Doktorun hatasından kaynaklanan bir ölüm veya sakat kalma durmunda, diyet gerekir mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İşinin ehli olan bir doktor, tedavi ve ameliyatta yapılması gerekeni yapmış ise, ihmal, tedbirsizlik vb. kusuru yoksa sakatlanma, iyileşmeme ve ölümden sorumlu olmaz, diyet ödemesi de gerekmez.

Doktorun ihmal ve hatası yüzünden sakatlık veya ölüm vukubulursa, mahkemenin vereceği cezaya ek olarak "diyeti tamamlayacak kadar" daha ödeme yapması gerekir.

Ancak kasıtsız öldürme ve yaralama, sakatlama durumlarında diyeti, yalnızca doktor ödemez; onun akrabası, varsa sendikası veya birliği, sağlık bakanlığı... ödemeye katılır. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Bir şeyin, onu yapanın isteğine uygun olmayan bir şekilde vuku bulması diye tarif edilen "hata" (Zeydan, 1979: 115; Karaman, 1999: 250), ne vücub, ne de eda ehliyetini ortadan kaldırır. Ancak, hata bazı tasarruflarda bir özür olarak kabul edilmiştir. İçtihat yoluyla meydana gelmiş olan hata Allah haklarında bir mazeret teşkil eder ve sahibini günahkar olmaktan kurtarır. Yine yapılma, şüphe bulunduğu zaman uygulanmayan had ve kısas gibi cezalarda da bir şüphe teşkil eder (M. Koçak, 1991: 97).

Kasdi suçlar dışında kalan, ancak fail-fiil ve hukuk kuralı arasında manevi bir bağın kurulabileceği “taksirli” davranışlara cezai bir takım neticeler tanınmıştır.

Taksir, iradi olarak islenen bir icra ya da ihmal fiilinin fail tarafından istenmemiş olmasına rağmen, kanunun cezalandırdığı sonuçların meydana gelmesi halidir. Kasıtlı ve taksirli suçlar, manevi sorumluluk esasına göre cezalandırılır. (Çolak, 2003: 128; bk. Apaydın, H. Yunus, “Hata”, XVI, DİA. İstanbul, 1997, 438-439).

Tıbbi müdahalede bulunan doktor, hastasına karşı bir suç islemek maksadıyla değil, onu iyileştirmek için hareket eder. Doktorun mesleğini icra etmekten ibaret bulunan maksadı, kast ve kastla işlenebilen suçu bertaraf eder ve ancak tıbbi müdahale kusurlu bir şekilde yapılmışsa doktorun taksire dayanan ceza sorumluluğu olabilir. (Dönmezer ve Erman, 1999: II, 46). Ancak, hakkın kötüye kullanılması halinde ve özellikle mesleğe ait objektif ve sübjektif sınırlar aşıldığı takdirdedir ki, hukuka uygunluk sebebi bulunmaz. (Dönmezer ve Erman, 1999: II, 51).

Hakkın kullanılmasının sübjektif sınırı ise, tıp meslek ve sanatının gerektirdiği şekilde hareket edilmesinden, tecviz edilmeyecek mesleki bir hatanın yapılmamasından ibarettir. Böylece hakimin sorumsuzluktan yararlanabilmesi için gerekli ilk sınır, müdahalenin tıp sanatının ve biliminin kurallarına uygun olmasıdır. Her doktorun kendi mesleğinin gerektirdiği bilgileri edinmiş olması asıldır. Bu bilgiler bakımından, bir acemiliği, dikkatsizliği varsa doktorun taksiri vardır ve taksire dayanan ceza sorumluluğunun kabulü gereklidir. (Dönmezer ve Erman, 1999: II, 52).

Doktorun hastalığı teşhis edip tedaviyi uyguladıktan sonra, teşhiste hata ettiği ve verdiği ilacın hastalık olmayan bölgeye etkisi sonucu hastanın ölümüne sebep olması, takdirde hataya örnek olabilir. Böyle bir durumdaki doktor, sahasında yetkili olup tüm gayretini harcadıktan sonra, düşmanlık ihtimali de söz konusu değilse sorumlu olmayacağı görüşüne varılmıştır. (Ceburi, 1988: 402).

Toplumun doktora olan ihtiyacı nedeniyle tıp ilminin öğrenilmesi, İslam dininde farzı kifaye olarak değerlendirilmiştir. Tıbbi müdahale görev olarak değerlendirildiğinde prensip olarak tıbbi müdahale sonucu doktorun sorumlu olmaması gerekir. İslam hukukçuları doktor müdahalesi sonucu meydana gelen zararlı neticelerin kalkmasının sebeplerinde farklı görüştedirler. Ebu Hanife’ye göre sorumluluk hastanın veya kanuni temsilcisinin izni ile kalkar (Kasani, ts: VII / 305).

İmam Şafii ise hastanın izni, başka türlü tedavi olma imkanının yokluğu ve tedavi kastı gerekçesinden hareketle doktordan sorumluluğun kalkacağı görüşündedir (Şafii, 1973: VI, 172, 175). İçine zehir karıştırılmış bir içeceği tedavi kastı ile içen kişi de nefsine zarar verme kastı olmadığından isyankar sayılmamıştır (Şafii, 1973: I, 70).

Açık hata, tedbir alınması mümkün iken, ihmal edilip istenmeyen neticenin meydana gelmesidir. Usulüne göre ameliyat yapmayıp sonuçta hastanın bir organının fonksiyonunu kaybetmesidir. Hukukçular fahiş hatanın tazmini gerektirdiği konusunda müttefiktirler (Ebu Zehra, 1976: 428).

İslam hukukçuları doktorun tıbbi müdahalesinin hasta üzerinde meydana getirdiği zarardan sorumlu olmasını farklı sebeplere dayandırmışlardır. Ebu Hanife’ye göre, sorumluluğun kalkması iki sebebe dayanır. Birincisi tababet içtimai bir zarurettir. Elde olmayan sebeplerden dolayı meydana gelecek zarardan doktor sorumlu tutulduğunda meslek erbabı mesleğini rahatlıkla icra edemeyecek ve toplumun zararına bir durum ortaya çıkacaktır. İkinci olarak hastanın veya kanuni temsilcisinin rızası olmalıdır (Kasani, ts: VII, 305).

İmam Malik ise hekimin sanatını icrada yetkili olmasını esas almıştır. Ancak doktorun tıbbın belirlediği kurallara aykırı hareketi ve mesleğini icra anındaki hatasından sorumlu olacağını belirtmiştir (İbn Rüsd, 1985: II, 349).

Hata Benzeri: Bu tür hatada, kişi fiili kasten yapmakta, fakat tedbirsizliği ve kusuru sonucu yasak olan netice meydana gelmektedir. Fail suç olan neticeyi kasten işlememekte fakat tedbirsizliği ve kusuru, yasak olan neticenin meydana gelmesine sebep olmaktadır. Mesela sopa ile birisine vurması sonucu ölümüne kast etmediği halde vurma sonucu ölmesi gibi (Cessas, 1993: II / 316).

Kişinin suç teşkil eden fiili hiçbir şekilde yapmayı düşünmediği halde bu fiilin meydana gelmesidir. Uyuyan bir kimsenin bir çocuğun üzerine düşerek onun ölümüne yol açması böyledir. Hatada hata benzerinden daha ağır bir durum olmaktadır. Zira hatada kişi hukuken yasaklanmayan bir neticeyi elde etmek isteyerek bir fiili kastediyor, ancak tedbirsizlik ve kusuru yüzünden o fiilden yasaklanan bir sonuç meydana geliyor, avı kastederek atılan kurşunun bir insana isabet etmesi gibi (Cessas, 1993: II, 316; Udeh, 1990: I / 407).

Fiilin aslı mubah olduğu halde hedefte ne olduğunu iyice tespit etmeden kurşun atmak ise yasaklanmış bir harekettir. Bu nedenle suçun unsurları tam teşekkül etmediğinden cezası da eksik olmaktadır (Abdulaziz Buhari, 1992: IV / 381).

Bu açıklamalara göre doktorun hatasının olup olmadığı, eğer varsa ne kadar bulunduğu belirlenmelidir. Doktorun bir ihmali yoksa bir sorumluluğu da yoktur. Böyle bir konuda kötü niyet ve kasıt aranmamalıdır.

Ancak doktorun ihmali söz konusuysa, ihmalinin olduğu da isbat edilirse bir diyet vermesi gerekir.


Kaynaklar:

- ABDULAZİİZ BUHARİİ, A., 1992, Kesfü’l-Esrar ala Usuli’l-Pezdevi, I- IV, Kahire,

- APAYDIN, H. Y., 1997, “Hata”, XVI, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 438-439 , 1996, “Hacir”, XIV, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 513-517s.

- AKBULUT, A., 2001, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Pozitif Matbaacılık, Ankara, IV+1-327s.

- ÇOLAK, M., 2003, İslam Hukukunda Ceza Ehliyetini Etkileyen Durumlar, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, I-X+ 1-192s.

- BİLMEN, Ö. N., 1985, Hukuki İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, I/VIII, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul CESSAS, E., 1993, Ahkamu’l-Kur’an, I, Beyrut

- DÖNMEZER, S.- ERMAN, S., 1999, Nazari ve Tatkiki Ceza Hukuku, I/III, İstanbul

- GÖZÜBÜYÜK, A..S., 1983, Hukuka Giris ve Hukukun Temel Kavramları, “S” Yayınları, 4. Baskı, Ankara, I-XV+ 1-189s.

- KASANİ, A., ts, Bedaiü’s-Sanai Fi Tertibi’ş-Şerai, VII, Beyrut,

Not: Ümit Karslı'nın, "Mezheplere Göre Ceza Ehliyeti ve Günümüz Hukukuyla Mukayesesi" isimli tezinden istifade edilerek hazırlanmıştır.

İlave bilgi için tıklayınız:

DİYET...


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Kategori: 
Okunma sayısı : 5.000+