurur:

"Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz." (Buhârî, İ'tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131)

Bundan dolayı meşakkati defetmek için vacibi terk etmek caizdir, ama günahları, özellikle büyük günahları işlemekte müsamaha yoktur. Bezzazî'nin ifadesine göre avret yerini örtecek bir şey bulamayan kimse, nehir kenarında da olsa istincayı terk eder. Çünkü yasak, emre tercih edilir. Kadına gusül gerekse ve erkeklerden gizlenecek bir yer bulamazsa guslü terkeder(5).

Demek oluyor ki, bir haramı işlememek için farz bile terkedilir. O halde sadece umulan bir maslahat için nassların haram kıldığı bir şeyin işlenmesi tecviz edilemez.

Müslümanların, kadınların başlarını açabilmeleri için İslâm'ın hükümlerini zorlayacakları yerde, kadınların İslâmî kıyafetler içerisinde çalışmalarının çarelerini araştırıp bu yolda gayret sarfetmeleri gerekir.

Dipnotlar:

1. Kitabu'l-Fıkh âlâ Mezâbili'l Erbaa 1/192. Sâbûnî, Tefsirû Ayât'il-Ahkâm, II/381.
2. el-Merginânî, el-Hidâye, IV/84.
3. Suyûtî, el-Eşbah ven-Nezâir, s. 94
4. Ali Haydar, Dürerü'l-Hakkâm Şerhu Mecelletü'l-Ahkâm, Muk. 22. Md. nin şerhi.
5. İbnu Nüceym el-Eşbâh ve'n-Nezâir, s. 90-91.

(Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/180)

5 Örtünme (tesettür) ayeti hangi olay nedeniyle inmiştir?

Nur suresi ayet 30:

"Mümin erkeklere şöyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarım korusunlar. Bu kendileri için çok temiz (bir harekettir). Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır."

Nur suresi ayet 31:

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar. Zinet (mahal)lerini kendi kocalarından yahut kendi babalarından yahut kocalarının babalarından yahut kendi oğullarından yahut kocalarının oğullarından yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından yahut kardeşlerinin oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut kendi ellerindeki memlukelerden yahut erkeklerden yana ihtiyacı olmayan hizmetçilerden yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Taki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız."

Âyetlerin Nüzul Sebepleri:

1. İbni Mezdevî, Ali bin Ebi Talib (ra)'ten  şöyle rivayet etmiştir:

«Resulullah (sav) zamanında Medine sokaklarında dolaşan bir kadınla bir erkek karşılaştıklarında bakışmışlar. Şeytan bu bakışlardan istifade ederek onların bakışlarını birbirlerini beğenmeye çevirmiş. Adam bir yandan yürüyor, bir yandan da kadına bakıyormuş. Başı hep kadından tarafa çevrili olduğu için önüne çıkan bir duvara çarpmış ve burnu kanamış. Bunun üzerine, «Allah (cc)'a yemin ederim ki gidip Resulullah (sav)'a durumu anlatıncaya kadar burnumun kanını yıkamayacağım.» diye yemin etmiş. Resulullah (sav)'ın yanına gelerek hadiseyi anlattı. Resulullah (sav), «Burnunun duvara çarparak kanaması günahının cezasıdır.» buyurdu.  Bunun üzerine, «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakın­sınlar...» âyeti nazil oldu.» (Süyuti, Dürrül-Mensur, 5/40.)

2. İbni Kesir, Mukatil bin Hayyan'dan, o da Cabir bin Abdullah el-Ensarî'den şöyle rivayet eder:

«Esma binti Mirsed (ra)'in Beni Harise mevkiinde bir hurmalığı vardı. Kadınlar oraya etek giymeden, göğüsleri, saçları ve ayaklarındaki halhalları açık olarak giderlerdi. Esma (ra), «Bu görünüşünüz ne kadar çirkin.» dedi. Bunun üzerine, «Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar...» âyeti nazil oldu.» (İbni Kesir, Tefsir, 3/283. Süyuti. 5/104.)

İlave bilgi için tıklayınız:

Müslüman kadının giyim şekli nasıl olmalıdır?

6 Hz. Adem ve Hz. Havva'nın yeryüzüne indirilişi nasıl olmuştur; üzerlerini nasıl örttüler, tesettür o zaman var mıydı? Hz. Adem ve Hz.Havva'yı incir yaprağına sarılmış olarak gösteren resimler var, bunlar sahih (doğru) mudur?..

Allah insanlığa medeniyeti peygamberler vasıtası ile bildirmiştir. Bu noktada insanlık tarihinde umumi bir vahşilik yaşanmamıştır. Peygamberlerin bulunduğu yerlerde medeniyet –kendi zamanlarına göre– vardı. Peygamberlerin bulunmadığı yerlerde ise, insanların vahşi ve kaba olduğunu biliyoruz. Tarih kitapları da hep insanlığın vahşet tarafını göstermeye çalışmıştır. Bunda bazı sebepler vardır:

- Bunların başında, bazı dinsiz gurupların, insanları İslam dininden ve Allah’a imandan uzaklaştırmaya çalışmaları gelmektedir. Nasıl ki, bilimsel alanda insanları evrim safsatası ile aldatıp “Mü’minlerin inandığı Allah –haşa– yoktur. Her şey kendi kendine olmuştur. İlim ve bilim de böyle söylemektedir.” diye yaygara kopardıkları gibi, bu fikrin uzantısı olan “Evrimleşen insan önce yarı maymun, sonra insan oldu. Fakat ilk insanında tamamıyla bedevi ve okuma, yazma, konuşma bilmeyen cahil bir şekildeydi.” fikri her tarafa yayıldı. Böylece bu kirli ideolojiye tarih bilimini de alet etmiş oldular. Oysa her peygamber, bir medeniyet getirmiş ve ilk insan da Hz. Adem (as)’dir ve peygamberdir. Dolayısıyla Hz. Adem (as) ile başlayan insanlık, kendi zaman ve zeminine göre medeni idi, vahşi değildi. Şimdiki zamanda bile, okuma yazma bilmeyen ve vahşi olarak yaşayan insanlar olduğu gibi, o zamanda daha fazla bedeviyet ve vahşet hakimdi. Ama bu durum başta söylediğimiz gibi umumi değildi.

- Ayrıca Allah Kur'an-ı Kerim'de Hz. Adem (as)’e her şeyin ismini, anlamını ve niçin yaratıldığını öğrettiğini, imtihanda Hz. Adem (as)’in meleklere üstün geldiğini bildiriyor. Bu nedenle ilk insanın bugünkü anlamda bir konuşmayı bildiği ve seslerle anlaştıkları net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

- İnsanların ilk devri, vahşet değil, belki ilk medeniyetti. Bu ilk medeniyet dersini de insanlara hak peygamberler vermişti. İnsanlara ilk din dersini verenler (yani tek Allah inancını öğretenler), nasıl ilahi peygamberler olduysa, ilk medeniyet dersini de insanlara, bu peygamberler vermişlerdi.

Şu kadar var ki, ilahi peygamberlerden bu ilk medeniyet dersini almış bulunan insanlar, sonra bu medeniyetten uzaklaşa uzaklaşa ilk dersi unutarak vahşi olmuşlar, daha sonra tekrar medeniyete girmişlerdir. Şu halde insanlar, vahşet devri, medeniyet devri olmak üzere iki medeniyet safhası değil, belki ilk medeniyet, vahşet, ikinci medeniyet olarak üç devir geçirmişler; vahşilik, insanlar için ilk devir değil, iki medeniyet arasında geçici bir basamak sayılmıştı.

Hz. Adem (as) ve Hz. Havva'nın örtünmeleri konusunda Kuran-ı Kerim’de şöyle bahsedilmektedir:

"Fakat o Şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: "Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata nail olanlardan olmanızı önlemektir." diyerek, kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin üstüne yemin etti."

"Böylece onları aldatarak mevkilerinden düşürdü. Şöyle ki: O ağacın meyvesini tadar tatmaz, edep yerlerinin açık olduğunu fark ettiler. Derhal, buldukları cennet yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye başladılar. Onların Rabbi ise nida edip buyurdu: "Ben sizi o ağaçtan menetmedim mi? Ben Şeytanın sizin besbelli düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin Beni dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz?"

"Ey bizim Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz." diye yalvarıp yakardılar.

"Buyurdu ki: "Birbirinize düşman olarak inin! Size dünyada bir süreye kadar kalma ve yararlanma imkânı veriyorum: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan diriltilip mezardan çıkarılacaksınız."
(Araf, 7/20-25)

Örtülmesi gereken yerleri örtmek, namusu korumanın ilk şartıdır. Çıplaklık, övünülecek bir ilerilik değil, ilkellik ve cahiliyeye dönüştür, irticadır. Cahiliye dönemi Arapları, erkeği kadını Kâbe'yi çırıl çıplak tavaf ediyorlar, bunu faziletli bir iş tarzında yapıyorlardı. Çıplaklığı yaymak şeytanın teşviki ile olunca, Allah Teala, örtünmenin ve elbisenin insanın maddî ve manevî süsü olduğunu, şeytana uyup avret yerlerini açmamak gerektiğini hatırlatıyor. Allah'ın hikmeti, diğer birçok canlı mahlukun fıtratına, haya ve örtünme duygusu koymayıp sağlam, güzel ve tabiî bir elbise vermiştir. Haya duygusu verdiği insanı, yalnız onu çıplak yaratmıştır. Böylece insan, hem örtünme emrini tutmanın sevabına ermekte, hem de dünyadaki halifelik görevini ispatlamaktadır. Çünkü bütün yeryüzüne yayılan hayvan ve bitkilerden ve diğer maddelerden elde ettiği giyeceklerle, bütün yaratıklar üzerindeki tasarruf ve yönetme gücünü, halifeliğinin tezahürlerinden birini göstermektedir.

Dikkat edilirse ayetlerde Hz. Adem (as) ve Hz. Havva'nın önce edep yerlerinin gizli olduğu, sonradan şeytanın aldatmasıyla edep yerlerinin açıldığı, fakat derhal kapatttıkları anlatılmaktadır. Demek ki, edep yerlerin kapanması gerektiğini bilmekteler.

İşte bu nedenle bir sonraki ayette edep yerleri örtmenin gerekliliği ve Adem babamızın edep yerlerini örttüğü şöyle açıklanır:

"Ey Âdem'in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik. Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takva elbisesidir. İşte bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar." (Araf, 7/26)

Sonuç olarak Adem (as)'ın edep yerlerin örtülmesi gerktiğini bildiğini ve Allah’ın emriyle edep yerlerini ilk örten kimse olduğunu söyleyebiliriz. Havva annemiz için o şartlarda kendisine namahrem olan kimse olmadığından erkeklerin hepsi kendi çocuğu ve torunları olduğundan, bu günkü gibi el ve yüz hariç her yerini örttü diyemeyiz. Bu konuda kesin bir bilgi olmamakla birlikte örtünmenin ilk insandan itibaren var olduğu muhakkaktır.

Araf suresi, 19-25 ayetlerin tefsiri:

19. (Sonra Allah, Âdem'e hitab etti): "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

20. Derken onların, kendilerinden gizli kalan avret yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti." dedi.

21. Ve onlara: "Elbette ben size öğüt verenlerdenim." diye de yemin etti.

22. Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı(n meyvesini) tadınca, avret yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?"

23. Dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!"

24. (Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir."

25. "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!" dedi.

Şeytan, Âdem'e ve Havva'ya böyle bir vesvese verdi ve dedi ki: Rabbiniz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil ancak iki melek olacağınızdan veya ebedî kalacağınızdan dolayı men etti. Yani bundan yerseniz, ya yemek içmek ihtiyacından melekler gibi müstağnî olursunuz (ihtiyaç duymazsınız), yahut ölüm yüzü görmez, ebedî kalırsınız, diye bir taraftan onları Âdem'e secde ile emredilmiş olan meleklere imrendirmek, bir taraftan da maddî sebebin, ilâhî takdiri değiştirebileceği şüphesiyle ne olursa olsun bir sonsuzluk ve devamlılık sevdasına düşürmek istedi. Burada meşhur bir suâl vardır: Şeytan cennetten kovulup çıkarılmış olduğu halde cennetteki Âdem ve Havva'ya nasıl vesvese verebilmiştir? Buna karşı, bir yılan aracılığıyla girdi diye bir kıssa nakli şöhret bulmuş ise de, bunu büyük tefsirciler uygun görmemişler ve başlıca üç şekilde cevap vermişlerdir:

1. Hasan Basrî hazretleri demiştir ki: Yüce Allah'ın vermiş olduğu bir kuvvet ile, yerden göğe veya cennete vesvese ulaştırabilmiştir. Bu mânâya göre "hayye" (yılan) tabirinin, insan için yılan gibi zehirli bir hayatî kuvvetten kinâye olması söylenebilir.

2. Ebû Müslim İsfehânî: Bu cennetin, yeryüzü cennetlerinden biri olduğu görüşünde olduğu için, Âdem ve İblis ikisi de cennette idi demiş. Ancak bunun suâle uygun olmadığı açıktır.

3. Diğer bir takım tefsirciler de demişlerdir ki: "Âdem ve Havva, bazan cennetin kapısına yakın gelirler, İblis de dışardan gözetir, yaklaşırdı; vesvese bu şekilde meydana geldi." Âyetlerin delaletine bakarak, İblis'in kovulması ve çıkarılmasının, dört yönden vesvese vermesi imkânını yok eder bir şekilde olmadığı anlaşılıyor. Bunun için vesveseye imkân bulup o maksatla öyle yaptı.

Şu halde ne zaman ki o ağacı tattılar, kendilerine kötü yerleri beliriverdi. İsyanın uğursuzluğu yüz gösterdi, kapalı ve gizli olan cinsel yerleri açılıverdi, bunun üzerine utançlarından derhal üzerlerine cennet yaprağından yamalar yamamaya başladılar. Denilmiş ki bu yaprak incir yaprağı idi. Rabbleri yüce Allah da kendilerine şöyle seslendi: Ben sizi o ağaçtan men etmedim miydi? Ve mutlaka şeytan size açık bir düşmandır, demedim miydi? Ki birincisi yasağa karşı gelmekten dolayı, ikincisi de düşman sözüne aldanmalarından dolayı darılma ve azarlamadır. Şeytanın düşman olduğunun hatırlatılması, bu sûrede açıkça geçmemiş ise de bu sorunun gereğine ve Tâhâ Sûresi'nde "Bu senin ve eşinin düşmanıdır." (Tâhâ, 20/117) âyetinin belirttiğine göre, demek bu hatırlatma da yapılmıştı.

Bu azarlamağa karşı Âdem ve Havva bakınız ne dediler: Ey Rabbiniz, biz nefsimize zulm ettik, kendimize yazık ettik. Ve eğer sen bize mağfiret ve rahmet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olacağımız şüphesizdir, dediler. Derhal durumu anlayıp hatalarını itiraf ve tövbe ve istiğfara teşebbüs ederek ilâhî rahmete sığındılar ki, bu yalvarış kelimeleri Bakara Sûresi'nde,

"Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı (tövbe etti) bunun üzerine (Allah) Onun tevbesini kabul etti." (Bakara, 2/37)

âyetinde işaret olunan kelimelerdir. İlâhî suale karşı İblis'in sözü geçen cevabıyla, Âdem (as) ve Havva'nın bu cevaplarını mukayese etmeli (karşılaştırmalı) de bu kelimelerin derhal Âdem (as)'in kalbine gelmesi ne büyük ilâhî bir lütuf olduğunu ve Âdem'in mizacı ile İblis'in içyüzü arasında ne büyük bir fark bulunduğunu anlamalı ki, İblis'in ateş ve çamur kıyaslamasındaki cehaletinin sırrı bu noktada açıkça görülmektedir.

Denilmiştir ki, Âdem beş şey ile bahtiyar (mutlu) oldu. Emre karşı gelmeyi itiraf etmek, pişmanlık duymak, nefsini kötülemek, tövbeye teşebbüs etmek ve rahmetten ümidi kesmemek. İblis de beş şeyle bedbaht (mutsuz) oldu. Günahını kabul etmedi, pişmanlık duymadı, kendini kınamayıp azgınlığını Allah'a bağladı ve rahmetten ümidini kesti. Bununla beraber ilâhî emir ve yasaklara karşı gelmekle işlenen herhangi bir günah affedilmiş bile olsa, günahı işleyeni nezâhet-i mutlaka (mutlak temizlik) mertebesinden indirmeğe sebep olacak demektir.

24. Çünkü bu tövbe ve yakarış üzerine Allah buyurdu ki: İniniz, bazınız bazınıza düşmansınız. Ve size yeryüzünde bir vakte kadar bir yerleşme ve yararlanma var.

25.Yani Allah dedi ki: Onda, o yeryüzünde yaşayacaksınız, ve orda öleceksiniz, ve yine ordan çıkarılacaksınız, öldükten sonra diriltilip toplanacaksınız. İşte Allah, siz insan cinsini yeryüzünde böyle yerleştirdi. Şimdi:

26. Ey Âdemoğulları, size avret yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.

27. Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, avret yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.

AÇIKLAMA:

Ey Âdemoğulları, muhakkak ki biz üzerinize çavret yerlerinizi örter, avret yerlerini örter bir elbise, bir de rîş (yani güzellik ve öğünmek giysisi yahut servet ve refah) indirdik. Yerle, gökle, içle, dışla, ferdle, toplumla, tabiatla, sanatla ilgili sebepleri yaratıp ihsan ettik.

Âdem ve Havva cennette saklı ve gizli otururlarken ayıpları açılarak yeryüzüne gelmiş oldukları gibi, Âdemoğullarından her biri de ana karnında "döl yatağı" içinde saklı ve gizli olarak rızıklanıp dururken çırılçıplak yeryüzüne indiler. Sonra da ayıplarını örtecek veya giyinip kuşanıp süslenecek şekilde fakirce veya zengince iki çeşit elbise ile korunmaya ve örtünmeye ve hatta güzelleşme ve süslenmeye imkân buldular.

Bu arada, takva elbisesi takva hissi veya takva duygusu ile giyim yani hayâ, utanma duygusu ve Allah korkusu ile giyilen ve Allah'ın izniyle maddî manevî ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan korunma elbisesi yok mu, bu, mutlak hayırdır. Sırf faydadır. Elbise nimetinden faydalanma ve istifade asıl bununladır.

Zira takva duygusu, korkusu ve imanı, hayâ ve irfanı olanlar zorunlu olarak çıplak bile kalsalar en az Âdem (as) ve Havva'nın yapraklarla örtündükleri gibi ayıp ve örtülmesi gereken yerlerini örter ve muhafaza ederler. Fakat takva duygusu olmayan günahkârlar ne kadar giyinseler yine kıçları, açılmaktan kurtulamazlar.

Çünkü bunlar, elbise nimetinin ayıp ve örtülmesi gerekeni örtmek; sıcak, soğuk ve rahatsız edici çirkinliklerden, hastalık sebeplerinden korunmak, düşmandan sakınmak ve nihayet güzel bakışı cezbedecek ve kötü bakışı defedecek, hiç kimsenin ne şehvetinin heyecanına ve ne nefretinin gelişmesine sebep olmayacak faydalı bir sima, edeb ve vakar rahatlığı ile güzelleşme gibi gerçek fayda ve güzel maksatlarını düşünemezler.

Şehvet, kibir ve gururla süslü püslü giysiler içinde kibrini ilan etmek isterken, bir taraftan en kötü yerini açar, hatır ve hayale gelmez zarar ve edepsizliğe düşerler. Bunun için süslü elbise, giysi, şeref ve ihtişam dahi hadd-i zatında ilâhî bir nimet olmakla beraber, birçoklarının gözlerini kamaştıran görünür çekiciliğine rağmen hayır ve mutlak fayda değil, bir gurur metâıdır. Asıl hayır, takva giysisidir ki, örtülmesi gerekli yerlerin örtülmesi (setr-i avret), namusu korumanın ilk şartını teşkil eder.

Bu, yani elbise indirilmesi, Allah'ın âyetlerindendir. İnsanlığa olan lütuf ve yardımını, bağış ve rahmetini gösteren delillerinden ve alametlerindendir. Umulur ki bunu düşünürler. Bundaki delalet vecihlerini, rabbânî hikmeti düşünür Allah'ın nimetlerini hatırlar, tanır veya uslanıp çirkinliklerden sakınırlar. Rivayet ediliyor ki, cahiliyye Araplarından bir takımları, bu cümleden olarak Humus'tan olmayan A'rab yani bedevîler Kâbe'yi çıplak oldukları halde tavaf ederler ve içinde Allah'a isyan ettiğimiz giysilerimizle tavaf etmeyiz, derlerdi. Çoğunlukla erkekler gündüz, kadınlar gece tavaf ederler, kadınların gündüz tavaf ettikleri de olurdu. Kadın bütün göğüslerini ve göğüslerindekileri açar ve hatta büsbütün çırılçıplak olur, ancak cinsel organına şarap üstüne sinek konmuş gibi hafif, seyrek bir paçavra kor, "tavaf ederken beni kim ayıplar", der ve şu: "Bugün bunun bir kısmı veya hepsi açılır, açılanını da helâl etmem." beytini söylerdi. İşte bu âyetler bu sebeple nazil olmuştur.


(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR, KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz.Adem ile Hz. Havva annemiz hangi dilde konuşmuşlar? Cennette hangi dil konuşulacak?

7 Başörtüsünün kadına kazandırdıkları nelerdir? Tesettürle ilgili ayet kesinlik ifade ediyor mu?

I. İslam Kaynaklarında Örtünme

Giriş

Müslümanların takvimine göre Medine'ye hicretten bu yana on dört asrı geride bıraktık. Bu uzun zaman dilimi içinde Müslümanlar Kur'an'ı okudular, Sünnet ve Sîret'in (Hz. Peygamberin açıklamaları ve uygulamalarının) da yardımıyla onu anladılar, hayatlarına uyguladılar; bir hidayet, bir rehber olarak gönderilen Kur'an bu vazifesini yerine getirdi. Hicretten sonra uzunca bir süre (yedi, sekiz yıl) içinde parça parça indirilen Nur sûresinde iki âyet örtünme ve iffeti koruma vazifesi ile ilgili idi. Bu sûre iner inmez İslam kadınları başörtülerini, boyun ve gerdanlarını da örtecek şekilde bağladılar, on dört asır hiçbir âlim örtünme emrini farklı anlamadı; yüz, eller ve ayaklar dışında bütün vücudun, uygun giysilerle örtülmesinin farz olduğu hükmünde ittifak edildi (icmâ meydana geldi). Son birkaç asırda oryantalizm, sömürgecilik ve kültür istilası bazı Müslümanların kafalarını karıştırdı; kendi değerlerinin evrensellik veya geçerliğinden şüphe etmeye başladılar; bunları başka düşünce ve kültürlerin değerleriyle değiştirmenin zorunlu olduğuna inandılar; bunu yapabilmek için yine dine dayanmak gerektiğinden usule uygun olmayan, zorlamalara ve saptırmalara dayanan içtihatlara(!) kalkıştılar. Bu yeni, zorlama ve uyarlama (kitabına uydurma) amacına yönelik içtihatların son yirmi, otuz yıl içinde yöneldiği hedeflerden biri de örtünme oldu. Yeni yorumcular on dört asırlık uygulamayı, Kur'an âyetlerini, hadisleri, fıkıh âlimlerinin icmâını bir yana bırakarak önce "Madem ki, uygar dünya örtünmüyor; güzel ve doğru olan budur, biz de böyle yapmalıyız." fikrine geldiler. Sonra bu fikri zorla uygulamaya koyanların işini kolaylaştırmak için mûteber olmayan okuma ve yorumlama yollarına saptılar.

Türkiye altmışlı yılların sonlarına doğru başörtüsünü üniversitelerde (önce Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde) yasakladı, sonra bütün fakülteler yasak kaplamına alındı, derken sıra diğer İlahiyat Fakültelerine ve İmam Hatip okullarına geldi. Buralarda okuyan ve dini uygulamalar bakımından daha hassas olan kızlarımız yasağa karşı direnmeye başlayınca bir yandan ceza uyguladılar, öğrenim haklarını ellerinden aldılar, "Ya kırk katır ya kırk satır." dediler. İnsanları en tabiî iki hak ve taleplerinden birini diğeri için feda etmek (ya örtünmeyi, ya okumayı ve çalışmayı seçmek) durumunda bıraktılar, bir yandan da örtünmeyi dini bir gereklilik olmaktan çıkarmak için ilahiyatçılardan yetkisiz, bilgisiz, duyarsız, uyumlu olan bazı kimseleri devreye soktular.

Şimdi onlar her gün yeni bir şey bulduklarını zannederek (veya iddia ederek) yirmi otuz yıl önce söylenmiş ve cevaplandırılmış "argümanlarını" tekrarlıyorlar. Biz bu yazıda, sekiz on yıl önce bana, Ezher Üniversitesi'ne ve Diyanet'e, (bir dergi adına Dr. Fahri Demir tarafından) sorulmuş sorular ile bunlara tarafımdan verilmiş cevapları okuyacaksınız. Sonunda göreceksiniz ki, bugün söylenenler yeni değildir ve insaflı olanlar için ikna edici açıklamalar yapılmış, cevaplar da verilmiştir.

Hollanda'da neşredilen Arayış ve İslâm Dergisi, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı'na, Mısır Müftülüğü'ne ve şahsıma 17 (on yedi) sorudan oluşan bir yazı göndermiş, bu yazıda özellikle yurt dışında bulunan Müslümanların örtünme anlayış ve uygulamalarından kaynaklanan güçlükleri ve olumsuzlukları dile getirmiş, örtünme emrinin dindeki yerinin incelenmesini, eğer bu emir kesin, olmazsa olmaz kabilinden değil ise -ki, yazıda bu hüküm, üstü kapalı olarak benimsenmiş gözükmektedir- bu hususun ilgililer tarafından ortaya konulmasını istemiştir.

"Bölüm-I"de, Arayış ve İslâm Dergisi'nin ileri sürdüğü görüşlere yer verilecek ve bunlar hakkında değerlendirmelerde bulunulacak, "Bölüm-II"de sorulara özlü cevaplar verilecek, görüşler tartışılacaktır.

Bölüm-I:

"İçinde yaşadığımız toplumda, "İSLAM" adı, "Şerîat Devleti" ve "Başörtüsü" gibi bazı kavramlarla özdeşleştiriliyor. Ayrıca, değişik kültür çevresinde yaşayan ve millî ve manevî değerleri korumayı hayatî bir mesele olarak kabul eden vatandaşlarımızdan önemli bir kısmı da başörtüsünü, namazdan da zekâttan da önde bir namus meselesi olarak görüyor; çocuğunun, büyüdükten sonra başörtüsünü takmayacağını, dolayısıyla temel dinî değerlerinden kopmuş olacağını düşünerek, çocuğunun okul çağından, hattâ ilkokul sıralarından itibaren başını örtmek istiyor ve onu buna zorluyor. Buna ilaveten, Hollanda'daki okullarda okuyan çocuklarımızın din dersine, burada görevli dinî öğrenim görmüş resmî din görevlilerinin ders verme istekleri, kısmen kabul ediliyor ise de, ilkokul için gerekli pedagojik formasyon ve dil (Hollandaca) eksikliği sebebiyle çoğunlukla reddediliyor. Bu konuların, kuruluşlarımız çapında müzakere edildiği bir toplantıda şöyle bir tecrübe intikal etti: Hollanda'nın Tilburg kentindeki kuruluşumuz, resmî din görevlilerinin okuldaki din derslerine girebilmesi için gereken teşebbüslerde bulunmuş. Önlerine çıkan engelleri aştıktan sonra, isteği kabul durumuna gelen okul yönetimi demiş ki; "Peki madem öyle istiyorsunuz, hocanız okulumuza din dersine gelsin; fakat bir şartla: Uzun görüşmeler sırasında bizim edindiğimiz intiba odur ki, çocuklarınız hocanızın din dersine gelmesini istemeyeceklerdir. Çocuklarınıza soralım. Onlar arasında bir anket yapalım. Şayet çocuklarınız, hocanızın derse girmesini isterlerse, biz de yönetim olarak bunu kabul edeceğiz." Buradaki kuruluşumuz sekreterinin naklettiğine göre, çocuklarımız arasında anket yapılmış, camideki hocalarının kendilerine din dersine gelmesini isteyip istemediklerini sormuşlar. Alınan sonuç çok ilginç. Çocuklarımız demişler ki: "Hoca bizim kılık-kıyafetimize karışmayacaksa, hoca bizim başörtümüze karışmayacaksa, hoca bizim sporumuza karışmayacaksa, hoca bizim bazı haklarımızı engellemeyecekse gelmesini isteriz. Değilse gelmesin."

Bir diğer husus da bu ülkede bir çocuk başını örter de okula giderse, okul arkadaşları ona "dilenci" gözü ile bakmakta, hattâ bazan ona "dilenci" dedikleri bile olmaktadır. Bu tecrübe de, camiye Kur'an Kursu niteliğindeki öğrenim için gelen çocuklara, hocalarının başörtüsünün gereğini anlatmaları sırasında çocukların anlattıkları olaylardan elde edilmiştir.

İşin diğer yönü ise, Avrupa insanınca, örf ve âdetin tesiri ile olacak ki, başörtüsünün "dinin vazgeçilmez gereği (zarûrat-ı dîniyyeden)" sayılmasının sebep ve hikmeti anlaşılmamakta, dolayısıyla İslâm'ın, mânâsı anlaşılmaz, pratiği olmayan bir din olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Eğer başörtüsü, maslahat-ı dünya gereği olarak emredilmemiş de ahiret sevabına müteallik vazgeçilemez dinî bir emir (zarûrat-ı dîniyyeden) ise, her şeye rağmen, onu, bizzat dinimizi nasıl savunuyorsak öylece savunmak boynumuzun borcudur. Şayet, Kur'ân-ı Kerîm'deki başörtüsü emri, örf ve âdet şartlarına bağlı, maslahat-ı dünya gereği bir irşad emri ise o zaman:

a) Bir yandan, vatandaşlarımızı, içinde yaşadıkları değişik kültür muhitinde karşılaştıkları zorluklardan kurtarmak,

b) Öbür yandan gayri müslimlere mübîn olan Kur'an emirlerini "anlaşılmaz" olarak göstermiş olmamak için, konuyu dergimiz vasıtasıyla herkese bildirmek istiyoruz. Eğer sonuç bu son şıktaki gibi tecelli ederse, bu ülkemizde nerede ise içinden çıkılmaz halini alan "başörtüsü" problemine de bir ışık tutmuş olur."

***

Soru-cevap kısmına geçmeden önce yukarıda ileri sürülen görüşler ve tesbitler konusunda bazı açıklamalar yapmayı faydalı buluyoruz:

a) İslâm adının, şerîat devleti ve başörtüsü ile özdeşleştirilmesinden maksat "İslâm eşittir başörtüsü ve şerîat devletidir." demek ise, başka bir ifade ile şerîat devleti ve başörtüsü yoksa İslâm da yoktur denmek isteniyorsa, bu anlayış isabetli değildir. Sünnî anlayışa, Ehl-i Sünnet Müslümanlığına göre, gerek başörtüsü ve gerekse şerîat devleti "amel"e dahildir; bunlar dinin iman kısmı değil de amel, uygulama kısmı içinde yer alırlar. Amel imandan cüz olmadığına göre, "Başını örtmeyen kimse, şerîat devletini gerçekleştirmeyen toplum mü'min değildir, Müslüman değildir." denemez. Nitekim, namaz kılmayan, oruç tutmayan, farz olduğu halde zekât vermeyen, hacca gitmeyen, haram olduğu halde faiz yiyen, alkollü içki kullanan kimselere de, eğer imanları varsa, bütün bunların dinî hükümlerine inanıyor, farzı farz, haramı haram olarak biliyor ve kabul ediyorlarsa kâfir denemez. Bunların vasfı "fâsık mü'min"dir; yani bunlar imanı olan, fakat ameli olmayan, amel bakımından kusurlu ve günahkâr sayılan Müslümanlardır. Ancak yukarıda sayılan hususların imanın bir parçası, vazgeçilmez bir unsuru olmaması, önemsiz olduklarını ifade etmez. Amel bir yandan imanın güçlenmesini ve korunmasını sağlamakta, diğer yandan, iman edenlerin en yüce emelleri olan Allah rızasını kazanmaya vesile teşkil etmektedir. Bu iki yönüyle amel, İslâm'da vazgeçilmez bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bunları korumak, bir bakıma İslâm'ı korumak, dinin hayatiyetini sağlamak mânâsına gelmektedir. Çünkü, uzun süre amelsiz olarak gayr-i müslim bir çevrede yaşamak, önce imanın zayıflamasına, sonra da sönüp gitmesine sebep olabilmektedir.

b) Bir kısım vatandaşımızın başörtüsünü, namazdan ve zekâttan önde bir namus meselesi olarak görmesi tartışılabilir; ancak ilk nazarda yanlış görülmez. Kişinin iman ve kimliğinin korunmasında bazen kılık-kıyafet, namaz ve zekâttan önemli olabilir. Bu, "Namaz kılmayalım, zekât vermeyelim, yalnızca başımızı örtelim." demek değildir. "Onları da yapalım, ancak öncelikle başımızı örtelim." demektir. Öncelik değerlendirmesi de içinde yaşanan şartların zorlamasıyla oluşabilir. Başörtüsü ile namusun ilgisine gelince; şüphesiz başını örtmeyen kadınlarımıza namussuz demek mümkün ve caiz değildir; ayrıca her başını örten kadına da namuslu demek isabetli olmayabilir. Cinsî hayatta namusu, "meşrû olmayan cinsî tatminden kalben ve bedenen uzak kalmak" mânâsında alırsak; bunun, başörtüsü ile "birbirinden ayrılmaz" bir ilişkisi yoktur. Başını örten ve örtmeyen kadınlar arasında namuslu ve iffetli olanlar bulunduğu gibi, namus ve iffetten yoksun olanlar da bulunabilir. Ancak meseleye İslâm ahlâkı ve ahkâmı açısından bakarsak, hüküm bir ölçüde değişmektedir. İslâm, ileride isbat edileceği üzere, kadın ve erkeğin vücudunda bazı yerlerin avret olduğunu, bunların yabancılara (nâmahrem olanlara) gösterilmemesi gerektiğini bildirmiş, insanların gözleri ve elleri ile de zina yapabileceklerine işaret etmiştir. (Buhârî, İstîzân, 12; Müslim, Kader, 20)

Gözün zinası kadına ve erkeğe şehvetle, cinsî arzu ile bakmaktır; elin zinası da cinsî arzu ile dokunmaktır. Toplum içinde kadının ve erkeğin avret yerlerine şehvetle bakacak insanlar her zaman ve her yerde bulunabileceğine göre, bunu bilen bir Müslümanın avret yerlerini açarak dışarı çıkması, İslâmî namus ve iffet kavramını zedeleyen bir davranış olmaktadır. Çocuğunun ileride örtünmesi gerektiğine inanan bir Müslümanın, küçük yaşında onu örtünmeye alıştırması, örtünme eğitimi vermesi de yadırganacak bir husus değildir.

Burada yanlış olan zorlamadır. Henüz örtünme ve ibadet ile yükümlü olmamış çocukları, ibadet ve örtünmeye zorlamak, eğitim kaidelerine aykırıdır ve caiz değildir. İleride çocukların, örtünme ve ibadetten nefret etmelerine sebep olabileceği için bu davranıştan mutlaka uzak durulmalı, zorlama yerine teşvik ve sevdirme çarelerine başvurulmalıdır.

c) Hollanda'da anılan okulda yapılan anket sonucu çocukların, cami hocasını ancak "kılık kıyafetlerine ve sporlarına karışmaması" şartıyla din derslerine kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu sonuca bakarak hemen başörtüsünü suçlamak, bu gelişmeye başörtüsünün sebep olduğunu îmâ etmek uygun olmasa gerektir. Burada bir kusur vardır; ancak bu kusur başörtüsü emrine değil, taraflardan birine aittir; ya cami hocası iyi niyetli olmasına rağmen ehliyetsizdir, öğretmenlik formasyonu eksiktir, kaş yapayım derken göz çıkarmıştır, çocukların nefretini kazanmıştır; yahut da çocuklar İslâmî eğitim açısından uygun olmayan bir çevrede olumsuz yönde şartlandırılmışlardır, peşin olarak İslâmî hayat onlara itici gelmeye başlamıştır.

Ayrıca, çocukların ileri sürdükleri şartlar içinde ilgi çekenleri, üzerinde durulması gerekenleri var. Hiçbir hoca çocukların normal, İslâmî âdâb ve ahkâm ile çatışmayan sporlarına karışmaz, kimsenin meşrû haklarını da engellemez. Fakat, Batı'da, bazı ülkelerde ve okullarda spor dersi içinde yüzme de vardır. Okullardaki veya okul dışında bulunan spor salonlarındaki yüzme havuzlarına çocuklar ve gençler, kızlı erkekli mayolar giyerek girmekte, yarı çıplak bir vaziyette yüzmektedirler. Bunu hangi Müslüman caiz görür ki, cami imamı, yahut din bilgisi öğretmeni caiz görsün! Gençlerin mahrum edildiklerini söyledikleri hakları, kızlarla düşüp kalkmak, İslâm'ın haram kıldığı bazı davranışlarda bulunmaksa, din bilgisi hocasının bu konuda onları uyarması, bunların günah olduğunu söylemesi hâtâ mıdır? Hakları engellemek midir? Hür ve demokrat ülkelerde kanunları, nizamları çiğneyen kimseler uyarılmıyor mu, bu davranışlarında ısrar edenler engellenmiyor mu? Bir Müslüman'a göre ilâhî emir ve yasaklar kanun kuvvetinde olduğundan, bunlara riâyet etmek, bunları korumaya çalışmak niçin hak engellemek şeklinde değerlendirilmekte ve kınanmaktadır?

d) Eğer bir çevrede dilenciler başlarını örtüyorlarsa ve bu sebeple başlarını örten çocuklara, gençlere dilenci gözü ile bakılıyorsa bunun, örtünme karşısında bir zorluk, hattâ bir engel oluşturacağı düşünülebilir. Ancak buna karşı alınacak tedbir, başörtüsünden vazgeçmek değil, başını inancı gereği örtenleri, dilenmek için örtenlerden ayıran modalar, şekiller, renkler, kıyafetler bulmaktır. Ben, Batı'da gördüğüm yerlerde dilenci kızların başlarını örttüklerine şahit olmadım. Bunun çok yaygın bir âdet olduğunu sanmıyorum. Bu sebeple "başörtüsü-dilencilik" ilişkisinde bir hile, bir propaganda seziyorum.

Hepimiz biliyoruz ki, günümüzde, İslâm'ı içlerine sindirememiş çevreler, dinini yaşayan Müslüman'a gerici, helal-haram konusunda titiz davranana mutaassıp ve bağnaz, faiz yemeyene, rüşvet kabul etmeyene ahmak, kadın-erkek ilişkilerinde İslâm'ın koyduğu sınırlara riayet edene hasta... diyorlar. Onlar böyle diyorlar diye Müslümanların da kendilerini öyle sanmaları, yahut aşağılık duygusuna kapılmaları beklenemez; Müslümanlara yakışan davranış ve tavır alış, makul, dengeli ve faydalı davranışları ile aksini isbat etmek, başkalarını kendilerine imrendirmektir.

e) Avrupa insanının, başörtüsünü dinin vazgeçilmez bir gereği olarak anlamakta güçlük çekmeleri tabiîdir. Çünkü, onların modern gelenekleri, âdetleri, felsefeleri ve hayat görüşleri içinde "dinî bir emir olarak başörtüsünün" yeri yoktur. Eğer, Avrupa insanına başörtüsünün dindeki yerini anlatmak gerekiyorsa, işe, bir bütün olarak İslâm'ı anlatmakla başlamalıdır. Batı, İslâm'ı, İslâm'da kadın-erkek ilişkilerinin sınırlarını, bu sınırların dayandığı gerçekleri anlayınca başörtüsünün dindeki yerini de anlamakta, makul karşılamakta, İslâm bütünü içinde tutarlı bulmaktadır.

Meseleye bizim problemimiz açısından bakıldığında, Avrupa insanının başörtüsü emrini anlaması gerekmemektedir. Onlara göre önemli olan, bu konuda Müslümanların neye inandığı, nasıl davrandıklarıdır. Laik, hür ve demokrat Avrupalı, bir insanın belli bir davranışı, inancı gereği yaptığını bilirse, bunu anlarsa ona saygı duyar, imkân ve hürriyet tanır; bu davranışın kendi inanç ve kafasına sığıp sığmadığına bakmaz.

Eğer meseleye tebliğ açısından bakılıyor ve başörtüsünün bu bakımdan Avrupalı için itici, caydırıcı olduğu düşünülüyorsa, bu "itici ve caydırıcı davranışlar" listesine daha birçok vazgeçilmez dinî davranışı eklemek gerekecektir. Avrupalı muhtemelen domuz, içki, reşitlerin rızalarıyla yaptıkları zina, faiz, usulüne göre öldürülmemiş hayvan etini yeme yasaklarının da hikmetini anlamayacak, bunların dinin vazgeçilmez talimatı olmasını kafasına sığdıramayacaktır. Onların Müslüman olmalarını sağlamak için bunlardan vazgeçilemeyeceğine göre, Müslümanların yapacağı, dinlerini bir bütün halinde yaşamak, İslâm'ın âlemlere rahmet olduğunu davranışları ile ispat etmek, gayri müslimlere sevgi, merhamet, anlayış ve iyilikle yaklaşmak, şahıslarında İslâm'ın sevilmesini sağlamaktır. Anlaşılan sayısız kural ve talîmatı ile İslâm benimsendikçe, anlaşılmaz sanılan kısımlar da anlaşılır olacaktır.

f) Bize göre, İslam'ın örtünme emri ve bu arada başı örtmek, "maslahat-ı dünya gereği bir irşat emri" değildir; örf, âdet ve fayda-zarar (maslahat) anlayışı değişti diye değiştirilemez bir dinî emirdir. Başını, kol ve bacaklarını, boyun ve gerdanını örtmeyen kadınlar Müslüman olsalar dahi bu davranışları ile günah işlemiş olurlar. Şüphesiz günah ve kusur sahibi Müslümanlar da Allah'ın kullarıdır; Allah dilerse onların günahlarını bağışlar, dilerse cezalandırır. İslâm âliminin vazifesi insanları cennet veya cehenneme göndermek değildir; onun görevi İslâm gerçeklerini insanlara ulaştırmak, anlatmak, yani tebliğ etmektir. Biz de karınca kararınca bunu yapmaya çalışacağız.

Bölüm-II:

— Gazzâlî'ye ait ifadeden (el-Mustasfâ, c. I, s. 434-435) delile, emrin tavsiye için olduğunu değil, vücûb için olduğunu söyleyenin muhtaç olduğu anlaşılmıyor mu? Gazzâlî'nin koyduğu bu ölçüde ilmî bir tereddüt var mı? Gazzâlî'nin koyduğu bu ölçüde mutabık isek, başörtüsü emrinin vücûb ifade ettiğinin delili nedir?

— Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde geçen emirlerin bağlayıcı olup olmadıkları (vücûb ifade edip etmedikleri) hükmünü Gazzâlî'nin açıklama ve anlayışına dayandırmak istiyorsak, "bu hüküm, açık ve kesin olarak tevakkuftur; yani emrin gereklerinden birini belirlemek için başka delil ve işaret (karîneler) aramaktır; bunları bulmadıkça da durmak, bir hükme varmamaktır." Buna göre "emrin tavsiye için olduğunu" söyleyen de buna delil bulacak, "bağlayıcı olduğunu" söyleyen de buna delil bulacaktır. Gazzâlî'nin görüşü tevakkuf olduğuna göre, bunu tek taraflı alıp "emrin bağlayıcı olduğunu söyleyenin, Gazzâlî'ye göre, delil bulması gerekir" demek yanılgıdır; bu yanılgının sebebi de peşin hükümdür; önce bir şeyi hissî veya gayridinî sebeplerle benimsemek, sonra da buna akıl ve nakil yönlerinden delil aramaya kalkışmaktır. Eğer, Gazzâlî taklit olunacaksa onun kitaplarına bakarak, doğrudan bu konuda (başı örtme, başörtüsü kullanma konusunda) ne dediğini araştırmak gerekmez mi? Biz Gazzâlî'nin bu konuda ümmetin icmâından ayrılmadığını, hür kadınların başlarının ve saçlarının avret olduğu görüşünde olduğunu biliyoruz ve bu sebeple de kadınların başlarını örtmeleri gerektiğini savunuyoruz. Bunu gereksiz bulanların, örtünme emrinin (bu emir bir bütündür, başı diğer yerlerden ayırmamıştır) tavsiye için olduğunu ileri sürenlerin buna delil bulmaları gerekecektir. Örtünme emrinin bağlayıcı olduğunu gösteren delilleri ise biz aşağıda diğer sorulara cevap verirken sunmuş olacağız.

— Başörtüsü emrinin (mutlak tesettür başka), vücûb için olduğunu Cumhûr nerede söylüyor? Cumhûrun bu görüşü nerede naklediliyor? Yirminci asırdan önce, herhangi bir devirde bu emrin vücûb mu nedb mi ifade ettiği tartışılmış mıdır? Kim ne demiştir?

— "Mutlak tesettür (örtünme)" ile başörtüsü aynı âyetlerde ve aynı üslûb içinde hükme bağlanmıştır. Örtünme emrinin kadının başını da içine alıp almadığı bütün devirlerde konuşulmuş ve hür Müslüman kadının baş ve saçlarının avret olduğunda, örtülmesi gerekli bulunduğunda, örtünme emrinin bu uzuvları da içine aldığında ittifak edilmiştir. Bu hüküm, bütün fıkıh kitaplarının namaz bahsi ile helal-haram konularına ayrılan "kerâhiye, hazr ve ibâha" bahislerinde yazılmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde baş dahil olmak üzere avret yerlerinin örtülmesi ile ilgili emir ve talîmatın bağlayıcı (vücûb için) olduğunda ittifak edildiğini, "özellikle ittifaklı meseleleri toplayan" icmâ kitaplarında da görmek mümkündür. Burada birkaç icmâ kitabından nakiller yapmakta fayda görüyoruz:

"Ergenlik çağına gelmiş hür ve Müslüman bir kadının namaz kılarken başını örtmesi gerektiğinde ve başı tamamen açık olarak namazını kılmış olması halinde namazı iade etmesinin gerekli bulunduğunda müçtehitler ittifak etmişlerdir." (İbnu'l-Munzir, el-İcmâ', s. 41)

Bu ifadede "namaz kılarken" kaydı vardır, bu kayıt bizi yanılgıya düşürmemelidir; çünkü meselemiz, kadının avret yerlerinin tesbitidir, namazda örtülen yerler avret yerleridir ve yukaridaki ifade başın avret olduğunu açıklar ve kesin olarak ortaya koymaktadır. (Ayrıca bk. Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. III, s. 316)

"Kadının eli ve yüzü müstesna olmak üzere, bedeni ve saçının avret (kapatılması gerekli uzuv) olduğunda fıkıh âlimleri ittifak etmişlerdir. Kadının yüzü, elleri, hattâ tırnaklarının avret olup olmadığı konusunda ise görüş farkları (ihtilâf) vardır." (İbn Hazm, Merâtibu'l-icmâ, s. 29)

"İlim sahipleri, namaz kılarken kadının başını örtmesi gerektiği, başı tamamen açık olarak kıldığı namazı yeniden kılması icabettiği hususunda ittifak etmişlerdir." (İbn Kudâme, el-Muğnî, c. I, s. 633)

"Alimler, avret yerlerinin mutlak olarak (namaz dışında ve içinde) örtülmesinin farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu örtünmenin namazın sıhhat şartı olup olmadığı konusu ile avret yerlerinin sınırlandırılması konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. ... Kadının el ve yüzü hariç bütün vücudunun avret olduğu ulemâ çoğunluğunun görüşüdür. (Geriye kalan müçtehitlerden) Ebû Hanîfe'ye göre ayakları da avret değildir, Ebû Bekr b. Abdurrahman ve Ahmed b. Hanbel'e göre kadının bütün vücudu avrettir." (İbn Rüşd, Bidâye, c. I, s. 98-90)

Bu nakillerde, kadının saçları avret değildir diyen bir âlimin bulunmadığı, başka bir deyişle kadının başının örtülmesi gerektiğinde ittifak ve icmâ bulunduğu açıkça görülmektedir. Bu icmâ ve ittifakın dayanağı âyet olsun, hadîs olsun fark etmemektedir; icmâ bu nasların delâlet ve hükmüne kesinlik kazandırmaktadır. Hicrî üçüncü asrın ikinci yarısında yaşayan Taberî (v. 33210/992), dördüncü asırda yaşayan Ebû Bekri'r-Râzî el-Cessâs (v. 370/980), beşinci asırda yaşayan Şâfiî mezhebinden el-Keyâ el-Herrâsî (v. 504/1110), çağdaşı, Mâlikî mezhebinden İbnu'l-Arabî (v. 543/1148) gibi birinci veya ikinci dereceden müçtehit veya mezhebe bağlı âlimlerin, ahkâm âyetleri ile ilgili tefsirleri elimizdedir. Bu tefsirlerde örtünme ile ilgili âyetlerin mânâ ve hükümleri incelenmiş, üzerinde birleşilen noktalar ile ihtilâf edilen hususlar açıkça kaydedilmiştir. Bunlara dayanarak, konunun ne zamandan beri tartışıldığını ve kimin ne dediğini tesbit etmek kolaylıkla mümkün bulunmaktadır. Bizim tesbitlerimize göre Sahâbe müfessirlerinden günümüze kadar her asırda yapılan ve kısmen yazılan tefsirlerde "Hür, Müslüman kadınların, el, yüz ve ayakları hariç, bütün vücutlarının avret olduğu, örtülmesi gerektiği." konusunda söz birliği ve görüş beraberliği vardır. Nûr ve Ahzâb sûrelerinde yer alan âyetleri ile bunları açıklayan hadîslerin, "yüz, el ve ayaklar" dışında kalan yerlerin örtülmesi gerektiğini kesin ve bağlayıcı olarak ifade ettiğinde birleşilmiştir. Hiçbir fakîh "Başın veya örtülmesi gereken diğer yerlerin, dünya hayatında faydası bulunduğu için ve âdete dayalı olarak örtülmesi tavsiye edilmiştir, fayda ve âdet değişirse örtülmeyebilir." şeklinde bir görüş ileri sürmemiş, müçtehitler bu konudaki talîmatın devamlı ve bağlayıcı olduğunda birleşmişlerdir. (Örnek olarak bk. Taberî, Câmi'u'l-beyân, c. XVIII, s. 82 vd; Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. III, s. 314 vd.)

Kadının saçı ve başı dahil olmak üzere örtünmesinin gerekli ve bu konudaki emir ve talîmatın bağlayıcı olduğunu müfessir ve fıkıhçılar nereden çıkarmışlardır?

Bir kere "Emir vücûb içindir, bağlayıcıdır; aksine bir işaret bulunmadıkça böyle yorumlanır." diyen usulcülere göre ortada bir problem yoktur; Allah ve Rasûlü kadın ve erkeğin belli yerlerinin örtülmesini emretmiş ve istemişlerdir; baş ve saç da örtülmesi gereken yerler içindedir, bu emirler de bağlayıcı olduğuna göre örtünmek (başörtüsü, türban... kullanmak) gereklidir, farzdır, dinin vazgeçilmez bir isteğidir. İmam Gazzâlî gibi "Emrin bağlayıcı olup olmadığı belli değildir, bunun için ayrıca bir delil, karîne ve işarete ihtiyaç vardır, meselâ oruç emri bağlayıcıdır; çünkü seferde ve hastalık yüzünden tutamayanların nasıl tutacakları anlatılmış, böylece bağlayıcı olduğuna işaret edilmiştir..." diyenlere göre de bu konuda bir kapalılık ve problem yoktur. Çünkü, Allah Teâlâ örtünme ile ilgili âyetlerde şöyle bir seyir takip etmiş ve arka arkaya açıklamalar getirmiştir:

a) Erkeklerin gözlerini haramdan korumalarını, iffetlerine sahip olmalarını istemiş, ancak bu davranışın onları ruhen temiz kılacağını bildirmiştir.

b) Kadınların da gözlerini haramdan (cinsî arzuyu uyandıracak yerlere bakmaktan) sakınmalarını, iffetlerini korumalarını emretmiş, hemen bunun arkasından zarûrî olarak açıkta kalanlar (eller, ayaklar ve yüz) müstesnâ bütün vücudu kapatmalarını, güzel ve çekici yerlerini (zînet) nâmahreme açıp göstermemelerini istemiştir.

c) Başörtülerini boyun ve göğüslerini örtecek şekilde bağlamalarını emretmiştir.

d) Örtülecek ve açıkta bırakılacak yerleri sınırladığı gibi vücudunu kimlere karşı örteceğini ve kimlere karşı açabileceğini ayrıntılı olarak açıklamıştır.

e) Son âyetin sonunu "Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz!" şeklinde getirmiştir; bu ifade, gerek daha önceki davranışlar ve gerekse bu âyet geldikten sonra ona uymayan hareketlerin günah olduğuna, bunlardan kurtulmak için Allah'a tövbe edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. (Nûr, 24/29-31)

f) Bu âyetler nâzil olunca Müslüman kadınlar, bulundukları yerden ayrılmadan, etekliklerinin uygun yerlerini yırtarak başörtülerini bununla bağlamışlar ve bundan sonra hiç aksatmadan bu emri yerine getirmişler, Hz. Peygamber (asm) de bu âyetin uygulanmasını titizlikle takip etmiştir. Bütün bu karîne, delil ve işaretler, konumuz olan örtünme emrinin bağlayıcı olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu emir âdete de bağlı değildir; çünkü o zaman cârî olan âdeti olduğu gibi bırakmak için değil, değiştirmek ve ıslâh etmek için gelmiştir, başörtülerini omuzlarından arkaya atarak boyun ve göğüslerini açıkta bırakan cahiliye kadınlarına yeni bir örtünme şekli öğretmiş, İslâmî örtüyü tarif etmiştir.

— Bir âyette aynı sîgalarla ifade edilen her konunun hükmü, aynı mertebede mi kabul edilmek icab eder? Böyle bir prensip hangi usul ve kavaidde mevcuttur?

Usul ve kavâidde olması şart değil, âlim olmak da şart değil, akıl var yakîn var diyecek isek, o takdirde, Bakara, 177. âyetinde, birr-ü takva'ya ermenin şartları olarak iman, ibadet ve infak konuları aynı sîgalarla yan yana zikredilmektedir. Bu durumda iman konularının hükmü ile ibadet konularının hükmü; iman ve ibadet konularının hükmü ile infak konularının hükmü aynı mertebede mi kabul edilecektir? Meselâ, zekât'ın dinî hükmü ile akraba, yetim ve yoksula infakın dini hükmü aynı mertebede mi kabul edilecektir?

— Bir âyette, aynı şekil ve üslûb içinde arka arkaya sıralanmış emir ve talimatın aynı hükümde olması şart değildir. Bakara sûresinin 177. âyetinde olduğu gibi iman, ibadet, infak arka arkaya sıralanınca, ibadet ve infakın da iman derecesinde önemli ve gerekli olduğu mânâsı çıkarılmaz. Ancak bu hususların bizim konumuzla alâkası yoktur. Örtünme ile ilgili âyetlerde namus ve iffetin korunması ile belli yerlerin örtülmesi arka arkaya zikredilmiştir. Fukahâ örtünme gereklidir derken bu hükmü, âyetlerin sıralanışından çıkarmamışlar, hüküm çıkarmanın açık ve kesin kaidelerinden faydalanmışlardır. Buna göre, zina etmek de haramdır, çıplak yerlere şehvetli (hattâ bazı yerlere şehvetsiz) bakmak da haramdır. Şimdi, zinanın haramlığı ile avret yerlerini açmanın ve buralara bakmanın haramlığı aynı derecede olmayabilir; fakat aynı derecede olmamak, birinin çiğnenebileceğini, buna uyulmasa da olabileceğini ifade etmez, bağlayıcı olma, riayet gerekli bulunma, çiğnenmesi caiz olmama bakımından haramlar arasında fark yoktur.

— Endonezya ve Malezya çok eski birer İslâm ülkesidir. Bu ülkelerdeki Müslümanlar tesettür emrini Hicaz veya Anadolu Müslümanları ile aynı şekilde mi algılamış ve tatbik etmiştir?

Uygulamanın farklı olduğu, Endonezyalı Müslümanın, değil sadece başını açmak, göğsü açık dolaştığı tarihen bilindiğine göre, tesettür emrini tatbik etmekte örf ve âdete bağlı maslahat-ı dünya mülahazasının rolü olmak icab etmez mi?

Daha dün, 60'lı yıllara kadar şehirlerimizde erkeklerin bile başları açık gezmeleri, dinî tepki ile karşılanmaktaydı. Hâlâ bugün bile dünyanın pek çok yerinde, hattâ Anadolu'nun bazı yörelerinde tepki ile karşılanmaktadır. Bu tepkiyi, dinî kaynaklı değil de örfî kaynaklı kabul etmek mecburiyetinde olduğumuza göre, kadınların başlarını örtmelerindeki uygulamayı da bu açıdan değerlendirmek icab etmez mi?

— Endonezya veya Malezya Müslüman kadınlarının baş ve göğüslerinin açık bulunmasını, bunun caiz olduğuna delil sayabilmek için, Allah Rasûlü'nün (asm) bunları görmesi ve sesini çıkarmaması, yahut oralarda yaşayan âlimlerin, baş ve göğüsleri açmanın caiz olduğuna dair, delile dayalı fetvâ vermiş olmaları gerekir. Bunlar bulunmadığına göre, şurada veya burada İslâm'ın yasaklarını çiğneyen erkek ve kadınların bu davranışlarını delil kılmaya, bunları Kitap ve Sünnete göre değerlendirmek gerekirken, Kitap ve Sünneti bunlara göre yoruma tabi tutmaya kimsenin hakkı ve salahiyeti yoktur.

Erkeklerin başlarını örtmeleri gerektiğine dair hiçbir dinî talimat yoktur. Bu sebeple İslâm ulemâsı, baştan beri bunun caiz olduğunu söyleye gelmişlerdir. Mübah olan bir sâhada örf ve âdete, benimsenen âdâba uyulması tabiîdir. Bu sebepledir ki, fukahâ, erkeklerin başlarını açmalarının saygısızlık olarak kabul edildiği bölgelerde, namaz kılarken başın örtülmesi gerektiğini, böyle bir telakkinin bulunmadığı bölgelerde, namazın açık baş ile kılınabileceğini ifade etmişlerdir. Kadınlara gelince, Prof. Dr. Hayrettin Karaman tarafından sıralanan delillere dayanılarak(1) baştan beri kadının başını örtmesinin bağlayıcı bir dinî emir olduğuna hükmedilmiş ve bu hüküm uygulanmıştır. Bu bir inkılâb hükmüdür, örfü, âdeti devam ettirmeye değil, değiştirmeye yöneliktir, değişebileceğine dair hiçbir delil ve görüş mevcut değildir.

II. Cahiliye devrinde başörtüsü vardı. Ancak enselerine bağlar ve arkaya bırakırlardı. Yakaları önden açılır, gerdanları ve boyunları görünürdü. İşte bu durumu düzeltmek için ayeti kerime “Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar.” buyurmuştur. Bu örtünün şekli ve biçimi ise önce açık yer kalmayacak şekilde başı, boyun ve gerdanlığı örtmektir. Sonra da ince ve çekici olmayan bir örtüyü kullanmaktır. Mutlaka şu ölçüde ve şöyle olmalıdır demek doğru değildir.(2)

Kur'andaki dış örtüden maksat tarif edilen tesettür ölçüleridir. Câhiliyette insanların birçokları terbiye ve edebden yoksundu. Ahlâk, iffet ve namus meselesi lafta idi. Bugün olduğu gibi kadın açılıp saçılıyordu, vücudunu, na mahrem yerlerini göstermekle böbürleniyordu. İlahî rahmet olarak gelen İslâm dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi. Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder.

"Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle! Baş ve boyunlarını örtmek için cilbablarını (dış örtü) üzerlerine alsınlar."(3).

Cilbab'ın mâhiyeti hakkında birkaç görüş vardır:

l. Cilbab, bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir.
2. Entari üzerine giyilen geniş elbisedir.
3. Başı, boynu ve çevresini örten atkıdır.
4. Üst tarafı göbeğe kadar örten ve ridâ denilen örtüdür.

Sibeveyhrnin üstadı olan Halil; "Bu mânâlardan hangisi kasdedilirse caizdir." diyor(4). Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir. Bir kimse buna inanır fakat uygulamazsa günahkâr olur. Amma inkâr ederse dinden çıkar, mürted olur. İslâm'ın kabul etmediği tevillere baş vurup halkın inancını bozmak sapıklıktır.

Tesettürün dinen makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara ri'âyet etmek gerekir:

1. Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince,
2. Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli,
3. Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmaması gerekir.

Bir memlekette manto giymek adet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur. Çünkü İslâm dini, ne erkek ne kadın için belli bir kıyafet getirmemiştir. Her memleketin kendisine has bir giysisi vardır. Hatta buranın çarşafı, Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor. İlla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir.

Dipnotlar:

1 Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Köprü Dergisi, Sayı: 84, 2003.
2 bk. Elmalılı Hamdi YAZIR, Hak Dini, Nur Suresi 31. Ayetin Tefsiri.
3 Ahzab, 33/59.
4 el-Sîrac el-Münir, c. 3. s. 271.

İlave bilgi için tıklayınız:

Örtünmemek ayıp mı, suç mu, günah mı?..
Örtülü ve Özgür...

8 Bayanların başını kapaması farz mıdır?

Câhiliyette insanların birçokları terbiye ve edebten yoksundu. Ahlâk, iffet ve namus meselesi lafta idi. Bugün olduğu gibi kadın açılıp saçılıyordu, vücudunu, namahrem yerlerini göstermekle böbürleniyordu. İlahî rahmet olarak gelen İslâm dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi. Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder.

"Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle! Baş ve boyunlarını örtmek için cilbablarını üzerlerine alsınlar."(Ahzab, 33/59).

Cilbabın mâhiyeti hakkında birkaç görüş vardır:
l. Cilbab. bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir.
2. Entari üzerine giyilen geniş elbisedir.
3. Başı, boynu ve çevresini örten atkıdır.
4. Üst tarafı göbeğe kadar örten ve ridâ denilen örtüdür.

Sibeveyhinin üstadı olan Halil; "Bu mânâlardan hangisi kasdedilirse caizdir." diyor. (el-Sîracel-Münir c. 3. s. 271) Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir. Bir kimse buna inanır fakat uygulamazsa günahkâr olur. Amma inkâr ederse dinden çıkar, mürted olur. İslâm'ın kabul etmediği tevillere baş vurup halkın inancını bozmak sapıklıktır.

Tesettürün dinen makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara ri'âyet etmek gerekir:

1. Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince,
2. Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli,
3. Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmaması gerekir.

Bir memlekette manto giymek adet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur. Çünkü İslâm dini, ne erkek ne kadın için belli bir kıyafet getirmemiştir. Her memleketin kendisine has bir giysisi vardır.

Hatta buranın çarşafı, Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor. İlla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir.

Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesi, açık kalmamasıdır. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve avret yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şeriflerin meali şöyledir:

Hz. Âişe'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma birgün Peygamberimiz (asv)'in huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (a.s.m.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu: "Ya Esma, bir kadın buluğ çağına erince -yüzünü ve ellerini göstererek- bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz."1

Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.} tarafından bir rivayette Peygamberimiz (asv), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler.2

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:
"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı.3

Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur.4

İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, "Giyindiği halde açık" olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der: "Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz."5

Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Bu mesele Halebî-i Sağir'de şöyle belirtilir: "Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da, uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hale gelse), bu durumda örtünme hasıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur."6

Mesele diğer mezheplerde de aynı şekilde ifade edilir. Mâliki mezhebinin görüşü şöyledir:
Elbise şeffaf olur, cildin rengini hemen belli ederse, bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir. İnce ve dar olduğu için azanın şeklini belli eden elbiseyi giymek de mekruhtur. Çünkü bu bir şahsiyetsizlik sayılır ve selef ulemasının giyim tarzına muhalif hareket edilmiş olunur.7

Hanbelî mezhebinin görüşü ise şu şekildedir:
Vacip olan örtünme, cildin rengini belli etmeyecek şekildeki örtünmedir. Eğer giyilen elbise cildin rengini belli edecek tarzda ince olur da bedenin beyazlık ve kırmızılığı görünürse namaz caiz olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmiş olmaz. Şayet rengini örter de, hacmini belli ederse namaz caiz olur. Çünkü örtü kalın da olsa bundan kaçınmak mümkün değildir.8

Şafiî mezhebinin görüşü ise şöyledir:
Vacip olan, cildin rengini belli etmeyecek elbiseleri giyinmektir. İnceliğinden dolayı cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek caiz olmaz. Çünkü böyle bir elbise ile tesettür gerçekleşmiş olmaz. Yani, inceliğinden dolayı cildin beyazlığını veya siyahlığını gösteren elbise tesettür için kâfi gelmez. Yine, elbise kalın olsa da, dokunuşu itibariyle altından avret yerlerinin bir kısmını gösterse yine yeterli şekilde örtünme sağlanmamış olur. Diz kapakları ve uyluklar gibi bedenin incelik ve kalınlığını belli eden bir elbise ile kılınan namaz sahihtir, çünkü tesettür sağlanmış demektir. Fakat azaları belli etmeyecek şekilde bir örtü kullanmak müstehaptır.

Bütün bu nakillerden şöyle bir neticeye varmak mümkündündür:
Kadının yabancı erkeklerin yanında giymiş olduğu tenin rengini belli edecek ve gösterecek şekilde ince ise bununla örtünme gerçekleşmiş olmayacağından giyilmesi caiz olmaz. Bu giyecek, bir elbise, gömlek ve etek olduğu gibi, başörtüsü ve çorap da olabilir. Fakat gerek çorap olsun, gerekse başörtüsü ve diğer giyecekler olsun kalın oluyor da, altını göstermiyorsa böyle bir elbisenin giyilmesi caizdir. Çünkü çorap ve başörtüsü ne kadar kalın olursa olsun mutlaka bacağın ve başın şeklini belli edecektir. Fakat vücudun azalarını iyice belli edecek şekilde giyilen dar pantolon ve dar gömlekle namaz sahih olsa da, bakanların dikkatini çekip tahrik edeceğinden meşru görülmez. Merhum İbn-i Âbidin de eserinde bu hususa işaret etmektedir.10

Kaynaklar:
1.Ebû Dâvud, Libas:31.
2.Müslim, Libas.-125.
3.Muvatta', Libas:4
4.Beyhakî. Sünen, 2:235
5.el-Mebsût, 10:155-
6.Halebî-i Sağır, s.141. l.Menânü'l-Celü, 1:136
8.İbni Kudâme. el-Muğnî, 1:337.
9.Afeaeıtf. el-Mecmû, 3:170-172.
10.Reddü'l-Muhtar, 5:238.

9 Örtünmemek ayıp mı, suç mu, günah mı?

Tesettür münakaşalarında üç kavram, birbiriyle karıştırılıyor: Ayıp, suç ve günah. Bir söz, bir hareket veya bir kıyafet toplumun değer hükümlerine ters düşüyorsa ayıplanıyor. Kanuna aykırı ise, suç sayılıyor. Dine muhalif ise, günah oluyor.

Bazı kimseler, kanuna aykırı olmayan bir şeyin günah da olmayacağını zannederken, bazıları, “herkesin işlediği bir fiilin günahlıktan çıkacağı” vehmine, yalıngısına kapılıyorlar. Bunların her ikisi de fevkalâde yanlış düşünceler.

Ayıp, hiçbir zaman gerçeğin ölçüsü olamaz. Fikir, düşünce ve hareketlerini sadece çevrenin “ayıp” anlayışına göre düzenleyen insanlar, şahsiyetlerini topluma feda etmiş, kalabalıklara esir olmuşlardır.

Halbuki, toplumun her ayıpladığını “yanlış”, yahut her benimsediğini “doğru” kabul etmek mümkün mü? Böyle olsa, insanın her toplulukta ayrı bir şahsiyete bürünmesi, bukalemun gibi sık sık renk değiştirmesi gerekmez mi?

Batılı bir düşünürün “insan aklının aczini” ortaya koyan şu ifadeleri, bu meselemizi ne güzel izah eder:

“Bir insanın, babasını yemesinden daha korkunç bir şey düşünülemez; ama, eskiden bazı kavimlerde bu âdet varmış. Hem de bunu saygı ve sevgilerinden yaparlarmış. İsterlermiş ki ölü, böylelikle en uygun, en şerefli bir mezara gömülsün. Vücutları ve hâtıraları içlerine, tâ iliklerine yerleşsin. Babaları sindirme ve özümleme yolu ile kendi diri bedenlerine karışıp yeniden yaşasın. Böyle bir inancı iliklerinde ve damarlarında taşıyan insanlar için, anasını, babasını topraklarda çürütüp, kurtlara yedirmenin, en korkunç günahlardan biri sayılacağını kestirmek zor değildir.”

Şimdi düşünelim: Etrafımızdaki insanların büyük çoğunluğu,yoğun propagandalarla, böyle bir fikri benimsemiş olsalar, biz de toplum ayıplamasın diyerek, babamızın etini mi yiyeceğiz? Demek ki, “ayıplama” tamamen sübjektiftir; gerçeğe tesir edecek bir faktör değildir. Ayıp telâkki ederek örtünmekten kaçınan hanımefendilerin iddiaları iki kısma ayrılıyor: Birisi: “Örtünmemek niçin günah olsun?” şeklindeki itiraz. Diğeri ise: “İslâm’da örtünmenin olmadığı” tarzındaki, şahsî kanaat.

Görünürde aralarında pek fazla bir fark yok gibi geliyor. Ama, gerçekte her ikisi de birbirinden ayrı konular. “Örtünmekle de ne olacakmış, insan örtünün içinde de yapacağını yapar.” gibi sözlerin sahiplerini araştırırsanız, her defasında İslâm’ı layıkıyla bilmeyen veya bildiği halde onun emirlerini yerine getiremeyen birisiyle karşılaşırsınız.

Bu insanlar, vicdanlarının derinliklerinde hissettikleri suçluluk psikolojisinden kurtulmak için, böyle itirazlarda bulunuyorlar ve tövbe edeceklerine, günahlarını meşru göstermeye kalkışıyorlar. Sanki diğer insanları ikna etmekle, o sorumluluktan kurtulacaklarmış gibi. Halbuki, bir fiil günah ise günah, değil ise değildir. Bunun tespitini “kalabalıklar” yapamaz. Örtünme dinde varsa buna kimse “yok” diyemez. Ama, hiç kimse de başkalarını bu hususta zorlama yoluna gitmemelidir.

Örtünmenin İslâm’da yeri olup olmadığı meselesine gelince, bu hususta nice fetvalar mevcut. Lâkin günümüz Müslümanlarının bir kesimi, fetvanın dindeki yerini lâyıkıyla bilmediklerinden, doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerîm’den âyetler takdim edecek ve bunların tefsirlerinden bazı kısımları aynen aktaracağım.

Cenâb-ı Hak, Nûr Sûresinde Peygamberimize (asm.) hitaben şöyle buyuruyor:

“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu yerleri) açmasınlar. Zahir olanı (görünmesi zarurî olan yüz, el ve ayaklar) müstesna. Baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar (göğüs ve boyunlarını göstermesinler). Ziynetlerini (süs yerlerini) ancak şu kimselere gösterebilirler: Kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının babalarına, yahut kendi oğullarına, yahut kendi erkek kardeşlerine, yahut erkek kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut kendi kadınlarına (Müslüman kadınlara), yahut ellerindeki memlûklere (cariyelere), yahut (şehvetsiz ve kadına) ihtiyacı olmayan uyuntu kimselere, yahut henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış olan çocuklara.” (Nûr, 24/31)

Âyet-i kerime dikkatle okunduğunda, şu hususlar tespit edilebilir:

Birincisi: Hitabın mümin kadınlara olması. Yâni, örtünme kadınlar için bir imân alâmeti ve sadece mümin kadınlara farz. Mümin olmayan bir insan, İslâm’ın emir ve yasaklarından sorumlu değil. Yâni, bir kimse öncelikle Allah’ın varlığını kabul edecek, Kur’an-ı Kerîm’i Onun kelâmı ve Hz. Muhammed’i (asm.) Onun en son elçisi bilecektir ki, İlâhî emir ve yasaklara muhatap olabilsin.

İkincisi: Harama bakmamanın sadece erkekler için değil, kadınlar için de söz konusu olduğu.

Üçüncüsü: Ziynetlerin gösterilmemesi.

Âyet-i kerimede geçen “ziynet” kelimesi üzerinde yapılan tefsirlerden birini, özet olarak arz edeyim:

“Ziynet, süs eşyası demek ise de tek başına süs eşyasına bakmak hiç kimse için haram olamayacağına göre, bundan murat, süs eşyalarının takıldığı kulak, boyun, gerdan gibi yerlerdir. Âyette esas maksat tesettür (örtünme) olduğuna ve hitap zengin-fakir bütün müminlere yapıldığına göre, ziynet sadece süs eşyası olarak anlaşılsa, âyet sadece zenginlere inmiş olur. Halbuki, hitap geneldir, 'mümin kadınlara da söyle.' buyurulmaktadır. Bir başka önemli husus da şudur: Kadın için asıl ziynet, süs eşyası değil, bu organların bizzat kendileridir. Yâni, gösterilmesi haram kılınan boyun, gerdan gibi azalar kadın için ayrıca birer ziynettirler.” (bk. Hak Dini Kur’an Dili, İlgili ayetin tefsiri.)

Dördüncüsü: Mümin kadınların başörtülerini, cahiliye kadınları gibi, boyunlarına bağlayıp arkaya sarkıtmak yerine, başlarına örtmeleri ve yakalarının üzerine vurmaları.

Bir diğer âyet-i kerimede ise, şöyle buyurulur:

“Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, elbiselerinden giyip örtünsünler. İşte böyle giyinmeleri, tanınıp da (cariyelerden, iffetsiz âdi kadınlardan fark edilip de) eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Allah Gafur’dur (çok bağışlayıcıdır), Rahîm’dir (çok merhametlidir).” (Ahzab, 33/59)

Bu âyet-i kerimede, örtünme açıkça emredilmekte ve bu emrin hikmeti, “mümin kadınların diğer âdi kadınlarla karıştırılarak rahatsız edilmemeleri, sarkıntılığa maruz kalmamaları ve ruhlarının eziyete maruz olmaması” olarak beyan buyurulmakta.

10 Çarşafla mı yoksa manto (pardösü) ile mi tesettür sağlanmış olur?

Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla, İslâm’da elbisenin ismi ve resmi mühim değildir. Mühim olan vasfıdır. Yâni, el yüz dışındaki bütün bedeni örtüyor mu, vücut hatlarını belli etmeyecek genişlik ve uzunlukta bedeni kaplıyor mu? Aranan vasıf budur.

Bir elbise böyle ise, yâni eşarp saçın telini dahi göstermiyor, manto vücudun hatlarını dahi gizliyor, kalın çoraplar diz üstlerine kadar çıkıp teni kapatıyorsa, farz olan giyim hâsıl olmuştur. Siz bunun adına ne derseniz deyin.

İşte bu giyim bir (fetva) gereğidir. Yâni mecburi olan kısımdır. Ayrıca bu giyimin üzerine bir de çarşaf ilâve eden olursa, elbette bu da bir (takvâ) gereğidir, tebrike şayân bir titizliktir. Kendini bütünüyle gizlemektir.

Ne var ki (fetva) mecburi, (takvâ) ihtiyarî olduğundan, çarşafa herkesi zorlamamız mümkün değildir. İlgi duyanlar, gönülden alâka hissedenler tercih eder, istemeyenlere ısrar olunmaz. Zira takvâsını zorlamak, bazan fetvasını da kayba sebeb oluyor, başka mahzurlar da tevlid edebiliyor.

Hem fetva gereği olan giyime herkes alâka duyabilir. Ama, henüz fetvayı göze alamayanlara takvâyı gösterecek olursak büsbütün zorlanır, iyice alâkasızlığa sebeb olabilir.

Demek ki, geniş bir eşarp, vücud hatlarını belli etmeyecek bolluk ve uzunlukta bir manto yahut pardesü, kalınca çorap, topukları kapalı ayakkabı, (fetva) gereği olan bir tesettürü temin etmektedir. Bunu hemen herkes benimseyip tatbik edebilir. Bunun yanında ayrıca çarşafa da alâka duyup ilâve etmek, bir takvâ gereği olduğundan itirazı mümkün olmayan yüce bir fazilettir. Ancak ısrarla değil, sevdirmekle, içinden ilgi duymakla hâsıl olacak bir tercihtir bu.

En iyi, iyinin de icrasına mani oluyor bazen. O takdirde pişmanlık zuhur ediyor, keşke sadece iyiyi yapsaydık da, en iyiyi sonraya bıraksaydık denebiliyor.

Ayrıca bugün muhafazakâr giyimi sevdirmek zorunda olduğumuz da bir vakıadır. Çarşaf gibi nihaî noktaya herkes talip olamaz. Ancak güzel bir manto, yahut zarif bir pardösü, geniş ve zarif baş örtüsü, kalın ve sağlam bir çorap, hemen her hanımefendinin dikkatini çekip alâka duymasına sebeb olabilir. Giyenler bunun içinde çevrenin baskısına mâruz kalmayacakları gibi, görenlerin de imrenme ve gıbtalarına sebeb olabilir. Böylece muhafazakâr giyimin lehte bir örneği verilmiş olunur, aleyhte bir manzara bahismevzu olmaz. Nasibi olanların da böyle bir giyim içinde olmanın huzur ve saadet getireceğine aklı keser. Tercih ettiği bu fetva gereğinde huzur bulduktan sonra, takvâ gereği düşünülebilir, içinden duyacağı alâkayla tekamül bahismevzu olabilir.

Şurası bir gerçektir ki, bugün kim gibi giyinip, kim gibi yaşayacağını bilemez hale gelmiş mütereddid ve mütehayyirler pek çoktur. Onlara güzel örnek olmak, beğenecekleri bir giyim içinde görünmek, İslâm’ın emrini tatbik edebilecekleri hissini vermek çok mühim bir hizmet ve irşadî bir fazilettir. Yâni muhafazakâr giyimli bir hanımefendi böyle mütereddid ve mütehayyirlere birer vaiz ve mürşiddirler. Sevimli giyimleriyle onlara örnek oluyor, ikaz ve tembihte bulunmuş oluyorlar. Nasibi olanlar bu makul ve mantıkî giyimden nasiblerini alır, duymaları gereken alâkayı hissedebilirler. Yeter ki muhafazakâr giyimli hanımefendilerimiz örnekliklerini güzelce yapsınlar, giyimi çirkin ve kötü göstermekten uzak bir temizlik ve zarafette bulunsunlar.

Peygamberimiz Efendimiz (asm)'in hadisinden aldığımız şu ölçü, tesettürlü hanımlarımıza pek güzel ikaz ve irşadda bulunmaktadır:

— İyi giyimin örneğini verip yayılmasına sebeb olan hanımlar, sebeb olduklarının sevabına layık olmaktalar. Kötü giyimin örneğini verip yayılmasına sebeb olan hanımlar da kötü giyimin vebaline maruz kalmaktalar.

Demek ki, asıl mes’ele, iyi giyim örneği verip, sevaba lâyık olmak; kötü giyimin örneğine bürünüp de günaha sebeb olmaktan uzak kalmaktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Müslüman kadının giyim şekli nasıl olmalıdır? ...

- Tesettür ve Türban Özel Dosyası.

11 Kadının örtünme şekli nasıl olmalıdır? Hanefi mezhebinde kadın tesettüre uygun nasıl giyinmelidir?

Anlattığınız giyim şekli doğru olmakla birlikte bazı hususları da izah etmek gerekir.

Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesi, açık kalmamasıdır. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve avret yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şeriflerin meali şöyledir:

Hz. Âişe'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma bir gün Peygamberimizin huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (a.s.m.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ya Esma, bir kadın buluğ çağına erince -yüzünü ve ellerini göstererek- bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz."1

Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.} tarafından bir rivayette Peygamberimiz (asm), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler.2

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı."3

Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur.4

İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, "Giyindiği halde açık." olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der:

"Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz."5

Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Bu mesele Halebî-i Sağir'de şöyle belirtilir:

"Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da, uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hale gelse), bu durumda örtünme hasıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur."6

Mesele diğer mezheplerde de aynı şekilde ifade edilir. Mâliki mezhebinin görüşü şöyledir:

Elbise şeffaf olur, cildin rengini hemen belli ederse, bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir. İnce ve dar olduğu için azanın şeklini belli eden elbiseyi giymek de mekruhtur. Çünkü bu bir şahsiyetsizlik sayılır ve selef ulemasının giyim tarzına muhalif hareket edilmiş olunur.7

Hanbelî mezhebinin görüşü ise şu şekildedir:

Vacip olan örtünme, cildin rengini belli etmeyecek şekildeki örtünmedir. Eğer giyilen elbise cildin rengini belli edecek tarzda ince olur da bedenin beyazlık ve kırmızılığı görünürse namaz caiz olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmiş olmaz. Şayet rengini örter de, hacmini belli ederse namaz caiz olur. Çünkü örtü kalın da olsa bundan kaçınmak mümkün değildir.8

Şafiî mezhebinin görüşü de şöyledir:

Vacip olan, cildin rengini belli etmeyecek elbiseleri giyinmektir. İnceliğinden dolayı cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek caiz olmaz. Çünkü böyle bir elbise ile tesettür gerçekleşmiş olmaz. Yani, inceliğinden dolayı cildin beyazlığını veya siyahlığını gösteren elbise tesettür için kâfi gelmez. Yine, elbise kalın olsa da, dokunuşu itibariyle altından avret yerlerinin bir kısmını gösterse yine yeterli şekilde örtünme sağlanmamış olur. Diz kapakları ve uyluklar gibi bedenin incelik ve kalınlığını belli eden bir elbise ile kılınan namaz sahihtir, çünkü tesettür sağlanmış demektir. Fakat azaları belli etmeyecek şekilde bir örtü kullanmak müstehaptır.9

Bütün bu nakillerden şöyle bir neticeye varmak mümkündündür:

Kadının yabancı erkeklerin yanında giymiş olduğu tenin rengini belli edecek ve gösterecek şekilde ince ise, -bununla örtünme gerçekleşmiş olmayacağından- giyilmesi caiz olmaz. Bu giyecek, bir elbise, gömlek ve etek olduğu gibi, başörtüsü ve çorap da olabilir. Fakat gerek çorap olsun, gerekse başörtüsü ve diğer giyecekler olsun kalın oluyor da, altını göstermiyorsa, böyle bir elbisenin giyilmesi caizdir. Çünkü çorap ve başörtüsü ne kadar kalın olursa olsun mutlaka bacağın ve başın şeklini belli edecektir. Fakat vücudun azalarını iyice belli edecek şekilde giyilen dar pantolon ve dar gömlekle namaz sahih olsa da, bakanların dikkatini çekip tahrik edeceğinden meşru görülmez. Merhum İbn-i Âbidin de eserinde bu hususa işaret etmektedir.10

Dipnotlar:

1. Ebû Dâvud, Libas:31.
2. Müslim, Libas.-125.
3. Muvatta', Libas:4
4. Beyhakî. Sünen, 2:235
5. el-Mebsût, 10:155-
6. Halebî-i Sağır, s.141. l.Menânü'l-Celü, 1:136
8. İbni Kudâme. el-Muğnî, 1:337.
9. el-Mecmû, 3:170-172.
10. Reddü'l-Muhtar, 5:238.

(bk. Mehmed PAKSU, Kadın, Evlilik ve Aile)

12 Peruk kullanmak hakkında bilgi verir misiniz?

Peygamberimiz (asm), saçına insan saçı takan ve taktıran kadınlara da lânet etmiştir. (bk. Buhârî, libas 83, 85; Müslim, libas 115. )

Çünkü bu da Allah'ın beğendigi yaratılışı bozma ve karşısındakini aldatmak demektir. İslâm'da bunların her ikisi de yasaktır.

Kullanılan perukun, insan saçından başka bir şeyden olması halinde câiz olacağı söylenmiştir. (Ibn Âbidin VI/373.)

Ancak peruku kadının bir başörtüsü gibi kullanması ayrı bir olaydır. Çünkü kadının başını kapatma emri, saçının câzibesiyle fitneye sebep olacağı içindir. Peruk ise bu câzibeyi çoğu zaman eksiltmez, tersine artırır. Bu yüzden bu konunun iyi araştırılması gerekir. Yani kadının insan saçından başka bir şeyden (ipek, yün sentetik elyaf vb.) peruk kullanması câizdir.

Ama başörtüsü yokken, dışarıda bununla gezebilir mi? Bize gezemez gibi görünen bu konu iyi öğrenilmelidir. Çünkü başörtüsünü yasaklayanlara karşı böyle bir çare düşünenler vardır.

Bize göre, insan kılından başka şeylerden peruk takmanın caiz olması, başını örtmek şartıyla olmalıdır. Yani böyle bir peruk takan kadın ayrıca peruğun üzerini de kapatmalıdır.

13 Tesettüre nasıl girebilirim?

Sorunuza cevap olması için size Prof. Dr. Ümit Meriç Hanımefendi ile yapılan röportajı gönderiyoruz:

Türban sorununu bir sosyolog gözüyle değerlendiren Meriç, elli üç yaşından sonra nasıl kapandığını da anlatıyor. Tarihi olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır başını örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık bir tarihe sahip. Demek ki, eğer bir soru sorulacaksa, bu "Nasıl örtündüler?" değil, "Neden bazıları açtılar?" sorusu olmalı.

Kamuoyu onu en çok büyük düşünür Cemil Meriç'in kızı olarak tanıyor. Sadece kızı değil, otuz üç yıl boyunca, gözleri görmeyen babasının dikte ettiği kitapları yazan, ona kitap okuyan sekreteri, yardımcısı, gözü, eli... Ve fikirdeşi... Ama Ümit Meriç, babasının kızı olmasının dışında, kendi kimliğiyle de Türkiye'nin önde gelen aydınlarından, önemli bir fikir ve bilim kadını... Prof. Dr. Ümit Meriç, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde otuz yıl doçent ve profesör olarak çalıştı. Ziya Gökalp’in kurduğu en eski sosyoloji kürsüsünde ilk kadın profesör ve kadın başkan olarak bolüm başkanlığı ve "Sosyoloji Araştırma Merkezi" müdürlüğü yaptı.

1999 yılında ise emekliliğini istedi. Buna mecburdu; çünkü, o yılın 19 Ağustos gecesi, bütün Marmara büyük depremin artçı sarsıntılarıyla sarsılmaya devam ederken, o başını örtmeye karar verdi. Başörtüsü ile öğretim üyeliğinin bağdaştırılmadığı bir ülkede yaşadığı için, ikisinden birini seçmek zorundaydı. Başörtüsünü seçti. Ümit Meriç'le örtünüsünün öyküsünü konuşmak için gittim. Ama o Allah'la ilişkisini anlatmayı daha çok önemsiyordu.

- Önce sizin kişisel hikâyenizden başlayalım isterseniz; 53 yaşına kadar başı açık bir kadın olarak yaşadıktan sonra nasıl örtündünüz?

Ümit Meriç: Ben dini bir terbiye almadan büyümüş, hayatının önemli bir bölümünü agnostik bir insan olarak geçirmiş biriyim. Sosyoloji profesörüyüm. Otuz yıl sosyoloji öğrettim, yani toplumu anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Ama sonunda öyle bir noktaya geldim ki, öğrendiklerim aklımı kısmen tatmin etse de ruhumu tatmin etmedi.

Sosyolojiye otuz yılımı verdim, sonuç büyük ölçüde hayal kırıklığı oldu. Varoluşa ilişkin en temel sorularıma cevap bulamadım ve büyük bir ruhsal bunalıma girdim. İntihar etmek üzereydim, o şekilde yaşamaya devam etmem mümkün değildi.

- Nasıl sorulardı bunlar?

Ümit Meriç: Bedenin ötesinde ruhun olup olmadığı, ruhun mahiyeti, ölüm fikri, ölüm korkusu, yakınlarımı kaybetme korkusu gibi varoluşa ve varoluşun anlamına ilişkin felsefi sorular... Fark ettim ki, ben, bunca yıldır bedenimi besliyor, ama ruhumu beslemiyordum. Büyük bir buhranın sabahında ruhum bu açlığın çözümünü buldu:

Namaz kılmaya karar verdim. Yıl 1977 idi. Daha ilk namazımda varlığımın hikmetini anladım. Benimle her an irtibat hâlinde olan Allah’ı keşfettim. Bu, Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şeydi.

- Allah’ı keşfedince bilimle aranız açıldı mı? Sizi hayal kırıklığına uğratan bilime olan bütün güveninizi kaybettiniz mi?

Ümit Meriç: Kesinlikle hayır. İlmi çok seviyorum. Pozitivist manada tapmasam da aczini görsem de ona aczi içinde saygı duyuyorum. Ama ilim dünya ile ilgili bir parantez içidir. Ben aradığım soruların cevabını secdede buldum. Bu söylediğim, aklı inkâr değildir, akıl ötesine geçmektir. Zaten din akıl üstüdür, akıl aykırısı değil.

- Peki ölüm korkularınız ne oldu?

Ümit Meriç: Onu tamamen yendim. Şimdi ölümü çok merak ediyorum. Ölüm benim için yeni ve çok daha büyük bir tecrübe; meraklı bir seyahatin başlangıcı olacak. Ölüm benim için büyümek, genişlemek, ruhumun beden kafesinden kurtulup zaman ve mekân sınırlamasından kurtulması olacak.

- Namaza başladınız, ama başınız açıktı?

Ümit Meriç: Evet... Doğrusu ben namazı örtünmekten daha fazla önemsedim hep. Secde huzurunu çok daha vazgeçilmez buldum. O dönemlerde örtünmeyi düşünmedim. Mesela, Hacca gitmeyi düşünüyordum, ama başımı örtmeyi düşünmüyordum. Üniversitede öğretim üyesiydim, toplum içinde bir yerim ve sosyal bir hayatım vardı. Ayrıca kendine bakan, süslenmeyi seven bir kadındım; eşime güzel görünmek, kendimi beğendirmek istiyordum. Yani bütün bu etkenler bir araya geldiği için herhâlde, örtünmeyi aklımdan geçirmiyordum. Taa ki, 1999'daki büyük depreme kadar...

- Ne oldu depremde?

Ümit Meriç: Şöyle diyeyim: Namaz kılmaya başlamama ruhumdaki büyük deprem sebep oldu; başımı örtmeme ise, tabiattaki deprem... 17 Ağustos depreminin üçüncü gecesi Armutlu'dayım. Artçı depremler devam ediyor. Biz bahçede yatıyoruz. 19 Ağustos’u 20 Ağustos’a bağlayan gece benim içime "Yarın kıyamet kopacak!" duygusu geldi. Yatsı namazından sonra iki rekât daha namaz kılmak geldi içimden, kıldım ve ardından Allah’a dua ettim; bu dünyayı bize bağışlaması için dua ettim. O an bir utanç duydum içimde. Ben Allah’a kâinatı bağışlaması için dua ediyorum, ama Allah’ın emrini yerine getirmiyorum, başım açık. İşte o anda o geceden itibaren başımı örtmeye niyet ettim. Örtüş o örtüş. Daha hiç kimse saçımı görmedi. Bir süre boynumu açıkta bırakan bir türban taktım. O dönem geçiş dönemi gibi bir şeydi. Sonra şimdi gördüğünüz gibi başörtüsü örtmeye başladım. Şimdi en büyük kâbusum, başımı açık görmek. Rüyamda sık sık başım açılmış görüyorum. Ne yapacağımı şaşırıyor, elimle, elbisemle saçlarımı örtmeye çalışıyor, kaçmak istiyor, kaçamıyorum. Nasıl çırpınarak uyanıyorum, bilemezsiniz.

- Başınızı örtmek sizi psikolojik bakımdan etkiledi mi? Mesela, karşı cinsin gözünde eskisi gibi cazip görünmediğinizi düşünmek ve bunun ruhsal etkileri...

Ümit Meriç: Başımı örtme kararı verdiğimde elli yaş civarındaydım, karşı cinse mesaj verme ihtiyacı duymadığım bir dönemdi yani. Ama doğrusu başörtüsünün cinsiyeti sıfırladığını hiç düşünmüyorum. Kadınların başörtülü daha güzel olduklarını düşünüyorum. Ayrıca başım örtülü olsa da bakımlı bir kadın olarak görünmeye dikkat ediyorum. Mesela, biraz önce fotoğraf çektirmeden önce gidip kendime çeki düzen verme ihtiyacı hissettim. Özellikle de "Ümit Meriç kırklara karıştı, dağıttı." denmesini istemiyorum.

- Siz başörtülü kadının daha güzel olduğunu düşünebilirsiniz, ama tesettürün ana fikri kadının cinsel çekiciliğini gizlemek, karşı cinsi tahrik etmesini önlemek. Bu ana fikre ne diyorsunuz?

Ümit Meriç: Tesettürün öyle bir yanı olduğunu kabul ediyorum. Ama amaç bundan ibaret değil. Bir de kadınlığı arka plana atarak insani kimliği ön plana çıkarmak gibi bir işlevi var. Şöyle düşünün, amaç sadece cinsel çekiciliği maskelemek olsaydı, kadınların yetmişinden, sekseninden sonra örtünmelerine gerek kalmazdı, öyle değil mi?

- Şimdi de sosyolog Ümit Meriç’e soralım: Türban olayı toplumsal açıdan ne ifade ediyor? Nasıl yorumlanması gerekiyor?

Ümit Meriç: Türbanın sosyolojik anlamından çok, bireysel anlamı ilgilendiriyor beni. Ve doğrusunu isterseniz, toplumsal değerlendirmelerin artık çok fazla yapıldığını, tek tek bireylerin kendi örtünüşlerini anlamlandırmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Aslına bakarsanız çok sık sorulan şu "Neden örtünüyorlar?" sorusunu da yanlış bir soru olarak görüyorum. Tarihi olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır başını örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık bir tarihe sahip. Benim annem ilk başı açık kuşak neredeyse. Demek ki, eğer bir soru sorulacaksa, bu neden örtündüler değil, "Neden bazıları açtılar?" sorusu olmalı.

- Anlıyorum, siz böyle bir norm konmuş olmasını sorguluyorsunuz. Ama yine de başı açık olmak normal olarak tanımlanınca, normun dışına çıkanların neden çıktıkları soruluyor...

Ümit Meriç: Bir kere herkes aynı yoldan geçerek ya da aynı saiklerle ulaşmıyor başörtüsüne. Bir kesim var ki, çok da İslami gerekçelerle örtmüyorlar; gelenek olarak örtenler var; kırsal kesimden gelip büyük şehirde başını örtenler var; aile baskısıyla örtenler var; hiçbir zaman tam benimseyemediği modernleşme projesinin bombardımanından kurtulmak için türbanı bir kimlik siperi yapanlar ve bu siperin içine saklananlar var. Bu son grup çok heterojen. Bunların içinde namaz kılmadığı hâlde başını örtenlere rastlıyoruz. Oysa baş örtmek İslam'ın beş şartından biri değil. Sen başını örtüyorsun da, acaba sabah namazına kalkıyor musun? Bir de benim gibi Amerika’yı yeni keşfedenler var. Ki bu son söylediğim sadece Türkiyeyle sınırlı olmayan, dünya çapında yaşanan bir fenomen.

- Bu son gruptan söz edelim o zaman...

Ümit Meriç: Bu grupta yer alanlar için başörtüsü ne gelenektir, ne simgedir, ne siperdir, ne şudur, ne budur; Allah-kul ilişkisine ait bir şeydir. Siyasetin de demokrasinin de üzerinde, çok daha üst anlamda bir meseledir. Egzistansiyel bir meseledir. Demokratlık bu dünya için gerekli ama İslamiyet öyle mi? Benim demokrat kimliğim bu dünyada kalacak. Ama İslami kimliğim ölümümden sonrada devam edecek olan kimliğimdir. Vücuduma sahibim ve vücudumu Allah'ın istediği şekilde kullanma hakkına sahibim. Bu gruba giren insanlar farklı yaşam deneyimlerinden geçerek, farklı entelektüel serüvenler yaşayarak, ateşten gömlekler giye giye, bin bir türlü acı çeke çeke keşfediyorlar Allah’ı... Ben bu tür imana çok önem veriyorum. İmanın ve İslam’ın bu şekli çok sağlam ve değerli.

Globalleşmeyle birlikte bütün dünyada böyle bir süreç yaşayarak Müslüman olmuş insanlar çıkıyor ortaya. Çünkü globalleşme insanların birbirini bulmasını, tanışmasını ve etkileşim içine girmesini kolaylaştırıyor.

- Avrupa'da bazı ülkelerde mesela Fransa'da türbanın yasaklanması nereden geliyor? Yeteri kadar demokrasi olmamasından mı; yanlış laiklik kavrayışından mı?

Ümit Meriç: Çok fazla Hristiyan olmalarından... Avrupa çok fazla Hristiyan. Hâlâ haçlı ruhu taşıyorlar. Bence Fransa'nın yeni bir Fransız İhtilaline ihtiyacı var. Fransız İhtilalinin üç temel değerini, hürriyet, adalet ve eşitlik umdelerini yeniden öğrenmeye ihtiyaçları var. Ben ABD’den daha çok umutluyum. Amerika’nın haçlı seferi olmadı, aristokrasisi olmadı, zenci tecrübesini yaşadı. O yüzden daha ümitliyim.

- Başörtünüz yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kaldınız. Çünkü kamu alanında başörtü takmak laik devletle çelişiyor, deniyor?

Ümit Meriç: Ben şahsen başımı örtmeye karar verdiğim zaman, üniversiteden ayrılmayı göze almıştım zaten. Bu kayıp benim kazandıklarımın yanında o kadar küçük bir kayıptı ki üzerinde düşünmedim bile. Ama bu, bu yasağın yanlışlığını kapatmıyor. Önce şu kamu alanı-özel alan ayrımından söz edelim. Benim özel alanım devletin müdahale alanının dışında kalan alandır. Bu, somut bir mekân tarifi değil, bir kavramdır. Yani bana evimin içinde devletin müdahale etmemesi değildir sadece. Bir başkasına zarar vermeyecek şekilde dolaşma hakkımı da koruması demektir.

İnsan evvela elbisesinin içinde oturur. Sonra evinin içinde oturur. Bütün bunlar benim özel alanımdır. Vücudum dolaşıyor. Ben dolaşıyorum.

Laikliğe aykırı olduğu iddiasına gelince... Laiklik ilkokul yurttaşlık bilgisi kitaplarında "devletin dine ve dindarlara müdahale etmemesi" şeklinde tanımlanır. Devlet benim vücuduma devlet üstü alanda müdahale etmek hakkına sahip değildir. Bu benim yaşamamla ilgili bir hakkım, varlığımla ilgili bir hakkım. Allah’ın bana emriyle ilgili bir hakkım. Buna ne çocuğum, ne komşum, ne arkadaşım müdahale edebilir. Laik olan devletimin bana, inandığım dindarlığıma müdahale etmeye hakkı yoktur. Bu laikliğe aykırıdır.

- Aynı yasak siyasette de karşınıza dikilmeseydi, siyasete atılmayı düşünür müydünüz?

Ümit Meriç: Tayyip Bey hanımı ve iki kızıyla benim evime geldi. Siyasete girmemi teklif etti. Dördüncü teklifiydi bu. "Tayyip Bey, ben başımı örttüm, bir daha açmam söz konusu değil, dolayısıyla siyasete girmem de söz konusu değil." dedim. Çünkü benim başörtüm bana teklif edilecek bütün makamlardan, bakanlıktan, başbakan danışmanlığından daha değerli. Ama başörtüsü engeli benim siyasete girmeyi reddedişimin tek nedeni değil. Bir başka neden, Cemil Meriç’in soyadını taşımam. Babamın soyadını siyasallaştırma hakkını kendimde görmüyorum.

İkincisi, ben öğrencilerime sosyoloji öğretirken hep şunu derdim: "Siz koskoca bir sarayın bütününden sorumlusunuz. Kendinizi onun odalarından birine kapatarak, bütünü görmekten alıkoymamalısınız."

Son olarak da ben kendimi siyasete uygun bir tip olarak görmüyorum. Parti disiplini vesaire gibi endişeler olmadan düşündüklerimi olduğu gibi ortaya koymak isterim. Bunu çok büyük bir özgürlük olarak görüyorum. Hep hakikatin sesi olmak isterim.

(...)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Örtünmemek ayıp mı, suç mu, günah mı?

- Kadının çalışması ve aile baskısı...

14 İslamda furuat ne demektir?

Usul ilminde, gerek İbn-i Abidin ve diğer ülemanın İslam'ın Genel Hükümlerini (Akaid) ikiye ayırdığını görmekteyiz:

1) Usul'e ait hükümler: Buna göre "Lâ ilâhe illallah; Muhammedün Rasûlullah" başta olmak üzere, sair iman esasları akaidde usûldür. İman esasları, Allah'a, âhirete, peygamberlere, meleklere, kitaplara, kadere iman gibi inanç esaslarıdır.

2) Furuata ait hükümler: Namaz, oruç, hac, zekât ve tesettür gibi diğer ibadetler, bu asıllar üzerine bina edilen ve asla göre fürûât sayılan amellerdir. Furuata ait hükümler, usule ait hükümler üzerine bina edilir. Bu açıdan denilebilir ki, usûlün olmadığı yerde, sistemli fürûdan bahsetmek mümkün değildir.

Ancak fürûat demek, Türkçemizde anlaşıldığı şekliyle "olmasa da olur" gibi bir mefhumu akla getirmemelidir. Bunların fürûât olması, asıl ile olan münasebet ve mukayeseleri neticesi ve tamamen yukarıdaki taksim ve tasnif itibarıyladır. Yoksa ibadetsiz imanın tam olmayacağı izahtan varestedir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Usul, fürû', fürûât, teferruat kavramları hakkında bilgi verir misiniz?

15 Bayanlar pantolon üzerinden dize kadar uzun bir kıyafet giyerek namaz kılabilir mi?

Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesi, açık kalmamasıdır. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve avret yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şeriflerin meali şöyledir:

Hz. Âişe (r.anha)'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma birgün Peygamberimiz (asm)'in huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (a.s.m.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ya Esma, bir kadın büluğ çağına erince -yüzünü ve ellerini göstererek- bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz."1

Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.) tarafından bir rivayette Peygamberimiz (asm), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların cehennemlik olduklarını, cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler.2

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe (r.anha)'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe (r.anha) başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı."3

Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur.4

İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da "Giyindiği halde açık" olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der:

"Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz."5

Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Bu mesele Halebî-i Sağir'de şöyle belirtilir:

"Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hale gelse), bu durumda örtünme hasıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur."6

Mesele diğer mezheplerde de aynı şekilde ifade edilir. Mâliki mezhebinin görüşü şöyledir:

Elbise şeffaf olur, cildin rengini hemen belli ederse, bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir. İnce ve dar olduğu için azanın şeklini belli eden elbiseyi giymek de mekruhtur. Çünkü bu bir şahsiyetsizlik sayılır ve selef ulemasının giyim tarzına muhalif hareket edilmiş olunur.7

Hanbelî mezhebinin görüşü ise şu şekildedir:

Vacip olan örtünme, cildin rengini belli etmeyecek şekildeki örtünmedir. Eğer giyilen elbise cildin rengini belli edecek tarzda ince olur da bedenin beyazlık ve kırmızılığı görünürse namaz caiz olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmiş olmaz. Şayet rengini örter de hacmini belli ederse namaz caiz olur. Çünkü örtü kalın da olsa bundan kaçınmak mümkün değildir.8

Şafiî mezhebinin görüşü ise şöyledir:

Vacip olan, cildin rengini belli etmeyecek elbiseleri giyinmektir. İnceliğinden dolayı cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek caiz olmaz. Çünkü böyle bir elbise ile tesettür gerçekleşmiş olmaz. Yani, inceliğinden dolayı cildin beyazlığını veya siyahlığını gösteren elbise tesettür için kâfi gelmez.

Yine, elbise kalın olsa da dokunuşu itibariyle altından avret yerlerinin bir kısmını gösterse yine yeterli şekilde örtünme sağlanmamış olur. Diz kapakları ve uyluklar gibi bedenin incelik ve kalınlığını belli eden bir elbise ile kılınan namaz sahihtir, çünkü tesettür sağlanmış demektir. Fakat azaları belli etmeyecek şekilde bir örtü kullanmak müstehaptır.

Bütün bu nakillerden şöyle bir neticeye varmak mümkündündür:

Kadının yabancı erkeklerin yanında, giymiş olduğu elbise tenin rengini belli edecek ve gösterecek şekilde ince ise, bununla örtünme gerçekleşmiş olmayacağından giyilmesi caiz olmaz. Bu giyecek, bir elbise, gömlek ve etek olduğu gibi, başörtüsü ve çorap da olabilir. Fakat gerek çorap olsun, gerekse başörtüsü ve diğer giyecekler olsun kalın oluyor da, altını göstermiyorsa böyle bir elbisenin giyilmesi caizdir. Çünkü çorap ve başörtüsü ne kadar kalın olursa olsun mutlaka bacağın ve başın şeklini belli edecektir.

Fakat vücudun azalarını iyice belli edecek şekilde giyilen dar pantolon ve dar gömlekle namaz sahih olsa da, bakanların dikkatini çekip tahrik edeceğinden meşru görülmez. Merhum İbn-i Âbidin de eserinde bu hususa işaret etmektedir.10

Dipnotlar:

1. Ebû Dâvud, Libas:31.
2. Müslim, Libas.-125.
3. Muvatta', Libas:4
4. Beyhakî. Sünen, 2:235
5. el-Mebsût, 10:155-
6. Halebî-i Sağır, s.141. l.Menânü'l-Celü, 1:136
8. İbni Kudâme. el-Muğnî, 1:337.
9. Afeaeıtf. el-Mecmû, 3:170-172.
10. Reddü'l-Muhtar, 5:238.

16 Tesettürün hikmetleri nelerdir, tesettür neden gereklidir?

"İsmin eşyayı manasına göre dönüştürdüğü" ilkesi, tesettürün sakladığı kadını, o örtünün cevhere dönüştürmesinde anlamını buluyor. Ve o cevherin değerini koruması, kendini örtmesi ve saklamasıyla ilişkili olarak artıyor.

Eşya ile kurulan ünsiyet, o eşyayı kullanılan yere göre değerli ya da değersiz kılıyor. Ona verdiğimiz isim, onun sıfatlarını doğuruyor. Kazandığı her sıfat, onun yerini belirliyor.

Yüce Mevlâ'nın güzel isimlerinden olan el-Settar, ıstılahî açıdan ayıpları örten, örtüleyen, setreden anlamlarına geliyor. "Tesettür" kelimesi de örtünmek anlamındadır.

İçinde bulunduğumuz bu son zamana kadar şerefli olmanın nişanesi sayılan tesettür, fıtratından uzaklaşmış insanlar için hiç de öyle bir anlama sahip değil.

Oysa toplumların tarihine nüfuz edebildiğimiz ölçüde gördüğümüz o ki, normal olan, genel-geçer olan, aslî olan tesettürdür. Hatta tesettür kimi milletlerde şeref derecesini belirleyen nişane sayılmıştır. Buna mukabil çıplaklık aşağılık alameti, aşağılanma sebebi olarak görülmüş ve tarih boyu neredeyse tüm milletler tarafından kınanmış, ayıplanmıştır.

Kur'an-ı Kerim bize tesettürün “tanınmak ve incitilmemek için tercih edilmesi gereken hayırlı bir yol” (Ahzab, 33/59) olduğunu bildiriyor. Tanınmak ve incitilmemek!..

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." (Ahzab, 33/59)

Bizi insan olarak yaratan ve insanı tanımlayan, böylelikle fıtratın ne olduğunu bize bildiren; bizi Müslümanlar olarak yaratan ve Müslümanı tanımlayan, böylelikle İslâm'ı bize öğreten ve bizi üryan olarak yaratan, bize namus ve şerefi aşılayan, sonra bizi örten, ayıplarımızı örten Rabbimiz; mümin kadınların “örtülü” olarak tanınmasını istiyor. Ve böylelikle tanımlanmasını...

"Tesettürlü" olarak tanınmak, sadece insanlar tarafından tanınmak değil, bütün mahlukat tarafından tanınmaya; incitilmemek vasfı ise sadece insanın zorbalıkları, kabalıklarına maruz kalmamak değil, mahlukatın özenle davranmasına işarettir.

Tesettüre bürünmekle; kendini Hz. Muhammed (asm)'e ümmet olarak görmek eş değerdedir.

Tesettürün bir başka hikmeti de kadının kendini korunmalık olarak görmesi, böylelikle onu koruması gerekenlerin ayırdedebilmesini sağlamasıdır.

Bu niyet kadının fıtratını ve bu fıtratın niteliğini belirler. Korunması gereken, bizzat korunmalık olan şey, aynı zamanda kalkan olamaz. O, kıymetli bir cevher olarak, namusun ve şerefin taşıyıcısı olarak korunmayı kabul etmeli ve böylelikle namusu ve şerefi kendisine ziynet edinmelidir.

Fıtrata uygun olan bu hâl gerçekleşirse, kadını koruyacak ve ona kalkan olacak kişiler de etrafında olacaktır. Tıpkı Kaynukaoğulları kabilesinde hakarete maruz kalan hanım sahabiye sahip çıkılması gibi kendisine sahip çıkılır.

Kadın tesettürle (örtünmek) tavsif edilmiştir. Bu vasıf, kadınlığın ne olduğunun öğrenilmesini sağlamış ve kadının fıtratındaki hayânın ve iffetin korunması şu sıfatla belirlenmiştir: Kadın, örtünendir...

(Mahmut ÖZ)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Tesettür ve Türban Özel Dosyası.

17 Kadın, evinde eşi ve çocukları yanında nasıl giyinmelidir?

Hanımın tek başına evde bulunduğu zaman göbekle diz kapağı arasını örtmesi gerekir. İnsanın yanından ayrılmayan melekler vardır. Bu bakımdan ev içinde kadın göbek ile diz kapağı arasını örtmesi faziletlidir. Allah Resulü buyuruyor:

"Çıplak olmaktan sakınınız, zira yanınızda -kişinin helada bulunduğu ve hanımıyla cinsel ilişkide bulunduğu zamanın dışında- sizden hiç ayrılmayanlar var." (Tirmizî, Edeb 42)

Kadın, kocasının yanında dilediği gibi giyinebilir. Eşler arasında örtünme bakımından bir sınır söz konusu değildir. Kadının kocasına güzel görünmek için süslenmesi ve açılması mubahtır. Kadının ev içinde başının açık olması ve kısa kollu elbise giymesinin mahzuru yoktur.

Kadının ev içinde kocasına karşı kendini son derece temiz tutması, güzel koku sürmesi ve temiz elbise giymesi müstehaptır. Kadının kocası için giysi ve takı ile süslenmesi ve makyaj yapması caizdir.

İbni Abbas (r.a.) dedi ki:

"Karım benim için süslendiği gibi ben de onun için süslenirim. Ondaki haklarımın tamamını almak istemiyorum ki o da bendeki haklarını tamamıyla benden istemesin. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: 

"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bulunduğu, gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (Bakara, 2/228.)

Hür ve Müslüman kadın kimlerin yanında ve nasıl örtünür?

a) Kocasının yanında:

Karı-koca birbirinin bedenlerinin her yanına bakabilirler. Eşler arasında örtünme zorunluluğu söz konusu olmaz. Çünkü İslamî nikahla cinsel ilişki bile meşru olunca, bundan daha hafif olan bakma ve dokunmanın meşru oluşunda şüphe yoktur. Bununla birlikte "galiz avret" sayılan haya yerlerine bakılmaması edebe daha uygundur. Nitekim Hz. Aişe (ra)'den;

"Ben Nebî (s.a.s)'in cinsel uzvuna (ferc) hiç bakmadım.", başka bir rivayette "Onun fercini hiç görmedim, o da benden bir şey görmedi."

dediği nakledilmiştir. (bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 63, 190; el-Kurtubî, a.g.e., XII, 154.)

b) Mahrem hısımlarının yanında:

Kadın; baba, oğul, erkek kardeş, kayınbaba ve üvey oğul gibi, aralarında ebedî olarak evlenme engeli bulunan hısımlarının yanında el, ayak, kol, saç, kulak, boyun ve dizden aşağı inciklerini açabilir. Onların da bunlara bakmaları helaldir. Çünkü yakınlıkları yüzünden bir takım iş ve hizmetlerin görülmesi, bu nedenle de bir arada bulunmaları gerekir ve bir fitne düşünülemez.

Ancak karın ve sırt kısmını açamaz, bu arsızlık olur. Nitekim zıhar yolu ile boşamada koca, karısına "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyerek, boşama prosedürünü başlatır. Zıharı ve pişmanlık durumunda dönüş yöntemini belirleyen ayette (Mücadele, 58/1; bk. Elmalılı, a.g.e., VII/450 vd.) annenin sırtına dikkat çekilmiştir. Bu yüzden annenin sırt ve bunun benzeri olan karın kısmının da yakın hısımlara karşı avret sayılması gerekir. Aşağıda, kadının yanlarına örtüsüz çıkabileceği hısımları ayrıca inceleyeceğimiz için kısa geçiyoruz.

c) Başka kadınların yanında:

Kadınların kadınlara karşı avret yeri, göbekle diz kapakları arasında kalan kısımdır. Bunun dışındaki yerleri kadınların yanında açabilirler. (el-Mevsılî, el-ihtiyar, l, 45.) Ancak müşrik kadınlar kapsam dışında tutulmuştur. Bu yüzden Müslüman bir kadının müşrik ya da inkarcı kadınların yanında mahrem bir yerini açması caiz değildir. Hatta İbn Cüreyc, Ubade b. Nüsey ve Hışam el-Kari' gibi bilginler Hristiyan bir kadının Müslüman bir kadını öpmesini veya onun avret yerlerine bakmasını mekruh saymışlardır.

Ubade b. Nüsey, Hz. Ömer'in, komutan Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'a (ö. 18/639) yazdığı şu mektubu zikreder:

"Zimmet ehli (Hristiyan veya Yahudi kadın tabea)nin Müslüman kadınlarla birlikte hamamlara girdikleri haberi bana ulaştı. Onları bundan menet. Çünkü zimmiye bir kadının Müslüman kadını çıplak olarak görmesi caiz değildir."

Ebu Ubeyde mektubu alınca şöyle ilan etmiştir:

"Herhangi bir kadın özürsüz olarak hamama giderse, bununla yüzünü beyazlaştırmayı kastetmiş olur. Allah kıyamet gününde yüzlerin beyazlaştığı (bk. Al-i İmran, 3/106, 107.) günde onun yüzünü karartsın." (el-Kurtubî, a.g.e., XII, 155.)

Abdullah b. Abbas (ö. 68/687) bu konuda gayri müslim kadınların istisna edilmesinin nedenini şöyle açıklar:

"Müslüman kadını tesettürsüz olarak Hristiyan veya Yahudi bir kadının görmesi helal olmaz. Çünkü bunlar Müslüman kadının örtüsüz halini kocalarına anlatabilirler." (el-Kurtubî, a.g.e., XII, 155.)

Yine de konu İslam fakihleri arasında görüş ayrılığına neden olmuştur. Nitekim Müslüman bir hanımın, gayri müslim cariyesinin yanında örtünmesine gerek olmadığına fetva verilmiştir.

d) Yabancı erkeklerin yanında:

Müslüman bir kadının yabancı erkeklere karşı yüzü, bileklere kadar elleri ve ayakları dışında bedeninin tamamı avrettir. Ayaklarda görüş ayrılığı olmakla birlikte sağlam görüşe göre ayaklar açık kalabilir. Bu yerlerin gerek namaz içinde ve gerekse namaz dışında örtülmesi farzdır. Yukarıda başın ve bedenin örtünme şeklini ve örtüde aranan nitelikleri açıklamıştık. Bu yüzden kısa geçiyoruz.

e) Zaruret veya tedavi halinde örtünme:

Tedavi gibi bir zaruret halinde erkek veya kadının bedenine doktor, ebe, iğneci ve pansumancı gibi kimselerin bakması ve dokunması caizdir. Ancak kadınların sağlık problemlerinde kendi cinslerinden olan doktor, ebe ve sağlık personelini tercih etmeleri gerekir. Bunlar bulunmayınca veya bulunup da uzmanlık ve beceride geri olması durumunda "Zaruretler sakıncalı olan şeyleri mubah kılar." kuralı işletilir. Ancak zaruretler de miktarlarınca takdir olunur. (Mecelle, mad. 21, 22)

18 Kadının ev içindeki giyimi nasıl olmalıdır? Başını açarsa rahmet melekleri gider mi? Bayanların eşlerine karşı evde açık durarak süslenmelerini de sevap diye biliyoruz. Kısa kollu elbileselerle durmaları melekleri kaçırır mı?

Kadının yanında kendine nikah düşen erkek olmadığı zamanlarda başını açmasında dini açıdan bir sakınca yoktur. (el-Fetâva'l-Hindiya, 5/333).

Ancak akıl baliğ olan bir bayan tek başına evde bulunduğu zaman göbekle diz kapağı arasını örtmesi gerekir. İnsanın yanından ayrılmayan melekler vardır. Bunlar avret yerin açılmasından eziyet duyarlar. Bu bakımdan ev içinde kadın göbek ile diz kapağı arasını örtmesi faziletlidir.

Allah Resulü: "Çıplak olmaktan sakınınız, zira yanınızda kişinin helada bulunduğu ve hanımıyla cinsel ilişkide bulunduğu zamanın dışında sizden hiç ayrılmayanlar var." buyurmuştur. (Tirmizî, Edeb 42)

Kadın, kocasının yanında dilediği gibi giyinebilir. Eşler arasında örtünme bakımından bir sınır söz konusu değildir. Kadının kocasına güzel görünmek için süslenmesi ve açılması mubahtır...

Kadının ev içinde başının açık olması ve kısa kollu elbise giymesinin mahzuru yoktur.

Kadının ev içinde kocasına karşı kendini son derece temiz tutması, güzel koku sürmesi ve temiz elbise giymesi müstehaptır.

Kadının kocası için giysi ve takı ile süslenmesi ve makyaj yapması caizdir.

İbni Abbas (r.a.) dedi ki:

"Karım benim için süslendiği gibi ben de onun için süslenirim. Ondaki haklarımın tamamını almak istemiyorum ki o da bendeki haklarını tamamıyla benden istemesin. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bulunduğu, gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (Bakara, 2/228)

Aşağıdaki ayet-i celile kadınların saçlarını, başlarını, gerdanlarını vs. süs yerlerini kimlerin yanında açabilecekleri çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. (bk. Sabunî, Ravaiu’l-beyan, 2/159-160).

“Mümin kadınlara da söyle: “Onlar da gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar. Kendiliğinden görünen kısmı hariç, süslerini göstermesinler. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, ellerinin altında bulunanlar, kadınlara ihtiyacı bulunmayan hizmetçiler, yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına süslerini göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.”(Nur, 24/31).

19 Türban ve başörtüsünün farkı nedir?

Türban, başörtüsü demektir.

Câhiliyette insanların birçokları terbiye ve edebden yoksundu. Ahlâk, iffet ve namus meselesi lafta idi. Bugün olduğu gibi kadın açılıp saçılıyordu, vücudunu, na mahrem yerlerini göstermekle böbürleniyordu. İlahî rahmet olarak gelen İslâm dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi. Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder.

"Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle! Baş ve boyunlarını örtmek için cilbablarını üzerlerine alsınlar." (Ahzab, 33/59)

Cilbabın mâhiyeti hakkında birkaç görüş vardır:

1. Cilbab, bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir.
2. Entari üzerine giyilen geniş elbisedir.
3. Başı, boynu ve çevresini örten atkıdır.
4. Üst tarafı göbeğe kadar örten ve ridâ denilen örtüdür.

Sibeveyhrnin üstadı olan Halil; "Bu mânâlardan hangisi kasdedilirse caizdir." diyor. (el-Sîrac el-Münir, III/271.) Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna, bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir. Bir kimse buna inanır, fakat uygulamazsa günahkâr olur. Amma inkâr ederse dinden çıkar, mürted olur. İslâm'ın kabul etmediği tevillere başvurup halkın inancını bozmak sapıklıktır.

Tesettürün dinen makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara ri'âyet etmek gerekir:

1. Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince,
2. Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli,
3. Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmaması gerekir.

Bir memlekette manto giymek adet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur. Çünkü İslâm dini, ne erkek ne kadın için belli bir kıyafet getirmemiştir. Her memleketin kendisine has bir giysisi vardır.

Hatta buranın çarşafı, Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor. İlla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Başörtüsünün örtülme şekli nasıl olmalıdır?..

20 Müslüman kadının gayri müslim kadına karşı avreti nasıldır?

Müslüman kadının, Müslüman kadına göstermesi haram olan yerleri, erkeğin erkeğe olan durumu gibidir. Bu da diz kapağı ile göbek arasıdır. Yani Müslüman kadınlar birbirlerinin diz kapağı ile göbek arasındaki kısma bakmaları haramdır. Bu nihaî sınırdır. Bundan "baksın" manası çıkmaz. Bu sadece bir ruhsattır.

Kafir olan kadınlar önünde Müslüman bir hanımın avret yerleri, Hanbelilere göre, mahrem olan erkeğin avret yerleri gibi olup göbek ile diz kapakları arasıdır. Cumhura göre, ev işleri yaparken görünenler dışında, kadının bütün bedeni avrettir. Bu kadının Ehl-i kitap olması ya da olmaması fark etmez. Müslüman olmayanların durumu aynıdır.

İhtilafın dayandığı nokta, Nur suresindeki ilgili ayette kastedilen mananın tefsirindeki farklılıktır.

“Kadınlar ziynetlerini ancak kocalarına göstersinler… yahut kendi hanımlarına.." (Nur, 24/31)

Hanbeliler ile diğerleri demişlerdir ki: bu kadınlardan kastedilenler, bütün hanımlardır. Müslüman veya kafir kadın ayrımı yoktur. Dolayısıyla Müslüman olan bir hanımın ziynetini kafir bir kadına açması, Müslüman hanıma açması caiz olan yerler ölçüsünde caizdir.

Cumhura güre bu kadınlardan kastedilenler, özellikle Müslüman hanımlardır. Yani sohbet etme, din kardeşliği gibi özellikleri olan Müslüman hanımlardır. Buna göre, Müslüman bir hanımın batıni ziynetlerinden hiçbirini, kafir bir kadına ya da kadınlara göstermesi helal değildir. (Tefsiru Ayati’l- Ahkam bi’l – Ezher, II/164; Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı)

Kadının kadına karşı avret sayılan yerleri, erkeğin erkeğe olan avreti gibidir. Bundan dolayı Müslüman kadınlar birbirlerini göbeği ile diz kapakları arasındaki mahalden başka yerlerine bakabilirler. Fakat bir gayrim müslim kadın, Müslüman bir kadının yalnız yüz ve ellerine bakabilir. Vücudunun başka yerlerine bakması uygun olmaz.

Nur suresi 31. ayette geçen "... kadınları" ifadesi iki şekilde anlaşılmıştır:

1. Bundan maksat Müslüman kadınlar demektir, Müslüman olmayan kadınlar yabancı erkek gibidirler. Bu görüş Hanefî mezhebinde de tercih edilen görüştür.

2. Burada "kadınları" ifadesi sözün gelişi ve uyumu bakımından böyledir, maksat "kadınlar" demektir; mümin kadının, diğer kadınlara açılma sının bakımından kadınlar arasında, dine dayalı bir fark yoktur. Bizim de katıldığımız bu görüşü tercih edenler arasında Gazzâlî, Ebû Bekir İbnül-Arabî gibi âlimler vardır. (Ahkâmü'l-Kur'ân, III/1372; İbn Âşûr, XVIII/211; Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: IV/98-99.)

Âyette «nisâi-hinne» ifadesi yer almaktadır. Üçüncü şahıs zamiri ka­dınlara has olmakla beraber, hangi kadınlara raci', yani aittir? İbn Cüreyc ve İmam Kurtubî'ye göre, «Müslüman kadınlarsa râci'dir. (İbn Cerîr et-Taberî/Câmiu'l-beyân : XVIII/95; Tefsîr-i Kurtubî : XII/233)

Bu takdirde Müslüman bir kadının avret yerlerini gayri müslim kadınların yanında aç­ması caiz değildir.

Nitekim İkinci Halîfe Hz. Ömer'in (ra), Ebû Ubeyde b. Cerrah'a (ra) şöyle bir mektup yazdığı rivayet edilmiştir:

«Bana gelen haberlere göre, gayri müslim vatandaş kadınlar, Müslüman kadınlarla be­raber hamamlara giriyorlarmış. Bunu derhal yasakla. Zira zimmîye (gayr-i müslim vatandaş) kadınların, Müslüman kadının çıplak tenini görmesi caiz değildir.» 

Ancak müşrike, kâfire kadın, Müslüman kadının cariyesi ise, hanım­efendisinin zînet yerlerine bakmasında bir sakınca yoktur. (Tefsîr-i Kurtubî: XII/233; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: VIII/4205-4208.)

21 Başörtüsü Kur'an'da geçiyor mu, bu örtünme nereden geliyor; erkekler neden örtünmüyor?

Türban başörtüsü demektir.

İslamiyet'teki farz emirler 32 farzla sınırlı değildir. 32 farz dini bilgileri yeni öğrenmeye başlamış kimseler için temel bilgilerden ibarettir. Kur'an-ı Kerim'de tesettürle ilgili ayetler bulunmaktadır. Ayrıca hadislerde de bu durum detaylı olarak ifade edilmektedir.

Tesettür, bir Müslümanın hayatının ayrılmaz bir parçası olup, tevatürle örtünme şekli günümüze kadar ulaşmıştır. Asırlardır yerleşmiş olan bir hüküm, yeni ortaya çıkmış bir kaç çatlak sesle değişmez. Namaz dahi kılmaktan aciz bir profösörün sözü, ancak namazsız bir insanın hoşuna gider. Asırlar boyunca İslami yaşantısıyla, ilmi selahiyetiyle bu konuda söz sahibi olan yüz binlerce alimin sözüne, bu gün bir iki profösörün muhalefet etmesi, cehaletlerini gösterir. Doğru düzgün Arapçası dahi olmayan bir iki kişinin ayetleri yorumlamaya çalışmasına itibar etmemek gerekir.

Allah emrettiği için bayanlar başörtüsü kullnırlar, bunun faydaları ve hikmetleri olabilir. Ancak asıl olan Allah'ın böyle emretmiş olmasıdır.

Erkekler için böyle bir emir yoktur. Bu sebeple de erkeklerin başarını örtmelerini beklemek saflıktan da öte art niyetli olmaktır. Öncelikle kadınla erkeğin farklı olduğunu anlamak gerekir. Erkekler için emredilen her şey, kadınlar için geçerli olmadığı gibi, kadınlar için emredilen her şey de erkek için geçerli değildir.

İlave bilgiler için tıklayınız:

Nur suresi 31. ayette geçen humur kelimesi başörtüsü anlamına mı gelmektedir?

Tesettür hakkında bigi almak için tıklayınız...

Cilbab hakkında bilgi almak için tıklayınız...

Başörtüsünün hükmü nedir?...

22 Tesettürün maksadı nedir? Kadınlar, erkekler tahrik oluyor diye mi kapanmak zorunda?

Öncelikle çirkin ve yaşlı olan kadınların açık olmasının, hiç bir sakıncasının olmadığını düşünmek, realiteye aykırıdır. Çirkin ve yaşlı kadınlar olduğu gibi, çirkin ve yaşlı erkekler de vardır. Bu erkeklerin içinde cinsi sapık olanlar da vardır. Bunlar için güzel çirkin farketmez. Meselenin bir başka yönü de en ziyade yaşlı ve çirkin kadınların örtünmek istemesidir. Çünkü bu sayede çirkinliğini gizlemek istemektedirler. (...)

"Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın."

"İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer'an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir."
(bk. Lem'alar, Yirmi Dördüncü Lem'a)

İbadetler ve haramlar, tamamıyla Allah’ın iradesine ve isteğine göre belirleniyor. Bunu bizim sorgulama veya itiraz etmeye değil, hikmetini anlamaya çalışmamız icap etmektedir. Şöyle ki, şeriatın iki çeşit hükümleri vardır.

1. Taabbudi dediğimiz, yani hikmeti bilinmeyen ve tamamıyla Allah’ın emir ve yasağına bakan kurallardır.

2. Makulu'l-mana dediğimiz, ilahi emirler veya yasaklarda yatan hikmetlerin araştırılabileceği kısım.

Sizin sorduğunuz soruya bu taraftan da bakalım. Niye sabah namazı dört rekat da on veya yirmi rekat değil. Cevap: Allah emrettiği için. Öğle namazı Allah tarafından on rekat olarak tayin edilmiştir. Bunun hikmetini araştırmak sonuçsuz olacaktır. Çünkü Allah öyle emretmiştir. Ve bunun asıl cevabı budur. Ama bazı şeriat kuralları hikmetle izah edilebilir. Ama hikmetler asıl değildir. Asıl olan Allah’ın emri veya yasaklamasıdır.

Mesela, Allah namazı niye emretmiştir? Buna istediğiniz kadar hatta ciltlerle hikmet ve gaye açısından cevap verilebilir. Niye oruç tutuyoruz, hikmetleri araştırılıp cevap verilebilir. Ama hikmet ve faydalar Allah’ın emri yerine geçemez.

Şöyle ki, orucun bir hikmeti insanların aç kalıp, yokluk içerisinde yaşayan insanların halinden anlayıp onlara şefkatle yaklaşmalarını sağlamaktır.

Şimdi birisi bunu esas tutup “Ben daha fazla aç kalıp daha fazla şefkat hissim kabarsın ve fakirlere daha fazla yardımda bulunayım.” diyebilir. İmsak vakti saat 04.00 olduğu halde, bu adam gece saat 11.00’den oruca niyet edip, fakat akşam vaktine beş dakika kala orucunu açsa, orucu sahih olur mu? Elbette olmaz. Çünkü orucun açılması için belirli bir zaman var ve bu adam daha fazla aç kaldığı halde, oruç tutmuş olmuyor. Yani oruçtan beklenen hikmet daha fazla yerine gelmiş, fakat Allah’ın izin vermediği bir zamanda açtığı için oruç yerine gelmemektedir.

İşte İslam'ın tüm emir ve yasaklarına bu şekilde bakmamız gerekir. Yani Allah böyle emretmiş veya böyle yasakladığı için bunu yapıyoruz. Bunun hikmetleri elbette vardır. Ve bu hikmetler elbette araştırılır. Bu da bir ilim ve ibadettir. Ama hikmetler ve faydalar kesinlikle asıl değil, ayrıntıdır.

Müslüman Kadının Giyim Şekli:

Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli, ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesi, açık kalmamasıdır. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve avret yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şeriflerin meali şöyledir:

Hz. Âişe (r.anha)'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma bir gün Peygamberimiz (asm)'in huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (asm.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ya Esma, bir kadın büluğ çağına erince -yüzünü ve ellerini göstererek- bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz."1

Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a) tarafından bir rivayette Peygamberimiz (asm), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler.2

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe (r.anha) başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı."3

Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur.4

İmam Serahsî bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, "Giyindiği halde açık" olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der:

"Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz."5

Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Bu mesele Halebî-i Sağir'de şöyle belirtilir:

"Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da, uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hale gelse), bu durumda örtünme hasıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur."6

Mesele diğer mezheplerde de aynı şekilde ifade edilir. Mâliki mezhebinin görüşü şöyledir:

Elbise şeffaf olur, cildin rengini hemen belli ederse, bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir. İnce ve dar olduğu için azanın şeklini belli eden elbiseyi giymek de mekruhtur. Çünkü bu bir şahsiyetsizlik sayılır ve selef ulemasının giyim tarzına muhalif hareket edilmiş olunur.7

Hanbelî mezhebinin görüşü ise şu şekildedir:

Vacip olan örtünme, cildin rengini belli etmeyecek şekildeki örtünmedir. Eğer giyilen elbise cildin rengini belli edecek tarzda ince olur da bedenin beyazlık ve kırmızılığı görünürse, namaz caiz olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmiş olmaz. Şayet rengini örter de, hacmini belli ederse, namaz caiz olur. Çünkü örtü kalın da olsa bundan kaçınmak mümkün değildir.

Şafiî mezhebinin görüşü ise şöyledir:

Vacip olan, cildin rengini belli etmeyecek elbiseleri giyinmektir. İnceliğinden dolayı cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek caiz olmaz. Çünkü böyle bir elbise ile tesettür gerçekleşmiş olmaz. Yani, inceliğinden dolayı cildin beyazlığını veya siyahlığını gösteren elbise tesettür için kâfi gelmez. Yine, elbise kalın olsa da, dokunuşu itibariyle altından avret yerlerinin bir kısmını gösterse yine yeterli şekilde örtünme sağlanmamış olur. Diz kapakları ve uyluklar gibi bedenin incelik ve kalınlığını belli eden bir elbise ile kılınan namaz sahihtir, çünkü tesettür sağlanmış demektir. Fakat azaları belli etmeyecek şekilde bir örtü kullanmak müstehaptır.

Bütün bu nakillerden şöyle bir neticeye varmak mümkündündür:

Kadının yabancı erkeklerin yanında giymiş olduğu tenin rengini belli edecek ve gösterecek şekilde ince ise, bununla örtünme gerçekleşmiş olmayacağından giyilmesi caiz olmaz. Bu giyecek, bir elbise, gömlek ve etek olduğu gibi, başörtüsü ve çorap da olabilir. Fakat gerek çorap olsun, gerekse başörtüsü ve diğer giyecekler olsun kalın oluyor da, altını göstermiyorsa böyle bir elbisenin giyilmesi caizdir. Çünkü çorap ve başörtüsü ne kadar kalın olursa olsun mutlaka bacağın ve başın şeklini belli edecektir. Fakat vücudun azalarını iyice belli edecek şekilde giyilen dar pantolon ve dar gömlekle namaz sahih olsa da, bakanların dikkatini çekip tahrik edeceğinden, meşru görülmez. Merhum İbn-i Âbidin de eserinde bu hususa işaret etmektedir.10

Dipnotlar:

1.Ebû Dâvud, Libas:31.
2.Müslim, Libas.-125.
3.Muvatta', Libas:4
4.Beyhakî. Sünen, 2:235
5.el-Mebsût, 10:155.
6.Halebî-i Sağır, s.141. l.Menânü'l-Celü, 1:136
8.İbni Kudâme. el-Muğnî, 1:337.
9.Afeaeıtf. el-Mecmû, 3:170-172.
10.Reddü'l-Muhtar, 5:238.

(Mehmed Paksu, Kadın Evlilik ve Aile)

23 Müslüman kadınların elbiselerinin renkleri ve giyimleri hakkında bilgi verir misiniz?

Kadının örtüsünün şekli, rengi ve diğer konularda net bir şey söylemek zordur. Bu açıdan bazı bilgiler vermeyi ve ona göre değerlendirmeyi uygun görüyoruz:

Tesettürün, Rabbimiz ve Rasûlullâh (asm) katında ne kadar önemli bir emir olduğunu âyetler ve hadîs-i şerifler ışığında hatırlamanın faydalı olacağını düşünüyoruz:

"Ey Ademoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir giysi, bir de giyip süsleneceğiniz bir giysi indirdik. Takva örtüsü ise daha hayırlıdır." (A'raf, 7/26)

Bu âyet-i kerîmenin de dikkat çektiği üzere giysi, takvâ ile meczolunmalıdır.

"Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zînet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnâdır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar… Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler! Hepiniz Allâh'a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız." (Nûr, 24/31)

Kadınların ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında, normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Bu husustaki âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allâh çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir." (Ahzâb, 33/59)

Allah Rasûlü'nün İkazları

Örtünme ile ilgili bu âyetler inzâl oldukça, Allâh Rasûlü (asm) de en yakınlarından başlayarak, bu âyetlerde kastedilen örtünmenin şeklini tarif ve tebliğ etmiş; kendi hanımlarını, kızlarını ve bütün müminlerin hanımlarını, Allâh'ın murâdına uygun örtünme hususunda yetiştirmiştir. Bu hususta pek çok fiilî örnek bulunmakla beraber, biz burada birkaç tanesiyle yetinmek istiyoruz:

Hazret-i Âişe'nin rivâyetine göre, bir gün Hazret-i Ebû Bekir'in kızı (Hazret-i Âişe'nin kız kardeşi) Esmâ, ince bir elbise ile Allâh Rasûlü'nün huzuruna girmişti. Rasûlullâh (asm) yüzünü başka tarafa çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ey Esmâ! Şüphesiz kadın erginlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir."

Hazret-i Peygamber bunu söylerken, yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti." (Ebu Davûd, Libâs, 31)

Temimoğulları kabilesinden birtakım kadınlar, Hazret-i Âişe'yi ziyarete gelmişlerdi. Üstlerinde ince giysiler vardı. Hazret-i Âişe, onlara ikaz mâhiyetinde şöyle dedi:

"Eğer sizler müminler iseniz, bunlar inanmış hanımların giysileri değildir. Eğer mümin değilseniz o zaman durum değişir."

Yine bir gün onun huzuruna, ince başörtülü bir gelin getirilmişti. Bunun üzerine O şöyle dedi:

"Nûr sûresine inanan bir kadın böyle örtünmez." (El-Kurtubî, El-Cami', XIV/157)

Peygamberimiz (asm), ashâb-ı kirâmdan birine Mısır'da dokunmuş keten bir kumaş vermiş ve yarısından kendine gömlek diktirmesini, diğer yarısından ise hanımının giysi yapmasını istemiştir. Ancak daha sonra şöyle buyurmuştur:

"Hanımına git ve söyle: Altına bir gömlek diksin. Çünkü vücut şeklinin ortaya çıkmasından korkarım." (El Kurtubî, El Cami', XIV/156)

Hazret-i Peygamber (asm), Müslüman kadınların ibadetlerini îfâ ederken dikkat etmesi gereken bir hususa da dikkat çekmişlerdir:

"Allâh Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez." (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV/151)

Yine ümmetinin iffet, hayâ ve namusunu korumaya yönelik, Allâh Rasûlü'nün şu hadîs-i şerifleri, bilhassa bugünler çok ikaz edicidir:

"Ümmetimin son dönemlerinde giyimli, fakat çıplak birtakım kadınlar olacaktır. Bunların başlarının üstü deve hörgücü gibi bulunacaktır. Ancak onlar cennete giremez, cennetin kokusunu bile alamazlar." (Ebu Davud Libas 125, Cennet 52)

"Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve koku ulaşsın diye bir topluluğun yanına uğrarsa, zinaya bir adım atmış olur." (Tirmizi, Edeb, 35; Nesâî, Zîne, 35)

"Kadınlardan erkeklere benzeyenlerle; erkeklerden kadınlara benzeyenler bizden değildir." (Buhârî, Libas, 61)

Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, gayet açık ve net bir şekilde Müslüman kadının giyim tarzını beyân etmektedir.

* * *

Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesidir. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve namahrem yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şeriflerin meali şöyledir: Hz. Aişe'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma bir gün Peygamberimiz (asm)'in huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (a.s.m.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ya Esma, bir kadın buluğ çağına erince (yüzünü ve ellerini göstererek) bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz."(Ebû Dâvud, Libas:31)

Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.) tarafından bir rivayette Peygamberimiz (asm), giyindiği halde açık olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların cehennemlik olduklarını, cennetin kokusunu bile alamayacaklarını bildirirler.(Müslim, Libas,125) Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Aişe'nin huzuruna girdi. Hz. Aişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı." (Muvatta', Libas, 4)

Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur.(Beyhakî, Sünen, II/235)

İmam Serahsi bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, "Giyindiği halde açık" olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der:

"Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helal olmaz." (el-Mebsût, X/155)

Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Bu mesele Halebî-i Sağir'de şöyle belirtilir:

"Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da, uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hâle gelse), bu durumda örtünme hasıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur." (Halebî-i Sağır, s.141. l. Menânü'l-Celü, I/136)

Mesele diğer mezheplerde de aynı şekilde ifade edilir. Mâliki mezhebinin görüşü şöyledir:

Elbise şeffaf olur, cildin rengini hemen belli ederse, bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir. İnce ve dar olduğu için azanın şeklini belli eden elbiseyi giymek de mekruhtur. Çünkü bu bir şahsiyetsizlik sayılır ve selef ulemasının giyim tarzına muhalif hareket edilmiş olunur.(İbni Kudâme. el-Muğnî, I/337)

Hanbelî mezhebinin görüşü ise şu şekildedir:

Vacip olan örtünme, cildin rengini belli etmeyecek şekildeki örtünmedir. Eğer giyilen elbise cildin rengini belli edecek tarzda ince olur da bedenin beyazlık ve kırmızılığı görünürse, namaz caiz olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmiş olmaz. Şayet rengini örter de, hacmini belli ederse namaz caiz olur. Çünkü örtü kalın da olsa bundan kaçınmak mümkün değildir. (Nevevi, el-Mecmû, III/170-172)

Şafiî mezhebinin görüşü ise şöyledir:

Vacip olan, cildin rengini belli etmeyecek elbiseleri giyinmektir. İnceliğinden dolayı cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek caiz olmaz. Çünkü böyle bir elbise ile tesettür gerçekleşmiş olmaz. Yani, inceliğinden dolayı cildin beyazlığını veya siyahlığını gösteren elbise tesettür için kâfi gelmez. Yine, elbise kalın olsa da, dokunuşu itibariyle altından avret yerlerinin bir kısmını gösterse, yine yeterli şekilde örtünme sağlanmamış olur. Diz kapakları ve uyluklar gibi bedenin incelik ve kalınlığını belli eden bir elbise ile kılınan namaz sahihtir, çünkü tesettür sağlanmış demektir. Fakat azaları belli etmeyecek şekilde bir örtü kullanmak müstehaptır.

Bütün bu nakillerden şöyle bir neticeye varmak mümkündündür:

Kadının, yabancı erkeklerin yanında giymiş olduğu tenin rengini belli edecek ve gösterecek şekilde ince ise, bununla örtünme gerçekleşmiş olmayacağından giyilmesi caiz olmaz. Bu giyecek, bir elbise, gömlek ve etek olduğu gibi, başörtüsü ve çorap da olabilir. Fakat gerek çorap olsun, gerekse başörtüsü ve diğer giyecekler olsun kalın oluyor da, altını göstermiyorsa böyle bir elbisenin giyilmesi caizdir. Çünkü çorap ve başörtüsü ne kadar kalın olursa olsun mutlaka bacağın ve başın şeklini belli edecektir. Fakat vücudun azalarını iyice belli edecek şekilde giyilen dar pantolon ve dar gömlekle namaz sahih olsa da, bakanların dikkatini çekip tahrik edeceğinden meşru görülmez. Merhum İbn-i Âbidin de eserinde bu hususa işaret etmektedir. (Reddü'l-Muhtar, V/238)

(Mehmet PAKSU)

* * *

Tesettürde Dikkat Edilecek Hususlar

Sokaklarda bir çok Müslüman hanım görüyor ve şaşırıyoruz. Bir çok giyim şeklinin sınırları zorladığına, hatta tesettür emrinin hikmetinin tam aksine, "dikkatleri üzerine çeken bir câzibe sebebi" olduğuna şâhid oluyoruz. Bu hususta yapılan yanlış uygulamaları ve hatalarımızı belli başlı maddeler hâlinde ele alarak, birbirimizi uyarmanın mühim bir vazifemiz olduğunu düşünüyorum.

1. Manto ve Pardesüler:

Şeffaf, dar, bele doğru daralan, uzun yırtmaçlı, parlak deriden imal edilmiş, çok süslü ve desenli, önü açık veya düğmelenmeyen manto veya pardesüler... Örtünmenin amacı, vücut hatlarını belli etmemek ve cazibeyi gizlemek olduğu hâlde bu çeşit pardesü veya mantolar, bu gâyenin dışına çıkmakta ve tesettür emri ihlal edilmektedir.

2. Etek, Gömlek ve Tişörtler

Yukarıdaki âyet ve hadislerin zıddı şekilde "dar, içini gösteren veya vücuda yapışan" tipte etek, gömlek veya tişörtler, özellikle ışık vurunca tesettürü mânasız kılmaktadır. Böylece bütün dikkatleri üzerine toplamaktadır. Uzun yırtmaçlı etekler, bazen diz kapağına kadar çıkabilmektedir.

Hadislerde "sadece el ve yüz açık kalabilir" buyurulmakta iken, mahremleri dışındakilerin yanında kısa kollu, hatta cezb edici dantelli elbiseler giymek, İslâm'ın rûhuna zıttır.

3. Pantolon

Son yıllarda Müslüman hanımlar arasında yaygınlaşan pantolon, "erkeğe benzemek" yönüyle, Peygamber Efendimiz (asm) tarafından reddedilmiştir. Bazen yarım pardesü, bazen gömlek veya bluz altına giyilen pantolon, vücut hatlarını belli ederek ve erkek kıyâfeti olması sebebiyle tesettürün ruhunu zedelemektedir. Ancak, beden hatlarını belli etmeyecek genişlikteki pantolonun üzerine üst kısmı örten bir şey giyiliyorsa artık bunun erkek giyimi olduğunu düşünmemek gerekir.

Çocuklarımızı nasıl küçük yaşlardan itibaren namaza alıştırıyorsak, tesettür hassâsiyetine de alıştırmalıyız.

4. Başörtüsü

* Aşırı süslü, şeffaf, göz alıcı renkte ve yaldızlı başörtüsü: Örtünmenin hedefi "dikkat çekmemek" olduğu hâlde, bu tür başörtüler dikkatleri üzerine toplamaktadır. Şeffaf olanlar, içini göstererek hadislere açık bir muhalefet teşkil etmektedir.

* Boynu ve -baştan arkaya kayarak- saçı tam örtmeyen başörtüsü: Yalnız çene altından veya enseden bir düğüm atılınca, boyun açık kalmakta ve âyette geçen "Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar." emri terk edilmektedir. Altına tülbent takılmayan ve sağlam bağlanmayan başörtüleri de saçın bir bölümünü açıkta bırakmakta ve Rabbimizin emri ihlâl edilmiş olmaktadır.

* Pardesü ve elbisenin içinde bırakılmak veya ense üzerinde düğümlenerek sıktırılmak suretiyle, saçın şeklini ortaya çıkaran başörtüsü: Hadislerde geçen "deve hörgücü" tabirine benzeyen bu şekiller, dikkat çekici olarak örtünmenin amacını tehlikeye düşürmektedir.

5. Çoraplar

İnce, dantelli, desenli veya şeffaf çoraplar, pardesünün altında kalan kısımları tesettür ölçüsünün dışında bırakmaktadır. Tesettür, tenin görünmemesini amaçlarken ince çorap tesettür sağlamamakta ve Rabbimizin emrine uyulmamış olunmaktadır.

6. Bazı Aksesuar ve Teferruat Hataları

- Nakışlı eşarp altı alın süsleri,
- Aşırı süslü, dikkat çekici, uzun topuklu ve yüksek tabanlı ayakkabılar.
- Parlak renkli gösterişli çantalar,
- Tıbbî zorunluluğu olmayan süslü güneş gözlükleri,
- Aşırı parfüm ve cazibeli makyaj,
- Sandalet tipi dikkat çekici ayakkabılar,
- Gurur ve kibre sebep olacak markalı giysiler...

Günümüz insanı bir çok dış tesirin hücumu altındadır. Medya, çevre ve nefsinin taarruzları karşısında, sağlam bir kalb yapısı bulunmayan Müslümanın, inandığı değerlerinin yara alması kaçınılmazdır. Kalbde başlayan bu hastalıklar daha sonra dışına da tesir ederek "ne yapalım, zaman bunu gerektiriyor, Allah affeder" aldatmacasına insanları sığındırmakta ve İslâm'ın emirlerini ihlal ettirmektedir.

Her geçen yıl tesettür husûsunda zaafların arttığına şahit olmaktayız. Yıllar önce hiç rastlamadığımız veya bu bir tesettür şekli diyemeyeceğimiz elbiseler, şimdilerde bizlere gayet normal gelmektedir. Yarım pardesüler, ince çoraplar, boyundan bağlanmış sıkı başörtüler, önü açık pardesüler, vb. her sene yeni icatlar karşımıza çıkmaktadır. Bunlarda en büyük mesuliyet, defileler düzenleyerek tesettür giyimine ticârî noktadan yaklaşan bazı büyük mağazalar ve bunları giyerek emsâl olan hanımlardır.

Diğer tarafta bütün bunlara bakarak, İslam'ın tesettür emrini, yalnızca şekil ve renkten ibaret olarak anlayıp uygulamak da yanlıştır. Zira İslâm genel ölçüleri belirlemekle birlikte, bunun tatbikâtını o genel ölçüleri ihmal etmemek şartıyla, iklim, kültür ve insanların tercihlerine bırakmıştır. Bu sebeple tarih boyunca değişen çeşitli makul kültürlerin ve coğrafî şartların o toplumların kıyafetlerine yansıması çok tabiîdir. Farklı model ve renkler ve soğuk-sıcak iklimlere göre muhtelif tercihler insanlar tarafından seçilebilir. Ancak, bütün bunlarda asıl olan, daha önce de belirttiğimiz gibi, Rabbimizin sınırlarının titizlikle korunmasıdır. Bu hususta, Rabbimizin hudutlarına gereken dikkat gösterildikten sonra, pek çok farklı renk ve şekilde tesettür tarzı tercih edilebilir.

Şu da unutulmamalıdır ki, insanın güzelliği dışından ziyâde, ruh güzelliği iledir. Neticede dış güzellik, bir gün yok olacak; ama hayâ, imân ve takvâ güzelliği ebediyyen bizimle kalacaktır. Bu yüzden sadece dış güzelliğe ihtimam göstererek, iç güzelliğimizi ihmal etmememiz lazımdır. Evlenirken bile Rasulullah (asm) Efendimiz,

"Kadın dört şeyi için nikahlanır: Malı, güzelliği, soyu ve dini için. Sen dindar olanını tercih et..."

buyurarak, bize asıl güzelliğimizin merkezini işaret etmişlerdir. Rabbimiz de yarın kıyâmette bizlere dış güzelliğimizden değil, dinimizi ne ölçüde yaşayıp yaşayamadığımız hususunda, hesaba çekecektir.

Tabii ki, temiz ve uyumlu şekilde giyinmek şiârımız olacaktır. Bu, zaten dinimizin de emridir. Ama bir Müslüman, bir çok işinde olması gerektiği gibi orta yolu kaybetmemelidir. Dinimizin emirlerini çiğnemek pahasına "gösterişli" giyinerek, dikkat çekme yanlışlığına düşmemelidir. Bizi gören insanlar, bizde İslam'ı görmeli ve takdir etmelidirler.

Kur'ân-ı Kerîm'de Allâh'ın sınırlarını koruyan, iffetine dikkat eden kadınların, âhirette daha güzeliyle mükafatlandırılacağı ifade edilmektedir. Âyetlerde mümin kadına birer nîmet ve mükafat olarak, cennette atlastan işlenmiş elbiseler, ipekler, inci, altın ve gümüş ziynetlerden bahsedilmektedir. Rabbimiz cennetteki bu nimetleri, sâliha mümin kadınlara vâat etmektedir.

(Tuba ÖZTÜRK, Şebnem Dergisi, Sayı: 4, 2003)

24 Başı açık bayanı fotoğrafta görmek, kadına günah kazandırır mı?

Fotoğraf gerçek değil resim ve hayal olduğu için, onlara bakmak hakiki kadının vücuduna bakmak gibi haram sayılmaz. Ancak şehvet ile bakan bir kimse için haram olur. İbn Hacer Heytemî ile Şirvanî şöyle diyorlar:

Aynada veya suda görünen kadın görüntüsüne bakmak haram değildir. Ancak fitneye vesile olduğu takdirde haram olur. (Tuhfetü'l-Muhtâç ve Şirvâni, c. 7, s. 192; Halil Gönenç, günümüz meselelerine fetvalar – 2, s: 167)

Tesettüre girdikten sonra hayatında çok ciddî değişiklikler yapma heyecanı içinde olan hanımlar, önceki serbest hayatında geçirmiş oldukları birtakım hata ve yanlışlıklarını telâfi yollarını aramaktadırlar. Daha önce giymiş olduğu elbiselerden, evinde kullandığı eşyalara, dostluk kurduğu kişilerden okuduğu dergi, kitap ve gazetelere varıncaya kadar hayatında pekçok değişikliklere girmektedir. Bu değişiklikler “öncekilerin” ne yapılacağı hususunu gündeme getiriyor. İşte bunlardan biri de açıkken çekilen resimler, fotoğraflardır.

Bu yanlışlığın telâfisi hem kolay, hem de zordur. Kolay olan, kendi elinizde ve evinizde olan resimler. Bunları kendi yakınlarınızın dışındaki erkeklere göstermemeli. Yakınlar derken mahrem olan erkekleri kastediyoruz. Bu resimlerden bir kısmı da akraba ve tanıdıkların albümünde yer almaktadır. Şayet mümkünse bunların iadesini istemeli, almaya çalışmalı, yahut nâmahremlere göstermemesi için ricada bulunmalıdır.

(Mehmed Paksu - Aileye Özel Fetvalar)

25 Kız çocukları kaç yaşından itibaren örtünmeleri gerekir?

İnsanların hayır ile şerri, hak ile bâtılı ayırt edebilmeleri bâliğ olduktan sonra mümkün olduğundan, Rabbimiz mahşerde dünya hayatımızın çocukluk devresinden hesap sormamakta, ancak bâliğ olduktan sonraki günlerimizden başlayarak namaz, oruç gibi ibadet mükellefiyetlerimizi suâl etmektedir. Böylece dinî mükellefiyetlerimiz bülûğ çağından sonra başlamış olmaktadır. Şu kadar var ki, bülûğ zamanı tarih olarak kesin değildir. Erkek on iki(12), kız dokuz(9) yaşından başlayarak, on beş(15) yaşlarına varıncaya kadar geçen her ay ve günde büluğa erme hissi teşekkül edebilir.

Erkekte ihtilâm olma, kızda ise ay hâli görme şeklinde kendini gösteren bu beşerî ve cinsî hissin başladığı günden itibaren, mükellefiyetlerin her biri ayrı ayrı amel defterine ya “yerine getirdi” ya da “getirmedi” şeklinde yazılır.

Bu hususta Kur’an-ı Kerim'de iki ayet mevcuttur. Bu ayetlerde Cenab-ı Hak gayet açık bir şekilde mealen şöyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.”(1)

“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar, zinetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler.”(2)

Ayetlerde, mü’min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor. Fakat şu mealdeki hadis-i şerif ayetleri tefsir ediyor. Peygamberimiz (asm.) baldızı Hz. Esma’ya hitaben,

“Ey Esma! Bir kadın âdet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir.”(3)

Demek ki, büluğ çağına gelmiş olan Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah’ın hem de Peygamber (asm)'in emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayndır; açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır. Allah ve Resulü'nün emrini dinlemediği için günahkar olmakta büyük bir mes’uliyet altına girer. Günahkâr olan kimse, bu günahından kurtulmak için tövbe istiğfar eder, Allah’tan affını diler.

“Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar. İşte onların mükafatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altında ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükafatı ne güzeldir.”(4)

Demek ki, bir tevbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır. Bu husustaki bir hadisin meali şöyle:

“Mümin bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah’tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur’an'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu manadadır.”(5)

“Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır.” sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki:

Bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevi tehlikelere sürükler. Günahın uhrevi bir cezasının olmayacağına inanmaya, hatta cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider.(6)

Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın telkinlerine kanmamak için, bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir.

Dipnotlar:

1) Ahzab, 33/59,
2) Nur, 24/31,
3) Ebu Davut, Libas 33,
4) Al-i İmran, 3/135-136,
5) İbn-i Mace Zühd 29,
6) Lem'alar s.7, Mesnev-i Nuriye, s.115.

26 Başörtüsünün örtülme / takılma şekli nasıldır ve nasıl giyinmeliyiz? Başörtümüz omuzlarımıza kadar düşmesi gerekli mi?

Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah'ın hem de Peygamber (asm)'in emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayındır. Açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır.

Cahiliye devrinde başörtüsü vardı. Ancak enselerine bağlar ve arkaya bırakırlardı. Yakaları önden açılır, gerdanları ve boyunları görünürdü. İşte bu durumu düzeltmek için ayet-i kerime, “Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar.” buyurmuştur.

Bu örtünün şekli ve biçimi ise önce açık yer kalmayacak şekilde başı, boyun ve gerdanlığı örtmektir. Sonra da ince ve çekici olmayan bir örtüyü kullanmaktır. Mutlaka şu ölçüde ve şöyle olmalıdır demek doğru değildir. (bk. Hamdi YAZIR, Hak Dini, Nur Suresi 31. Ayetin Tefsiri)

Buna göre başörtüsünü yakaların üzerinden örtmenin hikmeti; boyun, gerdan ve göğsün örtülmesini sağlamaktır.

Esas olan kadının vücudunu örtmesidir. Bu bakımdan başörtüsü omuzların üzerine indirilebileceği gibi, pardösünün içine de sokulabilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tesettür ve Türban Özel Dosyası 

27 Kadın eniştesinin yanında baş açık durabilir mi? Eniştem bana mahrem midir; saçımı onun yanında açabilir miyim?

Enişte, esasen kız kardeşinizin kocası demektir; o sizin enişteniz, siz de onun baldızı oluyorsunuz. Enişte ile baldız arasında sıhriyet yönünden, yani evlilikten dolayı geçici bir mahremiyet vardır. Yani bir insan iki kız kardeşi aynı anda nikâhı altına alamayacağına göre, sadece evliliğin caiz olmaması yönünden bir mahremiyet, bir sınırlılık vardır. Bunun ötesinde bir erkek baldızıyla yalnız başlarına yolculuk yapmayacağı gibi, kapalı bir mekânda veya kimsenin göremeyeceği açık bir yerde başbaşa da kalamazlar.

Bunun yanında tokalaşmaları ve ellerini öpmeleri de caiz değildir. Konuşmalarına gelince, o ayrı bir husus. Edebine, haya ve iffetine dikkat ettikten sonra, fitne ve günaha sebep olmayacak bir şekilde görüşmelerinde ve konuşmalarında bir mahzurdan söz edilmez. Zaten aile olarak zaman zaman bir araya gelme, gidip gelme, oturup kalkma gibi birliktelikler olabilmektedir.

Buna göre onun yanında el ve yüzünüzün dışında örtülü olmalısınız. Bunun ölçüsünü Peygamberimiz (asm)'den alıyoruz.

Hz. Âişe validemizin anlattığına göre, birgün kız kardeşi Esma, tenini gösterecek kadar şeffaf bir elbise ile Peygamberimizin (a.s.m.) huzuruna girer. Peygamberimiz (a.s.m.) hemen yüzünü bir tarafa çevirir ve baldızına şöyle der:

"Ey Esma! Bir kadın buluğ çağına erince, vücudunun şu ve şu yerinden başkasının görünmesi doğru değildir." buyurur ve yüzüyle ellerini gösterir.(Ebû Dâvud. Libas: 32)

Teyzenizin veya halanızın kocaları da eniştenizdir. Bunlar da hükmen aynen kız kardeşinizin kocası gibidir. Kız kardeşinizin kocası olan eniştenizle olan sınırlamalar, bunlar için de geçerlidir. Yani siz hayatta bulunduğunuz ve boşanmadığınız süre içinde beyiniz teyze ve halalarınızla, onların beyleri de sizinle evlenemezler.

Bunların haricinde gerek sizin amca ve dayılarınızın kızlarının beyleri, gerekse kocanızın amca ve dayılarının kızlarının beyleri de size yabancıdır, tamamen nâmahremdirler. Enişteleriniz gibi geçici mahremiyet değil, kalıcı nâmahremlik mevcuttur.

(Mehmed Paksu, Aileye Özel Fetvalar, Nesil Yayınları, 3. Baskı, Mart 1999, s. 158-159)

28 Çarşaf giymek farz mıdır? Bir cemaate mensup olmak şart mıdır? Henüz yeni kapandım, eşim uzun siyah pardösü ya da buna benzer şeyler giymeme kızıyor. Ben hem eşimi hem de Allah'ı kırmak istemiyorum...

Tesettür farzdır;  ancak çarşaf giymek farz değildir. Pardesü ile de tesettür sağlanabilir, illa da çarşaf giyilecek diye bir şey yoktur.

Bir hocaya bağlanmak gibi bir mecburiyet bulunmamaktadır. Kişi güvenilir kaynaklardan İslamiyeti öğrenip yaşayabilir. İlla da bir cemaate, bir hocaya bağlanmak gibi bir mecburiyet söz konusu olamaz.

Ancak bir cemaat içerisinde bulunmanın da faydaları vardır. Bir cemaat içinde bulunmak kişinin İslamı yaşamasını kolaylaştırır; otokontrol sağlar, manevi kuvvet ve destek olur...

İlave bilgi için tıklayınız:

Çarşafla mı yoksa manto (pardösü) ile mi tesettür sağlanmış olur?..

Bir insanın cenneti kazanması için mutlaka tarikate veya cemaate mensup olması gerekli midir?...

Cemaatler? Bu gibi müesseseler islamda gerekli mi yoksa Kitap tek, Peygamber tek diye böyle şeylere kalkışmamak mı gerekir?

29 Kadınların pantolon giyinmesi caiz mi?

Konuya farklı açılardan bakanlar farklı hükümler verebilirler. Her açının kendine göre hükmü olması da mümkündür. Biz de arz edeceğimiz açılardan bakacak, kendi görüşümüzü netleştirmeye çalışacağız. Takdir size aittir. Uygun bulursunuz yahut da yanlış telakki edersiniz. İkisi de mümkündür.

Bugün giyim kuşamda tam bir karmaşa yaşanmaktadır. Ne erkek ne de kadın giyimi geçmişteki gibi net ve tam ayrılmış değildir.

Gerçekten de hanımların giyim kuşamında birinci ölçü tesettür ise, ikincisi de erkek giyimi olmaması, erkek giyimine benzememesidir. Efendimiz (asm)'in ikazı da bunu açıkça ifade etmektedir.

"Erkeklerden kadın giysisi, kadınlardan da erkek giysisi giyerek karşı cinse benzeyenlere..." (bk. Buhari nr:5751; Ebu Davut nr:4098, Ahmet b. Hambel nr:3149, Nesei nr:9161)

diye başlayan hadiste lanet bedduası vardır.

Bu ikazı unutmayan hanımlar, giyimlerinde birinci olarak tesettürü esas aldıkları gibi, ikinci olarak da erkeğe benzememeyi esas alırlar. Kimliklerini korumak isterler.

Toplumun böyle bir kimlik korumasına ihtiyacı da kesindir. Cinsiyet karışımı söz konusu olacak nerdeyse.

Ancak bugün erkek giyimi eskisi kadar kesin belirlenmiş değildir. Pantolon artık sadece erkek giyimi olmaktan çıkıp kadınların da büyük ölçüde giyimi haline gelmiştir.

Nitekim Suudi Arabistanlı erkeklerin de kadın giyimine benzeyen entarilerle dolaştıkları bilinmektedir. Demek ki sabit bir erkek giyimi, tartışmasız mevcut değildir.

Bize göre bugün kadının giydiği pantolonun erkek giyimi olmasından önce, dar olup olmadığı, üzerini örten bir başka şeyin giyilip giyilmediği esas alınarak konuya bakılmalıdır.

Beden hatlarını belli etmeyecek genişlikteki pantolonun üzerine üst kısmı örten bir şey giyiliyorsa, artık bunun erkek giyimi olduğunu düşünmemek gerekir. Çünkü tesettürü daha iyi sağlamak özelliği söz konusudur.

Pantolon üzerine giyilen elbisenin ayaklara kadar inmesi tercih edilmelidir. Ancak giyilen pantolon dar değilse diz kapaklarına inen bir örtü giymek de yeterlidir. Bununla beraber kadın, tesettüründe takvayı esas almasına dikkat etmelidir.

Kadının pantolon giyinmesi Peygamberimiz (asm) döneminde de vuku bulmuştur. Nitekim Efendimiz aleyhisselam İmam-ı Ali ile (Baki) mezarlığında iken yan yoldan bir kadının, bindiği eşek üzerinde giderken yağışlı hava sebebiyle ayağı kayan eşekten düştüğü görülür. Derhal yüzünü başka tarafa dönen Efendimize:

"Kadın sirval giymiş, bir yeri açılmadı!" derler.

Bunun üzerine Efendimizin (asm), bindiği eşekten düştüğü hâlde bir yerinin açılmasını önleyen sirvali giyen hanımlara dua ettiği duyulur.

Bu anlayış içinde pantolona baktığımızda üzerinde bir giyim olması halinde Efendimizin (asm) duasına mazhar olan bir giyim şekli dolduğunu düşünmek yanlış olmasa gerektir.

Çünkü geniş pantolonun da arabaya binip inerken, merdivenden inip çıkarken, sirval gibi tesettürü temin ettiği bilinmektedir.

Nitekim siyerde Efendimizin (asm) sirval satın aldığı kaydı da vardır. Bizzat kendisinin giydiği görülmediğine göre, yakınlarına hediye etmek için almıştır diye düşünmek de mümkündür.

Sirval, Anadolu hanımlarının vücut hatlarını belli etmeyecek bollukta giydikleri şalvarı hatırlatıyor insana. Bu kadar bolluktaki şalvardan kimsenin şikayeti de olmamaktadır. Biz konuya böyle bakmaktayız.

Siz bu bakışı zorlaştırıcı da bulabilirsiniz, kolaylaştırıcı da görebilirsiniz. Bu biraz da sizin içinde bulunduğunuz şartlar ve kendi ruh halinizle ilgili olabilir. 

30 Transparan (içini gösteren) ve dar giyimle tesettür olur mu?

TRANSPARAN GİYİMLE TESETTÜR OLUR MU?

Önce bir temel hususa işaret etmek istiyorum. Sonra konunun ayrıntısına geçeceğim. Şöyle ki:

İnsan bir doğruyu tatbik edemeyebilir. Yanlışı yaşıyor olabilir. Burada çok önemli olan nokta, yaşadığı yanlışı savunmak değil, doğruyu itiraf etmektir.

Böyle olursa durumunu çok daha kötüye gitmekten kurtarmış olur. Yanlışı savunma yerine doğruyu itiraf etmek gibi bir faziletin sahibi olur. İnancını kurtarır.

Şayet “Ben yanlışı yaşıyorum, öyle ise yaşadığım yanlışı savunayım, doğruyu inkâra yöneleyim” derse, bu defa durum çok kötü olur. Yanlışı yaşayan günahkâr, doğruya inanan mümin olmaktan çıkar; yanlışı savunan, doğruya karşı çıkan inkarcı sıfatıyla baş başa kalabilir. İşte tehlike de buradan doğar. Demek ki insan yaşadığı yanlışı savunmamalı, tatbik edemediği doğruyu da inkar etmemeli. Aksine, bir gün gelecek, ben de o doğruyu tatbik edeceğim diyerek doğruyu itiraf ve kabul etmelidir ki, hiç olmazsa günahkâr bir mü’min olarak kalsın, küfre meyleden bir inkârcı durumuna düşmesin.

Zaten şu anda doğruların tümünü de nefsinde tatbik edenimizin sayısı çok değildir. Hepimizin eksik ve kusurlarımız vardır ve biz bunun itirafı içinde Rabb’imizden af niyaz ediyor, bir gün eksiklerimizi de telafi etme niyet ve azmimizi koruyoruz. Bu anlayış içinde hanımlar olarak giyim kuşamımıza şöyle bir göz attığımızda, bir hadisin iki kelimesi bizi düşündürmektedir. Efendimiz İlahi rahmetten mahrum bırakacak giyim kuşamdan haber verirken, bu iki kelimeyi kullanmıştır: Kâsiyâtün, âriyâtün!..

Giyinmişler; ama çıplaktırlar. Yani, çıplak gibi tahrik ve teşhirleri söz konusu.

Bu nasıl olabilir?

Ya giyindikleri tümüyle şeffaftır, yani transparandır, altını aynen göstermektedir. Ya da iyice dardır. Bedene yapışmış, vücut hatlarını cinselliği çağıştırarak tümüyle hissettirmektedir.

Bunun doğrusu nasıl olabilir?

Giyilen şey içini göstermez, örttüğü bedenin hatlarını bakanın dikkat ve tecessüsüne sunar hale gelmez; geniş, yani bol ve uzun olur.

Ancak uçları yerlerde sürünecek kadar da uzun olmaz. Çünkü uçları yerlerde sürünecek kadar uzun olan pardösü ve giyimlerde hem kibir işareti vardır, hem de yerdeki pislikleri silip süpürüp götürürken, bakanların tiksinti ve nefretine de sebep olmak söz konusudur. Güzel bir giyimi böyle sevimsiz göstermek ise sevaplı olmasa gerektir.

Burada biz kimsenin giyim kuşamına karışıyor değiliz. Ancak soran okuyucularımızın sorularını da cevapsız bırakmaya hakkımız yoktur. Baştan da ifade ettiğimiz gibi doğruyu bilelim, tatbik etmesek de taraftar olalım. Bir gün yaşayabiliriz diyerek de hakkı kabul etme faziletini gösterelim. İnkâr eden durumuna düşmeyelim. Çünkü yanlışı itirafta bir fazilet vardır. Ama doğruyu inkârda fazilet yoktur. İnkârda küfür kokusu söz konusudur.

Hiç olmazsa iman kurtulmalı, günahkâr da olsa kişi inancını korumalıdır.

Bence giyim kuşam konusunda sözü uzatmaya hiç gerek yoktur. Efendimiz (sav), az ve öz söylemiştir bu konuda:

"Kâsiyâtün, âriyâtün!.."

 Hanımlar giyindikleri halde giyinmemiş gibi olmamalıdır. Yani transparan giysiler içinde tahrikçi, teşhirci görüntüler sergilemekten kaçınmalıdırlar.

Vicdanlara huzur veren giyim, bakanların dikkat ve tahriklerine sebep olmayacak uzunluk ve bolluktaki giyimdir. Talip olanlara arz edeceğimiz ölçü budur. Talip olmayanlar ise elbette dilediklerini tercih edeceklerdir.

Şüphesiz ki, cennet de cehennem de haktır.

Böyle insanlara dua etmek ve onları hakikatı anlatmak özellikle bilinçli kadınların vazifesidir.

(bk. Ahmed ŞAHİN, Yeni Aile İlmihali, Cihan Yayınları)

31 Türbanın dinimizdeki yeri nedir; nasıl örtünmemiz gerekir?

Türban, başörtüsü anlamında kullanılır. Hangi isimle olursa olsun, kadının el ve yüz dışında bütün bedenini örtmesi farzdır.

İlave bilgi ve Türban Dosyası için tıklayınız:

İlk örtünme nasıl başladı?

32 Bir bayanın dış elbisesi nasıl olmalıdır?

Konuya farklı açılardan bakanlar farklı hükümler verebilirler. Her açının kendine göre hükmü olması da mümkündür. Biz de arz edeceğimiz açılardan bakacak, kendi görüşümüzü netleştirmeye çalışacağız. Takdir size aittir. Uygun bulursunuz yahut da yanlış telakki edersiniz. İkisi de mümkündür.

Bugün giyim kuşamda tam bir karmaşa yaşanmaktadır. Ne erkek ne de kadın giyimi geçmişteki gibi net ve tam ayrılmış değildir.

Gerçekten de hanımların giyim kuşamında birinci ölçü tesettür ise, ikincisi de erkek giyimi olmaması, erkek giyimine benzememesidir. Efendimiz (asm)'in ikazı da bunu açıkça ifade etmektedir.

"Erkeklerden kadın giysisi, kadınlardan da erkek giysisi giyerek karşı cinse benzeyenlere..." (bk. Buhari nr:5751; Ebu Davut nr:4098, Ahmet b. Hambel nr:3149, Nesei nr:9161)

diye başlayan hadiste lanet bedduası vardır.

Bu ikazı unutmayan hanımlar, giyimlerinde birinci olarak tesettürü esas aldıkları gibi, ikinci olarak da erkeğe benzememeyi esas alırlar. Kimliklerini korumak isterler.

Toplumun böyle bir kimlik korumasına ihtiyacı da kesindir. Cinsiyet karışımı söz konusu olacak nerdeyse.

Ancak bugün erkek giyimi eskisi kadar kesin belirlenmiş değildir. Pantolon artık sadece erkek giyimi olmaktan çıkıp kadınların da büyük ölçüde giyimi haline gelmiştir.

Nitekim Suudi Arabistanlı erkeklerin de kadın giyimine benzeyen entarilerle dolaştıkları bilinmektedir. Demek ki sabit bir erkek giyimi, tartışmasız mevcut değildir.

Bize göre bugün kadının giydiği pantolonun erkek giyimi olmasından önce, dar olup olmadığı, üzerini örten bir başka şeyin giyilip giyilmediği esas alınarak konuya bakılmalıdır.

Beden hatlarını belli etmeyecek genişlikteki pantolonun üzerine üst kısmı örten bir şey giyiliyorsa, artık bunun erkek giyimi olduğunu düşünmemek gerekir. Çünkü tesettürü daha iyi sağlamak özelliği söz konusudur.

Pantolon üzerine giyilen elbisenin ayaklara kadar inmesi tercih edilmelidir. Ancak giyilen pantolon dar değilse diz kapaklarına inen bir örtü giymek de yeterlidir. Bununla beraber kadın, tesettüründe takvayı esas almasına dikkat etmelidir.

Kadının pantolon giyinmesi Peygamberimiz (asm) döneminde de vuku bulmuştur. Nitekim Efendimiz aleyhisselam İmam-ı Ali ile (Baki) mezarlığında iken yan yoldan bir kadının, bindiği eşek üzerinde giderken yağışlı hava sebebiyle ayağı kayan eşekten düştüğü görülür. Derhal yüzünü başka tarafa dönen Efendimize:

"Kadın sirval giymiş, bir yeri açılmadı!" derler.

Bunun üzerine Efendimizin (asm), bindiği eşekten düştüğü hâlde bir yerinin açılmasını önleyen sirvali giyen hanımlara dua ettiği duyulur.

Bu anlayış içinde pantolona baktığımızda üzerinde bir giyim olması halinde Efendimizin (asm) duasına mazhar olan bir giyim şekli dolduğunu düşünmek yanlış olmasa gerektir.

Çünkü geniş pantolonun da arabaya binip inerken, merdivenden inip çıkarken, sirval gibi tesettürü temin ettiği bilinmektedir.

Nitekim siyerde Efendimizin (asm) sirval satın aldığı kaydı da vardır. Bizzat kendisinin giydiği görülmediğine göre, yakınlarına hediye etmek için almıştır diye düşünmek de mümkündür.

Sirval, Anadolu hanımlarının vücut hatlarını belli etmeyecek bollukta giydikleri şalvarı hatırlatıyor insana. Bu kadar bolluktaki şalvardan kimsenin şikâyeti de olmamaktadır. Biz konuya böyle bakmaktayız.

Siz bu bakışı zorlaştırıcı da bulabilirsiniz, kolaylaştırıcı da görebilirsiniz. Bu biraz da sizin içinde bulunduğunuz şartlar ve kendi ruh halinizle ilgili olabilir.

Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesi, açık kalmamasıdır. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve avret yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Kadının giydiği pantolon dar ve şeffaf değilse üzerine tunik giyerek dışarı çıkabilir.

33 Örtünürken gösterişli kıyafetler giymek günah mı? Kadınlar özellikle de genç kızlar, başörtülerinin içlerine kabarık tutacak şekilde fazladan tülbentler sarıyorlar güzel dursun diye, bunu yapmak günah mıdır?

İslam dini bedenin örtünmesine dair belli ölçüler getirmiştir. Bu ölçülerde kadın ve erkeğin farklı yaratılışları (bedensel ve psikolojik) dikkate alınmıştır. Ahzab Suresi'nin 59. ayeti ile Hz. Peygambere (asm), "...hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar" şeklinde bir "emir" verilmiştir.

Ayet-i kerimenin örtünme emri yalnızca Hz. Peygamberin (asm) hanımlarına ve kızlarına mahsus kılınmamış, bütün mü'min kadınlara şamil edilmiştir. Bu yüzden ayet-i kerime hususi değil, genel niteliktedir ve kural koyucudur. Ayet-i kerimede emirden sonra hikmetler sayılarak "niçin örtünmeli" sorusunun cevabı da verilmiştir. Ayetin devamında kadınların hür ve iffetli olabilmeleri için örtünmelerinin daha hayırlı olduğu buyurulmuştur. Bu yüzden tesettürün kadının özgürlüğünü ve iffetini muhafaza edici bir işlevi olduğu muhakkaktır. Örtünme emrinin özgürlük ve iffete vasıta kılınması bunu doğrulamaktadır.

Kadınların toplum hayatına çıkmalarına herhangi bir yasaklama getirilmemiş, ancak kadınların iffeti muhafaza etmeleri, hür olmaları ve diğer insanların eziyetlerinden korunmaları için "tesettür" emredilmiştir. Tesettürün kadına kazandırdığı bu ahlaki ölçülerin, tesettürün ruhunu oluşturduğu belirtilmelidir. Buna göre tesettür, yalnızca İslami bir kıyafeti değil, İslami ahlak anlayışını da belli etmektedir. Sosyal hayata katılacak olan kadının öncelikle iffetini muhafaza etmesini istemekte ve bu ahlaki refleksi kazanmak için örtünmenin daha uygun ve faziletli olduğu buyurulmaktadır.

Örtünürken dikkat çekici süslenmeler ve kıyafetler tesettür ruhuna uygun düşmeyeceği için, bunlardan kaçınmak gerekir. Kadın namahreme karşı giydiği elbise sade ve gösterişten uzak olmalıdır. Böylece tesettür hakiki anlamda gerçekleşmiş olsun.

34 Kadınların zinetlerini örtmesi ile ilgili ayet-i kerimeyi açıklar mısınız?

"Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle! Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler. Zinet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçileri veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları dışında kimseye göstermesinler. Saklı zinetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki felaha eresiniz." (Nur, 24/31) 

Müminelere de, yani mümin kadınlara da söyle: Gözlerini indirsinler, helal olmayan erkeklere bakmaktan sakınsınlar, zira bakmak, zinanın postacısıdır, derler. Ve avret yerlerini korusunlar, tamamiyle örtüp, zinadan korunsunlar. Ve zinetlerini teşhir etmesinler. Kadının zineti denince örfte, taç, küpe, gerdanlık, bilezik ve benzeri takılar, sürme, kına ve benzerleri ve elbise süsleri gibi şeyler akla geliverir. A'râf Sûresi'nde "Ey Adem oğulları! Her mescide gidişinizde zinetli elbiseler giyin." (A'râf, 7/31) âyetinde zinetin elbise demek olduğu da geçmişti. O halde bu zinetleri açmak bile yasaklanmış olunca, bunların mahalli olan vücudu açmak öncelikle yasaklanmış olur. Yani vücudlarını açmak şöyle dursun, üzerlerindeki zinetleri bile açmasınlar. Bununla birlikte bir kısım âlimler, burada zinetten maksadın, zinetin takıldığı, kullanıldığı yer olduğu fikrini kabul etmişlerdir ki, yüz, sürme ve allık yeri; baş, taç yeri; saç, örgü ve büklüm yeri; kulaklar, küpe yeri; boyun ve göğüs, gerdanlık yeri; el, yüzük ve kına yeri; bilekler, bilezik yeri; pazular, pazubent yeri; baldırlar; halhal yeri; ayaklar da, eller gibi kına yeridir. Bunlardan başka vücudun kısımları da aslında açılmaz. 

Bu âlimlerden bazıları muzaafın hazfi veya zikr-i hâl, irade-i mahal ile "ziynet yeri" takdirinde bir mecaz gözetmiştir. Buna delil olarak da, kadının vücudundan ayrı olduğu zaman o zinetlere normal olarak bakmak ve alıp satmak ittifakla caiz ve mübah olduğunu ifade ve kabul etmişlerdir. Bazıları da yine bu delil ile, kadının asıl zineti, vücudunun güzel yaratılışı, zinet yapmaktan gaye de vücudun süslenmesi olduğunu kabul ederek bu zinetten maksadın, yalnız vücut olduğunu kabul etmişler ve kadınların birçoğu yapmacık zinetten uzak bulunmakla zaten zinetli oldukları halde yaratılış zinetinin zaten hepsinde bulunması ve her kadın bedeninin özünde bir zinet olması, hükmün genelliği hakkını yerine getirme noktasından bu tahsisin bir destekleyicisi olduğunu söylemişler ve buna göre şu mânâyı vermişlerdir: Kadınlar yaratılıştan zinetleri demek olan vücudlarının hiçbir tarafını açmasınlar.

Doğrusu, doğal olan güzelliklere, zinet denilmekten çok "cemal" denilmesi daha yaygın ve zinet tabiri yapma şeylerle süslenen takılarda meşhur ise de

"Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten... aşırı sevgi ile bağlanılan bu gibi şeyler insanlar için bezenip süslendi." (Âl-i İmrân, 3/14)

âyetinin delaletiyle, zinet kavramının yaratılıştan olana da sonradan yapmaya da şâmil olduğunda şüpheye yer yoktur. Zinet ve güzelliğin hakkı da meydana çıkarılmasını kendi sahiplerine tahsis edip başkalarından gizlenmektir.

"Hüsn olsa da vâcibü't-tecellî - Gizler onu Hak nikâb içinde,
Ağyârına gösterir mi hurşîd Didârını hîç o tâb içinde."

"Güzelliğin ortaya çıkması gerekse de, gizler onu,
Hak bir örtü içinde başkasına gösterir mi güneş, yüzünü hiç o parlaklık içinde." 

Ancak görünen kısımları müstesna, O zinetlerden dışa gelen örtülse bile görünmesi doğal olanı, bu hükümden müstesna ve başka bir hükme tabidir ki, bunlar örtünün dış tarafıyla el ve yüz zinetleridir. Çünkü örtünün kendisi de kadının bir zinetidir. Tabiîdir ki, bunun dışı görünecektir. El ve yüzün de, namazda görünmesi adettir. Ebu Davud'un Müsned'inde rivayet edildiği üzere, Peygamber (s.a.v) Hz. Esma'ya "Ya Esma, kadın bülûğa erince ondan görülebilecek olan ancak şudur." buyurmuş ve kendi mübarek yüzüne ve avuç içlerine işaret etmişlerdir. İş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örteceğini örterken bile elin açılması gerekli olduğu gibi ,zarurî olan bakma ve nefes alma sebebiyle yüzün diğerleri gibi örtülmesinde zorluk vardır. Bir de şahitlikte, mahkemede, bir de nikahta yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bundan dolayı zaruretler kendi miktarınca takdir olunmak üzere bunların açılmasında sakınca yoktur. Fakat bunlardan geriye kalanlarının açılması, görülmesi, bakılması haramdır ve nâmahremden örtülmesi gerektir.

Buyruluyor ki ve başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar, başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, göğüslerini açık tutmayıp bu şekilde sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri yerine getirebilecek baş örtüsü kullansınlar.

Tefsircilerin nakline göre cahiliye kadınları da hiç baş örtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açığa çıkardı, zinetleri görünürdü. Demek ki, son zamanlarda asrîlik sayılan açık saçıklık böyle eski bir cahiliye âdeti idi. İslâm böyle açıklığı yasaklayıp baş örtülerinin yakalar üzerine örtülmesini emir ile tesettürü farz kılmıştır.

Görülüyor ki, bu emirde tesettürün yalnız vacib oluşu değil, özel bir şekli de gösterilmiştir ki, kadın edeb ve temizliğinin en güzel ifadesi budur. Görülüyor ki bu emir ev içinde veya dışında diye kayıtlanmamıştır. Bu bakımdan mutlaktır. Ancak görünen istisna edildiği gibi, gizlenen zinetlere bakmanın helal olanları da istisna ile bu tesettürün, yani örtünmenin vacib oluşunun, nâmahreme karşı olduğunu anlatmak için, bu vücubun kuvvetini ve önemini göstermek üzere bir daha tekid ile buyurulmuştur ki, öyle örtsünler ve zinetlerini açmasınlar, açık bırakmasınlar ancak kocalarına veya kendi atalarına, yani babalarına, dedelerine ki amca ile dayı da nikah düşmeyeceğinden bunlara dahildir veya kocalarının atalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi erkek kardeşlerine veya erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına veya kendi kadınlarına; müminlerin kadınları, yani Müslüman kadınlar veya hizmet veya sohbetlerinde özel yeri bulunan kadınlardır.

Demek ki, özelliğini bilip tanımadıkları yabancı kadınlara da açılmaları caiz olmayacaktır. Önceki müfessirlerin çoğunluğu demişlerdir ki; müminlerin kendi kadınları demek, kendi dinlerinde olan Müslüman kadınlar demektir. Bundan dolayı Müslüman kadınları Müslüman olmayan kadınlara açılmamalıdırlar. Fakat bazıları da bunu istihsane hamlederek müminlerin kadınları, hizmet veya sohbetlerinde bulunan gerek Müslüman, gerek Müslüman olmayan kadın cinsi demek olduğunu söylemiştir ki, Fahreddin Râzî buna "mezhep budur" demiştir. Önceki daha ihtiyatlı, bu ise daha uygundur. 

Veya ellerinin altında malik oldukları cariyelerine veya erkeklerden ırbe sahibi olmayan hizmetçilere, yani kadına ihtiyaç duymaz olmuş, şehveti kalmamış salihlerden ihtiyarlar veya bunaklar veya kadın işini bilmez, yalnız yemeklerinin fazlasından yemek için şunun bunun arkasına takılır miskinler güruhu veyahut erkekliği yok, yaratılıştan iktidarsız uşaklar; bunda hadım edilmiş ve mecbûbün, yani erkeklik uzvu kesilmiş olanların da dahil olacağını zannedenler olmuş ise de, Keşşâf Tefsiri'nde ve Ebu Hayyan'da zikredildiği üzere İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine göre bunları istihdam etmek, tutmak, alıp satmak helal olmaz. Bunları tutmak selefin hiçbirinden rivayet edilmiş değildir. Çünkü bunda hadım etme gibi bir kötülüğe düşmeye teşvik vardır. Halbuki hadım etmek haramdır.

Veya henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına. Buraya kadar zikredilen on iki istisnaya da bir dereceye kadar zinetlerini açabilirler.

BİRİNCİSİ: Kocalar için vücutlarının tamamına bakmak helaldir. Çünkü zinetten kasıt onlardır.

İKİNCİSİ: Zikredilen mahremlerine bilinen zinet yerlerinden yüz, el ve ayaklarla, iş ve hizmet anında açılan başını, saçını, kulaklarını, boynunu, kollarını ve inciklerini açabilir. Onların da bunlara bakmaları helaldir. çünkü yakınlıklarından dolayı birarada bulunmaları gerekir. Ve fitne düşünülemez. Fakat karnını ve sırtını göstermek caiz değil, arsızlıktır.

ÜÇÜNCÜSÜ: Erkeğin erkeğe karşı olduğu gibi kadının kadına karşı avreti de göbekten dize kadardır. Geri kalan kısmına bakması caizdir. 

DÖRDÜNCÜSÜ: Erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış, cinsi güçten düşmüş hizmetkârların, etkilenmemek ve fitne düşünülmemek itibariyle bakmaları, mahrem olanların bakmasına benzer. 

BEŞİNCİSİ: Çocuklar mükellef değildir. Ancak anlayış ve idraklerine göre edeb ve terbiye öğretilmesi gerekir. 

ALTINCISI: Bu örtünme emri, esir cariyeler hakkında değil, hür olan Müslüman hanımlar hakkındadır. 

İşte böyle hür kadınların, bu istisna edilmiş kimselerden başkasına zinetlerini göstermemeleri, kendi iffet ve korunmaları ve güzel geçimleri noktasından gayet önemli olduğu gibi, yabancı erkekleri etkilememek, günaha sokmamak, edeb ve iffet telkin etmek noktasından da çok önemli olduğundan, özellikle bu noktayı da düşündürmek ve tesettür emrinin kuvvet ve şumülünü bir daha hatırlatmak üzere, yürüyüş tavırlarının bile düzeltilmesi için buyuruluyor ki: "Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar.", yani baştan ayağa örtündükten sonra yürürken de edeb ve vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sunî veya doğal ziynetler bilinsin diye, bacak oynatıp ayak çalmasınlar, çapkın yürüyüşle dikkat nazarları çekmesinler; çünkü erkekleri tahrik eder, şüphe uyandırır.

Fakat unutulmaması gerekir ki, kadının bu konuda başarısı daha önce erkeklerin iffeti ve görevlerine dikkati ve toplumda olanların gayreti ve özeni ile mütenasip, bunlar da Allah'ın yardımı ile ayakta durabilir. Onun için bu noktada Resulullah (s.a.v)'den bütün Müslümanlara hitap ve erkekleri zikredip kadınları da içine alacak bir şekilde buyuruluyor ki: 

"Ve ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz."

Demek ki bozuk bir toplulukta kurtuluş ümid olunmaz, toplumun bozukluğu da kadınlardan önce erkeklerin kusur ve hatalarındandır. Bundan dolayı başta erkekler olmak üzere erkek dişi bütün müminler imana yaramayan ve cahiliyyet izleri olan kusur ve hatalarından tövbe ile Allah'a dönüp Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler...

(Kaynak: Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili)

35 "Çıplak kadınlar daha aptaldır, çıplaklık zekayı geriletir." İddialarını nasıl değerlendirirsiniz? Niçin tesettür?

Çıplak kadınların daha aptal olduğuna ve çıplaklığın zekayı gerilettiğine dair ilmi bir veri bilmiyoruz. Bu sebeple, ilmi dayanağı olmayan böyle bir hükmü değerlendirmeyi gereksiz buluyoruz.

Tesettür Allah'ın emridir. Müslümanlar, Allah emrettiği için tesettüre göre giyinirler. Yani Müslümanların tesettüre riayet etmesinin sebebi, ileri zekalı olmak değil Allah'ın emrine imtisal etmektir.

Tesettürün sağlık açısından da hikmetleri faydaları olabilir. Ancak örtünmedeki asıl sebep Allah'ın emri olmasıdır. Bazı maneviyatı zayıf insanları teşvik etmek için tesettürün faydalarından da bahsedilebilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Başörtüsünün hükmü nedir? Başı açık gezmek insanı nasıl bir tehlikeye götürür?

Tesettürün hikmetleri nelerdir, tesettür neden gerekli?..

36 İslâm'ın emrettiği kesin bir giyim şekli var mıdır?

İslâm, belli bir giyimi ve kıyafeti emretmez. Mensuplarını belli bir şeklin içine girmeye zorlamaz. Zira, giyim mevsime göre değiştiği gibi, muhite göre de değişebilir. Giyimde, yaşanan iklimin icabı esastır.

Ancak burada İslâm'ın emrettiği bir husus hatırdan çıkarılmamalıdır. Hangi renk, moda ve biçimde giyilirse giyilsin, elbise erkekte ve kadında avret yerini mutlaka örtmeli, bakanları tahrik edecek şekilde dar ve kısa olmamalıdır.

Avret, kadında (el yüz hariç) bedenin tümüdür. Erkekte ise diz kapakla göbek arasıdır. Bütün Müslümanların giyiminde bu vasıf bulunacak, avret yerini mutlaka örtecektir. Bu tesettürü temin eden bütün giyimleri İslâmiyet kabul eder.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tesettür ve Türban Özel Dosyası...

37 Bayan tesettür mayo ile denize girebilir mi?

Erkeklerin bulunduğu bir plajda tesettür mayo ile de olsa kadınların yüzmesi doğru değildir. Her ne kadar vucudu örtse de tesettürü sağlamayacağı için doğru değildir. Ayrıca kendisinin bakması haram kimseler bulunmaktadır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Erkeğin bulunmadığı yerde mayo ve bikini ile yüzülür mü?

38 Ailem kapanmama izin vermiyor, ne yapmalıyım?

Anne baba, itaat edilmesi gereken kimselerdendir. Bu nedenle onların helal isteklerine uymak gerekir. Ancak anne baba da olsa haram isteklerine uyulmaz. Bu açıdan bir kız, örtünmesine karşı çıkan ailesinin isteklerine uyamaz. Çünkü her varlığın sahibi Allah'tır; önce onun isteklerine uyulur.

Ayrıca kabirde, haşirde, sıratta ve ahiretin diğer alemlerinde bize yardımcı olacak olanlar, kızların örtünmesine karşı çıkanlar olmayacaktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Müslüman kadının giyim şekli nasıl olmalıdır?

Tesettür ve Türban Özel Dosyası.

39 Erkeklerin, akraba veya yabancı bayan ve erkeklere karşı mahrem yerleri nerelerdir?

AVRET: Kadın ve erkekte örtünmesi gereken yerlere avret denir. Dört çeşit avret vardır:

1. Erkeğin erkeğe nisbetle avreti: Diz ile göbeğin arasıdır. Diz ile göbeğin arasındaki yerlere bakmak haramdır. Cumhuru ulemaya göre böyledir. Malikîlerin bazılarına göre baldır avret değildir.

2. Kadının kadına nisbetle avreti: Kadının kadına nisbetle avreti, yine diz ile göbeğin arasıdır. Ne hamamda ne başka yerde diz ile göbeğin arasındaki kısma bakmak caiz değildir.

3. Erkeğin kadına nisbetle avreti: Erkeğin, hem erkeklere, hem de kadınlara göre avreti, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Ancak bedeninin belden yukarısını (karnını ve sırtını) da kadınların yanında açması mekruhtur.

4. Kadının erkeğe nisbetle avreti: Şafiî ve Hanbeli'ye göre "yüz ve el dahil bütün vücut avrettir." Hanefi ve Malikî mezheblerine göre ise yüz ve el müstesna bütün vücut avrettir.

Avret olan yerlere bakmak haram olduğu gibi mes etmek, yani dokunmak da haramdır. Doğum ve tedavi gibi bir zaruret varsa, ihtiyaç nisbetinde müsamaha edilir.

(Geniş bilgi için bk. Prof. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Âile İlmihâli, Erkam Yayınları, sh. 50-70; Dr. Faruk Beşer, Hanımlara Özel ilmihâl, Nûn Yayıncılık, sh. 221-246)

40 Geçmiş dinlerde de bayanlara örtünme emri verilmiş miydi?

Tesettür, kadın ve erkeğin namazda ve namaz dışında avret mahallini örtmesi demektir.

Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek bir elbise, bir de giyinip süsleneceğiniz elbise indirdik. Takva elbisesi ise, o hepsinden daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerindendir. Ta ki iyice düşünsünler." (Araf, 7/26)

"Şeytan Âdem ile Havva'nın avret yerlerini açmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: 'Rabbinizin size bu ağaca yaklaşmanızı yasaklamış olması yalnızca sizin iki melek olmanız ve ebedi yaşayanlardan bulunmamanız içindir ve gerçekten ben size öğüt verenlerdenim.' diye yemin etti. Böylece onları aldattı, ağacı tattıkları anda ise avret yerleri kendilerine beliriverdi ve üstlerine cennet yapraklarından yamalar örtmeye başladılar. Rableri seslendi: 'Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da size düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?' Dediler ki 'Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.'" (Araf, 7/20-23)

"Ey Âdem Oğulları! Şeytan ana ve babanızı, avret yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak nasıl cennetden çıkardıysa, sakın size de bir fitne (tuzak) kurmasın. Çünkü o da, kabilesinden olanlar da sizi, sizin kendilerini görmeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler. Biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları yaptık." (Araf, 7/27)

Allah, Hz. Âdem (as) ve Hz.Havva'nın çıplaklığını örtmüştü, yasağın ihlalinden sonra ise örtüyü kaldırmış, çıplaklıklarının utancını gidermede onları kendi çabalarıyla bırakmıştı. Kur'an'a göre Hz. Âdem (as) ile Hz.Havva, örtünme güdüleri ve bu yüzden örtünme çabalarıyla birlikte yeryüzüne indirilmişlerdi.

İnsanlar yeryüzündeki  görevlerini unutarak dinlerinden saptıkça, kadının örtünme olgusuda saptırılmıştır.

Yahudiler, tesettürü kadına zulmetme ve buyurma aracı olarak gördüler. Talmut'a göre, başına örtü örtmeden sokaklarda dolaşan bir kadını kocası mehir ödemeden boşama hakkına sahiptir. Talmut müfessirleri kadının kaburga kemiğinden yaratıldığı kabulünü olduğu gibi, onun örtülü oluşunu da mütevazi, alçak başlı ve haddini bilir olması gerekliliğiyle açıklıyorlardı. Böylece kadının örtünmüşlüğü bu inanışla ezilmişliği ifade eden bir araç olmaktan ileri geçmiyordu.

Tahrif edilmiş İncil'de ise, "Kadınların örtünmelerini, erkeklerin kadınlar karşısındaki üstünlüğünü ifade etmesiyle açıklamıştır. " Pavlus'a göre, "son derece alımlı bir şey olan kadının uzun saçı, ona örtülmesi için verilmiştir." (İncil, Korintoslulara Mektuplar : 39)

Bu konudaki görüşlerini Korintoslular'a yazdığı bir mektupta açıklayan Pavlus, Tarsus'lu ve Yahudi kökenli bir havaridir. Pavlus'a göre her erkeğin başı Hz.İsa (as)'yı, bir kadının başı ise kocasını temsil etmektedir. Bu yüzden, başına bir şey koyarak ibadet eden erkek ile başına bir şey koymadan ibadet eden kadın, başlarını kirletmektedir.

"Çünkü böyle bir kadın, saçları kökünden kazınmış bir kadının ta kendisidir. Bir kadın başını örtmüyorsa, saçını kestirsin. Ama saçını kısa kestirmek veya kazıtmak, bir kadın için aynı şekilde utanç verici bir şeydir. Kadın başını  da örtmelidir. Erkek tanrının kopyası ve onun yansımış ışığı olduğu için, başını örtmez. Ama kadın örtünmeli, çünkü o erkeğin yansımış ışığıdır. Başlangıçta  erkek kadından yaratılmadı, tersine kadın erkekten yaratıldı. Kadın, erkek için yaratıldı. Ama, erkek kadın için yaratılmadı. Kadın bu sebepten de başının üzerine bir şeyler örtmelidir. Meleklerden ötürü, onlara karşı koruyucu bir güç olarak ve şimdi siz kendinizi yargılayın, kadının örtünmeden tanrıya ibadeti yakışır mı?" (İncil, Korintoslulara Mektuplar: 393)

Başörtüsü Yahudiler için, putperest kadınlarda olmayan bir ar ve namus simgesi idi. ayrıca, ibadet ederlerken de başlarının örtülü olmasına dikkat ediyorlardı. Hatta sabah duasını tallit denilen, ipek ya da yünden yapılmış kenarları püsküllü dörtgen biçiminde özel bir kumaş örtüyü örtme geleneği Yahudiler de devam etmektedir.

Başörtüsü Hristiyan kadınlar arasında yaygındı. Başörtüsünün dindar Hristiyanlar için taşıdığı anlam, Hristiyan bilgini, Tetulinin kadınların başlarını örtmeye çağrısında tanımını bulmaktadır:

"Bakire, yalvarırım başını bir örtüyle ört! İffetli edep silahına sarıl, etrafını hicab duvarıyla çevir, cinsiyetine ne kendi bakışlarının ne de gelip geçen bakışlarının sızmayacağı bir duvar ör, kadınlara ait bu giysiyi bakireliğini korumak için taşı."

Hristiyan toplumlarda başörtüsü, asırlar boyu kadının evli olduğunu gösteren işaretti. Evli olan bir kadının başı  şöyle örtülürdü: saçını içine toplamış olduğu ağın üzerine, yüzünü de kapatan bir baş örtüsü örter, bu baş örtüsü kalçaya kadar iner, bazen önden açık bırakılır veya çene altında bir iğne ile tutturulurdu.

Rabbi Dr. Menachem M. Brayer (Yeshiva Üniversitesi Kitabı Mukaddes Literatürü Profesörü) kitabında Haham literatüründe topluma çıkan Yahudi kadının bazı zamanlar tek gözü hariç bütün yüzü kapatan baş örtüsü takmasının gelenek olduğunu söyler (1). İlk çağdaki bazı meşhur Rabbilerin sözlerini nakleder:

“Başı açık dışarı çıkmak İsrail’in kızlarına yakışmaz. anet kendi hanımını saçı görünecek şekilde bırakan erkeğe olsun... Kendini güzel göstermek için saçını açık bırakan kadın yoksulluk getirir.”

Dinin hukuk, saçı açık bir kadın “mahrem” olarak düşünüldüğü için başı açık evli bir kadın yanındayken şükretmeyi veya dua etmeyi yasaklar(2). Dr. Brayer şunları de ekler: “Tannatik dönemde kadının başını örtmemesi, iffetini aşağılama olarak algılanır. Başı açık bir kadın yüz zuzimle cezalandırılırdı.” Dr. Brayer Yahudi kadının başörtüsünün, onun iffetinin bir sembolü olarak düşünülmediğini de açıklar, bazı zamanlar başörütüsü iffetin sembolünden çok zenginliğin ve farklılığın bir sembolü olarak kullanılırdı. Başörtüsü şerefli bir kadının saygınlığını ve üstünlüğünü ifade ettiği gibi kocasının kutsal mülkü olarak kadının erişilmezliğini de ifade ederdi (3).

Başörtüsü bir kadının saygınlığını ve sosyal konumunu ifade ederdi. Düşük sınıflardan kadınlar çoğu zaman yüksek sınıf izlenimi vermek için başörtüsü takarlardı. Başörtüsü soyluluğun bir alameti oldğundan dolayı eski İsrailde fahişelerin başlarını kapamalarına izin verilmezdi. Fakat fahişelerde çoğunlukla saygın görünmek için özel bir baş örtüsü takarlardı (4). Avrupadaki Yahudi kadınları, etrafındaki seküler kültürle kaynaşmaya başladığı on dokuzuncu asra kadar baş örtüsü takmaya devam etti. On Dokuzuncu asırda, Avrupa yaşam tarzı birçoğunu başı açık sokağa çıkmaya zorladı. Bazı Yahudi kadını, saçı örtmenin başka bir yolu olarak başörtüsünü perukla değiştirmeyi daha uygun buldu.  Bu gün sinagog dışında çoğu dindar Yahudi kadını başını örtmez (5). Hassidism (6) mezhebi gibi onlardan bazıları hala peruk kullanır(7).

Hristiyan geleneklerinde durum nasıl?

Katolik rahibelerin bin yıldan beri başlarını kapadığı bilinmektedir, fakat hepsi bu kadar değil. St. Paul İncil'de başörtüsüne dair bazı ilginç açıklamalarda bulunur:

“Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih ve kadını başı erkek, ve Mesihin başı Tanrıdır. Başı örtülü olarak dua eden yahut peygamberlik eden her erkek başını  küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden yahut peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek Allah'ın sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil fakat kadın erkektendir; çünkü erkek kadın için değil fakat kadın erkek için yaratıldı. Bunun için melekler sebebinden kadın başı üzerinde hakimiyet alametine malik olur.” (Korintoslulara birinci Mektup 11:3-10)

St. Paul’un kadını örtme mantığı, tanrının sureti ve yüceltilmesinin simgesi olan erkeğin, kendisi için ve kendisinden yaratılan kadın üzerindeki otoritesini simgeler.St. Tertullian meşhur tezi ‘On The Veiling of Virgins”da “Genç kadınlar, sokaklarda başınızı örtün, kiliselerde de başınızı örtmelisiniz, yabancılar arasında da başınızı örtersiniz, sonra kendi erkek kardeşlerininz arasında da başınızı örtersiniz...” yazar. Bu günkü Katolik kilise kanunları arasında kadınlar kilisede iken başlarını örtmelerini gerektiren kanun var (8). Amis  ve Mennonitler (9) gibi bazı Hristiyan mezhepleri günümüze kadar kadınlarının başlarını örttürürler. Kendi kilise önderlerinden nakledilen sebepler St. Paul tarafından Kitabı Mukaddes'te takdim edilen aynı mantıktır: “Kadınların başlarını örtmeleri erkek ve tanrıya kulluğunun bir sembolüdür.” (10).

Yukarıdaki delillerden İslamın başörtüsünü icat etmediği ortaya çıkar. Fakat İslam başörtüsünü onaylar. İslam inanan erkek ve kadınların bakışlarını sakınmalarını ve iffetlerini korumaların, inanan kadınlarında baş örtülerini boyunları ile yakalarını kapayacak şekilde uzatmalarını ister:

"Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, ırzlarını, korusunlar... Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup örtsünler." (Nur, 24/30-31)

Kur'an başörtüsünün iffet için gerekli olduğunu hala açıkça ifade eder. Fakat iffet neden önemlidir? Kur'an bunu da açıklar:

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken örtülerini üstlerine alsın ki; tanınıp inciltilmesinler." (Ahzab, 33/59)

Hepsi bu... iffet kadını tacizlerden korumak için, daha açıkça iffet kalkandır.

Böylece İslamda başörtüsünün tek amacının korunma için olduğu ortaya çıkar. Hristiyan geleneklerindekinin aksine İslamdaki başörtüsü ne erkeğin kadın üzerindeki otoritesini nede kadının erkeğe kulluğunu simgeler. Yahudi geleneklerinin aksine de o ne zenginliğin ne de şerefli kadınların farklılık alametidir. Baş örtüsü bütün kadınları korumaya yönelik iffetin sembolüdür. İslamın felsefesi; güvende olmak üzülmekten daha iyidir. Kur'an kadınların vücudu ve itibarını korumayla  o kadar ilgilenir ki, yanlışlıkla muhsan bir kadını iffetsizlikle suçlayan erkeği ağır şekilde cezalandırır:

"İffetli kadınlara zina isnat edip de, (bu suçlarını ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir." (Nur, 24/4)

Kur'an'ın bu sert tutumunu tahrif edilmiş İncil'in tecavüz için verdiği gevşek laubali tutumuyla kıyaslayın:

“Eğer bir adam, kız olan nişanlanmamış genç bir kadın bulursa ve onu tutup onunla yatarsa ve onlar bulunurlarsa; o zaman onunla yatmış olan adam genç kadının babasına elli şekel gümüş verecektir ve kadın onun karısı olacaktır, çünkü onu alçaltmıştır; bütün ömrünce onu boşayamayacaktır.” (Tesniye, 22: 28-29)

Burada şu basit soruyu sormalıyız: Gerçekten ceza gören kim? Sadece tecavüzden dolayı para cezası ödeyen erkek mi, yoksa kendisine tecavüz eden adamla evlenmeye zorlanan ve ölünceye kadar onunla birlikte yaşamak zorunda kalan kız mı? Sorulması gereken bir soru da: Hangisi kadın için daha uygun? Kur'an'ın sert tutumu mu, yoksa Kitabı Mukaddes'in laubali tutumu mu?

Özellikle Batı'da bazı kimseler kadının korunması için iffet tezini alaya almaya başladılar. Onlara göre en iyi koruma, eğitim, medeni davranışlar geliştirilmesi ve kendi nefsine hakim olmakla olur. Biz de, bunlar güzel fakat yeterli değil deriz: “Eğer ‘medeniyet’ yeterli bir koruma ise o zaman neden kadınlar kuzey Amerikada tek başına boş bir park sahasının karşısı bile olsa karanlık bir sokağa çıkmaya cesaret edemiyor? Eğer eğtim çözüm ise, Queen gibi saygın bir üniversite çoğunlukla kampüsteki bayan öğrenciler için ‘walk hom service’sine sahip? Eğer ‘kendi nefsine hakim olmak’ çözüm  ise neden iş yerlerindeki cinsel taciz olayları her gün  gazetelerde yer alıyor? Geçen birkaç yıllık sürede cinsel tacizden suçlananlar arasında: Donanma görevliler, Yöneticiler, Üniversite Profesorleri, Yargıtay hakimleri ve Amerikanın başbakanı var! Queen Üniversitesi Kadınlar Bürosu dekanının aşağıdaki beyanatını okuduğum zaman gözlerime inanamadım:

“Kanada da her altı dakikada bir kadın cinsel tacize uğruyor, her üç kadından biri hayatlarının herhangi bir döneminde cinsel tacize uğruyor, her dört kadından biri tecavüze uğrama riski veya tecavüz saldırısıyla karşı karşıya, lise veya üniversiteye giden her sekiz kadından biri cinsel tacize uğruyor ve yapılan bir çalışmaya göre üniversite çağındaki erkeklerin yüzde altmışı eğer yakalanmayacaklarından emin olurlarsa cinsel taciz yapacaklarını beyan etmişler.”

Yaşadığımız toplumda bazı şeyler çok yanlış. Toplumun yaşam biçimi ve kültüründe bazı radikal değişiklikler gerekli. giyimde, konuşmada ve davranışlarda hem erkekler hem de kadınlar için iffet kültürüne aşırı derecede ihtiyaç var. Aksi takdirde iç karartıcı istatistikler gündün güne daha kötüye giderek artacak ve maalesef sadece kadınlar bu uygulamanın cezasını ödeyecekler. Aslında hepimiz acı çekeriz, fakat  K. Gibran’ın dediği gibi: "Darbeyi alan kimse onu sayan gibi değil."(11). Bunun için genç kızları sadece iffetli elbiselerinden dolayı okuldan atan Fransa gibi toplumlar sonunda kendilerine zarar verir.

Aynı başörtüsünü Katolik rahibeler takınca, erkeklerin otoritesini gösteren ‘yüce’ bir simge, Müslüman kadınlar tarafından koruma amacıyla takıldığı zaman “baskı”nın alameti olarak aşağılanması bu günkü toplumumuzun en büyük çelişkilerinden biridir...

Dipnotlar:

1. Menachem M. Brayer, The Jewish Woman in Rabbinic Literature: A Psychosocila Perspective (Hoboken, N.;: Ktav Publishing House, 1986) p. 223.
2. Ibid, pp. 316-317. Also see Swidler, op. Cit., pp. 121-123.
3. Ibid., p. 139.
4. Susan  W. Schneider, Jewish and Female (New York: Simon & Schuster, 1984) p. 237.
5. Ibid., pp. 238-239
6. 18. asırda Polonya’da ve komşu memleketlerde peyda olan bir Yahudi hal mistiği ki en mühim temelleri dua sevgi ve sevinçtir. Ç.N.
7. Alexandra Wright, “Dudaism” in Holm and Bowker, ed., op. Cit., pp. 128-129.
8. Clara M. Henning,  “Cannon Law and the Battle of the Sexes” in Rosemary R. Ruether, ed., Religion and Sexism: İmagers of Woman in the Jewish and Christian Traditions (New York: Simon and Schuster, 1974) p. 272.
9. 1540 senesinde Hollanda ve Kuzey batı Almanyada vaftiz hakkındaki fikirlerinin umumi protestan telakkilerinden farklı olduğu için hususi bir cereyan şeklinde organize edilmiş, sonra bilhassa Amerikaya göçmeye mecbur olmuş bir cemaat. Her cemiyet kendi idaresi altında yaşıyor; hepsinden yüksek bir reisleri yoktur. Yalnız büyükleri vaftiz edilmektedir; İsanınn emirlerini kelime kelime icra etmek içcin ne askere gidiyorlar nede and içiyorlar. Başka cemaat ve dinlere karşı müsamaha ve tolerans gösteriyorlar. Ç.N.
10. Donald B. Kryabill, The Riddle o the Amish Culture (Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1989) p. 56.
11. Khalil Gibran, Thoughts and Meditations (New York: Bantam Books, 1960) p. 28.
12. The Times, Nov, 18, 1993.

41 Allah niçin yüzü değil de başı (saçları) örtmeyi emretmiştir? Oysa güzel olan yüz değil midir?

İbadetler ve haramlar tamamıyla Allah’ın iradesine ve isteğine göre belirleniyor. Bunu bizim sorgulama veya itiraz etmeye değil, hikmetini anlamaya çalışmamız icap etmektedir. Şöyle ki;

Şeriatın iki çeşit hükümleri vardır:

1. Taabbudi dediğimiz, yani hikmeti bilinmeyen ve tamamıyla Allah’ın emir ve yasağına bakan kurallardır.

2. Makulu'l-mana dediğimiz ilahi emirler veya yasaklarda yatan hikmetlerin araştırılabileceği kısım.

Sizin sorduğunuz soruya bu taraftan da bakalım. Niye sabah namazı dört rekat da on veya yirmi rekat değil?.. Cevap; Allah emrettiği için. Öğle namazı Allah tarafından on rekat olarak tayin edilmiştir. Bunun hikmetini araştırmak sonuçsuz olacaktır. Çünkü Allah öyle emretmiştir. Ve bunun asıl cevabı budur. Ama bazı şeriat kuralları hikmetle izah edilebilir. Ama hikmetler asıl değildir; asıl olan Allah'ın emri veya yasaklamasıdır.

Mesela, Allah namazı niye emretmiştir? Buna istediğiniz kadar hatta ciltlerle hikmet ve gaye açısından cevap verilebilir. Niye oruç tutuyoruz, hikmetleri araştırılıp cevap verilebilir. Ama hikmet ve faydalar Allah'ın emri yerine geçemez.

Şöyle ki, orucun bir hikmeti insanların aç kalıp, yokluk içerisinde yaşayan insanların halinden anlayıp onlara şefkatle yaklaşmalarını sağlamaktır. Şimdi birisi bunu esas tutup "ben daha fazla aç kalıp daha fazla şefkat hissim kabarsın ve fakirlere daha fazla yardımda bulunayım" diyebilir. İmsak vakti saat 4.00 olduğu halde, bu adam gece saat 11.00'den oruca niyet edip, fakat akşam vaktine beş dakika kala orucunu açsa, orucu sahih olur mu? Elbette olmaz. Çünkü orucun açılması için belirli bir zaman var ve bu adam daha fazla aç kaldığı halde, oruç tutmuş olmuyor. Yani oruçtan beklenen hikmet daha fazla yerine gelmiş, fakat Allah'ın izin vermediği bir zamanda açtığı için oruç ibadeti yerine gelmemiştir.

İşte kardeşim İslamın tüm emir ve yasaklarına bu şekilde bakmamız gerekir. Yani Allah böyle emretmiş veya böyle yasakladığı için bunu yapıyoruz. Bunun hikmetleri elbette vardır. Ve bu hikmetler elbette araştırılır. Bu da bir ilim ve ibadettir. Ama hikmetler ve faydalar kesinlikle asıl değil, ayrıntıdır.

Kadının yüzünün mü yoksa saçının mı daha cezbedici olduğu görecelidir. Hem kadının yüzündeki göz, ağız, burun gibi organlar çok sık kullandığı için, buraların çoğu zaman açık tutulması gerekmektedir ve bir nevi buraların çoğu zaman açılşması zaruridir. O nedenle yüzün açılmasına ruhsat verilmiştir. Ayrıca fitne zamanlarında kadın yüzünüde örter. Saçı kapatan örtü aynı zamanda gerdanın da örtmektedir. Bu konuda ilahi hikmetin tensip ettiğine itimat etmek gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kadının örtünme şekli nasıl olmalıdır? Hanefi mezhebinde tesettüre kadın nasıl giyinmeli? Bazı hocalar cilbabın (yani mantonun) ayak bileklerine kadar inmesine gerek yok diyor bu doğru mu acaba?..

42 "Giyindiği halde açık olan kadınlar …" hadisini açıklar mısınız?

Hadisin tam metni şöyledir:

Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Allah’ın Resulü şöyle buyurdu:

“Ateş ehlinden / cehennem halkından iki sınıf var ki henüz görmedim: Biri; yanlarında inek / sığır kuyruğuna benzeyen sopalar / joplar bulunan, onlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri ise; giyindiği halde açık olan (teni gösteren ince elbise giyinen veya bedenlerinin bir tarafı tamamen açık olan), erkeklere olan meyillerini yansıtan / veya omuzlarını sallayarak, çalımlı (kötü kadınların yürüyüşüyle) yürüyen, başları bir tarafa meyleden develerin hörgücü gibi olan kadınlar. Bu kadınlar cennete giremez ve -kokusu şu kadar / çok uzak mesafeden alınabilen- cennetin kokusunu dahi koklayamazlar.” (Müslim, Libas, 125).

Bu iki sınıf insanın “cennete giremeyeceği” hükmünün açıklaması hususunda iki yorum yapılmıştır:

a. Hadiste geçen iki sınıf insan, yaptıklarında bir sakınca olmadığını söyleyip bilerek bu haram fiilleri helal sayarlarsa, kâfir olup ebedi olarak cehennemde kalacaklardır. Çünkü haramı helal kılan dinden çıkar.

b. Bu günahları işleyenler kâfir olmamakla beraber, Allah’ın yasakladığı büyük günahları ve zulümleri işledikleri için, ilk önce cennete giden kurtuluş ehli kimselerle birlikte cennete giremeyecekler, ancak bir miktar azap çektikten sonra -mümin oldukları için- yine cennete gireceklerdir. (bk. Nevevî, ilgili hadisin şerhi).

Öyle anlaşılıyor ki, bu Nebevî üslubun seçilmesinde Allah’a isyan edenlere ciddi bir uyarı vardır. Başkasına zulmedenlerden -devletin âli menfaatleri için- işkence yapmaktan hoşlananlar ile, kendi şahsına zulmedenlerden -nefsanî arzularının süfli hatırı için- fuhşa önayak olanlar birer misal olarak zikredilmiştir.

43 Eniştemin yanında başımı açabilir miyim?

Enişteniz size namahremdir, yanında başınızı açmanız haramdır.

Ablanızın kocasının yanında başınızı örtmek zorundasınız. El yüz ve ayaklar haricinde diğer kısımların örtülü olması gerekir. Ayrıca eniştenizle aynı evde yalnız kalmanız da haramdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Baldız mahrem midir?

44 Erkeklerin, vücut hatlarını belli eden dar elbise giymesi caiz midir?

Erkeklerin örtülmesi gereken uzuvları, göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamber (asm)'in şu hadisidir:

"Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapağı arasıdır." (Ahmed b. Hanbel, II/187).

"Diz kapağı avret yerindendir." (Zeylai, Nasbu'r-Raye, I/297).

Avret yerlerini belirtecek kadar dar giysi giymek tesettür açısından uygun değildir. Bunun dışında kalan kısımlar için dar giyilmesinde sakınca yoktur. Ancak sünnete uygun olanı bol elbise giymektir.

Islâm'da elbise çeşitleri teker teker sayılıp, her birerlerinin hükmü ayrı ayrı bildirilmiş değildir. Asırlar boyunca binlerce çeşit elbise ortaya çıktığına ve çıkacağına göre, bu zaten mümkün de değildir. Ancak İslâm'da, her şey için olduğu gibi elbise için de genel kaideler vardır. Her ortaya çıkan elbise çeşidini alimlerimiz o kaidelere göre değerlendirirler.

Buna göre erkek için: Elbisenin avretini örtecek, sıcak ve soğuğa karşı koruyacak kadarı farzdır. Zaruret miktarını aşıp, bir Müslüman olarak görünümünü güzelleştirecek miktarı, yerine göre izar, rida, cübbe, gömlek ve sarıkla takımı tamamlaması müstehaptır. Çünkü Allah (cc); nimetinin belirtisini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır. (Fetavay-ı Ankaravî, I/167).

Rasulüllah Efendimiz (asm);

"Elbisenizi güzel yapın, eşyanızı düzgün tutun ve insanlar içerisinde beyaz tepecikler gibi olun."(Suyûti, eI-Câmiu`s-Sağîr, I/192)

buyurmuşlardır. Özellikle cuma ve bayramlarda muhtaçları rahatsız etmeyecek ölçüde temiz ve yeni giymek mubahtır. Tamamen kırmızı ve bazılarına göre sarı renkte elbiseler giymek mekruhtur. Kibir, caka ve yabancı kadınlara güzel görünmek gayesi ile giyilen, gayri müslimlerin özel elbiselerine benzeyen ve saf ipekten dokunmuş elbiseler ise haramdır.

Avret olan bölgelerin rengini gösterecek ölçüde şeffaf olan, hiç giyilmemiş sayılır (haramdır). Kalın olmakla beraber yine avret mahallerinin şeklini belli edecek ölçüde dar olan elbise giymek mekruhtur. Baş, kol vb. avret olmayan organların açık ya da kapalı olması Müslümanların örfüne göre hüküm alır. Müslümanlarca anormal görülen yerde mekruh, görülmeyen yerde mübah olur. (Satıbî, el-Muvaffakât; ).

İlave bilgi için tıklayınız:

TESETTÜR...

KİBİR...

45 Kadının başı açık gezmesinden dolayı kocası mesul olur mu?

Erkek, eşinin baş açık gezmesine rıza gösteriyorsa, kendisi de mesul olur. Ancak kendisi razı olmadığı halde eşi baş açık geziyorsa, mesuliyet kadına ait olur; erkek bundan dolayı mesul olmaz.

Kadın, eğer dinin emirlerini yerine getirmiyorsa, kocası ona nasihatta bulunur. Ona örtünmenin hükmünü ve ehemmiyetini anlatan eserler okutmaya ve iyi hatipleri dinletmeye çalışır.

Bunu yaptığın halde bir türlü yola gelmezse, ebedî hayatını kurtarmak gayesiyle kendisine karşı biraz sert davranmak, bununla da yola gelmezse geçici olarak ondan uzak kalması gerekir. Bununla da yola gelmezse vazifesi sona ermiş olur. Artık vebal kadına aittir. Koca bu gibi yaptırımları uygulamayıp yalnızca nasihat etse, yine kadının günahından dolayı mesul olmaz. İlla ki yaptırım uygulamak mecburiyeti yoktur. Önemli olan gerekli nasihatı ve uyarıları yapmakla birlikte kadının günahına kalben taraftar olmamak, rıza göstermemektir.

46 Bayanların renkli başörtüsü takmalarının hükmü nedir? Renkli başörtüsü yabancı erkeklerin nazarını celbetmez mi?

Kadının taktığı baş örtüsü altını gösterecek kadar ince olmamalıdır. İnce olan başörtüsü ile örtünme sağlanmış olmaz. Ayrıca insanların dikkatini çekecek şekilde açık renkli ve gösterişli başörtüsünden uzak durulmalıdır. Böyle bir başörtüsünün bir mahzuru yoktur denilemez.

Sadece baş örtüsünde değil kadının diğer dış elbiselerinde de cazip renkli kumaşlar kullanılmamalıdır. Eğer üstten örtülecek örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa, ona tam örtü denilemez.

Ahzab suresi 33. ayetinde mealen buyruluyor:

"Vakarla evinizde oturun. Önceki Cahiliye kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstererek (teberrüc) yürüyüşleri gibi yürümeyin."

Ayette geçen "teberrüc" kelimesi; Zemahşeri'ye göre; "Genelde; gizlenmesi gereken şeyleri açmada çaba sarf etme, özelde ise; kadınların ziynetlerini ve güzelliklerini açıp yabancı erkeklere göstermesidir."

İmam Suyuti; "Kadının endamlı endamlı yürümesi, başörtüsünü bağlamadan başına atıp kadınların tabii ve yapay güzelliklerini ve çekiciliklerini uygun olmayan yerlerde sergilemeleri, süs ve eylemleriyle kendilerinden yararlanma hakkı olmayanların dikkatini ve ilgilerini çekmeleridir." der.

Alusi ise; "Bana göre zamanımızda müreffeh kadınların evlerinden çıkarken üstlük olarak örtündükleri örtüler de yabancıya gösterilmemesi gereken ziynet kabilindendir. Çünkü bunlar rengarenk çekici giysilerdir."

Buna göre kadınların örtüye dikkat ettikleri gibi, onun bir süs eşyası gibi olmamasına da dikkat etmeleri gerekir.

İlave bilglier için tıklayınız:

Şeffaflık ve darlık yönünden kadın giyimi ve tesettürü hakkında bilgi verir misiniz?..

47 Sözlüme tesettüre girmesi için neler anlatabilirim?

Kur'an-ı Kerîm'de gözlerin haramdan korunması hakkında şöyle buyurulur:

"(Ey Muhammed!) mümin erkeklere söyle, gözlerini zinadan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Böyle davranmak onlar için daha temiz ve daha hayırlıdır. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

(Ey Muhammed!) Mümin kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Görünmesi kaçınılmaz olanlar dışında ziynetlerini göstermesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler..." (Nur, 24/30-31).

Kadının karşı cinsin, kötü amaçlı bakışlarından korunması için önemli bir tedbir de onun yüzü, elleri ve ayakları dışında kalan yerlerinin, yabancı erkeklere karşı örtülmesidir. Âyetlerde şöyle buyurulur:

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Her hangi bir ihtiyaç için dışarıya çıkarken, dış örtülerini üzerlerine alıp örtünsünler. Bu, onların başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur. Allah çok mağfiret edici ve çok merhametlidir." (Ahzab, 33/59).

İlave bilgi için tıklayınız:

Başörtüsünün hükmü nedir? Başı açık gezmek insanı nasıl bir tehlikeye götürür?

Tesettüre nasıl girebilirim?

Tesettürün hikmetleri nelerdir, tesettür neden gerekli?

48 Ahzab sûresinde, kadınların dışarı çıkarken tesettür açısından üzerlerine dış giysilerini (cilbab) almaları gerektiği yazıyor, ama ilmihallerde dış giysi ifadesi yoktur?

Kur'an'daki "dış örtü"den maksat, tarif edilen tesettür ölçüleridir. Câhiliyette insanların birçokları terbiye ve edebden yoksundu. Ahlâk, iffet ve namus meselesi lafta idi. Bugün olduğu gibi kadın açılıp saçılıyordu, vücudunu, namahrem yerlerini göstermekle böbürleniyordu. İlahî rahmet olarak gelen İslâm dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi. Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder.

"Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle! Baş ve boyunlarını örtmek için cilbablarını (dış örtü) üzerlerine alsınlar."(Ahzab, 33/59)

Cilbab'ın mâhiyeti hakkında birkaç görüş vardır:

1. Cilbab, bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir.
2. Entari üzerine giyilen geniş elbisedir.
3. Başı, boynu ve çevresini örten atkıdır.
4. Üst tarafı göbeğe kadar örten ve ridâ denilen örtüdür.

Sibeveyhrnin üstadı olan Halil; "Bu mânâlardan hangisi kasdedilirse caizdir." diyor(el-Sîracel-Münir, III/271).

Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir. Bir kimse buna inanır fakat uygulamazsa günahkâr olur. Amma inkâr ederse dinden çıkar, mürted olur. İslâm'ın kabul etmediği tevillere başvurup halkın inancını bozmak sapıklıktır.

Tesettürün dinen makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara ri'âyet etmek gerekir:

1. Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince,
2. Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli,
3. Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmaması gerekir.

Bir memlekette manto giymek âdet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur. Çünkü İslâm dini, ne erkek ne kadın için belli bir kıyafet getirmemiştir. Her memleketin kendisine has bir giysisi vardır. Hatta buranın çarşafı, Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor. İlla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir.

(bk. Halil GÖNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar)

49 Tesettür de ölçü nedir; çarşaf giymek şart mıdır? Kadın kendisine mahrem olan kişilerden tesettür adına uzak durması doğru mu?

Dinimiz tesettürü emretmiştir; ancak bunu belli bir kalıba sokmamıştır. Kadın tercihine göre çarşaf, manto veya bölgesel giyimlerle tesettürünü sağlayabilir.

Ayrıca kadına mahrem olan ve olmayan kişiler bellidir. Bu bakımdan kadın amca, dayı gibi kendisine mahrem olan erkeklerle konuşması ve onların olduğu mekanda bulunması caizdir. Namahrem erkeklere gösterdiği tavrı onlara göstermesi doğru değildir. Dinimizin uygun gördüğü ve helal kıldığı ölçüde akrabalarla kaynaşmak dinimizin bir emridir.

Aile görüşmelerinde, uzun süren oturmalarda ve sohbetlerde, rahat olabilmek ve hoş olmayan davranışlardan korunmak için, kadınlarla erkeklerin farklı mekanlarda oturması tercihe şayandır. Ancak bunu İslam’ın bir emri gibi görüp, kadınla erkeğin bir arada bulunamayacağını söylemek ve bunu dinin bir vazgeçilmezi kabul etmek doğru değildir.

İslam’ın kadından da erkekten de istediği bir örtünme / tesettür tarzı vardır. Her iki taraf da bunun esas şartlarını yerine getirdikten sonra, halvet, gibi, ten teması gibi, laubalilik gibi diğer mahzurlar da bulunmadıktan sora, bir mekânda olmalarının şerî bir engeli yoktur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Çarşafla mı yoksa manto (pardesü) ile mi tesettür sağlanmış olur?..

50 Bayan, kayınpederinin yanında başını açabilir mi?

Kişinin kayınbabası öz babası gibidir. Bu bakımdan gelinin kayınbabası ile yalnız kalması ve onun hizmetinde bulunması caizdir. Kayınbabanın yanında saçın ve kolların açık olması caizdir.

Nur suresi 31. âyette geçen "kocalarının babaları" ifadesi ile Nisa suresinde geçen "hanımlarınızın anneleri" ifadeleri bu meselenin aslını teşkil ediyor. Yani bir hanım için kayınpederi, bir erkek için de kayınvalidesi gerçek baba ve annesi gibidir, aralarında ebedî mahremiyet vardır.

İlave bilgi için tıklayınız: 

TESETTÜR.

51 İslam Devleti, tüm Müslüman kadınların başını örtmesini zorunlu kılabilir mi?

Alimler bu konuda iki farklı görüşe sahiptir. “Dinde zorlama yoktur.” mealindeki ayeti, “İmanda zorlama yoktur.” şeklinde anlayanlara göre, iman ettikten sonra bunun gereği olan Allah’ın emirleri dahilinde hareket etmek gerekir.

Bu ayetten “İslam’da zorlama yoktur.” şeklinde anlayanlara göre, iman dışında hiçbir amel konusunda bir zorlama yoktur.

İlginçtir ki, Kur'an’da baş örtüsü emri verilirken herkes değil, iman edenler muhatap alınmıştır.

“Resulüm! Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını… başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtmelerini söyle.” (Nur, 24/31)

mealindeki ayette bu hususu görmekteyiz.

52 Kadınlar ev içerisinde nasıl örtünmelidir?

Kadınlar ev içerisinde dışarıya çıktıkarı gibi tesettüre riayet etmek zorunda değillerdir. Başının, kol ve ayaklarının açık olması caizdir.

Kadınlar kimlerin yanında nasıl örtünmesi gerektiği ile ilgili hususlar şöyledir:

a) Kocasının yanında:

Karı-koca birbirinin bedenlerinin her yanına bakabilirler. Eşler arasında örtünme zorunluluğu söz konusu olmaz. Çünkü İslamî nikahla cinsel ilişki bile meşru olunca, bundan daha hafif olan bakma ve dokunmanın meşru oluşunda şüphe yoktur. Bununla birlikte "galiz avret" sayılan haya yerlerine bakılmaması edebe daha uygundur. Nitekim Hz. Aişe (ra)'den; "Ben Nebî (s.a.s)'in cinsel uzvuna (ferc) hiç bakmadım.", başka bir rivayette "Onun fercini hiç görmedim, o da benden bir şey görmedi." dediği nakledilmiştir. (bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 63, 190)

b) Mahrem hısımlarının yanında:

Kadın; baba, oğul, erkek kardeş ve üvey oğul gibi, aralarında ebedî olarak evlenme engeli bulunan hısımlarının yanında el, ayak, kol, saç, kulak, boyun ve dizden aşağı inciklerini açabilir. Onların da bunlara bakmaları helaldir. Çünkü yakınlıkları yüzünden bir takım iş ve hizmetlerin görülmesi, bu nedenle de bir arada bulunmaları gerekir ve bir fitne düşünülemez. Ancak karın ve sırt kısmını açamaz, bu arsızlık olur. Nitekim zıhar yolu ile boşamada koca, karısına "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyerek boşama prosedürünü başlatır. Zıharı ve pişmanlık durumunda dönüş yöntemini belirleyen ayette (el-Mücadele, 58/1; bk. Elmalılı, VII/450 vd.) annenin sırtına dikkat çekilmiştir. Bu yüzden annenin sırt ve bunun benzeri olan karın kısmının da yakın hısımlara karşı avret sayılması gerekir. Aşağıda, kadının yanlarına örtüsüz çıkabileceği hısımları ayrıca inceleyeceğimiz için kısa geçiyoruz.

c) Başka kadınların yanında:

Kadınların kadınlara karşı avret yeri, göbekle diz kapakları arasında kalan kısımdır. Bunun dışındaki yerleri kadınların yanında açabilirler. (el-Mevsılî, el-ihtiyar, l, 45.) Ancak müşrik kadınlar kapsam dışında tutulmuştur. Bu yüzden Müslüman bir kadının müşrik ya da inkarcı kadınların yanında mahrem bir yerini açması caiz değildir. Hatta İbn Cüreyc, Ubade b. Nüsey ve Hışam el-Kari' gibi bilginler Hristiyan bir kadının Müslüman bir kadını öpmesini veya onun avret yerlerine bakmasını mekruh saymışlardır. Ubade b. Nüsey, Hz. Ömer'in, komutan Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'a (ö. 18/639) yazdığı şu mektubu zikreder:

"Zimmet ehli (Hristiyan veya Yahudi kadın tabea)nin Müslüman kadınlarla birlikte hamamlara girdikleri haberi bana ulaştı. Onları bundan menet. Çünkü zimmiye bir kadının Müslüman kadını çıplak olarak görmesi caiz değildir."

Ebu Ubeyde mektubu alınca şöyle ilan etmiştir: "Herhangi bir kadın özürsüz olarak hamama giderse, bununla yüzünü beyazlaştırmayı kastetmiş olur. Allah kıyamet gününde yüzlerin beyazlaştığı (bk.Al-i İmran, 3/106,107.) günde onun yüzünü karartsın." (el-Kurtubî, a.g.e., XII/155.) Abdullah b. Abbas (ö. 68/687) bu konuda gayri müslim kadınların istisna edilmesinin nedenini şöyle açıklar:

"Müslüman kadını tesettürsüz olarak Hristiyan veya Yahudi bir kadının görmesi helal olmaz. Çünkü bunlar Müslüman kadının örtüsüz halini kocalarına anlatabilirler." (el-Kurtubî XII/155.) Yine de konu İslam fakihleri arasında görüş ayrılığına neden olmuştur. Nitekim Müslüman bir hanımın, gayri müslim cariyesinin yanında örtünmesine gerek olmadığına fetva verilmiştir.

d) Yabancı erkeklerin yanında:

Müslüman bir kadının yabancı erkeklere karşı yüzü, bileklere kadar elleri ve ayakları dışında bedeninin tamamı avrettir. Ayaklarda görüş ayrılığı olmakla birlikte sağlam görüşe göre ayaklar açık kalabilir. Bu yerlerin gerek namaz içinde ve gerekse namaz dışında örtülmesi farzdır. Yukarıda başın ve bedenin örtünme şeklini ve örtüde aranan nitelikleri açıklamıştık. Bu yüzden kısa geçiyoruz.

e) Zaruret veya tedavi halinde örtünme:

Tedavi gibi bir zaruret halinde erkek veya kadının bedenine doktor, ebe, iğneci ve pansumancı gibi kimselerin bakması ve dokunması caizdir. Ancak kadınların sağlık problemlerinde kendi cinslerinden olan doktor, ebe ve sağlık personelini tercih etmeleri gerekir. Bunlar bulunmayınca veya bulunup da uzmanlık ve beceride geri olması durumunda "Zaruretler sakıncalı olan şeyleri mubah kılar." kuralı işletilir. Ancak zaruretler de miktarlarınca takdir olunur. (Mecelle, mad. 21, 22)

53 Peygamberimiz (asm) döneminde kadınlardan başı açık olan var mıydı?

İslam'da kadının konumuyla ilgili olarak çağımızda en çok tartışılan konu, kadının örtünme meselesidir. Kur'an'da şöyle buyuruluyor:

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ahzab, 33/59),

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." (Nur, 24/31)

Gerek bu ve gerek benzeri ayetlerin ifade tarz ve üslubu, gerekse Hz.Peygamber (asm) zamanında uygulamalar, kadınların örtünmesinin, tavsiye kabilinden veya örf-adete veya sosyal kültürel şartlara bağlı ahlaki çerçevede bir hüküm olmaktan öte, dini ve bağlayıcı bir hüküm olduğunu göstermektedir. Çağımıza kadar bütün İslam bilginlerinin anlayışı ve asırlar boyu İslam ümmetinin uygulaması da bu yönde olmuştur.

Örtünme konusnda kadınlara ağır bir sorumluluk yüklendiği ortadadır. Bu kadını koruma, yüceltme ve ona toplumda saygın bir yer kazandırma çabasının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Utanma ve örtünme, canlılar içinde sadece insana has bir özelliktir.

İslam bilginlerinde ortak görüş, kadınların el, yüz ve ayak hariç örtünmeleri gerektiği üzerinde ağırlık kazanmıştır. Ancak örtünmenin renk, üslup ve şeklinin toplumların gelenek, zevk ve imkanları ile bağlantılı olacağı, bu sebeple de bölge ve devirlere göre farklılık gösterebileceği açıktır.

Cahiliyet devrinde Arap kadınlarının iki adeti vardı:

Başörtülerini başlarına örtüp iki omuzları arasında arkaya doğru sarkıtarak boyunlarını tamamen, göğüslerininde bir kısmını açık bırakırlardı.

Süslendikten sonra evlerinden çıkıp yabancı ereklerle karışık gezip otururlardı.

İslam'dan sonra, Medine'de hicab ayeti gelene kadar bu iki adet devam etti. Hz.Aişe (ra) hicab ayet-i geldikten sonra Müslüman hanımların durumunu şöyle anlatır:

"Vallahi ben Allah'ın kitabını tasdik, Onun indirdiğine iman açısından ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nur suresinin örtünme ayeti gelince erkekleri kendilerine varıp Allah'ın indirdiği ayetleri okumaya başladılar. Hanımların hepisi Allah'ın emrine uyarak yünden ve pamuktan yapılmış örtülerine büründüler, Resulullah'ın arkasında sabah namazı kılmaya geldiler."

Hicab ve tesettür ayetleri geldikten sonra iki çeşit tesettür farz kılındı.

- Erginlik çağına girdiği andan itibaren her kadının bütün vücudunu örtmesi, mahremlerin dışında hiç kimseye göstermemesi.

- Meşru bir ihtiyaç olmadıkça evlerinden dışarı çıkıp namahrem erkeklerle karışık dolaşıp oturmamak.

Kaynaklar:

1) İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar Merkezi
2) Rauf PEHLİVAN, Büyük Kadın İlmihali.

54 Başörtüsü takmak çok mu önemlidir?

Namaz ibadeti daha çok insanın şahsını ilgilendirirken, başörtüsü toplumu da ilglendiren bir konudur. Namaz kılmayan yalnızca kendisi günaha girerken, başı açık gezen bir bayan yabancı erkeklerin de harama girmesine sebep olabilmektedir. Bu sebeple başörtüsü çok önemli bir konudur.

Ancak "Namaz mı önemli başörtüsü mü?" diye bir kıyaslama yapılamaz. İkisinin konumu farklı olup bir bayanın en önemli iki vazifesidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tesettür ve Türban Özel Dosyası

55 Tesettürümüzün eksik olduğunu namaza başladıktan sonra fark edersek ne yapmalıyız?

Kadınların saçı avret sayılmıştır. Ancak baş sınırını aşıp omuzlara kadar inen kısmın avret olup olmadığı hakkında farklı görüşler varsa da en sahih kavle göre o da avrettir. (El-Hulasa - Fetâvâ-yi Hindiyye.)

Avret yerlerinden fazla bir kısım görünecek durumda olursa, o takdirde bir zaruret yoksa, örtünmesi gerekir. Avret yerlerindeki azanın dörtte biri az, dörtte birinden fazla olanı çok sayılır. Sahih olan ictihad budur. (EI-Muhit / Radıyüddin Sorahsî.)

O halde avret organlarından birinin dörtte birinden az bir kısım açılırsa, bu af kapsamına girer. Birkaç organda meydana gelen az açıklıkların toplamı, en küçük organın dörtte biri kadar olursa, namazın cevazına engel sayılır. (Şerh-i Mecma1 / İbn Melek.)

Namaz Kılarken Avret Yeri Açılırsa:

Namaz kılarken avret yerlerinden biri açılırsa, vakit kaybetmeden hemen örterse, namazı caizdir. Bunda icmâ vardır. Bir rükün yerine getirilecek kadar bir zaman beklerse, namazı bozulur. Bunda da icmâ' vardır. Ancak İmam Muhammed'e göre bu durumda bir rükün eda edinceye kadar örtmezse namazı bozulur. Bir rükün eda edilecek kadar bir zaman bekler, fakat bir rükün eda etmezse namazı bozulmaz. (Şerh-i Nükaaye / Şeyh Ebû'l-Mekârim.) Birinci görüş ihtiyata uygun görülmüştür.

Bu konuda, tenasül aleti kendi başına bir organ, husyeler de kendi başına bir organ sayılır. Dizden aşağı topuklara kadar olan kısım da kendi başına bir organ kabul edilmiştir. Sahih olan da budur. Dizden tenasül aletine kadar olan kısım da kendi başına bir organdır. Bu bakımdan namaz kılınırken diz kapakları açılırsa namaz caizdir. Çünkü açılan kısım organın dörtte biri değildir. En sahih olan görüş de budur. (Et-Tencis - Fetâvâ-yi Hindiyye.)

Kadının topuğu diz kapağına kadar olan kısımla aynı hükümdedir. Yani kadın namaz kılarken topukları açılırsa, namazı bozulmaz. Çünkü topuk dize kadar olan kısmın dörtte birine tekabül etmemektedir. (Şerh-i Mecma' / ibn Melek.)

Bunun gibi karın ve sırttan her biri başlı başına birer aza sayılan kısımlar karına dâhildir. Göğüs ayrı bir azadır. Ancak göğsü henüz iyice büyümemiş kızların memeleri bu konuda göğüslerine tabidir. Büyüyen memeler ise başlı başına bir organ sayılır. (Tatarhaniye - El-Kmye - El-Hulâsa.)

(Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/205-207)

56 Tesettüre girmeyen kadınla evlenmek caiz mi ve tesettürsüzlüğünden dolayı erkek mesul olur mu?

Tesettürsüz bir kızla evlenmek caizdir. Ama eşinin tesettürlü olmasına önem veren bir insan için ilerde problem olabilir.

Erkek eşinin baş açık gezmesine rıza gösteriyorsa, kendisi de mesul olur. Ancak kendisi razı olmadığı halde eşi baş açık geziyorsa, mesuliyet kadına ait olur. Erkek bundan dolayı mesul olmaz.

Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken noktaların başında ideal birliği gelir. Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları, en çok üzerinde durulması gereken konudur.

Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler peşinde, gereğinde fedakârlıkla mı? Kazanılan para ile daha iyi yaşamak mı hedeflenecek, yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mı sarf edilecek? Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi prensiplere göre büyütülecek, ona nasıl bir eğitim verilecek? Sosyal hayatta kimlerle nasıl bir diyalog kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz şarttır.

Sizin hayatınızı bile uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi eşiniz yarım kulakla dinliyorsa, her satırını didik didik okuyup yaşamaya çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz dinlerken uyukluyorsa, siz teheccüde bile kalkarken eşiniz yatsıyı bile kılmadan yatıyorsa, bırakın sevgiyi, saygı bile kalmaz ki aranızda.

İlginç bir araştırma okumuştum. “Evlilikte mutluluğun şartları nelerdir?” sorusuna her iki cinsin en çok verdiği üç cevaptan birisi, hatta birincisi ‘inanç ve ideal birliği’ idi. (Diğerleri de sevgi ve cinsel uyum imiş.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişide ilk bakacağınız nokta, aynı idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani size sizin yolunuzda ‘yoldaş’ da olabilmelidir eşiniz.

“Şimdilik istediğim gibi değil, ama ileride düzelir!..” diye de kendinizi kandırmayın. Âyetin verdiği dersi hatırlayın:

“Sen sevdiğine hidayet edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder.”
(Kasa, 28/56)

Değişeceğine dair garantiniz var mı? Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar meraklısı mısınız? Veya tehlikeyi çok mu seviyorsunuz?

Ancak fikir uyumu önemli derken de ölçüyü kaçırmayalım. En önemli noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir. Gereklidir, ama yeterli değildir. Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır: İyisine kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için uyumsuz biriyle evlenmek!.. “Zaten benim fikrimde olan az; ideallerimi paylaşan birisini bulursam, huyuna suyuna bakmaz evlenirim.” diyenler çoktur. Ama unutmayalım ki, meselâ Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb de aynı yola baş koymuşlardı. Fakat bu mutlu bir beraberlik kurmalarına yetmedi.

Zaten düşünürsek, aynı ideali bile farklı insanlar farklı biçimlerde yaşamaz mı? En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimidir; sürekli gezip sohbetlere, faaliyetlere katılmak da. Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini önemseyip kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyiniz lütfen. Fikirleri size uyanlar içinde huyu da size uyan birini mutlaka bulursunuz.

57 Kadınların kendi aralarında kapalı ama dar bir giyimle (badi vs.) oturmaları caiz midir? Yoksa kadınlar arasında olsa bile hatlar belli olduğu için bu giyim sakıncalı mıdır?

Müslüman kadının, Müslüman kadına göstermesi haram olan yerleri, erkeğin erkeğe olan durumu gibidir. Bu da diz kapağı ile göbek arasıdır. Yani Müslüman kadınlar birbirlerinin diz kapağı ile göbek arasındaki kısma bakmaları haramdır. Bu nihaî sınırdır. Bundan "baksın" mânâsı çıkmaz. Bu sadece bir ruhsattır.

Müslüman kadınla gayri müslim kadın arasındaki mahremiyet sınırı da, Müslüman bir kadınla yabancı bir erkek arasındaki sınırdır. Yani gayri müslim (Hristiyan, Yahudi, vs...) bir kadın, Müslüman kadının ancak el, yüz ve ayaklarına bakabilir.

Kadınlar kendi aralarında otururken de tesettüre riayet etmeleri gerekir. Özellikle diz kapağı ile göbek arası ten rengini belli etmeyen bir giysiyle örtülmelidir. Örtülmesi gereken kısımlar için ten rengini belli eden elbiseler giymek caiz değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Transparan (şeffaf) ve dar giyimle tesettür olur mu?..

58 Kişilerin hemcinsleri arasındaki (kadının kadına karşı / erkeğin erkeğe karşı) edep ölçüsü nedir? Kadınların kendi aralarındaki tesettür ölçüsü nedir?

Kadının kadına avretini Nur sûresinin 31. âyetinde geçen “Mü’min kadınlardan” ifadesi bildirmektedir. Yani bir Müslüman hanımın kendi mahremlerinin yanında zinet yerlerinin açık olması caiz olduğu gibi, kendisi gibi diğer bir Müslüman hanımın yanında açık olması da caizdir.

Buna göre bir hanımın diğer hanıma avreti, dizi ile göbeği arasıdır. Yani bir hanımın diğer hanımın bedeninin bu kısmına bakması caiz değildir. Bu ruhsat tarafıdır ve meselenin fıkhî açıdan son sınırıdır.

Bu ifade şu manaya geliyor:

Hanımlar kendi aralarında başları, kolları ve dizden aşağı kısımları açık olarak oturabilirler. Ancak bu husus iyi ahlâkı ile tanınmış kadınlar arasında geçerli olabilir. Yoksa kadınlar arasında fitneye sebep olabilecek kimseler varsa, yani bir hanımda gördüğü özellik ve güzellikleri gidip kocasına anlatacak ve kocasının o kadın hakkında yanlış kanaat ve düşüncelere sebebiyet verecekse, böylesi bir kadın Müslüman da olsa sadece el, yüz ve ayaklarının açık olmasına müsaade edilir.

Bunun ölçüsü de şöyle tespit edilebilir. Tanımadığı, huyunu husunu, ahlâk ve karakterini bilmediği bir hanımın yanında, Müslüman hanım tesettürüne dikkat etmeli, güzellik ve cazibesini böyle kişilerin yanında sergilememelidir.

Yani bir hanımın, iyi niyetli hanımlar arasında iken başını açmasına müsaade edilmiştir. Fakat başını açması lazımdır, hep öyle oturması gerekir şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu bir müsaade ve ruhsattır, ancak bugün genelde Müslüman hanımlar kendi aralarında uygulamada tam tesettürlü oluyorlar; en güzeli ve ideali de zaten budur.

Hanımlar kendi aralarında nasıl rahat ediyorlarsa o şekilde giyerler. Burada kesin bir sınırlama yoktur. Herkes arzu ettiği ve kendine yakışanı giyer. Önemli olan yanlış yorumlara meydan vermemektir.

Aynı durum erkekler içinde geçerlidir.

(bk. Mehmed PAKSU, Aileye Özel Fetvalar)

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Erkeğin erkeğe avreti hakkında bilgi verir misiniz?

- Müslüman olmayan kadınlar, Müslüman bir kadın için erkek hükmünde midir? Müslüman bir kadının Müslüman olmayan bir kadına karşı mahremiyeti ve avret durumu nedir?

59 Bayanlarda yüz saça göre daha fazla dikkat ve ilgi çekmiyor mu; neden saç örtülüyor da yüz örtülmüyor?

Günümüzde, ülkemizin bazı yörelerinde ve diğer bazı İslâm ülkelerinde özellikle genç kadınların sokakta yabancı erkeklere karşı yüzlerine baş örtülerinden ayrı olarak, yüzü göstermeyen fakat bunu takanın dışarıyı görebileceği bir tül taktıkları görülür. Kimi zaman da baş örtüsünün bir bölümü ile iki göz veya bir gözün dışında kalan yüz kısmı örtülür.

Kadının yüz kısmının sokakta veya yabancı erkeklerin yanında örtülüp örtülmemesi problemini İslâmî açıdan şu şekilde değerlendirmek mümkündür.

Kur'an-ı Kerim'de kadının örtünme sınırları şöyle belirlenir:

"Ey Peygamber! Mümin kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar, açıkta kalan yerler dışında, ziynetlerini göstermesinler. Baş örtülerini yakalarının üstüne indirsinler." (Nûr, 24/31);

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. (Bir ihtiyaç için dışarıya çıkarken) dış örtülerini üzerlerine alıp örtünsünler. Bu, onların başkaları tarafından tanınıp rahatsız edilmemeleri için daha uygundur." (Ahzâb, 33/59);

"İlk cahiliye devri kadınlarının açılıp saçıldığı gibi açılıp saçılmayın." (Ahzâb, 33/33);

"Kadınlar gizledikleri süslerinin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar." (Nûr, 24/31)

Yukarıdaki ayetlerde bir "baş örtüsü", bir de "dış örtü" olmak üzere iki parça örtüden söz edilmektedir. Baş örtüsünün yakaların üstüne inecek şekilde örtülmesinden amaç; kadının baş, saç, kulak, boyun, gerdanlık ve göğüs kısımlarının örtülmesidir. Çünkü İslâm'dan önceki Arap kadınlarının başları tam olarak açık değildi. Onlar baş örtülerini enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açıkta kalır, ziynetleri görünürdü. Dış örtü ise kadının vücûdunu örten, altını göstermeyen ve vücut hatlarını ortaya koymayacak şekilde bolca olan bir örtüdür.

Yüzün örtülmesine ait ayetlerde bir açıklık yoktur. Ancak "ziynetlerini veya ziynet yerlerini açmasınlar" ifadesinden, kadının yüzünün ziynet ve güzellik yeri olduğu düşünülerek, bu kısmın örtülmesi gerekip gerekmediği İslâm hukukçularınca tartışılmıştır.

Hanefi ve Mâlikîlere göre, örtünmeyi emreden ayette; "ziynetlerden açıkta kalan yerler müstesnâ" (Nûr, 24/31) ifadesi; kadının sokakta örtmek zorunda olmadığı bazı yerlerinin bulunduğunu gösterir. Bu yerler de yüz ve ellerden ibarettir. Bazı sahabe ve tâbiîlerden bu görüş nakledilmiştir. Saîd b. Cübeyr, Atâ ve Dahhâk bunlardandır (bk. et-Taberî, Câmiul-Beyân fî Tefsîril-Kur'an, XVIII / 118).

Bu konuda dayanılan önemli delillerden birisi de Hz. Âişe (r.anhâ) dan nakledilen şu hadistir:

"Ebû Bekr (r.a)'in kızı Esmâ (ö. 73/692), üzerinde ince bir elbise varken, Allah Resulünün yanına geldi. Resulullah (s.a.s) ondan yüz çevirerek şöyle buyurdu:

"Ey Esmâ! Kadın âdet görme yaşına ulaşınca şurası ve şurasından başka yerinin görülmesi uygun değildir. " O, bunu söylerken yüzünü ve ellerini gösterdi" (Ebû Dâvud, Libâs, 31; Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmil-Kur'an, Beyrut 1405, XII, 229).

Diğer yandan kadının namazda ellerini ve yüzünü açık tutabileceği konusunda görüş birliği vardır. Namaz dışında da bu yerlerin avret sayılmaması gerekir. Çünkü namazda avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bu yerlerin örtülmemesi, farz olmadığını gösterir. Kadın hacta da el ve yüzünü açık tutmaktadır.

Kadın iş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örtüsünü örterken bile ellerini açmaya muhtaç olduğu gibi, çevresini görme, nefes alıp verme bakımından yüzünü örtmesinde güçlük vardır. Diğer yandan şahitlikte, mahkemede ve nikâh gibi muamelelerde yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bu yüzden "Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur." kaidesince bunların açılmasında bir sakınca yoktur. (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1960, V, 3505, 3506).

Şâfiî ve Hanbelîlere göre yüz ve eller de avret yeri sayılır. Onlara göre, "Ziynetlerini açmasınlar" ayeti, ziynetin açılmasını yasaklamaktadır. Ziynet de ya yaratılıştan olur yüz ve eller de bu kapsama girer. Ya da dışarıdan süsleme şeklinde olur. Elbise, mücevherat, boyama, kaş yakınma gibi. Ayet, ziynetlerin açılmasını mutlak olarak yasakladığına göre, yabancı erkeklerin yanında ziynet sayılan yerlerin açılmaması gerekir. Bu iki mezhep, "Ziynetlerden açıkta kalan kısım müstesnâ..." ifadesini kasıt ve tasarlama olmaksızın kendiliğinden rüzgar, bağın çözülmesi vb. sebeplerle örtünün açılması şeklinde te'vil etmiştir (Muhammed Alî es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâtil-Ahkâm, Dımaşk 1397/ 1977, II, 155).

Hadisten dayandıkları deliller şunlardır: Cabir b. Abdillah,

"Allah elçisine, ansızın bakışın durumunu sordum. "Gözünü çevir." buyurdu." demiştir. (Ebû Dâvud Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 358, 361).

Ansızın bakılan yerin, kadının eli ve yüzü olması akla ilk gelen husustur. Abdullah b. Abbas (r.anhümâ)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Allah Resulu, Fadl b. Abbas'ı hacda terikesine almıştı. Fadl, güzel saçlı ve yakışıklı bir genç idi. Bir kadın gelip Allah Resulünden fetvâ sordu. Fadl ona bakıyor, o da Fadl'a bakıyordu. Allah Resulü, Fadl'ın yüzünü öbür yana çevirdi." (Buharî, Meğazî, 77; Hac, I ; Müslim, Hac, 407).

Buradaki örtme, fitneye düşme, yani zinaya yol açma tehlikesi yüzündendir. Ancak hadislerde "kadının yüzünü örtünüz" veya "kadının yüzü de avrettir" anlamı açıkça ifade edilmemiştir. Bazı sahabilerin kadınlara şehvetle bakmaları veya anlamlı bakışlarıyla kadınları rahatsız etmeleri önlenmek istenmiştir. Böyle bir fitne korkusu doğunca, mümin kadınların da iffetlerini koruması ve erkeklerin dikkatli bakışlarına hedef olmaması amaçlanmalıdır. Sahabe hanımlarının yüzlerini örttükleri açık olarak nakledilmediği için, bu konuda bir icma'ın varlığından söz edilemeyeceği gibi; peçe örtmenin farz veya sünnet olduğunu söylemek de güçtür. Belki genç ve güzel bazı bayanların, erkeklerin rahatsız edici bakışlarından korunmak ve gönül dünyalarını daha temiz tutabilmek için başvurdukları bir korunma biçimidir.

(Bilgi için bk. Kurtubî, a.g.e., XII, 229 vd.; es-Sâbunî, a.g.e., II, 154 vd.; et-Taberî, a.g.e., XVIII, 118; Muhammed Eyyûb Kâkül, 2. baskı, Suriye t.y., s. 27 vd.; Elmalılı, a.g.e., V, 3505 vd.; İbrahim Cemel, Müslüman Kadının Fıkıh Kitabı, terc. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1989, s. 124 vd.; Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, İstanbul 1989, s. 243 vd.).

60 Tesettüre girmek istiyorum, tavsiyeleriniz nelerdir?

Öncelikle çalışmak için başınızı açmanız caiz değildir. Ancak illa da çalışacağım diyorsanız, öncelikle bunun günah olduğunu kabul edip ondan sonra sürekli başı açık bulunmak yerine en azından dışarda kapalı iş yerinde başı açık çalışırsınız. Bunun günahı daha azdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Peruk kullanmak hakkında bilgi verir misiniz?

Sözlüme tesettüre girmesi için neler anlatabilirim?

61 Okumak için başını açmak, zaruretin haramı helal kılar kısmına girer mi?

Başı örtmek Allah'ın emridir. Okumak için başını açan bir kadın, bunun haram olduğunu bilerek yaparsa günahkâr olmakla beraber dinden çıkmaz. Ancak okumanın zururete girdiğini söylemek doğru değildir.

Mazeretin dereceleri ve çeşitleri vardır. Okuyan bir kardeşimizin okuldan atılmamak için başını açarak okuması ile, sırf güzel görünmek ve zevk almak için başını açanın sorumluluğu elbette bir değildir. Ancak, başı açmak zururettir ve günahı yoktur, denilmez.

Başı açmanın mazeret olması için zaruret olmalıdır. Yani başını açmadığı takdirde hayatını devam ettirememe durumu olması gerekir. Örneğin, başkasının malını habersiz yemek haramdır. Ancak kişi aç kalır ve yemediği takdirde ölümle baş başa kalacaksa, bu durumda o haram malı yemesi helal olur. Sonra mal sahibi ile helalleşir.

Başörtüsü de bunun gibidir. Hayati bir tehlike varsa başını açabilir, yoksa açamaz. Başını açıp da okumayı düşünen kimse, bunun haram olduğunu bilmeli ve tövbe istiğfarda bulunmalıdır.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- ZARURET

62 Üvey babamın yanında başımı örtmemem (açmam) caiz mi?

Kadının üvey babası kendisine mahremdir. Bu bakımdan kadın üvey babasının yanında başını örtmemesi caizdir, yani başını açabilir.

Mutlak evlenme engeli ve ebedi haramlık; kan hısımlığı, sıhri hısımlık ve süt hısımlığı ile olur.

a) Kan hısımlığı: Bir erkeğe nesep veya hısımlık sebebiyle dört grup kadın haram olur. Bunlar; usûl: Annesi ve nineleri gibi, fürû; kızı ve ilânihaye torunları gibi, kardeşleri ve kardeşin îlâniyhâye çocukları gibi, dede ve ninelerin ilk fürûu; hala, teyze, büyük hala ve büyük teyze gibi...

b) Sihri hısımlık:
Sıhriyet, evlilik yoluyla meydana gelen bir hısımlıktır. Sonrada boşanma veya ölümle evlilik sona erse bile sıhri hısımlık ortadan kalkmadığı için, bu mutlak bir evlenme engeli teşkil eder. Sıhri hısımlar dört grupta toplanabilir:

     1) Üvey kızlar: Bir erkek dul bir kadınla evlenir ve cinsel ilişkide bulunursa, bu kadının önceki kocasından olan kızları veya torunları, bu üvey babaya ebedi olarak haram olur,

     2) Kayın valideler: Mücerred nikâh akdi sonucunda, damatla kayın valide ve hanımı tarafından nineleri arasında ebedi evlenme engeli doğar,

     3) Baba ve dedenin karıları; Bir kimse üvey anne veya nineleriyle ebedi evlenemez. Âyette şöyle buyurulur:

"Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak câhiliyet devrinde geçen geçmiştir." (Nisâ, 4/22).

     4) Gelinlerle evlenme yasağı vardır. Âyette şöyle buyurulur:

"Kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın karısı... size haram kılındı." (Nisâ, 4/23).

Ancak İslâm'da evlatlık muâmelesi yasaklanmış, evlatlığın boşayacağı kadınla, evlat edinen erkeğin evlenebileceği esası benimsenmiştir. İlk uygulama, Hz, Peygamber (asm)'in evlatlığı Zeyd'in boşadığı Zeynep binti Cahş'la olan evlenmesidir. (bk. Ahzâb, 33/37).

c) Süt hısımlığı: İslâm hukuku kan ve sıhriyet yoluyla hısımlıktan başka, yabancı bir kadından süt emme yoluyla bir hısımlık çeşidi daha kabul etmiştir. Sütle kurulan bu bağ, çocukla süt ana ve diğer bazı hısımlar arasında evlenme engeli doğurur. (bk. Bakara, 2/233; Nisâ, 4/23; Buhârî, Şehâdât, 7, Nikâh, 21; Müslim, Radâ,1).

İlave bilgi için tıklayınız:

SÜT AKRABALIĞI, SÜT KARDEŞLİĞİ

63 Yurt dışında örtünmekte zorluk çekiyorum. İsveç'te bir köyde oturuyoruz; tek Müslüman aile biziz. İnsan kapalı giyinse, ama başını örtmese aynı günah içine yine de girer mi? Bu konuda neler tavsiye edersiniz?

Sıkıntının ne olduğunu, ne boyutta olduğunu bilmemiz gerekir. Zaruret boyutunda değilse başı açmak da haramdır ve günahtır.

Müslüman kadının nasıl örtüneceği, nâmahrem erkeklerin yanına veya sokağa çıktığı zaman nasıl bir örtü takınabileceği Kur’ân-ı Kerim'de açıkça bildirildiği gibi; hadis-i şeriflerde, sahabî hanımların tatbikatlarında belirtilmiş, gösterilmiştir. Bilineni bir tekrardan öte, bir tespit bakımından bu husustaki âyetlerin meâlini verelim:

“Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine cilbab (örtü) almalarını söyle. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Bununla beraber Allah bağışlar ve merhamet eder.”1

“İslâmdan önceki Câhiliye kadınlarının yaptığı gibi süslerinizi göstererek ve görünmek için dışarı çıkmayın.”2

ayeti, süslerin görülmesini yasaklarken, Nûr Sûresinin 31. âyet-i kerimesi de kadının avret yerlerini ve süslerini kimlere gösterebileceğini açıklar:

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz."

Buna göre Müslüman bir kadının, kendisi gibi Müslüman kadınların yanında ve "henüz kadınların gizli kadınlık özelliklerinin farkında olmayan çocuklar"ın yanında başını açması haram olmaz.

Bu çocuklar kadınların gizli yerlerine bakmaktan anlamayan küçük çocuklar demektir. Kadınların yanında bulununca onların konuşma, yürüme ve giyimlerinden cinsel bakımdan etkilenmeyecek derecede küçük yaştaki çocukların yanında örtünme zorunluluğu bulunmaz. Ancak çocuk erginlik çağına yaklaşmış olursa, artık yabancı kadınların yanına girmemelidir ve kadınlar da onların yanında örtünmeleri gerekir.

İlk âyette geçen “cilbab” kelimesini, müfessirler, vücudu baştan aşağı örten çarşaf, ferâce gibi dış kisve, elbisenin üzerinden giyilen dış kıyafet olarak açıklarlar.3

Bu ifadelere göre, âyet-i kerimede anlatıldığı gibi, mü’min kadınların dışarı çıkarken, nâmahrem erkeklere görünürken, onların yanında bulunurken, ev içinde giymiş oldukları elbiseden başka onun üzerine giyebilecek ayrı bir örtüyü de üzerlerine almaları, giyinmeleri gerekmektedir.

Dikkat edileceği gibi, Ahzap Sûresinin 59. âyetinde kadınların mahrem yerlerini örten elbisenin dışında bir de sokağa çıkarken ayrıca giyecekleri bir örtünün giyilmesinin gerektiği ifade edilmektedir. Gerçek mânâda tesettür ancak bu şekilde mümkün olmaktadır. Yoksa, ev içinde kadının mahremleri arasında giydiği elbise ile dışarı çıkması, Kur’ân’ın istediği şekilde bir tesettürün yapılmamış olduğunu gösterir. Bu örtünün adı çarşaf, ferâce, pardesü, manto... ne olursa olsun, esas olan bedeni bütünüyle örten bir dış örtü olmasıdır.

Zaten sahabî hanımların, âyet iner inmez nasıl örtündükleri de bu şekle müşahhas bir misal olmaktadır. Peygamberimizin (asm) bahtiyar hanımlarından Ümmü Seleme Hazretleri, bu âyet nâzil olduktan sonra Ensar kadınlarının üzerlerine siyah örtüler alarak başları üzerinde kuşlar varmışçasına tam bir edeb ve sükûnet içinde dışarı çıktıklarını söylemektedir.

Âyet-i kerimenin sonunda “Allah bağışlar ve merhamet eder” denmektedir. Bu bağışlama, kadınların bu âyet inmeden önceki câhiliye âdeti üzerine giyiniş şeklini içine almaktadır.

Mü’min hanımların, ince dokunmuş, altlarını belli edecek şekilde elbise giymeleri de tesettüre aykırı bir giyim şeklidir. Bir seferinde Beni Temim kabilesinden bir grup kadın Hz. Âişe (ra)’nin yanına gelirler. Üzerlerinde ince elbiseler vardır. Bu durumu gören Hz. Âişe (ra),

“Nur Sûresine inanan mü’min bir kadın bu şekilde giyinemez.”

diye hatırlatmada bulunur.4

Hazret-i Âişe (ra), mü’min kadınların, yabancı erkeklerin dikkatini çekecek bir elbise ile görünmemelerini istemiş, onları ikaz etmiş, Nur ve Ahzâb sûrelerinde tarif ve emredildiği şekilde giyinmelerini hatırlatmıştır.

Dipnotlar:

1. Ahzab, 33/59.
2. Ahzab, 33/33.
3. Hak Dini Kur’ân Dili, VI/3927.
4. Tefsîr-i Kurtûbî, 14/244.

Örtünmemek ayıp mı, suç mu, günah mı?..

64 Tesettür için, teferruat denilebilir mi?..

"İman esasları yanında tesettür furuattır."

Bu cümle aslında Ehl-i sünnet itikadının da bir prensibidir! Usul ilminde, gerek İbn-i Abidin ve diğer ulemanın, İslamın genel hükümlerini (akaid) ikiye ayırdığını görmekteyiz:

1) Usul'e ait hükümler: Buna göre "Lâ ilâhe illallah; Muhammedün Rasûlullah" başta olmak üzere, sair iman esasları akaidde usûldür. İman esasları, Allah'a, âhirete, peygamberlere, meleklere, kitaplara, kadere iman gibi inanç esaslarıdır.

2) Furuata ait hükümler: Namaz, oruç, hac, zekât ve tesettür gibi diğer ibadetler, bu asıllar üzerine bina edilen ve asla göre fürûât sayılan amellerdir. Furuata ait hükümler, usule ait hükümler üzerine bina edilir. Bu açıdan denilebilir ki, usûlün olmadığı yerde, sistemli fürûdan bahsetmek mümkün değildir.

Ancak fürûat demek, Türkçemizde anlaşıldığı şekliyle "olmasa da olur" gibi bir mefhumu akla getirmemelidir. Bunların fürûât olması, asıl ile olan münasebet ve mukayeseleri neticesi ve tamamen yukarıdaki taksim ve tasnif itibarıyladır. Yoksa ibadetsiz imanın tam olmayacağı izahtan varestedir.

Bu konuya isterseniz küçük bir örnek ile tenvir etmeye çalışalım:

Siz terazinin bir kefesine imanı, diğer kefesine farz olan tesettürü koyarsanız, iman kefesinin ağır bastığına şahit olacaksınızdır! Çünkü, Allah katında en önemli esas imandır! Peki, bu tesettürün önemsiz veya ehemmiyetsiz olduğu anlamına gelir mi? Hayır, gelmez; sadece imanın Allah katında ne denli büyük bir konumunun olduğuna bir işarettir!..

65 Kadın kocasının isteği üzerine açık giyinebilir mi?

Allah'ın rızasına uygun olmayan konularda, kadınlar kocalarına itaat etmek zorunda değillerdir. Kocası istediği için başını açan kadın da kocası da günahkar olur.

Kadının, kocasının meşru isteklerini yerine getirmesi gerekir. Ancak kadın, kocası da olsa haram isteklerine uymaması gerekir. Çünkü her varlığın sahibi Allah'tır; önce Onun isteklerine uyulur. Ayrıca kabirde, haşirde, sıratta ve ahiretin diğer alemlerinde bize yardımcı olacak Allah'tır.

Şu hadisler, itaatın, Allah'ın rızasına uygun olmasını şart koşuyor:

"Başınızdakilerden kim size Allah'a isyan etmeyi emrederse, sakın o hususta ona itaat etmeyiniz." (İbn Mace, Cihad, 40);

"Allah'a isyan olan hususta itaat yoktur. İtaat, ancak helal olan şeydedir." (Buhârı, Ahkâm, 4; Müslim, imâre, 39-40).

İlave bilgi için tıklayınız:

Örtünmemek ayıp mı, suç mu, günah mı?..

66 Tesettürlü olan kişiler, çalışmak için başlarını açmak zorunda kalırlarsa ne yapmalıdırlar? Çalışmak için başlarını açmaları gerekiyorsa, vebali açtıranların mıdır?

İşveren, yanında çalıştırdığı bayanın başını açmasını istediğinde mesul olmakla beraber, açan kimsede mesul olur. Girdiği işte başını açması istenen bir hanım, tesettürlü bir şekilde çalışmasına müsaade eden başka bir iş aramalıdır.

Hangi zaruri hallerde başın açılabileceği bellidir. Başını kapattığı zaman hayatî bir tehlike veya yanık ve benzeri sıhhî bir mahzurla karşılaşacaksa, o tehlike ve mahzur geçinceye kadar açık bırakılabilir. Fakat böyle bir durum yoksa, kapatmak gerekir. Buna karar verecek sizsiniz. Kapatmayınca kişi günahkâr olur. Günahkâr olan kimse, bu günahından kurtulmak için tövbe istiğfar eder, Allah'tan affını diler.

İlave bilgi için tıklayınız:

Üniversiteyi okumak için baş açmak caiz mi?..

67 Şeffaflık ve darlık yönünden kadın giyimi ve tesettürü hakkında bilgi verir misiniz? Kalın, tenin rengini göstermeyecek şekilde olan, ancak vücuda yapışıp onun şeklini alan elbiselerle tesettür sağlanmış olur mu?

Önce bir temel hususa işaret etmek istiyorum. Sonra konunun ayrıntısına geçeceğim. Şöyle ki:

İnsan bir doğruyu tatbik edemeyebilir. Yanlışı yaşıyor olabilir. Burada çok önemli olan nokta, yaşadığı yanlışı savunmak değil, doğruyu itiraf etmektir.

Böyle olursa durumunu çok daha kötüye gitmekten kurtarmış olur. Yanlışı savunma yerine doğruyu itiraf etmek gibi bir faziletin sahibi olur. İnancını kurtarır.

Şayet “ben yanlışı yaşıyorum, öyle ise yaşadığım yanlışı savunayım, doğruyu inkâra yöneleyim” derse, bu defa durum çok kötü olur. Yanlışı yaşayan günahkâr olur, doğruyu inkar eden mümin olmaktan çıkar; yanlışı savunan, doğruya karşı çıkan inkarcı sıfatıyla baş başa kalabilir. İşte tehlike de buradan doğar.

Demek ki insan yaşadığı yanlışı savunmamalı, tatbik edemediği doğruyu da inkar etmemeli. Aksine, bir gün gelecek, ben de o doğruyu tatbik edeceğim, diyerek doğruyu itiraf ve kabul etmelidir ki, hiç olmazsa günahkâr bir mü’min olarak kalsın, küfre meyleden bir inkarcı durumuna düşmesin.

Zaten şu anda doğruların tümünü de nefsinde tatbik edenimizin sayısı çok değildir. Hepimizin eksik ve kusurlarımız vardır ve biz bunun itirafı içinde Rabb’imizden af niyaz ediyor, bir gün eksiklerimizi de telafi etme niyet ve azmimizi koruyoruz. Bu anlayış içinde hanımlar olarak giyim kuşamımıza şöyle bir göz attığımızda, bir hadisin iki kelimesi bizi düşündürmektedir. Efendimiz (asm) İlahi rahmetten mahrum bırakacak giyim kuşamdan haber verirken, bu iki kelimeyi kullanmıştır:

Kâsiyâtün, âriyâtün!..

"Giyinmişler; ama çıplaktırlar."

Yani, çıplak gibi tahrik ve teşhirleri söz konusu.

Bu nasıl olabilir?

Ya giyindikleri tümüyle şeffaftır, yani transparandır, altını aynen göstermektedir. Ya da iyice dardır. Bedene yapışmış, vücut hatlarını cinselliği çağıştırarak tümüyle hissettirmektedir. Veya giyinmiş ama birçok yeri açıktadır...

Bunun doğrusu nasıl olabilir?

Giyilen şey içini göstermez, örttüğü bedenin hatlarını bakanın dikkat ve tecessüsüne sunar hale gelmez; yeterince geniş, yani bol ve uzun olur.

Ancak uçları yerlerde sürünecek kadar da uzun olmaz. Çünkü uçları yerlerde sürünecek kadar uzun olan pardösü ve giyimlerde hem kibir işareti vardır, hem de yerdeki pislikleri silip süpürüp götürürken, bakanların tiksinti ve nefretine de sebep olmak söz konusudur. Güzel bir giyimi böyle sevimsiz göstermek ise, sevaplı olmasa gerektir.

Burada biz kimsenin giyim kuşamına karışıyor değiliz. Ancak soran okuyucularımızın sorularını da cevapsız bırakmaya hakkımız yoktur. Baştan da ifade ettiğimiz gibi doğruyu bilelim, tatbik etmesek de taraftar olalım. Bir gün yaşayabiliriz, diyerek de hakkı kabul etme faziletini gösterelim. İnkâr eden durumuna düşmeyelim. Çünkü yanlışı itirafta bir fazilet vardır. Ama doğruyu inkârda fazilet yoktur. İnkârda küfür kokusu söz konusudur.

Hiç olmazsa iman kurtulmalı, günahkâr da olsa kişi inancını korumalıdır.

Bence giyim kuşam konusunda sözü uzatmaya hiç gerek yoktur. Efendimiz (asm), az ve öz söylemiştir bu konuda:

"Kâsiyâtün, âriyâtün!"

Hanımlar giyindikleri halde giyinmemiş gibi olmamalıdır. Yani transparan giysiler içinde tahrikçi, teşhirci görüntüler sergilemekten kaçınmalıdırlar.

Vicdanlara huzur veren giyim, bakanların dikkat ve tahriklerine sebep olmayacak uzunluk ve bolluktaki giyimdir. Talip olanlara arz edeceğimiz ölçü budur. Talip olmayanlar ise elbette dilediklerini tercih edeceklerdir.

Şüphesiz ki, cennet de cehennem de haktır. Böyle insanlara dua etmek ve onları hakikatı anlatmak özellikle bilinçli kadınların vazifesidir.

68 Başörtüsü takarken çenenin altından mı yoksa üstünden mi bağlamak gerekir? Yani başörtüsü takılırken, önden bakıldığı zaman görünen çenenin üst ucunu da kapatmalı mıdır?

Kadınların örtünmesi gereken uzuvları el, yüz ve ayaklar dışında kalan tüm bedendir.

Yüzün sınırları, saçın bittiği yerden çene altına, kulakların köklerine kadar olan bölümdür. Açık rivayette yüz için bir sınır belirlenmemiştir. Ancak İslâm Fakihlerinin çoğuna göre yüzün sınırı, baştaki saç bitiminden çene altına ve bir kulak yumuşağından diğerine kadar olan kısımdır. Hidâye şerhinde, Bahr-i Râik ve İbn-i Abidîn'de de ayni husus belirtilmiştir.

Başın ön cephesindeki kıllar dökülmüşse, mutlaka saç bitimi sınır başlangıcı alınmaz, normal ölçü dikkate alınarak alınla baş arasındaki sınır -ki bu normal saçı olanlarda belirgindir- esas kabul edilir. Sahih olan görüş de budur.

Başörtüsü çenenin üstünden bağlamak zorunlu değildir, çene altından bağlanabilir.

(Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/11.)

69 Başı açık çalışabilir miyim?

Allah'ın hakkı, anne baba hakkından daha önemlidir. Allah'ın emrini görmezden gelen bir babaya yine Allah'ın emrini çiğnemek üzere itaat olmaz. Allah'ın emirlerine itaatte anne baba hakkı söz konusu olamaz.

Allah'ın emirlerini anne babanıza anlatmak da sizin vazifenizdir. Çünkü hiçbir anne baba evladını cehenneme atmak istemez. Belli ki dinimizin bu konudaki hükümlerini bilmiyorlar. Onlara dinimizin bu konudaki hükümlerini anlatmanız gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Çalışmak isteyen kadın kocasından izin almak zorunda mıdır?

Tesettür ve Türban Özel Dosyası.

70 Kadın doktorun ameliyat esnasında kollarının açık bulunması caiz mi? Ben yurt dışında tıp fakültesinde ögrenciyim. Ameliyathanelerde kolumuzun örtülü olması bazan sorun oluyor. Bu halde ne yapmam gerekir?

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar."

"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar, zînetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler."

Âyetlerde mü'min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor. Fakat şu mealdeki hadîs-i şerif âyetleri tefsir ediyor. Peygamberimiz (a.s.m.) baldızı Hz. Esma'ya hitaben şöyle buyurmuştu:

"Ey Esma! Bir kadın âdet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir."

Demek ki, buluğ çağma gelmiş olan Müslüman bir hanımın yabancı erkeklerin yanında el ve yüz dışında bütün vucudunu kapatması hem Allah'ın hem de Peygamber (asm)'in emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri ve kollarını örtmek farz-ı ayındır. Açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır.

Tesettüre riayet edilmediğinde ne olur? Başta da söylediğimiz gibi günahkâr olur. Günahkâr olan kimse, bu günahından kurtulmak için tövbe istiğfar eder, Allah'tan affını diler. Al-i İmran suresinde şu mealdeki bir ayeti kerime yer almaktadır:

"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar -İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne güzeldir." (Âl-i İmrân Sûresi, 135-136)

Demek ki, bir tövbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur? Bu husustaki bir hadisin meali şöyledir:

"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahı­nın affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur'ân'da ge­çen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır." (İbni Mace, Zühd: 29)

Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var­dır." sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki, bir gü­nahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevî tehlikelere sürükler. Günahın uhrevî bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider. Yani kalpte yer tutan o günah tohumu zaman içinde -Allah korusun- yeşillenerek bir zakkum ağacı haline dönüşebilir. Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın kinlerine kanmamak için bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir.

Bununla beraber, zaruret durumlarında, zaruret kadarıyla, haramlar caiz olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Zaruret halinde tesetturden taviz verilebilir mi? | Sorularla İslamiyet

71 Tesettürün hükmü nedir? Tesettür konusunda kişi kendi özgür iradesine bırakılmalı mı?

İnsan, aklından geçen menfi düşünceleri fiile dökmedikçe mesul olmaz. Ancak başörtüyü bazı küçük nedenlerden dolayı açma fikri, onun ehemmiyetini tam olarak anlıyamamaktan kaynaklanmaktadır. Bu da zamanla en küçük bir sıkıntıda dahi kadını örtünmemeye kadar götürmektedir.

Önce, kadınların başlarını örtmelerinin dinî yönüne bakalım. Bu hususta Kur'ân-ı Kerim'de iki âyet mevcuttur. Bu âyetlerde Cenab-ı Hak gayet açık bir şekilde meâlen şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar..."1

"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar, zînetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler."2

Âyetlerde mü'min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor. Fakat şu mealdeki hadîs-i şerif âyetleri tefsir ediyor. Peygamberimiz (a.s.m.) baldızı Hz. Esma'ya hitaben şöyle buyurmuştu:

"Ey Esma! Bir kadın âdet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir."3

Demek ki, buluğ çağına gelmiş olan Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah'ın hem de Peygamber (a.s.m.)'in emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayındır. Açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır. Zaten âyetten de açıkça anlaşılacağı gibi "ırz ve namusun korunması" başı örtmenin bir hikmeti, aynı zamanda bir sebebi sayılmaktadır. Başlarını açan kadınlar ırz ve namuslarım muhafaza etseler de, bu 'Allah'ın emrine uygun bir koruma sayılmamaktadır. Allah ve Resulünün emrini dinlemediği için günahkâr olmakta, büyük bir mesuliyet altına girmiş bulunmaktadır.

Bir mü'min kadın için baş açık gezmek haram ve günah olduğuna göre, bu mesuliyetten kurtulmak için ne yapabilir? Yapılacak şey bellidir. Başını kapattığı zaman hayatî bir tehlike veya yanık ve benzeri sıhhî bir mahzurla karşılaşacaksa, o tehlike ve mahzur geçinceye kadar açık bırakılabilir. Fakat böyle bir durum yoksa, kapatmak gerekir.

Kapatmayınca ne olur? Başta da söylediğimiz gibi günahkâr olur. Günahkâr olan kimse, bu günahından kurtulmak için tevbe istiğfar eder, Allah'tan affını diler.

Al-i İmran suresinde şu mealdeki bir ayeti kerime yer almaktadır:

"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar—İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne güzeldir."4

Demek ki, bir tövbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken, o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur? Bu husustaki bir hadisin meali şöyledir:

"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahı­nın affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur'ân'da ge­çen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır."5

Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var­dır." sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki, bir gü­nahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevî tehlikelere sürükler. Günahın uhrevî bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider. Yani kalpte yer tutan o günah tohumu zaman içinde—Allah korusun yeşillenerek bir zakkum ağacı haline dönüşebilir.6

Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın kinlerine kanmamak için bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir.

Böylece hem Allah'ın emrini her şeyin üstünde kabul ederek bir farzı işlemiş olursunuz, hem de size "başınızı örtmemek" için vesvese veren şeytanı reddetmiş olursunuz. Zaten bir Müslüman hem Allah'ın rızasını kazanma­ya çalışacak, hem de bazı haramları işleyerek şeytanı "küstürmemek" gibi gülünç bir duruma düşecek, bu mümkün değildir.

Dipnotlar:

1. Ahzab Sûresi, 59.
2. Nur Sûresi, 31.
3. Ebû Davud, Libas: 33.
4. Âl-i İmrân Sûresi, 135-136.
5. İbni Mace, Zühd:29.
6. Lem'alar, s. 7; Mesnevî-i Nuriye, s.115.

(Mehmet Paksu, Sünnet ve Aile)

İlave bilgi için tıklayınız:

Örtünmemek ayıp mı, suç mu, günah mı?..

Tesettüre nasıl girebilirim?..

72 Tesettür âyeti indirilmeden önce Müslüman kadınların giyimi nasıldı?

"Ey Muhammed! Mümin kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar, görünmesi zarurî olanlar hariç zinetlerini göstermesinler. Baş örtülerini yanlarına sarkıtsınlar. Ziynetlerini kendi kocalarından veya babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi oğullarından veya kocalarının oğullarından veya kendi kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya kız kardeşlerinin oğullarından veya kadınlarından veya sahip oldukları cariyelerden veya cinsi iktidarı olmayan hizmetçilerden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerini başkalarına bildirmek için ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allaha tövbe edin ki, kurtuluşa eresiniz." (Nur, 24/31)

Kurtubî, kadınların başörtülerinin yakaları üzerine gelecek şekilde örtünmesi ile ilgili ayeti tefsir ederken şöyle der:

"Tesettür ayeti inmeden önce Müslüman kadınlar, başörtülerini iki omuzları arasından salıverirler, kulakları ve boyunlarıyla göğüslerinin önemli bir kısmı açık kalırdı. Saçlarının da bir bölümü görünürdü. Yüce Allah, ilgili âyetle bu şekil örtünmeyi yasakladı ve başörtülerinin iyice örtecek şekilde bağlanmasını emretti."

İlave bilgi için tıklayınız:

- Müslüman kadının giyim şekli nasıl olmalıdır? Diz altına kadar gelen etek ile tesettür sağlanmış olur mu? Başörtüsünü omuzlardan aşağı indirmek şart mı?

- Tesettür ve Türban Özel Dosyası...

73 Başörtüsü ataerkil bir toplumun sembolü değil midir? Kadın ile erkeğin birbirlerine karşı gösteremeyecekleri gerçek avret yerlerinin göbek ile diz arası olduğunu biliyoruz. Ancak zamanla kadının avret yeri genişletilmiş ve el, yüz,..

Kadınların örtünmesi gerektiğine dair hüküm toplumsal bir geleneğin sembolü değildir. Kadınların örtünmesi Allah'ın emridir ve Kur'an-ı Kerim ayetleri ile sabittir. Bu bakımdan örtünmeyi toplumsal bir gelenek şeklinde düşünmek yanlıştır.

Tesettür münakaşalarında üç kavram, birbiriyle karıştırılıyor: Ayıp, suç ve günah. Bir söz, bir hareket veya bir kıyafet toplumun değer hükümlerine ters düşüyorsa ayıplanıyor. Kanuna aykırı ise, suç sayılıyor. Dine muhalif ise, günah oluyor.

Bazı kimseler, kanuna aykırı olmayan bir şeyin günah da olmayacağını zannederken, bazıları, “herkesin işlediği bir fiilin günahlıktan çıkacağı” vehmine kapılıyorlar. Bunların her ikisi de fevkalâde yanlış düşünceler.

Ayıp, hiçbir zaman gerçeğin ölçüsü olamaz. Fikir, düşünce ve hareketlerini sadece çevrenin “ayıp” anlayışına göre düzenleyen insanlar, şahsiyetlerini topluma feda etmiş, kalabalıklara esir olmuşlardır.

Halbuki, toplumun her ayıpladığını “yanlış”, yahut her benimsediğini “doğru” kabul etmek mümkün mü? Böyle olsa, insanın her toplulukta ayrı bir şahsiyete bürünmesi, bukalemun gibi sık sık renk değiştirmesi gerekmez mi?

Batılı bir düşünürün “insan aklının aczini” ortaya koyan şu ifadeleri, bu meselemizi ne güzel izah eder:

“Bir insanın, babasını yemesinden daha korkunç bir şey düşünülemez; ama, eskiden bazı kavimlerde bu âdet varmış. Hem de bunu saygı ve sevgilerinden yaparlarmış. İsterlermiş ki ölü, böylelikle en uygun, en şerefli bir mezara gömülsün. Vücutları ve hâtıraları içlerine, tâ iliklerine yerleşsin. Babaları sindirme ve özümleme yolu ile kendi diri bedenlerine karışıp yeniden yaşasın. Böyle bir inancı iliklerinde ve damarlarında taşıyan insanlar için, anasını, babasını topraklarda çürütüp, kurtlara yedirmenin, en korkunç günahlardan biri sayılacağını kestirmek zor değildir.”

Şimdi düşünelim: Etrafımızdaki insanların büyük çoğunluğu,yoğun propagandalarla, böyle bir fikri benimsemiş olsalar, biz de toplum ayıplamasın diyerek, babamızın etini mi yiyeceğiz? Demek ki, “ayıplama” tamamen sübjektiftir; gerçeğe tesir edecek bir faktör değildir. Ayıp telâkki ederek örtünmekten kaçınan hanımefendilerin iddiaları iki kısma ayrılıyor: Birisi: “Örtünmemek niçin günah olsun?” şeklindeki itiraz. Diğeri ise: “İslâm’da örtünmenin olmadığı” tarzındaki, şahsî kanaat.

Görünürde aralarında pek fazla bir fark yok gibi geliyor. Ama, gerçekte her ikisi de birbirinden ayrı konular. “Örtünmekle de ne olacakmış, insan örtünün içinde de yapacağını yapar.” gibi sözlerin sahiplerini araştırırsanız, her defasında İslâm’ı layıkıyla bilmeyen veya bildiği halde onun emirlerini yerine getiremeyen birisiyle karşılaşırsınız.

Bu insanlar, vicdanlarının derinliklerinde hissettikleri suçluluk psikolojisinden kurtulmak için, böyle itirazlarda bulunuyorlar ve tövbe edeceklerine, günahlarını meşru göstermeye kalkışıyorlar. Sanki diğer insanları ikna etmekle, o sorumluluktan kurtulacaklarmış gibi. Halbuki, bir fiil günah ise günah, değil ise değildir. Bunun tespitini “kalabalıklar” yapamaz. Örtünme dinde varsa buna kimse “yok” diyemez. Ama, hiç kimse de başkalarını bu hususta zorlama yoluna gitmemelidir.

Örtünmenin İslâm’da yeri olup olmadığı meselesine gelince, bu hususta nice fetvalar mevcut. Lâkin günümüz Müslümanlarının bir kesimi, fetvanın dindeki yerini lâyıkıyla bilmediklerinden, doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerîm’den âyetler takdim edecek ve bunların tefsirlerinden bazı kısımları aynen aktaracağım.

Cenâb-ı Hak, Nûr Sûresinde Peygamberimize (asm.) hitaben şöyle buyuruyor:

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu yerleri) açmasınlar. Zahir olanı (görünmesi zarurî olan yüz, el ve ayaklar) müstesna. Baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar (göğüs ve boyunlarını göstermesinler). Ziynetlerini (süs yerlerini) ancak şu kimselere gösterebilirler: Kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının babalarına, yahut kendi oğullarına, yahut kendi erkek kardeşlerine, yahut erkek kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut kendi kadınlarına (Müslüman kadınlara), yahut ellerindeki memlûklere (cariyelere), yahut (şehvetsiz ve kadına) ihtiyacı olmayan uyuntu kimselere, yahut henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış olan çocuklara.” (Nûr, 24/31)

Âyet-i kerime dikkatle okunduğunda, şu hususlar tespit edilebilir:

Birincisi: Hitabın mümin kadınlara olması. Yâni, örtünme kadınlar için bir imân alâmeti ve sadece mümin kadınlara farz. Mümin olmayan bir insan, İslâm’ın emir ve yasaklarından sorumlu değil. Yâni, bir kimse öncelikle Allah’ın varlığını kabul edecek, Kur’an-ı Kerîm’i Onun kelâmı ve Hz. Muhammed’i (asm.) Onun en son elçisi bilecektir ki, İlâhî emir ve yasaklara muhatap olabilsin.

İkincisi: Harama bakmamanın sadece erkekler için değil, kadınlar için de söz konusu olduğu.

Üçüncüsü: “Ziynetlerin gösterilmemesi.” Âyet-i kerimede geçen “ziynet” kelimesi üzerinde yapılan tefsirlerden birini, özet olarak arz edeyim:

“Ziynet, süs eşyası demek ise de, tek başına süs eşyasına bakmak hiç kimse için haram olamayacağına göre, bundan murat, süs eşyalarının takıldığı kulak, boyun, gerdan gibi yerlerdir. Âyette esas maksat tesettür (örtünme) olduğuna ve hitap zengin-fakir bütün müminlere yapıldığına göre, ziynet sadece süs eşyası olarak anlaşılsa, âyet sadece zenginlere inmiş olur. Halbuki, hitap geneldir, “mü’min kadınlara da söyle.” buyurulmaktadır. Bir başka önemli husus da şudur: Kadın için asıl ziynet, süs eşyası değil, bu organların bizzat kendileridir. Yâni, gösterilmesi haram kılınan boyun, gerdan gibi azalar kadın için ayrıca birer ziynettirler.” (Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili)

Dördüncüsü: Mümin kadınların başörtülerini, cahiliye kadınları gibi, boyunlarına bağlayıp arkaya sarkıtmak yerine, başlarına örtmeleri ve yakalarının üzerine vurmaları.

Bir diğer âyet-i kerimede ise, şöyle buyurulur:

“Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, elbiselerinden giyip örtünsünler. İşte böyle giyinmeleri, tanınıp da (cariyelerden, iffetsiz âdi kadınlardan fark edilip de) eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Allah Gafur’dur (çok bağışlayıcıdır), Rahîm’dir (çok merhametlidir).” (Ahzab, 33/59)

Bu âyet-i kerimede, örtünme açıkça emredilmekte ve bu emrin hikmeti, “mü’min kadınların diğer âdi kadınlarla karıştırılarak rahatsız edilmemeleri, sarkıntılığa maruz kalmamaları ve ruhlarının eziyete maruz olmaması” olarak beyan buyurulmakta.

74 Ailesi örtünmesine / tesettüre girmesine karşı çıkın bir kişinin ne yapması gerekir?

Anne ve baba itaat edilmesi gereken kimselerdendir. Bu nedenle onların helal isteklerine uymak gerekir. Ancak anne ve baba da olsa haram isteklerine uyulmaz. Bu açıdan bir kız, örtünmesine karşı çıkan ailesinin isteklerine uyamaz. Çünkü her varlığın sahibi Allah'tır. Önce Onun isteklerine uyulur. Ayrıca kabirde, haşirde, sıratta ve ahiretin diğer alemlerinde bize yardımcı olacak olanlar, kızların örtünmesine karşı çıkanlar olmayacaktır.

Buna göre arkadaşınız onlara hakaret etmeden ve kalplerini kıracak sözler konuşmadan örtünür.

Şu hadisler, itaatın, Allah'ın rızasına uygun olmasını şart koşuyor:

"Başınızdakilerden kim size Allah'a isyan etmeyi emrederse, sakın o hususta ona itaat etmeyiniz." (İbn Mace, Cihad, 40);

"Allah'a isyan olan hususta itaat yoktur. İtaat, ancak helal olan şeydedir." (Buhârı, Ahkâm, 4; Müslim, imâre, 39-40).

İlave bilgi için tıklayınız:

İTAAT...

Tesettür ve Türban Özel Dosyası

75 Evde nasıl örtünmek gerekir? Başı açık olmak melekleri kaçırır mı?

Kadının evinde oturup mahrem olmayan kimse bulunmazsa başını açmasında beis yoktur.(el-Fetâva'l-Hindiya, V/333). Çünkü kadının avreti yabancı olmayan kimselerin huzurunda diz ile göbek arasıdır. Evde yabancı varsa veya evde değil dışarda ise, başı avret olduğu için onu açması caiz değil, haramdır.

(bk. Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/167)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kadının ev içindeki giyimi nasıl olmalıdır? Başını açarsa rahmet melekleri gider mi?..

76 Müslüman bir hanımın gayri müslim kayınvalidesi ve kayınpederi yanında tesettürü nasıl olmalıdır; başını açabilir mi?

Kadının yüzü ve elleri dışındaki bütün vücudu, kendine nikah düşen erkeklere haramdır. Ancak kendine nikah düşmeyen kayınpeder gibi olanların ve diğer mahremlerinin yanında namaz dışında açabilir. Çünkü baş ve kol gibi organlar bunlara nisbetle avret sayılmaz. Ancak kayınpederle baş başa kaldıklarında kocası yanında olmazsa edebini muhafaza edip başını örtmek suretiyle iyi bir örnek olursa daha iyidir. (el-Fıkh 'âlâ el-Mezâhib el-Arba'a, I/192; Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/192)

Buna göre bir kadın Müslüman bir kayınpederinin yanında başını açsa günah işlemiş olmaz. Ancak kafir olanların yanında durum değişir. Bu nedenle kayınpederinin yanında açması uygun değildir. Çünkü alimlerin çoğuna göre Müslüman bir kadının, Müslüman olmayan kadınların yanında bile başını açması uygun görülmemiştir. Bu açıdan Müslüman olmayan kayınpederin yanında da açması uygun olmaz.

Kayınvalidesine gelince:

Kafir olan kadınlar önünde Müslüman bir hanımın avret yerleri, Hanbelilere göre, mahrem olan erkeğin avret yerleri gibi olup göbek ile diz kapakları arasıdır. Bu mezhebe göre bir gelin kayınvalidesinin yanında başını açabilir.

Alimlerin çoğunluğa göre ise, ev işleri yaparken görünenler dışında, kadının bütün bedeni avrettir.

Bu ihtilafın dayandığı nokta, Nur suresindeki ilgili ayette kastedilen mananın tefsirindeki farklılıktır.

“Kadınlar ziynetlerini ancak kocalarına göstersinler… yahut kendi hanımlarına..." (Nur, 24/31)

Hanbeliler ile bazı alimler demişlerdir ki: "bu kadınlar"dan kastedilenler, bütün hanımlardır. Müslüman kafir ayrımı yoktur. Dolayısıyla Müslüman olan bir hanımın ziynetini kafir bir kadına açması, Müslüman hanıma açması caiz olan yerler ölçüsünde caizdir.

Cumhura göre "bu kadınlar"dan kastedilenler, özellikle Müslüman hanımlardır. Yani sohbet etme, din kardeşliği gibi özellikleri olan Müslüman hanımlardır. Buna göre, Müslüman bir hanımın Batıni ziynetlerinden hiç birini kafir bir kadına ya da kadınlara göstermesi helal değildir. (Tefsiru Ayati’l- Ahkam bi’l – Ezher, II/164; Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı)

Kadının kadına karşı avret sayılan yerleri, erkeğin erkeğe olan avreti gibidir. Bundan dolayı Müslüman kadınlar birbirlerini göbeği ile diz kapakları arasındaki mahalden başka yerlerine bakabilirler. Fakat bir gayri müslim kadın, Müslüman bir kadının yalnız yüz ve ellerine bakabilir. Vücudunun başka yerlerine bakması uygun olmaz.

Kayınpederi ve kayınvalidesi gayri müslim olan bir kadın, bu açıklamalara göre, kayınpederinin yanında el ve yüzünden başka yerleri kapatması iyi olur. Kayınvalidesinin yanında da İslam alimlerinin genel içtihadına uyarak başını kapatmasını tavsiye ederiz. Ancak fitne çıkmayacağına ve güzelliklerini başka kimselere anlatmayacağına kesin kanaati varsa Hanbeli mezhebini taklit ederek başını açabilir.

77 Perukla fotoğraf çektirmek caiz midir?

Peygamberimiz (s.a.s.), saçına insan saçı takan ve taktıran kadınlara da lânet etmiştir. (Örnek olarak bk. Buhârî, libas 83, 85; Müslim, libas 115.) Çünkü bu da Allah'ın beğendigi yaratılışı bozma ve karşısındakini aldatmak demektir. Islâm'da bunların her ikisi de yasaktır.

Kullanılan perukun, insan saçından başka bir şeyden olması halinde câiz olacağı söylenmiştir. (İbn Âbidin VI, 373.) Ancak peruku kadının bir başörtüsü gibi kullanması ayrı bir olaydır. Çünkü kadının başını kapatma emri, saçının câzibesiyle ftneye sebep olacağı içindir. Peruk ise bu câzibeyi çoğu zaman eksiltmez, tersine artırır. Bu yüzden bu konunun iyi araştırılması gerekir. Yani kadının insan saçından başka bir şeyden (ipek, yün sentetik elyaf vb.) peruk kullanması câizdir.

Bize göre, insan kılından başka şeylerden peruk takmanın caiz olması, başını örtmek şartıyla olmalıdır. Yani böyle bir peruk takan kadın ayrıca peruğun üzerini de kapatmalıdır.

Bazı resmi işlerimizi yürütmek için yaptığımız müracaatlarda hanımlardan başı açık vesikalık resim istiyorlar. Vermezsek işimiz olmuyor. İstediğimiz kimlik, vesika veya pasaportu alamıyoruz. Başı açık resim çektirmek de caiz olmaz diyorlar. Bir çıkış yolu yok mu bunun?

Efendim, bütün medeni ülkelerde insanların istedikleri şekilde resim çektirme hakları vardır. Buna kimsenin mani olmaması gerekir. İlle de başı açık resim çektireceksin diye bir dayatma artık olmamalıdır. Buna hakları yoktur açık resimde ısrar edenlerin. Bununla beraber şayet açık resim verilmeyince işi sürüncemede bırakıyor, istenen evrakı vermiyorlarsa, hakkın zayi olmaması için zorlanan açık resim çektirilerek verilip evrak, kimlik veya pasaport alınma yoluna gidilebilir. Çünkü “Zaruretler mahzurları mubah kılar.” kaidesinden bu izni çıkarmak mümkün olur.

Zaten resim de insanın canlısını teşkil etmez. Resmin sahibinin açık duruyor hali olarak kabul edilmez. Resim insanın canlı aslı değildir.

Ancak mümkün olsa da başı açık resmi, erkek değil de bir kadın veya bir mahremi çekse, böylece mahzur hiç söz konusu olmasa. Şu kadarı da vardır ki, günümüzde teknik gelişmiştir. Bilgisayar çalışmasıyla kapalı resme açık görüntüsü vermek de mümkün olmakta, bu da bir çare olarak görünmektedir. Bu konuda (Prof. Dr. Hamdi Döndüren) değerli eseri (Aile İlmihali’) nde şöyle demektedir:

“Kadının, din ve vicdan özgürlüğüne saygı duyulan bir beldede örtülü resim vererek istediği belgenin düzenlenmesini isteme hakkı vardır. Ancak kadın açık resim vermedikçe belirtilen belgeyi alamayacağını anlarsa, açık fotoğraf verebilir. Bu durum İslamın terbiye ve edebine uygun olmasa da fotoğraf, gerçek bedeni temsil etmez. Ancak açık resmi bayan veya mahremi olan fotoğrafçıya çektirmesi de ayrıca gerekir.” 

78 Kadınların kendi aralarında giyimi nasıl olmalıdır? Erkeklerin olmadığı ve kadınların kendi aralarında düzenleyeyip eğlenecekleri kına gecesinde gelinin boynu sırtı kolları açık dekolte kıyafet giymesinin hükmü nedir?

Kadınların kadınlara karşı avret yeri, göbekle diz kapakları arasında kalan kısımdır. Bunun dışındaki yerleri kadınların yanında açabilirler. (el-Mevsılî, el-ihtiyar, l, 45.) Ancak müşrik kadınlar kapsam dışında tutulmuştur. Bu yüzden Müslüman bir kadının müşrik ya da inkarcı kadınların yanında mahrem bir yerini açması caiz değildir. Hatta İbn Cüreyc, Ubade b. Nüsey ve Hışam el-Kari' gibi bilginler Hristiyan bir kadının Müslüman bir kadını öpmesini veya onun avret yerlerine bakmasını mekruh saymışlardır.

Ubade b. Nüsey, Hz. Ömer (ra)'in, komutan Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'a (ö. 18/639) yazdığı şu mektubu zikreder:

"Zimmet ehli (Hristiyan veya Yahudi kadın tabea)nin Müslüman kadınlarla birlikte hamamlara girdikleri haberi bana ulaştı. Onları bundan menet. Çünkü zimmiye bir kadının Müslüman kadını çıplak olarak görmesi caiz değildir."

Ebu Ubeyde mektubu alınca şöyle ilan etmiştir:

"Herhangi bir kadın özürsüz olarak hamama giderse, bununla yüzünü beyazlaştırmayı kastetmiş olur. Allah kıyamet gününde yüzlerin beyazlaştığı (bk.Al-i İmran, 3/106,107.) günde onun yüzünü karartsın." (el-Kurtubî, a.g.e., XII, 155.)

Abdullah b. Abbas (ö. 68/687) bu konuda gayri müslim kadınların istisna edilmesinin nedenini şöyle açıklar: "Müslüman kadını tesettürsüz olarak Hristiyan veya Yahudi bir kadının görmesi helal olmaz. Çünkü bunlar Müslüman kadının örtüsüz halini kocalarına anlatabilirler." (el-Kurtubî XII, 155.)

Yine de konu İslam fakihleri arasında görüş ayrılığına neden olmuştur. Nitekim Müslüman bir hanımın, gayri müslim cariyesinin yanında örtünmesine gerek olmadığına fetva verilmiştir.

79 Küçük kız çocuklarının mayo ile yüzmeleri caiz mi? Almanya'da ilkögretim okullarında sekiz-dokuz yaşlarında sınıfça (kız-erkek karışı) yüzme kursları veriliyor...

Çok küçük çocukların avret yeri yoktur. Bunun sınırı dört yaşa kadardır. Bu yaştan küçük olan erkek veya kız çocuklarının bedenine bakmak veya dokunmak mubahtır.

Sonra kendilerine cinsel istek duyulabilecek çağa kadar, yalnız haya yerleri avret yeri sayılır ve örtülmesi gerekir. Ancak zaruri durumlarda çocukların avret yerlerine bakmak caizdir.

Daha sonra ergin olmadıkça, on yaşına kadar sadece ön ve arka uzuvları ve bunların çevresi ile uyluklar avret yeri kabul edilir.

Çocukların on yaşından sonra erkek olsun kız olsun, avret yerleri, namazda ve namaz dışında, erginlik çağına ulaşmış kimselerin avret yeri gibi sayılır.[İbni Abidin, Reddü'l-Muhtar, Mısır (t.y), I / 378]

Buna göre buluğ çağına ulaşmamış kız çocukların mayo ile yüzmeleri caizdir. Büluğ çağına erdikten sonra ise el ve yüz dışında tüm vücutlarını örtmeleri gerekir.

80 Otobüste ve parkta kişinin karşı cinsle yanyana oturmasının hükmü nedir?

Bir kere kadın ne kadar tesettürlü olursa olsun, yanlarında üçüncü bir şahıs yoksa bir erkekle birarada bulunmaları caiz olmaz. Başkaları varsa ve bir ihtiyaç ve zaruret söz konusu ise, aynı mekânda oturur, ihtiyacını gördükten sonra da oradan ayrılır.

Bu durum daha çok toplu taşıma araçları, toplantı ve resmi yerler gibi kalabalık ortamlarda söz konusu olabiliyor. Burada da zaten zaruret olmasa, bir iş meselesi bulunmasa ne orada hazır olur ve ne de oturur.

Hepimizin bildiği bir nokta da şudur ki: Tesettürlü olan bir hanım tesettürünü sadece giyinmekle değil, aynı zamanda kendi konumunu da muhafaza ederek tesettürün gereklerini yerine getirmiş olur. Tesettürlü kadın izzetini, vakarını, iffetini, haya ve ağırbaşlılığını her vesile ile hissettirmeli ki, gerçek mânâda tessettür içinde bulunmuş olsun. Çünkü, “Haya güzeldir, ancak hanımlarda daha güzeldir.” gerçeği tesettürün haya ile süslenmesini hatırlatmaktadır.

Park ve bahçelerde karşı cinslerin yan yana oturması ise bir zaruret olmadığı için doğru değildir.

(Mehmed Paksu, Aileye Özel Fetvalar)

81 Kapanmak çok zor geliyor?..

Tesettüre ne kadar muvaffak olursanız ne kadar kapalı giyinirseniz o kadar iyidir. Sadece başınız açık olursa, sadece başı açma günahı olur. Bacak, kol gibi yerler örtülü olursa, oraların günahından kurtulursunuz.

Bunca zaman açık olmanızdan dolayı kapanmakta zorluk çekmeniz normaldir. Kapanmak isteyen her bayanın yaşadığı psikolojiyi yaşıyorsunuz. Ancak bu psikolojiyi size kabullendirenin şeytan olduğunu da unutmayın. Şeytan sürekli size telkinlerde bulunarak kapanmanıza engel oluyor.

Önemli olan insanların ne düşündüğü ne diyeceği değildir. Önemli olan Allah'ın rızasını kazanabilmek, gerçek bir mümin olabilmektir. 

Siz şeytanın bu oyununu bozabilecek güçtesiniz. İhtiyacınız olan şeytanın telkinlerini altedecek olumlu telkinlerdir. Kendinize kapalı arkadaşlar bulmalısınız. Kapalı arkadaşlarınız olursa size destek olurlar. 

İmanı arttıracak eserler okumalı sohbetlere katılmalısınız. Unutmayın uzun zannettiğiniz ömür bir anlık bir şeydir. Belki yarına bile çıkamayacaksınız. Üzerine titrediğiniz bedeniniz toprak olup sadece bir avuç kemikten başka bir şeyiniz kalmayacak. O zaman kimin ne dediğinin ne düşündüğünün de bir önemi kalmayacak.

Geç olmadan en kısa zamanda iradenizi kullanın ve şeytanın bu oyununu bozun.

Başörtüsü meselesi şahsi bir günah değildir; toplumu da ilgilendiren bir günahtır. Sizi açık olarak gören herkesin aldığı günaha siz de ortak oluyorsunuz. Çünkü insanları günaha düşürmeye sebep olmaktasınız. 

Namaz kılmasanız, bu sadece sizi bağlayan bir günah olur, ama açıklık çok daha kötü neticeler veren, daha büyük bir günahtır.

Ayrıca açıktan işlenen günahlar insanlara imansızlık telkini yapmaktadır. Başı açık gezmekle insanların imanına zarar vermekte şeytana yoldaş olmaktasınız.

Başörtülü olsanız insanların imanına kuvvet vererek peygamberlere, velilere arkadaş olabilirsiniz.

Neyin hesabını yapıyorsunuz, şeytanın şakşakcısı bir avuç zavallının sizi alkışlamasını mı bekliyorsunuz? Yoksa meleklerin, velilerin peygamberlerin takdir edeceği yeryüzünde Allah'ın halifesi olarak örnek bir insan olmayı istemiyor musunuz?

Milyarlarca yıllık bir ömür bile ebedi hayat içerisinde denizde damla gibi olan bir ahiret hayatına gideceksiniz, kısacık şu dünya hayatını zayi etmeyin iyi değerlendirin.

Başınızı örtmeye başladıktan bir süre sonra, açık olmak çok tuhafınıza gidecek. Bu geçici bir psikolojidir, güçlü olun biraz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Başörtüsünün hükmü nedir? Başı açık gezmek insanı nasıl bir tehlikeye götürür?

Niçin tam manasıyla ibadet edemiyorum, Allah'a halis bir kul olamıyorum?.

Tesettür ve Türban Özel Dosyası.

82 Zinetleri örtme, mahremiyet sınırları konusunda bilgi verir misiniz?

Cevap 1:

Müminelere de, yani mümin kadınlara da söyle: Gözlerini indirsinler, helal olmayan erkeklere bakmaktan sakınsınlar, zira bakmak, zinanın postacısıdır, derler. Ve avret yerlerini korusunlar, tamamiyle örtüp, zinadan korunsunlar. Ve zinetlerini teşhir etmesinler. Kadının zineti denince örfte, taç, küpe, gerdanlık, bilezik ve benzeri takılar, sürme, kına ve benzerleri ve elbise süsleri gibi şeyler akla geliverir. A'râf Sûresi'nde

"Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde zinetli elbiseler giyin." (A'râf, 7/31)

âyetinde zinetin elbise demek olduğu da geçmişti. O halde bu zinetleri açmak bile yasaklanmış olunca, bunların mahalli olan vücudu açmak öncelikle yasaklanmış olur. Yani vücudlarını açmak şöyle dursun, üzerlerindeki zinetleri bile açmasınlar. Bununla birlikte bir kısım âlimler, burada zinetten maksadın, zinetin takıldığı, kullanıldığı yer olduğu fikrini kabul etmişlerdir ki, yüz, sürme ve allık yeri; baş, taç yeri; saç, örgü ve büklüm yeri; kulaklar, küpe yeri; boyun ve göğüs, gerdanlık yeri; el, yüzük ve kına yeri; bilekler, bilezik yeri; pazular, pazubent yeri; baldırlar; halhal yeri; ayaklar da, eller gibi kına yeridir. Bunlardan başka vücudun kısımları da aslında açılmaz.

Bu âlimlerden bazıları muzaafın hazfi veya zikr-i hâl, irade-i mahal ile "ziynet yeri" takdirinde bir mecaz gözetmiştir. Buna delil olarak da, kadının vücudundan ayrı olduğu zaman o zinetlere normal olarak bakmak ve alıp satmak ittifakla caiz ve mübah olduğunu ifade ve kabul etmişlerdir. Bazıları da yine bu delil ile, kadının asıl zineti, vücudunun güzel yaratılışı, zinet yapmaktan gaye de vücudun süslenmesi olduğunu kabul ederek bu zinetten maksadın, yalnız vücut olduğunu kabul etmişler ve kadınların birçoğu yapmacık zinetten uzak bulunmakla zaten zinetli oldukları halde yaratılış zinetinin zaten hepsinde bulunması ve her kadın bedeninin özünde bir zinet olması hükmün genelliği hakkını yerine getirme noktasından bu tahsisin bir destekleyicisi olduğunu söylemişler ve buna göre şu mânâyı vermişlerdir: Kadınlar yaratılıştan zinetleri demek olan vücudlarının hiçbir tarafını açmasınlar.

Doğrusu, doğal olan güzelliklere, zinet denilmekten çok "cemal" denilmesi daha yaygın ve zinet tabiri yapma şeylerle süslenen takılarda meşhur ise de

"Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten...aşırı sevgi ile bağlanılan bu gibi şeyler insanlar için bezenip süslendi." (Âl-i İmrân, 3/14)

âyetinin delaletiyle zinet kavramının yaratılıştan olana da sonradan yapmaya da şâmil olduğunda şüpheye yer yoktur. Zinet ve güzelliğin hakkı da meydana çıkarılmasını kendi sahiplerine tahsis edip başkalarından gizlenmektir.

"Hüsn olsa da vâcibü't-tecellî / Gizler onu Hak nikâb içinde

Ağyârına gösterir mi hurşîd Didârını hîç o tâb içinde."

"Güzelliğin ortaya çıkması gerekse de, gizler onu

Hak bir örtü içinde başkasına gösterir mi güneş, yüzünü hiç o parlaklık içinde"

Ancak görünen kısımları müstesna, o zinetlerden dışa gelen örtülse bile görünmesi doğal olanı, bu hükümden müstesna ve başka bir hükme tabidir ki, bunlar örtünün dış tarafıyla el ve yüz zinetleridir. Çünkü örtünün kendisi de kadının bir zinetidir. Tabiîdir ki, bunun dışı görünecektir. El ve yüzün de, namazda görünmesi adettir. Ebu Davud'un Müsned'inde rivayet edildiği üzere, Peygamber (s.a.v) Hz. Esma'ya

"Ya Esma, kadın bülûğa erince ondan görülebilecek olan ancak şudur." (Ebû Dâvûd, Libâs, 31)

buyurmuş ve kendi mübarek yüzüne ve avuç içlerine işaret etmişlerdir. İş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örteceğini örterken bile elin açılması gerekli olduğu gibi, zarurî olan bakma ve nefes alma sebebiyle yüzün diğerleri gibi örtülmesinde zorluk vardır. Bir de şahitlikte, mahkemede, bir de nikahta yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bundan dolayı zaruretler kendi miktarınca takdir olunmak üzere bunların açılmasında sakınca yoktur. Fakat bunlardan geriye kalanlarının açılması, görülmesi, bakılması haramdır ve nâmahremden örtülmesi gerektir.

Buyuruluyor ki ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, göğüslerini açık tutmayıp bu şekilde sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri yerine getirebileck başörtüsü kullansınlar. Tefsircilerin nakline göre cahiliye kadınları da hiç başörtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açığa çıkardı, zinetleri görünürdü. Demek ki, son zamanlarda asrîlik sayılan açık saçıklık böyle eski bir cahiliye âdeti idi. İslâm böyle açıklığı yasaklayıp başörtülerinin yakalar üzerine örtülmesini emir ile tesettürü farz kılmıştır.

Görülüyor ki, bu emirde tesettürün yalnız vacib oluşu değil, özel bir şekli de gösterilmiştir ki, kadın edeb ve temizliğinin en güzel ifadesi budur. Görülüyor ki bu emir ev içinde veya dışında diye kayıtlanmamıştır. Bu bakımdan mutlaktır. Ancak görünen istisna edildiği gibi, gizlenen zinetlere bakmanın helal olanları da istisna ile bu tesettürün, yani örtünmenin vacib oluşunun, nâmahreme karşı olduğunu anlatmak için bu vücubun kuvvetini ve önemini göstermek üzere bir daha tekid ile buyurulmuştur ki, öyle örtsünler ve zinetlerini açmasınlar, açık bırakmasınlar ancak kocalarına veya kendi atalarına, yani babalarına, dedelerine ki amca ile dayı da nikah düşmeyeceğinden bunlara dahildir veya kocalarının atalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi erkek kardeşlerine veya erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına veya kendi kadınlarına; müminlerin kadınları, yani Müslüman kadınlar veya hizmet veya sohbetlerinde özel yeri bulunan kadınlardır.

Demek ki, özelliğini bilip tanımadıkları yabancı kadınlara da açılmaları caiz olmayacaktır. Önceki müfessirlerin çoğunluğu demişlerdir ki; müminlerin kendi kadınları demek, kendi dinlerinde olan Müslüman kadınlar demektir. Bundan dolayı Müslüman kadınları Müslüman olmayan kadınlara açılmamalıdırlar. Fakat bazıları da bunu istihsane hamlederek müminlerin kadınları, hizmet veya sohbetlerinde bulunan gerek Müslüman, gerek Müslüman olmayan kadın cinsi demek olduğunu söylemiştir ki, Fahreddin Râzî buna "mezhep budur" demiştir. Önceki daha ihtiyatlı, bu ise daha uygundur.

Veya ellerinin altında malik oldukları cariyelerine veya erkeklerden ırbe sahibi olmayan hizmetçilere, yani kadına ihtiyaç duymaz olmuş, şehveti kalmamış salihlerden ihtiyarlar veya bunaklar veya kadın işini bilmez, yalnız yemeklerinin fazlasından yemek için şunun bunun arkasına takılır miskinler güruhu veyahut erkekliği yok, yaratılıştan iktidarsız uşaklar; bunda hadım edilmiş ve mecbûbün, yani erkeklik uzvu kesilmiş olanların da dahil olacağını zannedenler olmuş ise de, Keşşâf Tefsiri'nde ve Ebu Hayyan'da zikredildiği üzere İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine göre bunları istihdam etmek, tutmak, alıp satmak helal olmaz. Bunları tutmak selefin hiçbirinden rivayet edilmiş değildir. Çünkü bunda hadım etme gibi bir kötülüğe düşmeye teşvik vardır. Halbuki hadım etmek haramdır.

Veya henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına. Buraya kadar zikredilen on iki istisnaya da bir dereceye kadar zinetlerini açabilirler.

BİRİNCİSİ: Kocalar için vücutlarının tamamına bakmak helaldir. Çünkü zinetten kasıt onlardır.

İKİNCİSİ: Zikredilen mahremlerine bilinen zinet yerlerinden yüz, el ve ayaklarla, iş ve hizmet anında açılan başını, saçını, kulaklarını, boynunu, kollarını ve inciklerini açabilir. Onların da bunlara bakmaları helaldir. Çünkü yakınlıklarından dolayı birarada bulunmaları gerekir. Ve fitne düşünülemez. Fakat karnını ve sırtını göstermek caiz değil, arsızlıktır.

ÜÇÜNCÜSÜ: Erkeğin erkeğe karşı olduğu gibi kadının kadına karşı avreti de göbekten dize kadardır. Geri kalan kısmına bakması caizdir.

DÖRDÜNCÜSÜ: Erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış, cinsi güçten düşmüş hizmetkârların, etkilenmemek ve fitne düşünülmemek itibariyle bakmaları, mahrem olanların bakmasına benzer.

BEŞİNCİSİ: Çocuklar mükellef değildir. Ancak anlayış ve idraklerine göre edeb ve terbiye öğretilmesi gerekir.

ALTINCISI: Bu örtünme emri, esir cariyeler hakkında değil, hür olan Müslüman hanımlar hakkındadır.

İşte böyle hür kadınların, bu istisna edilmiş kimselerden başkasına zinetlerini göstermemeleri, kendi iffet ve korunmaları ve güzel geçimleri noktasından gayet önemli olduğu gibi, yabancı erkekleri etkilememek, günaha sokmamak, edeb ve iffet telkin etmek noktasından da çok önemli olduğundan, özellikle bu noktayı da düşündürmek ve tesettür emrinin kuvvet ve şumülünü bir daha hatırlatmak üzere, yürüyüş tavırlarının bile düzeltilmesi için buyuruluyor ki: gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar, yani baştan ayağa örtündükten sonra yürürken de edeb ve vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sunî veya doğal ziynetler bilinsin diye, bacak oynatıp ayak çalmasınlar, çapkın yürüyüşle dikkat nazarları çekmesinler; çünkü erkekleri tahrik eder, şüphe uyandırır.

Fakat unutulmaması gerekir ki, kadının bu konuda başarısı daha önce erkeklerin iffeti ve görevlerine dikkati ve toplumda olanların gayreti ve özeni ile mütenasip, bunlar da Allah'ın yardımı ile ayakta durabilir. Onun için bu noktada Resulullah (s.a.v) den bütün Müslümanlara hitap ve erkekleri zikredip kadınları da içine alacak bir şekilde buyuruluyor ki:

Ve ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. Demek ki bozuk bir toplulukta kurtuluş ümid olunmaz, toplumun bozukluğu da kadınlardan önce erkeklerin kusur ve hatalarındandır. Bundan dolayı başta erkekler olmak üzere erkek dişi bütün müminler imana yaramayan ve cahiliyyet izleri olan kusur ve hatalarından teöbe ile Allah'a dönüp Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler. (bk. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili)

Cevap 2:

Bilgi için tıklayınız:

Şehadet parmağına yüzük takmak caiz midir, yüzük hangi parmağa takılmalıdır?

83 Nûr suresi 61. ayeti nasıl anlamalıyız? Kadın-erkek, beraber oturup yemek yiyebilir mi?

Nur Suresi 61. ayetin meali şöyledir:

"Gözleri görmeyen için bir sakınca yoktur, topal için bir sakınca yoktur, hasta için de bir sakınca yoktur. Sizin için de kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden, analarınızın evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarı elinizde bulunan evlerden ve arkadaşınızdan yiyip içmenizde bir sakınca yoktur. Birlikte veya ayrı ayrı yemenizde sizin için bir günah yoktur.” (Nur, 24/61)

Bu âyette ilk bakışta dört ayrı konu var gibi gözükmektedir:

Hasta ve sakatlarla ilgili muâfiyet, yakınların evlerinden yiyip içmek, birlikte veya ayrı ayrı yemek, evlere girildiğinde selam vermek.

Bu dört konudan ilk ikisinin tek konu olup olmadığı hususu tartışılmıştır. Mealde "Sizin için de" diye başlayan cümle üst tarafına bağlanırsa konu tektir, bağlanmaz ise konular farklıdır. Bir tercih yapabilmek için önce âyetin geliş sebebiyle ilgili rivayetlere bakmak gerekecektir:

a) Hasta ve sakatlar diğerleri ile birlikte yedikleri zaman hak geçmesi, onların karınların doyuramaması ihtimali vardı, bu yüzden rahatsızlık duyanlar, "birlikte yemenizde sakınca yoktur" denilerek rahatlatılmıştır.

b) Hasta ve sakatların, âyetin devamında sayılan yakınların evlerinden yemelerinde sakınca bulunmadığı açıklanmıştır (Bu anlayışa göre ilk iki konu farklı değildir, tek konuda açıklama yapılmış demektir).

c) Hastaları ve sakatları, karınlarını doyurmak üzere evlerine götüren kimseler burada yiyecek bulamazlarsa âyette sıralanan yakınlarına götürüyorlardı; bunda sakınca bulunmadığı bildirilmektedir.

d) "Birbirinizin malını haksız (bâtıl) yoldan alıp yemeyin." (Bakara, 2/188) mealindeki âyet gelince, "bağışlama, alım satım gibi bir durum olmadan akraba ve eş dost evinden yiyip içmenin de caiz olmayan, haksız yoldan yeme ve içme" sayılacağı kanaati bazı kimseleri rahatsız etmişti, bunu gidermek üzere âyet nazil oldu.

e) Sağlam müminler savaşa giderken evlerini, sakatlıklar veya başkaca mazeretleri yüzünden savaşa katlamayanlara emanet ediyorlardı, emanetçilerin de bu evlerde bulunan yiyeceklerden yararlanma hususunda gönülleri rahat değildi, onlara ruhsat tanınmıştır.

f) Bu âyet nazil olduğunda genellikle insanların evlerinde kapı yoktu, perde çekilmiş olurdu ve evlere kolaylıkla girilirdi, eve giren kişi bazen orada sahiplerini bulamazdı ve bir şeyler yiyip içmeye de ihtiyacı olurdu. Sonraları evlere kap yapıldı, sahipleri bir yere gideceklerinde kapılarını kapayıp gittiler, bu uygulama da ortadan kalkmış oldu.

g) Hasta ve sakatlarla ilgili kısım, daha sonra gelen ve birbirinin evinden yiyip içmekle ilgili bulunan kısımdan farklı olup onların mazeretleri sebebiyle başta cihad olmak üzere bazı emirlerden ve yasaklardan muaf oldukları hükmünü getirmektedir. (Cessâs, III, 334; Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, III, 1402)

Yorumları da yönlendiren bu rivayetler içinde, hem tarihî olguya hem de âyetin lafzına en uygun olan şu iki yorumdur:

a) Topal, kör ve hasta olanların başta cihad olmak üzere -sağlam olma, güç yetme şartı aranan- birçok yükümlülükten muaf oldukları.

b) O günlerde hem ihtiyaç bulunduğu hem de örf ve âdet haline geldiği için akraba ve dostların birbirinin evinden, sahibinin iznini almaksızın -yine örf ve âdet ölçüsünde- yiyip içmelerinin caiz olduğu. 

Arapların İslam'dan sonra da sürdürdükleri bir âdetleri de yolculukta azıkları birleştirip gerektikçe ortadan yemekti. Bu durumda bazı kimseler çok veya sık, bazıları az yiyorlardı, bazı kimseler de herkes bir araya toplanmadıkça ortak azıktan yemek istemiyorlardı.

Âyetin ilgili bölümü, iyi niyet ve ihtiyaç sınırları içinde kalındığı sürece tek başına da bütün arkadaşlar bir araya gelerek de yemenin caiz olduğunu göstermektedir. 

Birbirlerine nikah düşen kadın ve erkeklerin bir ortamda beraber bulunmaları ve yemek yemeleri konusuna gelince:

Rahat olabilmeleri ve hoş olmayan davranışlardan korunmaları için, kadınlarla erkeklerin farklı mekanlarda oturması tercihe şayandır. Ancak bunu İslam’ın bir emri gibi görüp, kadınla erkeğin bir arada bulunamayacağını söylemek ve bunu dinin bir vazgeçilmezi kabul etmek doğru değildir.

İslam’ın kadından da erkekten de istediği bir örtünme/tesettür tarzı vardır; her iki taraf da bunun esas şartlarını yerine getirmişse, kapalı bir alanda baş başa kalınmıyor ve ten teması da olmuyorsa, laubalilik gibi diğer sakıncalar da yoksa, aynı mekânda olmalarının, yemek yemelerinin dini bir engeli yoktur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kadın erkek birlikteliğinde dikkat edilmesi gereken konular nelerdir?

84 Resmi yerlerde kadınların türbanını çıkartması hükmünü koyan yetkililer mesul olur mu?

Bir kadının başörtüsü takması farzdır. Bu bakımdan zaruret yokken onu açması caiz değildir.

Resmi yerlerde kadının başlarını açmasına zorlayan insanlar mesuldür. Ayrıca kadınların resmi yerlerde başlarını açmaları caiz değildir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- İlim öğrenmek, okumak için başörtüsünü takmamak, başını açmak caiz midir?..

85 Çıplaklık neden günah?

- Her şeyden önce dindeki bir hükmün gerçek illeti/sebebi, Allah’ın emridir. Allah bir şeyi emrederse, onu yapmak vacip ve güzel olur. Bir şeyi, yasaklarsa onu yapmak haram ve çirkin olur. Bu husus bütün dini hükümlerin temel referans kaynağıdır.

Hikmet ise, ikinci derece önem arz eden bir sebeptir.

- Kadınlar için en önemli bir husus kocaları nazarında emin ve güvenilir olmasıdır. Açık-saçıklık bu emniyeti zedeleyebilir. Erkeğin kıskançlık duygusunu kamçılayabilir ve ardından da şüpheci bir bakışa sürükleyebilir. Bunun ne anlama geldiğini bugün “kadına şiddet ve öldürme” olaylarına bakarak tahmin etmek mümkündür.

- İnsanlarda şehvet duygusunun güçlü bir şekilde var olduğu bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Dinlerin en başta görevi: “sedd-i zerâi” kuralına göre, “İnsanlara fitne kapılarını kapatmaktır.”

Açık-saçıklık, bu sosyal içerikli tedbirlerin göz ardı edilmesi, anlamına gelir.

“Derken ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine edep yerlerinin açık olduğunu fark ettiler. Derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Âdem Rabbine karşı geldi de şaştı kaldı.” (Tâhâ, 20/121)

mealindeki ayette ifade edildiği üzere, Hz. Âdem ile Hz. Havva yasak ağaçtan yedikleri zaman edep yerlerinin açık olduğu fark ettiler. “Derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.” Oların bu durumu, insanlar için örtmenin yaratılışlarında var olan fıtri bir duygu olduğunu göstermektedir.

Gerek erkeklerin gerekse kadınların bu fıtri  duygularına göre hareket etmeleri, insanlık yapılarının bir gereğidir.

- Bu ayetten anlaşılan bir husus da insanların yaratılışlarında var olan bir haya/utanma duygusunun varlığıdır.

“Haya imandandır.”(Buhari, İman, 16),  

“Eğer haya etmiyorsan istediğini yapabilirisin.”(Buhârî, Enbiyâ, 54; Ebu Dâvûd, Edeb, 6)

mealindeki hadislerde ifade edildiği üzere, insanda haya duygusu hem insani hem imani açıdan çok güçlü bir duygudur.

Demek ki, örtünmek bu haya duygusunun dışa yansıyan bir tezahürüdür. Gayr-ı fıtri giyinmeler haya duygusunu törpüleyen gayr-ı insani saplantılardır.

- Hac esnasında “ihram” denilen bir kavram vardır. İhram, aslında bazı şeylerin hac mevsimi esnasında haram olması ve yasaklanması demektir. Bu yasaklamalar gerçekte özel bir zaman diliminde özel bir takva testinden ibarettir. Hacı adayları bu süreçte Allah’a karşı daha fazla saygı göstermeleri adına daha fazla takvayı göstermek için İslam’ın ön gördüğü bazı helal şeyleri kendilerine haram kılıyorlar. Fakat, bu niyete bağlı olarak tahakkuk eden “ihram=yasaklama” işinin bir de simgesel bir “ihram” şekli vardır. O da belli bir bez parçasına bürünmektir.

- İşte aynen bunun gibi, Allah’ın insanlardan yapmalarını istediği hususlar, emir ve yasaklar çerçevesinde şekillenmiştir. Bu şeklin adı “Takva”dır. Ancak bu takvanın simgesel bir formu vardır  ki o da erkek ve kadına özel örtünme halidir. Demek ki, örtünme kulluğun temel esası olan “takva”nın simgesel bir tezahürüdür. Örtünenler Allah’a karşı saygı ve sevgiyi ifade eden “takva” formatına girdiklerini göstermiş olurlar.

“Ey Âdemoğulları! Size edep yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar.” (A'raf, 7/26)

mealindeki ayette, Takva ile örtü arasındaki yakın ilişkiye işaret edilmiştir.

- Önemli bir husus da şudur ki: Allah insanlar için de hayvanlarda olduğu gibi tabii bir post yaratabilirdi. Bu bir bakıma daha az masraflı bir yoldur. Ancak Allah insanı çıplak deriyle yaratmış ve ona özel elbise için gereke ham maddeleri yaratmış ve bunu dokuyup giymesini emretmiştir. Elbette bunun bir hikmeti olmalıdır. O da şudur ki: İnsan yeryüzün halifesidir. İnsanların hilafet makamına uygun üniformalar giyinmeleri “mükerrem insan” kavramıyla ötüşmektedir.

Demek ki erkek ve kadınıyla, örtünme adı altında -hayvanlardan farklı olarak- yapay bir üniforma giymeleri, onların hilafet makamlarına daha uygun ve insanlık onurlarıyla daha fazla örtüşmektedir.

- Ailenin huzur ve barışı karşılıklı sevgi ve saygı temeline dayanır. Bu sebeple her kadın kocasının yanında güzel görünmek ister.

Ancak şu da bir gerçektir ki, kadınların birçoğu başka kadınların güzelliği yanında çirkin görünebilir.

Açıklık-saçıklık, kocaların karılarından daha güzellerini gösteren bir faktördür. Bu ise ailenin içten dinamitlenmesi demektir. Bu sebepledir ki, her kadın fıtratı örtünmek ve diğer kadınlara göre çirkin düşmemek ister..

Bunları daha fazla uzatmak mümkündür.

İlave bilgi için tıklayınız:

Örtünmemek ayıp mı, suç mu, günah mı?
Tesettüre nasıl girebilirim? Neden bazıları açılıyor?
Örtünmenin, tesettürün dünyadaki faydaları nelerdir?
- Kadınların tesettüre bürünmelerinin hikmetleri: Nursi, Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a.

86 Erkekler çocukken nefis terbiyesinden geçirilselerdi, kadınların başörtüsüne gerek kalmaz mydı?

- Eğitim ve talimin, terbiye ve ahlakı güzelleştirmenin bu konudaki tesiri göz ardı edilemez. Evliyaların riyazet ve benzeri metotlarla nefislerini hizaya getirdikleri bilinmektedir. Ancak, bu husus çok kimseye nasip olmakla beraber, nefsin ölmesi durumunda onun kötü duygularını -imtihanın gereği olarak- üstlenen kör hissiyatın olduğunu işin ehlinde öğreniyoruz.

Hz. Âdem’den beri bir kısım insanlar değişik yollarla önemli terbiye ve eğitim görmelerine rağmen, fıtratlarında var olan duyguları tamamen ortadan kaldırmadıkları bir gerçektir. Bu durum gösteriyor ki, ahlaki değerlerin tamamen devreye girmesi ve ahlaksızlık duygularının tamamen devre dışı kalması imkânsızdır.

İslami literatürde önemli bir yere sahip olan “Peygamberlerden başka hiç kimse masum değildir.” düsturu, hayal edilen bir teorinin insanlık camiasında gerçekleşmesinin imkân haricinde olduğunun göstergesidir.

İnsanlarda erkek olsun kadın olsun fıtratında kuvve-i şeheviye yaratılmıştır. Eğitim, talim ve terbiye ile “duygular ortadan kaldırılmaz” yalnız yönleri değiştirilebilir. Örneğin, hırsın yüzünü ahirete, inadın yüzünü hakta sebat etmeye çevirmek mümkündür. Fakat hırs ve inat duygusunu tamamen insandan çıkarıp atmak mümkün değildir.

Durum böyle olunca, erkek ile kadın arasındaki kuvve-i şeheviyenin cazibesini ebediyen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Gayri meşru ilişkilere meydan vermemek için yegâne yol, İslam’ın benimsediği “cazibe ortamının” ortadan kaldırmaktır. Yani ateş ile benzini aynı yerde bulundurmamaktır. “Halvet”in, yani birbirlerine nikah düşen erkek ve kadının baş başa, kapalı bir ortamda kalmasının haram kılınması bu açıdan bulunmaz bir tedbirdir.

- Tabii ki burada kadının ve erkeğin tesettürü, yani avret yerlerini kapatmalarıyla ilgili tedbirlerin olmasının izahına gerek yoktur. O zaten başta gereklidir.

Kur’an, bütün olarak kâinatı yaratanın, kâinat içinde insanı yaratanın ve insana “görecek gözler” verenin Allah olduğunu hatırlatır ve bize şöyle seslenir: “Gözlerini haramdan korusunlar.” (Nur, 24/30) Bu emri veren, insanı bu fıtratla yaratandır. İnsan için en fıtri ve en uygun hali, Cenab-ı Hakk’tan başka kim bilebilir? Kim o fıtratı verenin üstünde söz söyleyebilir?

Yüce Yaratıcı, bu emriyle, bizi yaratılışımızın gereği olan bir duruma davet eder. Gözünü haramdan sakınmama, her önüne gelene bakma, İlahi takdirin uygun gördüğü fıtratla çelişen bir durumdur. Çünkü insana verilmiş sınırsız duyguları tek bir duygunun emrine verir. İradesini hükümsüz bırakır. Bütün hayatını, bütün dünyasını ve bütün düşüncesini sadece bir yere odaklayan kişilikler ortaya çıkarır.

Bu nedenle, erkek veya kadının bir başkasının avret sayılan yerine şehvetsiz de olsa bakması haram olduğu gibi, avret yeri kapalı bile olsa şehvetli olarak bakması yine haramdır. Çünkü Mülkün Sahibi olan Allah böyle istiyor. O her şeyi hakkıyla bilendir.

"Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir. Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır." (Mülk, 67/13-14)

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir kadının, kadınlara veya erkeklere, şehvetli veya şehvetsiz bakması...

87 Tesettürlü giyinmek, örtünmek kemik erimesine yol açıyor mu?

Kemik erimesinin oluşmaması için; bir cildin, haftada iki gün yarımşar saat el ayası büyüklüğünde güneş görmesi yeterlidir. Vücudun herhangi bir parçası güneşi görebilir. Yüz olabilir, eller ve ayak olabilir. Başını örten kişilerin yüzü ve ellerinin açık olması, kemik erimesini engellemeye yeterlidir.

Kemik erimesi, insan hayatının tabii bir sürecidir.. İlaç firmaları, kemik erimesini özellikle abartıyorlar!.. Çünkü, ortada büyük bir pazar var ve bu pazarda büyük paralar dönüyor!.. Medya da, maalesef buna alet oluyor!..

Ama, asıl sorulması gereken soru şu:

Kemik erimesi olayını öne çıkaran medya; insanların çıplak olmasından dolayı oluşan cilt kanserleri hakkında niye yayın yapmıyor? Evet, niye yayın yapmıyorlar?..

Şimdi sorulara tek tek cevap vermeye çalışalım:

Soru 1: Madem tesettür, hayati bakımından önemli olan D vitamininin kadınlar tarafından alınmasına engel oluyor ve eksikliği hastalıklara sebebiyet veriyor, Allah’ın hikmeti neden böyle bir emre izin vermiştir? Sıhhat için zararlı olduğu iddia edilen tesettür neden Allah tarafından kullarına emredilmiştir?

Cevap: Tesettür, hayati bakımından önemli olan D vitamininin kadınlar tarafından alınmasına engel oluyor iddiası, güneşe çıkmayan ve sürekli kapalı ortamlarda çalışan erkekler için de geçerlidir.

D vitamini eksikliği son yılların konusudur. Geçmiş yıllarda bütün insanlar geçimlerini sağlamak üzere sürekli güneşli ortamlarda çalışmışlardır.

Dolayısı ile o yıllarda toplumlar için D vitamin eksikliği söz konusu değildi.

Günümüzde ise modern ve kalabalık şehir hayatının getirdiği hayat tarzından dolayı insanlar daha az güneş enerjisi alabilmektedirler. Bu durum Avrupa ülkelerinde daha fazladır.

Dolayısı ile, D vitamini eksikliğini sadece tesettüre bağlamak doğru değildir. Eğer öyle olsaydı geçmiş yıllarda ve günümüzde İslam toplumundaki kadınların çoğunun sakat olması gerekirdi.

Soru 2: D vitamin üretimi için UV-B ışınlarına ihtiyacımız var. Pencere kenarında oturma ile elde edilemeyen bu vitamin nasıl elde edilir? Tesettüre giren bir bayan bunu nasıl elde edecek?

Cevap: D vitamin sentezi için, Avrupalıların yaptığı gibi nerdeyse üryan olarak güneşe çıkmaya gerek yoktur. İnsanın el ve yüzünün gördüğü güneş miktarı bile D vitamini sentezi için yeterlidir. Bu konuda çok az bilgilendirme yapılsa herkes rahatlıkla yeterli D vitamini alabilir.

Tesettürlü bayan evinin penceresinden elini uzatıp biraz güneş alsa yeterli olur.

Çünkü, D vitaminin fazlasına gerek yoktur. İhtiyaç duyulduğu kadar vücut tarafından sentezlenir ve kullanılır. Fazlası toksiktir, zararlıdır . Hatta eksikliğinden fazla hatalıklara sebep olur. En önemlisi aşırı kırılgan kemiklerdir.

Ayrıca, baş ağrısı, zayıflık, bulantı, kusma, kabızlık, böbrek taşı gibi birçok sağlık problemlerine sebep olur.

Soru 3: İslam, Müslümanlar tarafından insanlık için hayatın en mükemmel bir yolu olarak görülüyor. Ancak eğer İslam Allah tarafından gönderilmiş olsaydı ve kadınların tesettüre girmesini emretmiş olsaydı mantıkî olarak insanların vücutlarını güneşe maruz bırakmalarını sağlayarak D vitamini alabilecek yapıda yaratmazdı.

Cevap: Bu sorunun cevabı yukarıda verildi.

D vitamin sentezi için çok az güneş enerjisi yeterlidir. Bunu da zaten her insan az çok alıyordur. 

Bahsi geçen bilim çalışmalarından bir sonuca varabilmek için  çok geniş toplumlar üzerinde karşılaştırmalı çalışma yapılmalıydı.

Mesela, sürekli elektrik enerjisi ile aydınlatılan AVM’lerde çalışan kişiler, özellikle kısa kış günlerinde hiç güneş yüzü görmüyor. Belki de bu kişilerde D vitamin düzeyi tesettürlü kadınlardan çok daha düşüktür. O zaman AVM’leri kapatmak mı gerekir?

Dolayısı ile bu konuda yapılan çalışmaların sağlıklı olduğuna inanmıyoruz.

Öte yandan, İslam dini ve insanlık açısından tesettürün bir  de aksini düşünelim: Tesettürsüzlüğün, açık saçıklığın, getirdiği ahlaki çöküntü (ki Avrupalılar bile bundan şikayetçidir. Neredeyse nesilleri tükenmek üzeredir) beraberinde telafisi çok zor sıkıntıları meydana getirmiştir.

Güneş enerjisi alalım diye sahillerde üryan dolaşanlar hangi sağlıktan bahsedebilirler.

Tesettürün manevi yönünün hastalıklarla ilişkisi

İnanarak tesettüre giren bir kadın dininin emirlerini yerine getirdiği için ve başka rahatsız edici durumlardan korunduğu için huzur içinde olur. Bu manevi yapı insanlarda serbest radikal denilen zararlı moleküllerin üretilmesini engeller. Çünkü, huzursuzluk ve sıkıntı serbest radikallerin çok önemli bir kaynağıdır.

Serbest radikaller de başta yaşlanma olmak üzere, kalp-damar hastalıkları, şeker, kanser gibi birçok hastalığın sebebidirler.

 Soru 4Tesettür obezite ile ilişkilendirilmiş. İslam-i kıyafetlerin spor yapmayı zor veya imkânsız hale getirebileceği söyleniyor. Tesettürlü kadınların spor yapmalarının zor olacağı iddia ediliyor ve kiloların burka ile kapatılıp obezite probleminin üzerine gidilemeyeceği ve çözümlenemeyeceği söylenmiş. Obezite probleminin İslam kıyafetle üzerinin kapatıldığı ve gelişmiş ülkelere kıyasla İslam coğrafyasında daha fazla obez insanın bulunduğu iddia edilmiş. Bunun açıklaması var mı? 

Cevap: Bu çok saçma, hatta aptalca bir iddiadır. Herkes biliyor ki, günümüzde obezite gelişmiş ülkelerin, özellikle Amerika ve Avrupa’nın en başta gelen sağlık problemidir. Bu da tamamen aşırı beslenme ile ilgilidir.

Bahse konu bazı Müslüman Arap ülkelindeki obezite de tamamen zenginliğin getirdiği aşırı beslenme sonucudur. Tesettürle hiçbir ilgisi yoktur. İyi beslenemeyen bir kadın isterse mumya gibi örtünsün yine de obez olmaz. İyi beslenmeyip spor yapılmazsa da kilo alamaz.

Soru 5: D vitamini alımı hayati derecede önemli bir konudur. İslam-i emirlerin modern bilimsel bilgiyle çelişmesini önlemek için tatmin edici bir açıklama yok mudur? İslam bilim ile uyumlu olsaydı Kuran'da veya hadis literatüründe bu konuya bir açıklık getirilmiş oldurdu veya az çok bahsedilmiş olurdu, fakat yok! Neden Yok?

Cevap: İslam dini veya Kur’an bir tıp kitabı değildir. Allah insana bilimsel gelişmeleri sağlamak üzere akıl vermiş. Dolayısı ile, bugünkü bilimsel gelişmeler Allah’ın bir lütfudur.

İnsanların görevi Allah’ın verdiği bu akıl nimetini kullanarak maddi ve manevi hayatlarını daha rahat yürütmektir. İnsanları hayvanlardan ayıran özellik de budur.

Eskiden insanlar ağrı kesici ve antibiyotik de bilmiyordu. Aklı kullanarak araştırıp buldular.

Aynı şey D vitamini ve diğer vitaminler için de geçerlidir. Yeni bilimsel gelişmeler ışığında sağlığımız için gerekli olan tedbirleri almak insan olmanın gereğidir. Bunun zaten İslam dini de emrediyor.

Tarihte İslam toplumunda D vitamini eksikliği ile ilgili bilinen bir sıkıntı yaşanmamıştır. Günümüzde ise yukarıda belirttiğim gibi D vitamini eksikliği bütün toplumların, hayat tarzı icabı güneşle az temas eden bütün insanların bir problemidir.

Çok az bir bilinçlenme ile, açılıp saçılmadan, insanlıktan çıkmadan ve az bir güneş enerjisi ile bu problem halledilebilir. Kişilerin sadece el ve yüzlerinin güneş görmesi bile D vitamin eksikliğini önleme açısından yeterlidir.

Tekrar edelim, D vitamini eksikliği günümüz modern toplumunun bir  problemidir. Geçmişte insanlar geçimlerini sağlamak için sürekli güneşli ortamda çalışmışlardır. Günümüzdeki problem ise kalabalık şehir hayatının, kapalı alışveriş merkezlerinin ve tabii hayatın azalmasının sonucudur.

Soru 6: İslam’ın fıtrat ile uyuştuğu söyleniyor. Ancak insanı kalıba sokan hatta kısıtlayan bu elbise biçimleri kadında ki (insanda ki) bu doğal fonksiyonların çalışmasına set çekiyor. Algılarını köreltiyor. Bunu nasıl açılarsınız?

Cevap: Tesettürün binlerce faydası vardır. En önemlisi manevi yapının tatminidir ki o da sağlıklı ruhi yapıdır.

Bilinmelidir ki, günümüz toplumunda giderek tüketimi artan ilaçların başında ruh sağlığı ilaçları gelmektedir.

Tesettürün insanı kalıba sokan hatta kısıtlayan bu elbise biçimi olduğunu söylemek çok aptalca bir iddiadır. Erkekler bile ütülü takım elbise, boğazı sıkan kravatla dolaşmaktadırlar. Elbisenin ütüsü bozulmasın diye de neredeyse robot gibi dolaşıyorlar. O zaman erkelerde mi baldır bacak çıplak dolaşsınlar?

Yine, yarı çıplak giyinen kadınlar orası burası görünmesin diye otururken bile rahat oturamıyorlar.

Özetle tesettür, zincirle bağlanmak demek değildir. Tesettürlü kadınlar da bunun farkındadırlar. Biraz zorluğu varsa da binlerce faydası vardır. Oruç tutmak, namaz kılmak gibi.

Eğer her şeye maddi gözle bakarsak oruç tutmak ve namaz kılmak da çok zor gelir.

Aynı şekilde hacca gitmek ve kurban kesmek de fuzuli bir masraf olur.

Hâlbuki bu ibadetlerin gerek dünyevi gerekse uhrevi faydaları saymakla bitmez. 

Aynı şekilde tesettür de bir ibadettir. İbadetin ne olduğunu bilmeyenler için tabii ki tesettür gereksiz olur.

Prof. Dr. İdris MEHMETOĞLU
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Biyokimya ABD (E) Öğretim üyesi. Konya.

Not: D vitaminini bahane edilerek İslamiyet’e itiraz edenlere, Wikilslam’ın web sayfasında, 28 Şubat 2016 tarihinde yazılmış "Health Effects of Islamic Dress’’ isimli yazının tercümesi buna en güzel bir cevaptır.

D VİTAMİNİ

D vitamini yağda eriyen bir vitamindir. Aktif formu böbreklerde sentezlenir. D vitamini kaynakları: Balık yağı, yumurta sarısı, D vitamininden zenginleştirilmiş süt ve tahıllar. Günlük alınacak D vitamini ihtiyacı 50 yaşına kadar olan insanlarda otalama 400 ünite, 70 yaşından sonraki insanlar için ortalama 700 ünite civarındadır.

Vitamin D yağda eriyebilen bir steroiddir. Vitamin D3 (kolakasiferol) güneşin ultraviole ışınları etkisiyle derideki 7-dehidrokolesterol’dan oluşur. Yani vitamin D güneşin 294-310 nm dalga boyundaki ultraviole B ışınlarıyla deride (cild) sentezlenir. Vitamin D2 ise bitki sterolüergosterolünirradiasyonu ile sentez edilir.

Dünyanın kuzey yarı küresindeki bölgelerde yani 42°enlem’in üzerindeki ülkelerde özellikle kışın güneş ışınları yatık geldiğinden D vitamini sentezi çok azalır veya yapılmaz. Ayrıca pencere camı, gündüzün havanın bulutlu olması ve şehirlerde kirli havanın içinden geçen güneş ışığı vitamin yapımı için yeterli mor ötesi ışık miktarı sağlamaz. Dolasıyla bu ülkelerde yaşayan insanlarda D vitamini eksikliği gelişir.

D vitamin eksikliği yetişkin insanlarda osteomalazi (kemiklerin yumuşaması, kemik ağrıları) denen kemik hastalığına, çocuklarda ise rikets (raşitizm= kemiklerde şekil bozukluğu) denilen kemik hastalığına yol açar. Sağlıklı kemik yapısı için D vitamini gereklidir.

Fransa, İtalya’nın kuzeyi, Yugoslavya ve Bulgaristan’ın kuzey kısımları, Romanya, Macaristan, Rusya, Avusturya, Almanya, Hollanda, Çekoslovakya, Polonya, İsviçre, Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya, İngiltere, Çin’in kuzeyi, Kanada vb. gibi 42° enlemin üstünde yani Kuzey Kutbuna yakın ülkelerde yaşayan insanlar Ekim ayının başından Mart ayının sonuna kadar olan zamanda, güneş ışığı yeterli miktarda ultraviole B ihtiva etmez.

Dolasıyla burada yaşayan insanların derileri yeterli miktarda D vitamini sentezleyemez. Anadolu’da sadece Sinop’un az bir kısmı 42°enlem’in üzerinde yer alır. Vatanımızın çok büyük bir kısmı 42°’nin altında ekvator’a yakın bölgededir.

Ekvator ve Ekvator’a yakın bölgelerde güneş ışınları daha dik olarak yeryüzüne gelmektedir. 42◦Enlem’den kuzey kutbuna doğru olan ülkelerdeki insanlarda -eğer ilave D vitamini almazlarsa- güneş ışınları çok eğik geldiğinden bu insanlarda D vitamini eksikliği gelişir.

Mesela İngiltere’deki, 4 sağlık kuruluşundan biri olan NationalHealth Service (www.nhs.uk) 25-11-2015’te yayınladığı makalede; D vitamini hakkında geniş bilgi vermiş. İngiliz vatandaşlarının D vitamini ihtiyacını nasıl karşılayacağını, ne kadar güneş ışığında kalacakları, bebek, çocuk, yetişkin insan, kadın, yaşlı kimselerin alacakları D vitamini miktarı ve diğer hususları gayet açık bir şekilde rapor etmişlerdir. İngiltere’de Mart ayı sonundan Eylül ayı başına kadar olan sürede gündüz öğle vakti ( saat 11.00-15.00 arası) eller dirseklere kadar açık ve ayaklar direkt olarak 10-15 dakika güneşe maruz bırakırlarsa; bu süre beyaz tenli insanlarda gerekli D vitamini sentezi için yeterlidir, diye rapor etmişlerdir. Kış aylarında (Ekim-Mart sonu) ilave D vitamini alınmasını tavsiye etmişlerdir.

İngiltere, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeler süt ürünlerine ve bazı yiyeceklere, D vitamini katarak D vitaminden zengin gıdalar oluşturmuşlardır ve bunların üzerindeki etiketlerde ne kadar D vitamini olduğunu belirtmişlerdir. Bulutlu coğrafyada yaşayanlar, yeterince güneşe çıkamayanlar, devamlı evde oturanlar, yeterince yağ tüketmeyenler veya güneşe çıktığı halde vücudun her tarafını örten insanlar, ayrıca bazı ilaçları alan şahıslarda, D vitamini eksikliği daha sık görülmektedir. Böyle insanlar günde 10-15 dakika bahçelerinde veya odada pencerelerini açarak el, ayak yüzlerini direkt güneşe maruz bırakmakla, güneşe perdesiz direkt göstermekle yeterli miktarda D vitamini almış olurlar ve derilerinde yeterli miktarda D vitamini sentezlenmiş olur. Buna göre el ve yüzleri açık olarak güneşte gezen insanlar yeterli miktarda D vitamini almış olurlar.

Koyu tenli ve siyah tenli insanların ise günde 15 dakikadan fazla güneşe maruz kalmaları gereklidir.

65 yaşından daha yaşlı insanlar 15 dakikadan fazla güneşe maruz kalmalıdırlar. Çünkü, günlük alınacak D vitamini ihtiyacı 50 yaşına kadar olan insanlarda otalama 400 ünite iken, 70 yaşından sonraki insanlar için ortalama 700 ünite civarındadır.

Bebek ve çocuklar ise; 6 aylıktan küçük çocuklar direkt kuvvetli güneş ışığında tutulmamalıdırlar. Mart- Ekim ayları arasında uygun elbise giydirilerek saat 11.00-15.00 arası gölgede tutulmalıdırlar.

Fazla güneş ışığına maruz kalan insanlarda cilt kanseri riski arttığından dolayı özellikle ekvator’a yakın bölgelerde haftada 2 gün ortalama 15 dakika güneşlenmek yeterlidir diyen yazarlar da vardır.

Bilim insanları güneş ışığında ortalama 15 dakika durmak, D vitamini sentezi için yeterli demişler. Ancak deri üzerine güneş kremi sürmeden ortalama 15 dakika güneşte kalmak gerekir diye belirtmişlerdir. Çünkü güneş kremi cilde sürüldüğünde D vitamini sentezi çok azalıyor diye rapor etmişlerdir.

Vücuda gereken D vitamini çok az miktardadır. D vitamini International Unite (IU) diye özel bir birimle ölçülür. Bir mikrogram (1 gramın milyonda biri) D vitamini= 40 IU D vitamindir. Çeşitli ülkelerde günlük D vitamini ihtiyacı için listeler hazırlanmıştır.

Bir yaşına kadar olan çocuklarda günlük D vitamini ihtiyacı 5 mikrogram yani 200 ünitedir.1-18 yaş arası günlük D vitamini ihtiyacı yine 200 IU’dır.18-50 yaş arası insanların günlük D vitamini ihtiyacı 200-400 ünitedir.51 yaşın, bazı yazarlara göre 65 yaşın üstündeki insanların ihtiyacı artar ve günlük D vitamini ihtiyacı ortalama 600 IU olur. Hamile annelerde ve emziren annelerde 600 IU D vitamini almalıdır.

Yukarıda da belirtildiği gibi bu D vitamininin büyük çoğunluğu güneşe maruz kalmakla temin edilir. Çünkü ton balığının 100 gramında yaklaşık 200 IU D vitamini bulunur. Yağsız ton balığında bu miktar yarıya inmektedir.

Sardalye balığının 100 gramında 120 IU D vitamini bulunur. Hamsinin 100 gramında 40 ünite kadar D vitamini bulunur. Bir büyük yumurtada yaklaşık 25 IU D vitamini vardır. Süt ve ayranın 100 ml’sinde 40 ünite  D vitamini bulunur. Peynir ve yoğurtta da D vitamini sütteki kadar bulunur. Ayrıca kırmızı ette de D vitamini vardır.

D vitamininin temel görevi vücutta Kalsiyum’un bağırsaktan emilmesine yardımcı olmaktır ve buna bağlı olarak kemik gelişiminde önemli bir rolü vardır. Özellikle kemik gelişiminin devam ettiği büyüme döneminde yeterli D vitamini almak büyümenin yavaşlamaması ve kemik dokusu üretimi açısından çok önemlidir.

D vitamini bulunan besinleri tüketmek dışında, yeterli oranda D vitamini için gün ışığından faydalanılmalıdır. Çünkü insan vücudu güneş ışığını kullanarak D vitamini üretme yeteneğine sahiptir.

Yukarıda da belirtildiği gibi bulutsuz bir günde güneş kremi sürmeden güneşe çıkıp 10-15 dk boyunca güneş ışığı almak vücudun ihtiyaç duyduğu D vitamini büyük oranda karşılamaya yeter. Tabii ne kadar güneşte kalınması kişinin cilt rengine ve günün saatine bağlı olarak birkaç dakikalık farklılıklar gösterebilir. Ancak, güneş D vitamini için en önemli kaynaktır.

Fazla D vitamini almak zararlıdır. Gıdalar yoluyla günlük önerilen miktarın çok üzerine çıkmak pek mümkün olmasa da D vitamini takviyesi kullanan şahısların dikkatli olmaları gerekir. Fazla D vitamini de vücuda zarar verir. Birçok hastalığa yol açar. Sonuç olarak; D vitamini özellikle kalsiyum ile birlikte çalışarak kemik sağlığının korunması açısından önemlidir. Diğer vitaminlerden farkı, vücudun bu vitamini güneş ışığında deride üretebilmesidir.

Eskiden insanlar ulaşımı yaya olarak, atla veya atın çektiği arabalarla veya öküzlerin çektiği arabalarla yapıyorlardı. Ayrıca kış aylarında yaşlılar, Norveç’ten gelen balık yağını içiyorlardı. Çoğu insan tarlada açık havada çalışıyordu. Şimdi çoğu insan büro memurluğu yapıyor, yolculukta ise camı kapalı otomobiller kullanılıyor.Günümüzde  bu yüzden belki daha çok insanda D vitamini eksikliği görülüyor.

Kimler ilave D vitamini kullanmalı?

  • Bir yaşın altındaki bütün bebekler.
  • 1-4 yaş arası çocuklar.
  • Çoğu vaktini kapalı mekanlarda geçiren insanlar.
  • Bakım evinde yatan şahıslar ve burada çalışan elemanlar.
  • Bütün vücudunu örten insanlar.
  • Herhangi bir hastalığı için devamlı ilaç kullanan insanlar (Yalnız bütün ilaçlar değil, bazı ilaçlar D vitamini eksikliği yapar. Bu yüzden devamlı ilaç kullanan insanlar bu ilaçlarını doktora gösterdikten sonra doktor tavsiyesiyle ilave D vitamini almalıdırlar.)
  • Hamile veya emziren kadınlara günde 5-10 mikrogram D vitamini ilavesi tavsiye edilmektedir. Bu ilave D vitamini, kış aylarında verilmeli. Yaz aylarında güneş ışığından faydalanılmalıdır. Özetle yeterli D vitamini almak için günde 15 dakika veya haftada 2 defa yarım saat güneşte kalmak yeterlidir.

Çocuk Endokrinoloji uzmanları, çoğunlukla çocukların dışarda güneşte oynamalarını tavsiye etmekte, zaruret olmadan D vitamini vermemektedirler.

Bazı yazarlar D vitamini ve ilgili tahlilleri yaptırdıktan sonra gerekirse D vitamini takviyesi öneriyorlar. Böylece vücudun ihtiyacı ne kadarsa o kadar D vitamini alınmalıdır. Az alım zararlı olduğu gibi çok D vitamini almakta zararlıdır. Çünkü insan vücudu çok dengeli yaratılmıştır.

İnsanın hayaline D vitamini vücut için bu kadar gerekli o zaman, Kur’an-ı Kerim bundan niçin bahsetmiyor diye bir soru gelebilir.

Kur’an-ı Kerim insanların hem dünya hem ahiret saadet ve mutluluklarını temin etmek için gönderilmiştir. Her şeye değeri nispetinde yer verir, bahseder ama herkes her konuyu her şeyi içinde göremez.

Bediüzzaman Hazretleri Sözler kitabında 20. Sözün ikinci makamında bu konuyu güzelce, anlaşılır bir şekilde açıklamıştır.

Bir insanın 3 gözü olsa olmaz, bir gözü de olsa olmaz. Üç kolu olsa da olmaz, bir kolu olsa da olmaz. Üç ayağı olsa da hastalık, bir ayağı olsa da hastalık. İslamiyet’te sağlığı korumak vaciptir. Kur’an-ı Kerim’ de ( Rahman Süresi 55/7,8,9) 4 defa 4 mertebede “ölçüye” işaret etmesi çok manidardır. Çünkü insan vücudunda milyonlarca kimyevi reaksiyon çok titiz bir ölçü içinde cereyan etmektedir. Biz, gözlük, eldiven, ayakkabı, çorap vb. ihtiyaçlarımızı çarşıdan alıyoruz, ama insan gözü, kulağı, insan eli veya ayağı satan dükkan, AVM yok.

Bunları bize Allah (c.c.) veriyor. Göz vermiş, ışık olmasa göz neye yarar?

Gözün görmesi içinde güneşi vermiş. Mide vermiş, bunun içinde, binlerce çeşit leziz yiyecekler yaratıyor.

Allah (c.c) kelamı olan Kur’an-ı Kerim, hem geçmişi hem günümüzü hem de geleceğimizi, hem öldükten sonra nereye nasıl gideceğimizi bize bildiriyor, bizi aydınlatıyor.

Kur’an-ı KerimAraf Süresi’nde (7/31) Mealen ….. “yiyin, için fakat israf etmeyin.” diye buyrulmuştur. Yani helal olan yiyecekler, içeceklerden her çeşit sebze, meyve ve yiyecekler yenilince vücuda gerekli olan; vitamin, mineral, yağ, karbonhidrat ve proteinler vb. gıdalar alınır. Vücut için az yemekte zararlı, çok yemek te zararlıdır. Kur’an-ı Kerim vasat yolu tavsiye etmektedir.

Ayrıca karar (normal) yeme ve içme ile ilgili hadislerde mevcuttur. Böylece vücudumuza lazım olan her şeyi almış oluruz.

Faydalanılan Kaynaklar:

  1. Harper’slllustratedBiochemistry. 30.th Edition. McGrawHillEducation (2015) page:551-553
  2. LehningerBiokimya’nın İlkeleri.Beşinci Baskı’dan Çeviri. Çeviri Editörü Y. Murat Elçin. Palme Yayıncılık Ankara,(2013) sayfa:360
  3. Kayaalp. Akılcıl Tedavi yönünden Tıbbi Farmakoloji. 2. Cilt 13. Baskı. Pelikan Yayıncılık- Ankara.(2012)Sayfa : 1169-1176
  4. ShereenJegtvig. How muchSunExposure Do I Needfor Vitamin D? About.Com .GuideUpdated.October 06, 2011
  5. www.nhs.uk(rapor İngilizce) (25-11.2015-25-11-2018)
  6. Dvitamini Güneş IşınlarıUVB  ve kanser Doç.Dr. Murat Gültekin. Uzm. Dr. Ezgi Hacikamiloğlu. Kanser .gov.tr/dosya/bilgi- dökümanlari/ vitamin D Rapor.docx.pd
  7. TheMerck Manual of Diagonsisand Therapy.19th. Edition MerckSharp&DohmeCorp. WhitehouseStations,NJ(2011) pages:27-29, 41-43, 838-843
  8. Nelson Essentials of Pediatrics 5 th. Edition.ElsevierSaunders. Philadepia.(2006). Pages:151-152
  9. Harrison’sPrinciples of InternalMedicine. McGraw-HillMedical Publishing Division. NewYork 16 th. Edition. (2005). Pages:2246-2249-2265

Prof. Dr. Mehmet Gündoğdu
Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi
Erzurum

88 Müslüman olmayan kadınların avret yerlerine bakmak haram değil mi?

- Yabancı bir kadına bakmakla ilgili hüküm, Müslüman veya gayri müslim kadın fark etmez. Yani Müslüman olmayan bir kadına bakmakla mümin kadına bakmak arasında bir fark yoktur. (bk.Merkezu’l-Fetva, Rakam: 47730)

- Ehl-i zimmet (kâfir olan) kadınların ziynet yerlerine bakmakta bir sakınca olmadığına dair bir bilgi Süfyan Sevri’den nakledilmiştir. (bk. İbn Kesir, Ahzab:59. ayetin tefsiri)

Ancak bu bilginin “rivayet edildi ki” şeklinde temriz kalıbıyla verilmesi, bunun şüpheli olduğunu gösterir. Özellikle bildiğimiz Sevri gibi takvada şöhret bulmuş bir alimin böyle bir fetva vereceğini hiç düşünmüyoruz.

Kaldı ki, baktığımız birçok tefsir kaynağında böyle bir ruhsata yer verilmemesi, kâfir kadınlar bakmanın da caiz olmadığının göstergesidir.

- Şunu da belirtelim ki, Ahzab suresi 59. ayette tesettürü emredilenlerin “mümin kadınlar” olarak nitelendirilmesi, mümin olmayanlara bakmanın caiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü, burada “kadınların örtünmesinden” söz edilmektedir.

Nur suresi 31. ayette ise, erkeklerin kadınlara bakmamaları emredilmektedir. Kadınların örtünmesi hükmü ile erkeklerin yabancı kadınlara bakmamasını ermeden hüküm arasında fark vardır. Bu nedenle Müslüman olan veya Müslüman olmayan bir kadın, İslamiyete uygun örtünmese bile, Müslüman bir erkek onlara bakamaz.

89 Molla Fenari’nin başörtüsü ile ilgili ayetlere, başka mana verdiği doğru mudur?

- Bu mealde de baş örtüsünün olmadığına değil, bilakis başörtüsünün olduğuna vurgu yapan ifadeler vardır.

“Dakı (De ki:) bıraksunlar derinceklerini göncükleri üzre.” ifadesinin bugünkü Türkçe karşılığı -sizin de ifade ettiğiniz gibi- “Ve yakaları üzerine bıraksınlar örtülerini.” şeklindedir.

Bugünkü meallerin hepsi böyledir. Başörtüsünü yakaların üzerine bırakmak demek; yukarıdan başlarının üzerine sardıkları baş örtülerini yakaları / boyunları göğüsleri üzerine salmak demektir. Demek ki bu mealde de başörtüsü: başı, göğsü ve boyunu örten bir örtü olduğuna vurgu yapılmıştır.

- “Yakalar” diye tercüme ettiğimiz ayetin asıl Arapça kelimesi “Cüyûb”dur. Bu kelime ceybin çoğuludur, gömlek, entari gibi giysilerin boyun kısmında açılan yarıktır. Çünkü ceyb kelimesi kesmek manasına gelir (Kurtubi, Alusi ilgili ayetin tefsiri) ve göğüs manasında kullanılır.

- Cahiliye döneminde başını örten kadınlar başörtülerini arkalarına doğru bırakıyor ve göğüslerini açıyorlardı. Kur’an’da örtünün bu şekli değiştiriliyor, -kulakların, boyunun ve  göğüsün de kapanması için- arka tarafa değil ön tarafa sarkıtılması emrediliyor. Bu husus bütün tefsir alimlerinin ortak görüşüdür. (Misal olarak bk. Taberi, Zemahşeri, Maverdi, Semarkadi, Razi,  Ebu’s-Suud, Kurtubi, Şevkani, Alusi, İbn Aşur,  el-Kasimi, eş-Şaravi, el-Meraği ilgili ayetin tefsri)

Bu açıklamalara dayanarak şunları söyleyebiliriz:

a) Bu meal Molla Fenari’ye ait olup olmadığını kesin olarak bilemiyoruz. Şayet ona ait olsa bile, bu mealin -Osmanlıcası hariç- diğer meallerden hiçbir farkı yoktur. Yani burada da başörtünün gerekli olduğuna vurgu yapılmıştır.

b) Molla Fenari’nin -yukarıda misal olarak sadece bir kısmını gösterdiğimiz- bu büyük İslam alimlerinin düşüncelerine aykırı olarak bir fikir ileri sürmesi düşünülemez ve ona yakışmaz da...

c) Farz-ı muhal, şayet Molla Fenari gerçekten başörtünün olmadığı kanaatinde olsa bile, milyonlarca bütün İslam alimlerinin görüşleri karşısında onun bu düşüncesinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

d) Cadde-i kübra denile alimlerin büyük çoğunluğunun görüşleri ortada iken, iki buçuk kişinin düşüncelerini esas almak -eğer bir art niyetin eseri değilse-, aklını peynir ekmekle yemek manasına gelir. Ayrıca bu akıl lokmasının vicdanın kursağında kalacağından da asla şüphe etmemek gerekir.

90 Şeriat gelirse bütün kadınlar örtünmek, tesettüre girmek zorunda mı?

Şeriatın bir ülkede uygulanmaya başlaması, bir şekilde gücü elde etmiş bir azınlığın dayatması ile olmaz. Böyle olursa ülke insanının büyük çoğunluğu takıyye yapar, asıl inancını, düşüncesini ve hayat tarzını gizler, fırsat bulduğu yerde şeriattan çıkar, zora ve şiddete dayanan şeriat uygulaması insanların ondan kalben ve manen uzaklaşmasına, hatta nefret etmesine sebep olur, yine fırsat bulduğu anda insanlar isyan ederek bu uygulamaya son verirler.

Bir ülkeye şeriat uygulamasının gelebilmesi için önce Müslümanlara sahih İslam'ın (şeriatın) öğretilmesi ve bu bilginin serbest (rejim gereği yasak olmayan) alanlarda uygulanabilmesi için gerekli eğitimin verilmesi gerekir. 

İnsanlar inanarak, benimseyerek, severek şeriatı mümkün olduğu kadar uygulamaya başlayınca toplumda yükselen değerler "İslâmî değerler" olur, toplum eksik kalan kısımların da uygulanması için baskı yapmaya başlar, yönetim de adım adım uygulama alanını genişletir. Bu genişletme yapılırken mutlaka takva sahibi İslam alimleri ve diğer ilgili alanların uzmanları ile istişareler ve kamuoyu araştırmaları yapılır. Geçiş sürecinde toplumun ve dünyanın durumu, zaruretler, fitnenin önlenmesi gibi hususlar titizlikle gözönüne alınır.

Bütün bunlar yapıldıktan sonra insanlar zaten daha uygun giyinmeye başlarlar. Kamuya açık yerlerde uygunsuz giyinen ve davranışlarda bulunan Müslümanlar uyarılır, kendilerine öğüt verilir, eğitim yapılır, ama şiddet ve ceza asla çare değildir.

Müslüman olmayan İslam ülkesi vatandaşları kendi inançlarına göre yaşamakta serbest olurlar. Müslümanlarla aynı mekan ve ortamları paylaştıkları zamanlarda asayiş, kamu düzeni ve genel ahlak (âdâb) gerektiriyorsa, bazı kısıtlamalar yapılabilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şeriatta tesettürsüzlüğün müeyyidesi, cezası nedir?

91 Peygamberimizin hanımlarıyla konuşma hadisleri hicab ayetlerinden önce midir, sonra mı?

İbn Abbas’ın Hz. Aişe’yi ölüm döşeğinde ziyaret etmesi (Buhari, Tefsir, 24/8), Hicap ayetinden sonra yapılan bir görüşme olduğunda şüphe yoktur.

Ancak bu görüşmenin vicahi, yüz yüze olduğuna dair bir ifade içermemektedir.

Hz. Aişe’nin yattığı yatak ile İbn Abbas’ın bulunduğu yer arasında örtüden bir duvar olma ihtimali çok kuvvetlidir. Çünki,

“Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin.” (Ahzab, 33/53)

mealindeki aykırı bir davranışın söz konusu olmadığı hususuna kesin inanmak birçok yönden zorunlu görünmektedir.

Demek ki Hz. İbn Abbas, Hz. Aişe validemizle arada bir perde var olarak görüşmüştür.

İlave bilgi olarak tıklayınız:

Ashab-ı kiram, sahabeler Hz. Aişe validemize nasıl soru sorarlardı?

92 Başörtüsünü Sümerlilerde fahişeler mi takardı?

Bu iddia, bilimsel ve akademik bir yaklaşım olmadığı gibi, akıl, iz’an ve ahlakın sukutundan başka bir iş değildir.

M. Çığ’ın “Sumer tapınaklarında rahibeler genel kadın görevi yapıyorlardı. Bunlar tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür” demiş (1) ve H. Schmökel’in eserini (2) altnot olarak kaydetmiştir.

Halbuki H. Schmökel atıf yapılan yerde: “Başlık (serpuş) olarak, kurdele, bez, baret, takke – örneğin, III. Ur zamanında yün takkeler- fes ve çeşitli yükseklik ve biçimde kasketler; ayakkabı olarak da sandalet veya sert deriden ayakkabı kullanılırdı. Kadınlar, zaman zaman da mabed fahişeleri sokakta örtünürlerdi; fakat sıradan fahişeler ve kadın köleler buna mezun değillerdi” şeklinde tercüme edebileceğimiz ifadeleri kullanmıştır.

Bu da M. Çığ’ın bilgileri tahrif ettiğini ortaya koymaktadır.

Aslında H. Schmökel’in açıklama yaptığı kitabın orijinalinde bile meselenin çok net olarak tesbit edilmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Burada normal kadınların ve kendilerine zamanımız kültür tarihçilerinden inancı ve anlayışı bu ifadelendirmeye uygun olanları tarafından “mabed fahişeleri” unvanı verilen din kadınlarının zaman zaman sokakta örtündükleri belirtilmektedir. Ama bu ifadedeki açıklamayı, örtünün mahiyeti ile ilgili açık bir tanım verilmediği halde “başörtüsü” olarak tercüme etmenin iyi niyetle açıklanması mümkün değildir. Fahişelerin ve kadın kölelerin bunu yapmaya izinli olmadıklarının belirtilmesi diğerlerinin, ayrıcalıklı olduklarını da göstermektedir.

“Kutsal fahişe” ya da “mabed fahişesi” tabiri ise kelimeye günümüz kültür tarihçileri tarafından verilmiş bir karşılıktır. İşin aslı her yıl düzenlenen yeni yıl törenlerinde senenin bolluk ve bereket içerisinde geçmesini temin etmek üzere tanrılaştırılmış kral Dumuzi ile tanrıça İnanna’nın biraraya gelmesi ile ilgili anlatımlardan ibarettir. (3) Bu hususta sözünü ettiğimiz en eski belgede tanrı ve tanrıçanın söz konusu olması ayrıca bolluk ve bereketin temininin amaçlanması, kutsallık izafe edilen bu anlatımlarda İnanna’ya, tekrar belirtiyorum, günümüz bazı kültür tarihçilerince “kutsal fahişe” unvanı verilmesine sebep olmuştur. Her ne kadar tanrıçayı nitelemek için kullanılan kelimenin “fahişe” anlamı (4) bulunuyorsa da tamamen sembolik olduğu belli olan bir ritüeldeki kadın figüre “fahişe” karşılığını vermek ve hele hele onu mabedlerde erkeklerin cinsel ihtiyacını karşılandığını iddia etmek elbette cehaletten değilse bir kasıttan ve anlaşılmaz bir nefret duygusundan kaynaklanmış olmalıdır.

Kelimeyi bu şekilde açıklayanların bazılarının inanç sistemlerinin bu açıklamaya ve anlayışa yatkınlığı söz konusu olmalıdır. Nitekim J. Stuckey (5) konu ile ilgili olarak: “Neticede "kutsal fahişe" kavramından bir takım antik kaynaklar: İbranice Kitab-ı Mukaddes; daha sonra Herodot (yaklaşık M.Ö. 480-425), Strabo (yaklaşık M.Ö. 64-19) ve Lucian (yaklaşık M.S. 115-ca.200) gibi Yunan yazarlar; ve erken Hıristiyan kilise adamları sorumluydu. Onlar daha sonraki yazarları büyük ölçüde etkilediler.” demektedir.

Sumerlilerde bekârete önem verilirdi. Evli bir kadınla bir kızın boşanma bedellerinin yarı yarıya olması (6) bunu en güzel gösteren kanun maddeleridir. Hal böyleyken kralların bile kız çocuklarını vakfettikleri mabedlerde din kadınlarının böyle bir iş yapmış olmaları elbette mümkün değildir.

G. Çağırgan, X. Türk Tarih Kongresi’ne sunduğu bildiride konu hakkında şu bilgileri (7) vermektedir:

“Yaygın olan ve kabul edilen genel anlayış, ölmek ve dirilmek, üreme, bolluk bereket gibi ortak tarafları bulunan aşk ve savaş tanrıçası İnana ile çoban tanrı Dumuzi’nin, ülkenin o sene bolluk bereket içerisinde bulunması için senenin belirli bir zamanında bir araya gelmeleridir. Bu birleşmenin bilhassa III. Ur döneminde Dumuzi’yi sembolize eden kralla belki de İnanna’yı temsil eden mabedin baş rahibesi arasında temsilî ve fizikî olarak meydana geldiğini ele geçen çivi yazılı metinlerden anlamaktayız.

Kutsal evliliğin nerede yapıldığına gelince, şüphesiz burası İnanna’nın kült şehri ve kral listelerinden bildiğimiz üçüncü binlerin ilk yarısında kendisi Uruk’lu olmamasına rağmen Dumuzi’nin krallığını yaptığı Uruk şehridir. Fakat evliliğin bu dönemlerine âit elimize geçmiş hiçbir yazılı belge olmamakla beraber Post-Sumer çağındaki konuyla ilgili metinler bu dönemden önce kutsal evlikle ilgili, hiç olmazsa sözlü bir edebiyatın varlığını bize gösterir niteliktedir.

Dumuzi, Sumer-Babil panteonundaki asıl önemini İnanna ile yapmış olduğu evlilikten ve Sumerli mütefekkirlerce bu evlilik neticesi yer aldığı zannedilen olaylarla ilgili mitolojilerden almaktadır

Kutsal evliliğin ne gibi safhalarda vuku bulduğu konusunda en bol filolojik malzeme III. Ur devri krallarından Šulgi dönemine âit olup bu metinlerde kutsal evliliğin bütün safhalarını görmek mümkündür.”

Buradan açıkça anlaşılacağı üzere yapılan iş, tanrı(ça)ların insan gibi, insanların da tanrı(ça) gibi düşünüldüğü bu dönemde tamamen bolluk ve bereketin temini maksadıyla tanrıçanın da dahil edildiği, bu sebeple kutsallık atfedilen bir evlenme seramonisidir. İnanışa göre bir insan ile bolluk ve bereketi getirecek olan tanrıça İnanna evlenmektedir. Yoksa genel ifadeyle fahişelik değildir.

Bu konuda bir başka makalede (8) ise şu bilgiler bulunmaktadır:

Antik dünyanın birçok diğer toplumları gibi, Mezopotamya toplumlarının dini inanç şekli de çok tanrılı bir sisteme dayanmaktadır. Bu kültürde insanların yaşamı, tanrı ve tanrıçalar ile yakın ilişki içerisinde olmuştur. Bu nedenle de hemen her antik kentte belirli bir tanrı ya da tanrıçaya ithaf edilmiş inanç (kült) merkezlerinin olması dikkat çekmektedir. Mezopotamya inanç sistemi irdelendiğinde tapınılan tanrıların bir kısmının Sumer, diğer kısmının ise Sami orijinli tanrılar oldukları görülmektedir. Bu tanrılar arasında ilk sırayı Sumer ve Akad kentlerinin tanrıları alıyordu ki, onlara “büyük tanrılar” denilmekteydi. Söz konusu büyük tanrılar şu şekilde sıralanmaktaydı; Sumerler’in baş tanrısı olan ve aynı zamanda yeryüzünün de tanrısı olarak kabul edilen ENLİL, Sumer’in ünlü şehirlerinden biri olan Uruk’un ve dolayısıyla bütün Sumer dünyasının gök tanrısı ANU, Eridu şehrinin, denizlerin ve yeraltı sularının hâkimi olan EA. Büyük tanrıların dışında, bütün memleketlerde ibadet edilen, görev ve nüfuzları farklı olan başka tanrılar da vardı. Örneğin Sippar kentinin de tanrısı olan güneş tanrısı Şamaş, Ay tanrısı Sin, çoban tanrısı Dummuzi ya da Tammuz, bolluk, bereket, doğa ve cehennem tanrıçası İştar ya da Sumerler’in dilindeki adıyla İNANNA, bu tanrıların önde gelenleri arasında yer almaktaydılar.

Bu tanrıların içinden Çoban Tanrısı Dummuzi, panteondaki asıl önemini Tanrıça İnanna ile yapmış olduğu evlilikten ve Sumerli mütefekkirlerce bu evlilik neticesi yer aldığı zannedilen olaylarla ilgili mitolojilerden almaktadır. (9) Gerçekten, Sumer çağında Tanrıça İnanna ile Tanrı Dummuzi’nin evliliği sadece bolluk ve bereketi simgeleyen bir semboldü ve bunun bir “kutsal evlilik” olduğuna inanılıyordu. Tanrıçanın tanrı ile senenin belirli bir zamanında bir araya gelmesi, toplumda baharın gelişini kutlamaya, bolluk ve bereketin artmasını temenni etmeye yönelikti. (10) Bu inanç ve düşünce sonraki dönemlerde de devam etmiş ve tanrıyı temsil eden kral ile tanrıçayı temsil eden “baş rahibe”nin kralla birleşmesi sembolik olarak varlığını sürdürmüştür.

Bolluk ve bereketi getirmesiyle toplumun mutluluğunu temin ettiğine inanılan “kutsal evlilik” töreni, ilk kez Sumerler’de M.Ö.3000’lerden daha erken bir dönemde gerçekleştirilmiş ve Mezopotamya toplumlarında yaklaşık 2000 yıl boyunca her yıl tapınaklarda sembolik olarak yeniden canlandırılmıştır. M.Ö. I. Binyıla gelindiğinde ise, farklı bir uygulama şekli ile“kutsal evlilik”in, yapıldığı anlaşılmaktadır. Burada tanrı ve tanrıça heykelleri bir araya getirilmek suretiyle aynı amaç gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Buna göre heykeller önce süslenmiş sonra da bütün bir geceyi bir arada geçirecekleri özel bir odaya götürülmüşlerdir. (11)

Bununla birlikte, kuraklık ve verimsizlik, tanrının ölümü olarak algılanmış buna karşın bolluk ve bereketin gelmesi için “kutsal evlilik” çoğu defa zorunlu bir uygulama olarak görülmüştür. Bu inanç sistemi, zaman içerisinde bir gelenek halini alarak Mezopotamya’nın dışına taşmış özellikle Yunan ve Roma dünyasına da sirayet ederek; Attis, Adonis, Baal, Osiris vb. tanrıların varlığında sembolleşerek diğer toplumlarda da yaşamaya devam etmiştir.

Makalenin Sonuç kısmında, s. 175’te ise şu değerlendirme yapılmaktadır:

Tanrıça İnanna ile Dumuzi’nin birleşmesini sembolik olarak kralla gerçekleştiren bir “baş rahibe”nin etrafında toplanmış olan bu din kadınlarının her biri farklı görevler üstlenmişlerdi. Günümüzde bu din kadınları için kullanılan“kutsal fahişe” deyimi, tarihî gerçeklerle uyuşmadığı gibi haksız bir yakıştırma kalmaktadır. Zira bazıları evlenip çocuk sahibi olabilen ve vasiyetnamelerde varis olarak öne çıkan bu kadınların aynı zamanda fahişelik yapmaları akla pek yatkın gelmemektedir.

Bütün bunlara rağmen, sadece qadištum adı verilen rahibelerin “kutsal evlilik” törenine katıldığı anlaşılmakta, diğer sınıf rahibelerle ilgili böyle bir bilgiye rastlanılmamakta ve diğer rahibeler için farklı ideogramlar kullanılmaktadır. Diğer taraftan, her tarihî olay, ortaya çıktığı döneme ve o dönemin şartları çerçevesinde şekillenen düşünce sistemine göre değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, bu tür bir kutsal birleşme, bolluk ve bereketin artması, kuraklık ve verimsizliğin ülkeyi terk etmesi inancıyla sembolik olarak gerçekleştirilmiştir.

Bütün bu anlatımlarda toplumun bütününü ilgilendiren bazı sosyal faaliyetlerin olduğunu görüyoruz. Yani kutsal fahişe olarak isimlendirilen kimse ya İnanna’dır ya da onu temsil eden o şehrin başrahibesidir. Bunlar toplumun karşılaştığı sıkıntıları gidermek için her türlü fedakârlığı yapan kutlu kişiler olarak tasvir edilmiştir.

Bu işin sembolik olduğunu, yâni gerçekten fiziksel olarak gerçekleşmiş olmasının gerekmediğini Tarih Sumer’de Başlar adlı kitabın 241. sayfasındaki anlatımlardan da anlayabiliriz. Zira orada Enlil’in bolluk ve bereket getirmek için erkeklik organını dağa dürtmesinden, tohumunu yaz ve kışın dölyatağına boşaltmasından, Enki’nin tohumunu, şahlanmış bir vahşi boğanın bir yaban ineği ile çiftleştiği gibi, Fırat ve Dicle nehirlerine dökerek onların su ile dolmasını temin etmesinden söz edilmektedir.

Baş örtüsü ile ilgili kelimeler:

Hiçbir Sumerce metinde Müslümanların kullandığı başörtüsü ile bire bir örtüşen “başörtüsü” karşılığına rastlanmamıştır. Başa takılan bazı giysilerden bahsedilmekle beraber bunun bugünkü başörtüsü ile aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. Konu ile ilgili metinlerde geçen kelimeler, aşağıda ele alacağımız kaynaklarda kazandıkları anlamlarıyla belirtilmiştir:

N. Aydın, Büyük Sumerce Sözlük:

s. 111: (túg)bar-si, paršīgum, ince kumaştan yapılmış, başı sıkıca kavrayan bit tür baş örtüsü, sargı.

(túg)bar-sig9, ince kumaştan yapılmış, başı sıkıca kavrayan bit tür baş örtüsü, kuşak, şerit.

(túg)bar-si-sag-du, hazīqatum, baş örtüsü.

s. 589:  (túg)sag-šu, kubšum, şapka, ince kumaştan yapılmış, başı sıkıca kavrayan bir tür baş örtüsü.

(túg)sagšu, kubšum, ince kumaştan yapılmış, başı sıkıca kavrayan bit tür baş örtüsü

D. A. Foxvog,  Elementary Sumerian Glossary:

s. 8: túgbar-si sash, kuşak, shawl, şal, eşarp, baş örtüsü, atkı.

s. 45: saĝšu, saĝ-šu4 , helmet, miğfer, tolga, kask, başlık, head covering (usually with wool or copper determinative), (genellikle yün ya da bakır determinatifi ile) baş örten/kaplayan.     

Chicago Assyrian Dictionary, P Cildi:

s. 203 vd.: paršīgu A, (túg/síg)bar.si(.gu/ig), túg.bar.sig(.ga), a sash, often used as a headdress : sıklıkla başlık/baş süsü olarak kullanılan kuşak. Eski Akad döneminden, Sumerce’den geçme. Geçtiği yerlede “sash” ya da p. diye kısaltılarak verilmektedir.

Chicago Assyrian Dictionary, K  Cildi:

s. 485: kubšu, (túg.)U+SAG, sag.šu, túg.sagšu, Eski Asur ve Eski Babil döneminden. Headdress, başlık, baş süsü, baş için örtü veya süs,  cap, kep, kasket, başlık, şapka, kapak, tepe, zirve. Geçtiği yerlerde genellikle “cap” ya da “k.-cap” şeklinde tercüme edilmektedir.

Kılıç-Duymuş, 2009. (TSA 13/1 s.159-178).

s. 164: NİN.DİNGİR.RA (Akk. Entum) isimli din kadınlarının tapınakta kıyafetleri ve takıları ile kolayca ayırt edilebildikleri, katlı elbiseler ve yüksek kenarlı başlıklar giydikleri, mücevherler taktıkları anlaşılmaktadır.

Görüldüğü gibi kelimelere birden fazla anlam verilmiştir ve bunlardan biri de tam olarak tasviri mümkün olmayan genel anlamda “baş örtüsü”dür. Hâl böyleyken zaman, mekan, anlayış ve kullanım amaçları arasında herhangi bir bağ bulunmadığı halde Sumerli din kadınına âit başa geçirilen bir giysi ile bugünkü Müslümanların dindar kesiminin kullandığı baş örtüsü arasında her ikisi de baş örtüsü takıyordu diyerek bağ kurmak ve Sumerlilerdeki “mabed fahişesi” ifadesini nazara vererek baş örtüsü kullanan Müslümanlar da bu sıfat ile nitelendirilmelidir diyerek bir sonuca ulaşmak ve baş örtülülere bu suretle hakaret etmek, bilimsel ve akademik bir yaklaşım olmadığı gibi, akıl, iz’an ve ahlakın sukutundan başka bir iş değildir.

Dipnotlar:

  1. M. Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni, Kaynak Yayınları, 1995, s. 29.
  2. H. Schmökel, Kulturgeschichte des altorient, Stuttgart, 1961, s. 37.
  3. G. Çağırgan, Mezopotamya’da Kutsal Evlilik. X. TTK Bildirileri IX/10a, Ankara, 1990, s. 1.
  4. Kelimelerin kazandıkları anlamlar kullanıldıkları yere göre farklılık arz edebilmektedir. Örnek olarak “fahiş fiyat” ve “fahişe (kadın)” ifadelerindeki aynı kelime eril ve dişil farklılıklarının yanında farklı anlamlarda kullanılmıştır. Buna benzer şekilde aynı zamanda “fahişe” anlamına sahip kelimenin bolluk ve bereketi temin amacıyla yeni yıl törenlerinde adı geçen bir figür olarak belirtildiğinde ona “bolluğu veren” ya da “bereketi temin eden” şeklinde bir karşılık daha uygun düşer.
  5. Sacred Prostitutes.
  6. Ur-Nammu Kanunu’nun 6. ve 7. Maddeleri; 6. Madde: Eğer bir adam (kız olarak aldığı) eşini boşarsa 1 mina gümüş ödeyecek. 7. Madde: Eğer dul olarak aldığı kadını boşarsa ½ mina gümüş ödeyecek.
  7. G. Çağırgan, “Mezopotamya’da Kutsal Evlilik”,  X. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, IX/10a, Ankara 1990, s.1.
  8. Y. Kılıç – H. H. Duymuş, Eski Mezopotamya’da Din Kadınları (Rahibeler) s.160-161. (TSA / Yıl: 13, S: 1, Nisan 2009, s. 159-178)
  9. Galip Çağırgan, “Mezopotamya’da Kutsal Evlilik”,  X. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, IX/10a, Ankara 1990, s.1.
  10. Çağırgan, a.g.m., s.1.
  11. Jean Bottero, Mezopotamya, Yazı, Akıl ve Tanrılar, Çev.M.Emin Özcan-Ayten Er, Ankara 2003, s. 252.

Prof. Dr. Sebahattin Bayram, Sumeroloji Anabilim Dalı

93 Peygamberimiz, kolu acık veya göğsü açık bir elbise giyinmiş midir?

Kaynaklarda böyle bir bilgiye rastlayamadık.

Fıkıh kitaplarında bildirildiğine göre, göğüs ve kollar erkeğin avret yeri değildir.

Buna rağmen Hz. Peygamber (asm)'in yabancı kadınların yanında göğüs ve kollarını açtığına dair hiçbir bilgiye rastlayamadık.