Güven duygusu ile tevazu arasında bir çelişki yoktur. Yeter ki bu iki erdemin kaynağını yanlış tespit etmeyelim.
Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla, Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir insanın güven duygusu da tevazu duygusu da Allah’a göre şekillenir. Çünkü, insanın mütevazı olmasını sağlayan kulluk şuuru olduğu gibi, güvenini sağlayan da kulluk yaptığı Allah’a karşı beslediği husnüzandır, güzel duygulardır.
Buna göre inanan insanın kulluk şuurundan fışkıran tevazuu, bir pintilik, bir beceriksizlik, bir zafiyetin simgesi olmadığı gibi; Allah’tan ümit ettiği yardım ve inayetten ötürü kendisinde hissettiği güven duygusu da bir şımarıklık, bir gurur nişanesi değildir.
Yüce Yaratıcı, insanoğluna iki dünya saadetini kazanması için çok sayıda güzel duygu ve hasletler vermiştir. Bunlardan birisi de güven duygusudur.
Güven, kişinin bir konu veya durum karşısında kendini ne kadar etkili hissettiği ile ilişkili bir duygudur. İnsan sorumluluklarını yerine getirip mesul olmamak, huzurlu olmak ve de insanlığa bir katkıda bulunmak için bu duyguya sahip olmalıdır ki, bir şeyler yapmaya teşebbüs edebilsin.
Allah, her insana farklı farklı yetenekler vermiştir. Ancak herkes, ne kadar yetenekli olduğunu bilmeyebilir ya da yeteneklerini kullanma konusunda kendisine tam güvenmeyebilir. Çünkü insan çok yetenekli bile olsa, güven duygusu, özellikle çocukluk döneminde anne-babanın ve aile ortamının kişiye verdiği güvenli sevgi duygusuyla gelişir. Birçok kişi içinde, geliştirebileceği çok sayıda yetenek varken, bu güven duygusunu alamadığı için geliştiremez ve nasıl etkili olacağını bilemez.
Bunun için belirli bir yaşa geldikten sonra kişi, kendisini tanımaya başlar. Çevresinin de onun yetenekleriyle ilgili tespitleri sonucu yeniden güven duygusu kazanır.
Ancak kişi güçlü bir şekilde güven duygusuna sahip olması için, önce yetenekleri ve kabiliyetlerini gerçekçi bir biçimde tanımalı, tecrübe etmeli, sonuçlarını görmelidir. Bununla birlikte bu konuda tecrübeli kişilerle istişare etmeli, onların da görüşlerini almalıdır. Aksi halde, kuru bir güven onu hayal kırıklığına atabilir.
Bu şekilde kendisinden, yeteneklerinden emin olduktan sonra, bu güveni hayata geçirmek ve sergilemek çerçevesinde sizin gibi Allah’tan korkan müminlerin zihnine şöyle bir soru gelebilir:
- Sahip olduğumuz iyi yeteneklerinden dolayı kendimize güvenmekle, Allah’a güvenmenin arasındaki dengeyi nasıl sağlamalıyız ki hem iki dünyanın saadetine vesile olsun hem de manen sorumlu olmayalım?
Bir Müslümanın temel inancı şudur: “Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir.”
Bu inanca sahip biri, eğer Allah’ın kendisine verdiği yeteneklerin ve diğer güzel hasletlerin farkında ise ve bu güven duygusuyla onları hayırda kullanıyorsa dengeyi sağlamış demektir.
Bu itikada ve anlayışa sahip birisinin, güvenine sınır çizmesi doğru olmaz. Onun için az veya çok güvenmek gibi bir yaklaşım olmaz, olmamalıdır da. Çünkü Allah’ın verdiği yetenekler nispetinde güvenmek esastır.
Böyle bir yaklaşım onu enaniyete ve gurura da sevk etmez. Çünkü gurur, insanın kendini tanımamasından kaynaklanır. Oysa kendine olan güvenin, Allah’a olan güveninden kaynaklandığının şuurunda olan bir kimse, kendisine bir pay çıkarmaz ki gurur olsun.
Ayrıca kendisi sadece Allah’ın sıfatlarına güzel bir ayine olduğunu düşünüp, yeteneklerini kullanması, insanlığın ilerlemesine vesile olur ki, Allah’ın da muradı bu doğrultudadır. Çünkü yeteneklerini sonuna kadar hayırda ve güzelliklerde kullanmak, Allah’ın verdiği nimetleri yerinde kullanmaktır.
Bunun yanında Allah’ın kendisine verdiği nimetlerin farkında olup, O’nun gösterdiği çerçevede kullanmak, tahdis-i nimettir. Yani, Allah’ın nimetini seslendirmektir. Aksi durum ise, küfran-ı nimettir. Yani nimeti inkâr etmektir, nankörlüktür.
Burada en büyük tehlike, yaptığımız güzel şeyleri, biriktirdiğimiz mal ve serveti belirli bir zaman sonra kendimizden bilip gaflete düşmektir. Kur'an’ın ve Peygamberimiz (asm)'in bu konudaki uyarıları samimi Müslümanları gafletten kurtarmak içindir.
Bundan dolayıdır ki Kur'an-ı Kerim de Yüce Allah, Hz. Süleyman (as) ve Peygamber Efendimiz (asm) örneğinde müminleri, kendi güç ve kuvvetlerinin hakiki sahibini hiç akıllarından çıkarmama konusunda uyarıyor.
Bilindiği gibi Hazret-i Peygamber Efendimiz (asm), kendisine, rûh, Ashâb-ı Kehf ve Zülkarneyn (as) hakkında soru sorulduğunda: “Yarın gelin haber vereyim!” buyurmuştu. Ancak “inşallâh” demeyi unutmuştu. Bu sebeple Efendimize de bir müddet vahiy gelmedi. Allâh Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşallah demedikçe), hiçbir şey için «Bunu yarın yapacağım!» deme! Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret ve «Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir.» de!” (Kehf, 18/23-24)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Özgüven, nefsine güvenmek midir? Yani Allah'a güvenle kendine ...
- Tevazu göstermekle kendine güvenmek duygularını nasıl dengede ...