Şehitlik konusunda en çok merak edilenler

1 Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz?

1. Şehid Kimdir?

Allah yolunda canını feda eden bir Müslümana şehid denir.

Şehidlik, İslâm'da en büyük mertebedir. Şehidlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir. Âhirette en büyük rütbenin peygamberlikten sonra şehidlik olduğu belirtilmiştir. Bunun içindir ki, şehidlerin bütün günah ve kusurları Allah tarafından afvedilmektedir.

Müslümanları, düşmanlarına üstün kılan en mühim esaslardan biri "Ölürsem şehidim, kalırsam gazi!.." inancıdır. Bu durum, ayette "iki güzelden biri" şeklinde ifade edilmiştir. (Tevbe, 9/52) Yani, mü'min için savaşta iki güzel neticeden biri vardır: Ya galip gelecek, ya şehit olacaktır. (İbnu Kesir, IV/102; Nesefi, II/130)

Halid b. Velid'in İran komutanına söylediği şu sözler, şehitlik kavramının Müslümanlara neler kazandırdığını gösteren güzel bir misaldir:

"Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim." (Abdürabbih, s. 387)

Şüheda hayatı, ruhani bir hayat, daha doğrusu hakiki bir hayattır. (Yazır, I/547) "Şehit kendini hayatta bilir." (Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 122) Ölümün acısını hissetmeden, kendini daha güzel bir alemde bulur.

Hz. Peygamber (asm), Uhud'da hayatını kaybeden yetmiş şehitle ilgili olarak şunu bildirmiştir:

"Kardeşleriniz Uhud'da şehit olunca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların cevfine koydu. Cennetin nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler. Arşın gölgesinde asılı altından kandillerde yerleşirler. Yiyecek, içecek ve istirahatlerinin güzelliğini görünce,

'Keşke, derler Cennette hayatta olup, rızıklandırıldığımızı biri dünyadaki kardeşlerimize haber verse. Ta ki, cihaddan geri kalmasınlar, savaş esnasında kaçmasınlar.' Cenab-ı Hak, 'Sizin bu halinizi onlara ulaştıracağım.' der ve şu ayetlerle bildirir." (Ebu Davud, Cihad, 25)

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Allah'ın lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde, Rableri katında rızıklandırılırlar. Arkalarından gelecek olanlara şunu müjdelemek isterler: Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmezler. Allah'tan bir nimeti ve lütfu ve Allah'ın mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.” (Âl-i İmran, 3/169-171)

2. Şehîd-i Kâmil Kime Denir?

Hem dünya hem de âhiret itibariyle şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bunlar muharebede öldürülenler, yahut âsiler, eşkıyalar, anarşistler veya evinde hırsızlar tarafından gadren ve zulmen öldürülen kimselerdir.

Bir Müslümanın şehîd-i kâmil sayılabilmesi için altı şart lâzımdır:

1. Müslüman olmak.
2. Akıllı olmak.
3. Bâliğ olmak.
4. Cünüp olmamak, hayız ve nifas hâlinde bulunmamak.

Fakihlerin çoğunluğuna göre cünüp iken yahut hayız veya nifas halinde şehid olanlar da yıkanmaz. Ebu Hanîfe, Hanbelîler, Şâfiî ve Mâlikîlerden bazı fakihler, Uhud şehidlerinden Hanzale b. Ebû Âmir’in o esnada cünüp olduğu için melekler tarafından yıkandığına dair rivayete dayanarak, bu durumlarda şehid düşen kimsenin yıkanacağına hükmetmiştir.

5. Vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak. Vurulduktan sonra, ölmeden önce, yeyip içer, tedavi görürse, vurulduğu yerden başka tarafa taşınırsa veya üzerinden bir namaz vakti geçecek kadar yaşarsa, kâmil şehidlik kısmından çıkar. Uhrevî şehîd olur.

6. Öldürülmüş olmasından dolayı, öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak. Hatâen öldürülme durumlarında, katile kısas vâcib olmadığı için, maktûl şehîd-i kâmil kısmına girmez.

Şehîd-i kâmiller, yıkanmadan kanlı elbiseleri ile gömülürler. Hz. Ömer (ra) ile Hz. Ali (ra) de bu şartlardan biri bulunmadığı için yıkandılar; Hz. Osman (ra) ise, yıkanmadan gömüldü.

3. Şehîd-i Uhrevî Kime Denir?

Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir. Şehîd-i kâmil olmanın şartlarından birini kaybeden kimseler, bu kısma girerler.

Bundan başka şu kimseler de âhiret şehîdi sayılır:

* Suda boğulanlar.
* Ateşte yananlar. (İbnu Mace, Cihad, 17)
* Enkaz altında kalanlar.
* Veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler.
* Sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler.
* İlim yolunda ölenler.
* Ciğer hastalıklarından ölenler.
* Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar.
* Baş ağrısından ölenler.
* Karın ağrısından ölenler.
* Ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler.
* Cuma gecesi ölenler.
* Gurbet ilde vefat edenler.
* Akrep, yılan sokması gibi sebeblerle vefat edenler...

(Savaş dışındaki şehîdler hakkında hadisler için bk. Buhârî, Ezan, 32, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164; Tirmizî, Cenâiz, 65, Fedâilu'l-Cihâd, 14; Ahmed b. Hanbel, I/22, 23, II/323, 325).

4. Şehîd-i Dünyevî Kime Denir?

Bunlar münafıklardır. Bunların kalblerinde bulunan nifak emaresini sadece Cenâb-ı Hak bildiği için, dünya itibariyle şehid muamelesi yapılır. Çünkü bunlar, dış görünüşleri itibariyle Müslümanlardırlar, fakat kalbleri itibariyle kâfir...

5. Şehidlerle İlgili Bazı Hadîs-i Şerîfler:

"Malını müdafaada öldürülen şehiddir, ırz ve nâmusunu müdafaa ederken öldürülen şehiddir, nefsini müdafaada öldürülen şehiddir..."

"Şehidleri kanları ile sarın. Zira Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar..."

"Şehidler cennetin kapısında, nehrin parlak zinetinde, yeşil çadırdadır. Sabah - akşam rızıkları Cennetten onlara gelir."

"Ma'rûfu emr ve münkeri nehiyden dolayı katledilen şehiddir."

"Kim cuma günü vefat ederse şehiddir." 

"Kim hayvanından düşüp ölürse o kimse şehiddir."

"Suda boğulan şehiddir, ateşte yanarak ölen şehiddir, gurbette garip ölen şehiddir, zehirli hayvan sokmasından ölen şehiddir, karın ağrısından ölenler şehiddir, bina yıkılıp altında kalarak ölen şehiddir, evinin üstünden (damdan) düşerek boynu kırılıp ölen şehiddir, üzerine büyük taş düşüp ölen şehiddir..."

"Din kardeşini müdafaada katlolunan şehiddir, mâsum olan komşusunu savunurken öldürülen de şehiddir..."

"Şehidin borçtan başka bütün günahları mağfiret olunur." (Müslim)

“Bir Müslüman cuma günü veya gecesi ölürse Cenab-ı Hak onu kabir fitnesinden (sualinden ve azabından) kurtarır.” (Tirmizî, Cenâiz: 73; Müsned, II/176)

Bâzı âlimler denizde şehid olmanın, kul borcuna dahi kefaret olacağını ileri sürmüşlerdir.

"Şehid, ehl-i beytinden (aile ve akrabasından) yetmiş kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir." (Ebu Davud, Cihad 26)

"Kıyâmet gününde üç sınıf şefaat edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler..." (İbni Mace, Zühd 37)

Şehid olan insanların kul hakkı dışındaki bütün günahları affedilir. Şehid olmak, herkese nasib olmayan büyük bir şereftir ve mü'minler için mükemmel bir nimettir. Güzel bir şekilde yaşamak, ondan sonra Allah yolunda O'nun rızası için şehid olmak, her mü'minin hayal ettiği bir mutluluktur. İmân sahibi olan insanın böyle bir şuur ve düşünce ile yaşaması, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) tarafından ne kadar güzel bir şekilde övülmüştür!..

"Şehid olmayı Yüce Allah'tan samimi olarak dileyen kimseyi, Allah, rahat yatağında vefat etse bile, şehidlerin derecesine eriştirir." (Müslim, İmâre, 156, 157; Ebû Davud, İstigfâr, 26; Neseî, Cihâd, 36; ibn Mâce, Cihâd, 15).

2 Şehitler kabir azabı çeker mi, kul hakları affedilir mi, cesedlerinin çürümediği doğru mu?

Buharî'nin aktardığı bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.m)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Şehitler beş gruptur. Bunlar: Taun / veba hastalığından ölen, karın ağrısından / iç organlarından muzdarip olarak vefat eden, suda boğulan, bir yıkım altında kalarak can veren ve Allah yolunda şehit olan kimselerdir." (Buharî, Ezan, 32)

Şüphesiz en büyük şehit Allah yolunda canını veren kimsedir. Fakat, hadiste anlatılan diğer şehit grupları da kendi durumlarına göre ve çektikleri ıstıraplara paralel olarak büyük mükâfatlar alacaklardır. Şehitlik bir nevi veli olmak demektir. Velilerin kırk yılda ibadetlerle ancak ulaştıkları bir mertebeye, Allah yolunda canını veren hakiki bir şehit bazen bir dakikada ulaşabiliyor.

- Şehidin kul hakkı affolunur mu?

Şehidin kul haklarından dolayı sorguya çekilip çekilmeyeceği konusunda âlimler arasında farklı görüşler vardır. Şunu unutmamak gerekir ki, affetmek Allah için çok kolaydır. Yeter ki Onun rızasını kazanmış olalım. Mahşerde kul hakkına muhatap olan bir kişiyi alacaklısıyla barıştırıp ikisini birlikte -el ele tutuşturup- cennete koyduğuna dair hadisler vardır. Yeter ki, biz Rabbimizle barışık olarak hayatımızı devam ettirelim, gerisi kolaydır.

Allah’ın ismini yüceltmek için cihada katılıp hâlis bir niyet taşıdığı halde ölen kimse şehit sayılır. Şehit, fâni hayatını kaybetmesine bedel olarak ebedî hayatta gerçek saadete ermektedir. Şehidin uhrevî mükâfatı hakkında Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:

“Allah katında şehit olan kimse için altı haslet vardır:

1. Dökülen ilk kanı ile beraber bütün günahları affolunur.
2. Cennetteki makamı kendisine gösterilir.
3. Kabir azabından kurtulur.
4. En büyük korkudan (Cehennem korkusundan) emin olur.
5. Kendisine iman elbisesi giydirilir.
6. Güzel gözlü hurilerle evlendirilir ve akrabalarından yetmiş insan hakkında şefaati kabul olunur.”
(İbni Mâce, Cihad, 16)

Şehit bu kadar sevap ve ikrama kavuşmakla beraber, üzerinde kul hakkı varsa, o hak durur, hak sahibine hakkı verilmedikçe veya o kimse, şehit olana hakkını helâl etmedikçe bağışlanmaz.

Nitekim sahabîlerden birisi Peygamberimize (a.s.m.) “Ne buyurursunuz, yâ Resûlallah, ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarım affolunur mu?” diye sorunca, şu cevabı almıştır:

“Evet, ihlâsla sabrettiğin halde ileri gidip geri dönmemek üzere Allah yolunda öldürülürsen... Ancak borç müstesna. Gerçekten bunu Cebrail bildirdi.” (Müslim, İmare, 112)

Görüldüğü gibi, cihat yolunda kaybedilen bir hayat ancak Allah hakları için keffaret olurken, kul hakları baki kalmaktadır. Çünkü bu meselede bir alacaklının mağdur olması ve sıkıntıya düşmesi bahis mevzuudur. Hak sahibi, hakkından vazgeçmediği ve hakkını ölen kimseye bağışlamadığı müddetçe, ölen kimse ebedî saadeti de kazansa, hesap gününde hak sahibi ile yüz yüze gelecektir.

Karada savaşıp şehit düşen kimse ile deniz savaşlarında şehit düşen mü’min arasında mükâfat bakımından bir farklılık vardır. Deniz şehidi kul haklarından muaf tutulmaktadır. Bu hususta Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.)'in beyanı şöyledir:

“Allah kara şehitlerinin bütün günahlarını bağışlar. Yalnız, borcunu ödememe günahını bağışlamaz. Deniz şehidinin ise bütün günahlarını ve borcunu ödememe günahını da bağışlar.” (İbni Mâce, Cihad: 10)

Hadisin izahında, kul hakkının Allah tarafından affedilmesi şu şekilde açıklanmaktadır:

Deniz şehidinin kullara olan borcunun da bağışlandığına dair bu hadis, alacaklının haklarının zayi edileceği mânâsına gelmemelidir. Çünkü Allah, hiçbir kuluna zulmetmez. Bu durumda Cenab-ı Hak, deniz şehidinin kullara olan borcunu bağışlayınca, alacaklılara da kendi hazinesinden haklarını öder. Ya onların günahlarını affeder veya cennetteki derecesini yükseltir. Böylece şehidi de borçlu durumdan kurtarmış olur.

Kara şehidi ile deniz şehidi arasında farklardan birisi şu olabilir. Kara şehidi herhangi bir âletle yaralanır vefat eder; halbuki deniz şehidi hem yaralanır, hem de denizde boğulma, kendini kurtaramama gibi ikinci bir zahmete katlandığı için sevabı daha çok olmaktadır. Onun bu fedakârane haline Cenab-ı Hak kendi katından vereceği ecirlerle karşılık vermektedir.

Diğer taraftan, gerek borç meselesi, gerekse diğer kul hakları her ne kadar iki kişi arasında geçmiş gibi görülüyorsa da, yukarıda da temas edildiği gibi, Cenab-ı Hak, hak sahibini dünyada rızkına bereket koymak, üzerinden birtakım belâ ve musibetleri uzaklaştırmak gibi hallerle; âhirette ise onun razı olabileceği bir şekilde bağışta bulunmak ve makamını yükseltmekle hakkını zayi etmeyecek, gönlünü alacaktır.

Çünkü şehit hak dâvâ uğrunda canını, ruhunu vermiş, her şeyi bir tarafa bırakarak, sırf Allah’ın adını ve şânını âleme duyurmak için çarpışmış, yaralanmış, vefat etmiştir. Kendi uğrunda bu kadar sıkıntılara katlanan, en sevdiği canını öne süren bir insanı Cenab-ı Hak razı etmez mi?

- Şehitlerin cesetleri çürümez mi?

Şehitlerin cesetlerinin çürümeyeceğine dair sahih bir hadis bilinmemektedir. Bu konuda sadece Peygamberlerin cesetlerinin çürümeyeceğine dair hadisler vardır.

Evs b. Evs’in bildirdiğine göre Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Allah peygamberlerin cesetlerini toprağa haram kılmıştır.”(Ebu Davud, salat, 207, Nesaî, Cuma, 5).

Buna göre, peygamberlerin dışındaki insanların cesetleri -veli ve şehit de olsa- çürür. Fakat bu mutlaka çürür anlamına da gelmez. Allah bazı -veli veya şehit- kullarını da çürümekten koruyabilir. Bu gibi vakaların belgeleri de azımsanmayacak kadardır.

Örneğin; Buharî’nin bildirdiğine göre Hz. Cabir şunları anlatmıştır:

"Uhud savaşı zamanı geldiğinde, o gece babam beni yanına çağırıp şunları söyledi:

'Bana öyle geliyor ki, bu savaşta Resulullah (a.s.m)’ın sahabeleri arasında ilk öldürülenlerden olacağım. Benden sonra -Resulullah hariç- senden daha aziz bir varlık bırakmamaktayım. Bazı borçlarım var onları öde, kız kardeşlerine karşı iyi davran / iyi şeyler tavsiye et.'

"Nihayet sabahladığımızda (Uhud savaşı başlayınca), babam ilk öldürülen / şehit oldu. Onu başka bir kimseyle birlikte aynı kabre defnedildi. Fakat benim nefsim babamın başkasıyla aynı kabirde kalmasına razı olmadı, altı ay sonra kabirden çıkardığımda -kulağındaki küçük bir izin dışında- ilk gün koyduğum gibiydi.” (bk. Fethu’l-Bârî, 3/214)

İbn Hacer’e göre, Cabir’in babası Abdullah’ın cesedinin bozulmaması hem onun bir kerametinin hem de şehitliğinin bir tezahürüdür. (bk. a.g.e, 3/217)

İlave bilgi için tıklayınız:

Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz? Kimler şehittir, yanan ve boğulan şehit midir?

3 Öldükten sonra çürümeyen acbü'z-zeneb kemiği hakkında bilgi verir misiniz?

Muteber hadis kitaplarında "ölümünden sonra insanın herşeyinin çürüyüp yok olacağı, ancak acbü'z-zeneb denilen kemiğin bundan müstesna olduğunu bildirilmiş, kıyamet koptuktan sonra ikinci yaratılışın bu çürümeyen kemikten derlenip toparlanacağını" haber verilmiştir.(1)

Acbü'z-zeneb ile ilgili hadisleri tahlil ettiğimiz zaman, haşr (ikinci yaratılış) ile insanın ana rahmindeki oluşumu arasındaki münasebeti tesbit edebiliriz. Günümüzde tıp ilminin vardığı sonuç şudur:

"Sperm ana rahmine düştüğü zaman (ilk oluşum esnasında) ana rahmiyle, insan embriyosu arasında birleştirici bir sap bulunur. Başlangıçta cenin bu sap üzerinde büyür. İşte bu sap, insan embriyosunun kuyruk sokumuna tekabül eden bölgesidir."

Hadis-i şeriflerde acbü'z-zeneb diye ifade edilen kemiğin, yeniden dirilişin çekirdeğini teşkil edeceğini düşünmek mümkündür. Resûl-i Ekrem (asm)'in "hardal tanesine benzettiği ve insan bedeninin çekirdeği"(2) olarak vasıflandırdığı acbü'z-zeneb, insanoğlunun kendine mahsus özelliklerini içinde toplamaktadır. Her insanın parmak izi birbirinden farklı olduğu gibi, acbü'z-zeneb kemiği de farklıdır. Buna genetik şifre isminin verilip verilmeyeceği meselesinde tevakkuf etmekte fayda vardır. Meselenin özü budur.

İnsanın en değer verdiği ve üstünde titrediği ve onu zâyi etmekten korktuğu en kıymettâr varlığı ruhudur ve onun misafir olarak içinde bulunduğu emânet olan bedeni ve âzâlarıdır.

Cenâb-ı Hak, canlı ve şuûrlu bir kanun özelliğinde yarattığı ruha ebediyet vasfı vermiştir. Ruh ölümsüzdür. Ceset istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyet ve devâmına zarar vermez. Ölümle beden elbisesinden soyunan ruhlar, berzâh âleminin muhtelif tabakalarında hayâtiyetlerini devam ettirirler.

Kurutulmuş özlü çamurdan bedenine şekil verilen ve sonra ruh üflenilen ilk insan Hazret-i Âdem (as) annesiz ve babasız yaratılmıştır. Kur’ân’da misâli, Hazret-i Âdem’in (a.s.) yaratılışına benzetilen Hz. İsa (a.s.) ise, babasız olarak halk edilmiştir. Bunların dışında kalan insanlar, sebepler dâiresinde anne ve babanın izdivacından tevellüd eder. Dişi hücrenin spermle döllenmesi insan bedeninin ilk nüvesini teşkil eder. Hücrelerin çoğalarak önce kan pıhtısına, oradan bir çiğnem ete, oradan da et, kemik ve insan şekline dönüşmesi bir tertiple cereyan eder.

İnsanın ana rahminde bu yaratılış silsilesi muhtelif sûrelerde nazara verilir ve ikinci dirilişin de bunun gibi ve bundan daha kolay olduğu dile getirilir.

İkinci dirilişi tasvir eden hadis-i şeriflerde, kuyruk sokumundaki acbü’z-zeneb denilen bir çekirdek üzerinde, insan bedeni tekrar yaratılacağı haber verilir. Zâten acb, bir şeyin en sonu ve zeneb de kuyruk anlamındadır. Lügatlerde acbü’z-zeneb, kuyruk sokumu olarak tarif edilmektedir. Omurga kemiğinin en sonu kuyruk sokumudur. İşte, kuyruk sokumunda insanın tohumu hükmündeki hücreler üzerinde insan bedeni haşirde yeniden diriltilecektir.

“Sonra Allah gökten bir hayat suyu indirir ve bu sayede ölüler, bitkinin yerden bitişi gibi kabirlerinden çıkarlar. İnsan bedeni bütünüyle çürüyüp yok olur, ancak acbü’z-zeneb müstesnâ, insanlar bundan yaratılır.”

“Toprak, insanoğlunun acb dışındaki bütün cesedini yiyip tüketir. İnsan acbden yaratılmıştır, tekrar ondan meydana getirilecektir.”

Bu ve emsâli hadisler, insan bedenini teşkil eden asıl zerrelerin hem ilk yaratılışın, hem de ikinci dirilişin menşei olduğunu ifade eder.

“Her şey helâk olucudur. Yalnız Allah’a bakan yüzü müstesnâ.” âyetinin beyân ettiği hakikate binâen acbü’z-zeneb ister çürüsün, isterse çürümesin netice değişmez. Çünkü, Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey yoktur ki, mutlak yokluk diye bir şey olsun. Haricî vücudunu kaybeden eşya, vücud-u ilmîye gider. İlmî vücudu bulunan varlıklar, adem-i hâricî olarak tanımlanır.

Hem acbü’z-zeneb, sadece incir çekirdeği gibi müstakil bir tohum olarak algılanmamalı. Belki, ikinci dirilişte bedeni teşkil edecek olan asıl zerrelerin tamamıdır. Bu mânâyı Bediüzzaman Hazretleri şöyle îzah eder:

“Birbiriyle ülfet peydâ eden ve her birisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letâfet eden bedenin zerrâtı, ölüm ile dağıldıktan sonra, haşirde Hâlıkın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrât-ı asliye ve esâsiye içtimâa dâvet edildikleri zaman, pek kolay içtimâ ederler ve beden-i insâniyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahâza, Kudret-i Ezeliyeye nispeten, en büyük en küçük gibidir, hiçbir şey o kudrete ağır gelmez."

"Arkadaş! Zâhire nazaran haşirde eczâ-i asliye ile eczâ-i zâide birlikte iâde edilir. Evet, cünüp iken tırnakların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan her bir cüz’ün bir yere gömülmesinin sünnet olduğu ona işarettir. Fakat, tahkîke göre nebâtâtın tohumları gibi ‘acbü’z-zeneb’ tâbir edilen bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine beden-i insânî neşv ü nema ile teşekkül eder.” (İ. İ’caz, s. 59)

“Hem, bütün zerrelerin toplanmaları belki lâzım değil; nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve hâdiste acbü’z-zeneb tâbir edilen eczâ-i esâsiye ve zerrât-ı asliye, ikinci neş’e (diriliş) için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni-i Hakim, beden-i insânîyi onların üstünde bina eder.” (Sözler, s. 484)

“Hepinizin yaratılması, bir nefsin yaratılması gibidir.”; “Haşrin vukûu göz açıp kapamak gibidir, hattâ ondan daha yakındır.” ferman eden Cenâb-ı Hak, insan bedenini acbü’z-zeneb üzerine inşa edecek ve ruh beden müşterekliğinde daimî bir hayatı ihsan edecektir.

Dipnotlar:

1) Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K Tefsirû Sûre, 39/3, 78/1; Ayrıca Sahih-i Müslim- K. Fiten: 141-143; Sünen-İ Nesâi- K. Cenâiz, 117; Sünen-i İbn Mâce- K. Zühd, 32; İmam-ı Mâlik- El Muvatta- K. Cenâiz, 49.
2) İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned- İst: 1401 C: 3 Sh: 28.

4 İman etmiş olmasına rağmen ibadet etmemiş, ama suda boğulan, depremde ölen ve bunun gibi diğer ahiret şehitleri direkt cennete mi gidecek?

Suda boğulan, depremde ölen, cuma gecesi ölen ve bunun gibi diğer ahiret şehitleri direkt cennete mi gidecek?

Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir.

Şu kimseler âhiret şehîdi sayılır:

* Suda boğulanlar.

* Ateşte yananlar.

* Enkaz altında kalanlar.

* Veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler.

* Sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler.

* İlim yolunda ölenler.

* Ciğer hastalıklarından ölenler.

* Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar.

* Baş ağrısından ölenler.

* Karın ağrısından ölenler.

* Ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler.

* Cuma gecesi ölenler.

* Gurbet ilde vefat edenler.

* Akrep, yılan sokması gibi sebeblerle vefat edenler...

Uhrevi şehit olan her insanın mutlak şehitler gibi tüm günahlarının affolunacağı söylenebilir. Ancak bu hüküm daha çok İslam çizgisi üzerinde hayatını yaşayan ve yukarıda sayılan nedenlerle ölen kişilere şamildir. Bununla beraber Allah'ın rahmeti sonsuzdur. Günahkar olan insanların da affedileceği ümit edilir. Çünkü Ahiret şehitliği de olsa ona bir velayet kazandırabilir.

Öyleyse gerçek veya hükmî şehit mertebesine ulaşanlar -inşallah- doğrudan cennete gireceklerdir. Çünkü şehitlik bir velayet mertebesidir.

“Bilesiniz ki, Allah’ın velileri için o gün  bir korku yoktur, ve onlar üzülmeyecekler de..” (Yunus, 10/62)

mealindeki ayette bu gerçek kuvvetli bir şekilde vurgulanmaktadır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şehitler kabir azabı çeker mi, kul hakları affedilir mi, cesedlerinin çürümediği doğru mu?

5 Şehit kimdir? Savaşta hayatını kaybeden herkese şehit gözüyle bakabilir miyiz?

Müslümanları, düşmanlarına üstün kılan en mühim esaslardan biri "ölürsem şehidim, kalırsam gazi..." inancıdır. Bu durum, ayette "iki güzelden biri" şeklinde ifade edilmiştir. (Tevbe, 9/52) Yani, mü'min için savaşta iki güzel neticeden biri vardır: Ya galip gelecek, ya şehit olacaktır.(1)

Halid b. Velid'in İran komutanına söylediği şu sözler, şehitlik kavramının Müslümanlara neler kazandırdığını gösteren güzel bir misaldir:

"Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim."(2)

Şehit, Allah yolunda hayatını veren kişidir. Resulullah'a sorarlar:

"Ya Resulullah, adam var kahramanlık için savaşıyor. Adam var bir hamiyyet için savaşıyor. Adam var riya için savaşıyor. Bunların hangisi Allah yolundadır?"

Resulullah şu cevabı verir:

"Kim i'lay-ı kelimetullah (Allah’ın ismini yüceltmek) için savaşıyorsa, o Allah yolundadır." (3)

İslamiyet'te niyetin büyük bir yeri vardır.

"Ameller, niyetlere göredir."(4)

"Kişinin niyeti, amelinden hayırlıdır."(5)

Uhud Savaşı'nda yaşanan Kuzman olayı, buna ibretli bir misaldir. Şöyle ki:

Kuzman, cesur biridir. Savaşta çok yararlılık gösterir. Resulullah, daha önceden onun cehennem ehli olduğunu söylemiştir. Kuzman, ağır yaralı bir hâlde iken, biri der:

"Vallahi, bugün büyük cesaret gösterdin. Müjdeler olsun sana."

Kuzman der:

"Ne müjdesi? Ben ancak kavmimin şerefi için savaştım. Yoksa savaşmazdım."

Daha sonra, yarası şiddetlenince, acıya dayanamaz, kendini öldürür.(6)

Peygamber ordusunda öldüğü hâlde, Kuzman misali şehadeti elde etmeyenler olduğu gibi, evinde öldüğü hâlde şehit sayılanlar vardır. Hz. Peygamber (asm) şöyle bildirir:

"Kim samimi bir şekilde şehitliği istese, yatağında ölse bile Allah onu şehitler menziline ulaştırır."(7)

Hz. Peygamber (asm.), savaşta şehit olanların dışında, doğumdan dolayı vefat eden kadının, boğularak, yanarak ölen mü'minlerin de şehit sayıldığına dikkat çekmiştir.(8)

Allah yolunda cihat ederek ölenlere şehit ve şüheda denilmesi hususunda bazı yorumlar vardır:

1. Cennete gidecek olan kişiler, kabir hayatında iken cenneti müşahede edemezken, şehitler müşahade eder. Onlara, bundan dolayı "şehit" denilmiştir.

2. Allah ve melekler, onların ehl-i cennet olduğuna şehadet eder.

3. Kıyamet günü, peygamberler ve sıddıklarla beraber onlar da şehadet ederler. Bu noktadan onlara "şehit" denilmiştir.(9)

Şüheda hayatı, ruhani bir hayat, daha doğrusu hakiki bir hayattır.(10)

"Şehit kendini hayatta bilir."(11)

Ölümün acısını hissetmeden, kendini daha güzel bir alemde bulur.

Hz. Peygamber (asm.), Uhud'da hayatını kaybeden 70 şehitle ilgili olarak şunu bildirmiştir:

"Kardeşleriniz Uhud'da şehit olunca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların cevfine koydu. Cennetin nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler. Arşın gölgesinde asılı altından kandillerde yerleşirler. Yiyecek, içecek ve istirahatlerinin güzelliğini görünce 'Keşke, derler cennette hayatta olup, rızıklandırıldığımızı biri dünyadaki kardeşlerimize haber verse. Ta ki, cihaddan geri kalmasınlar, savaş esnasında kaçmasınlar.'. Cenab-ı Hak, 'Sizin bu hâlinizi onlara ulaştıracağım.' der ve şu ayetlerle bildirir."(12)

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Allah'ın lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde, Rableri katında rızıklandırılırlar. Arkalarından gelecek olanlara şunu müjdelemek isterler: Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmezler. Allah'tan bir nimeti ve lütfu ve Allah'ın mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.”(Âl-i İmran, 3/169-171)

Şüheda, mücahitler arasından seçilmiş kimselerdir. Cenab-ı Hak, onları seçer ve kurbiyetine mazhar kılar.(13) Cenab-ı Hak, Uhud'daki mağlubiyetin hikmetlerinden bahsederken, şunu da nazara verir:

"Allah sizden şehitler edinmek ister." (Âl-i İmran, 3/140)

Uhud'un şehitlerinden biri, Hz. Enes'in amcası Enes b. Nadr'dır. "Resulullah'ın ilk savaşı olan Bedir'de bulunamadım. Ama, Vallahi, Resulullah ile beraber bir savaşı Allah bana gösterirse, nasıl savaşacağımı göreceksiniz." demektedir. Uhud Savaşı'nda, karşı taraf "Muhammed öldürüldü." diye yaygara koparınca, müminler perişan olurlar. Enes b. Nadr, ellerinden silahı bırakmış bir topluluğa uğrar. "Niye oturuyorsunuz?" diye sorar. Derler: "Resulullah öldürülmüş!.." Enes b. Nadr, onlara der: "O ölmüşse, onun olmadığı bir hayatı ne yapacaksınız? Kalkın, Resulullah hangi yolda ölmüşse, siz de o yolda ölün!"

Sonra düşmana karşı çıkar, hayatını kaybeder. Savaş sonrası, vücudunda seksen küsür ok, mızrak yarası sayılır.(14) Şu ayet, Enes b. Nadr gibileri medh etmektedir:

"Mü'minlerden öyle er kişiler var ki, Allah'a verdikleri sözde sadık oldular. Kimi ahdini yerine getirdi, kimi de bekliyor. Sözlerinde döneklik etmediler." (Ahzab, 33/23)

Gerçi, savaşa katılmakta birinci hedef, şehit olmak değil, hakkı yüceltmek, dini aziz kılmaktır.(15) Ama, bu hedefe giderken, şehadet rütbesini de elde etmek büyük bir mazhariyettir. Bundan dolayı bazı zatlar şu duaya devam etmişlerdir:

"Allah'ım, bizi dünyadan ancak şehit olarak ve imanla çıkar."

Kaynaklar:

1. İbnu Kesir, IV, 102; Nesefi, II, 130.
2. Abdü rabbih, s., 387.
3. İbnu Mace, Cihad, 13; Tirmizi, Fedailü'l-Cihad, 16.
4. Buhari, Bed'ül-Vahy, I; Tirmizi, Fedailu'l-Cihad, 16; İbnu Mace, Zühd, 26.
5. Acluni, II, 324.
6. İbnu Hişam, III, 93-94; Ayrıca bkz. Buhari, Cihad, 77.
7. İbnu Mace, Cihad, 15; Tirmizi, Fedailul-Cihad, 19.
8. İbnu Mace, Cihad, 17.
9. Razi, IX, 17.
10. Yazır, I, 547.
11. Nursi, Hutbe-i Şamiye, s., 122.
12. Ebu Davud, Cihad, 25.
13. Kutub, I, 481.
14. İbnu Hişam, III, 88; Tirmizi, Tefsir, 33/2.
15. Beydavi, I, 224.

6 Şehit kime denir; kadınlar da şehid olur mu?

Şehit, dinî anlamda, Allah rızası için, onun yolunda canını fedâ eden Müslümana verilen isimdir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi, cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş olması veya onun Yüce Allah'ın huzurunda yaşıyor bulunması yahut ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması, yahut da ruhunun doğrudan doğruya Daru's-Selâm'da (Cennet'te) bulunması veya Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır.

Şehid olmada ölçü, Allah'ın rızasıdır. Allah rızası için mücâdele eden, onun adını yüceltmek için çaba sarfeden, cihâd içinde bulunuş ve bu yolda canını veren de, şehid olmuş olur.

Hanefî Mezhebi âlimlerinin görüşlerinin istikametinde, şehîdleri üç kısma ayırmamız mümkündür:

1. Dünya ve âhiretin şehîdi: Kâfirlerle savaştığı sırada, düşman tarafından öldürülen veya asiler, yol kesen soyguncular tarafından öldürülen yahut evine giren hırsızların ağır bir cisim veya kesici bir alet kullanarak öldürdükleri kimsedir. Savaş alanında yaralı bulunan, yaralarından, göz veya kulağından kanlar akan ve bu durumda vefât eden kişi de, bu kısım şehîdlerdendir. Mal, can, namus ve benzeri müdafaalarda, zulüm ve haksızlıkla, suçsuz yere öldürülen kişi, kimin tarafından öldürülürse, öldürülsün, bu şehîdlerden sayılır. Müslüman, âkil, baliğ olduğu halde, hayız, nifas ve cünüplükten temiz olarak şehîd olanlar yıkanmaz, kefenlenmez, kanları ve elbiseleriyle gömülürler. Ancak onların üzerindeki kürk, palto, parke, silah, mest ve benzeri fazlalıklar çıkarılır. Yıkanmadan gömülmeleri, Hz. Muhammed (s.a.v)'in: "Onları kanlarıyla gömün."(1) şeklinde hadisine dayanmaktadır. Bu kısım şehîdlerin her birine, "hükmî şehîd" denir. Bu kısma giren şehîdler, elbiseleriyle gömülünce, elbiseleri onlar için kefen sayılır. Vücutlarının her tarafı elbiseleriyle örtülür. Elbiseleri vücutlarını örtmek için yetmezse, başka bir şeyle örtülmeleri temin edilir.

2. Âhiretin şehîdi: Bir kısım şehîdler de yalnız âhiret hükmü bakımından şehîd sayılırlar. Hata yoluyla öldürülen ve varislerine diyet verilmesi gereken kimse ile savaş veya asilerle çatışma sırasında yaralanıp da çatışma bittikten sonra bir tarafa çekilerek yiyip içtikten, konuştuktan veya uyuduktan yahut ilaç kullandıktan yahut da aklı başında olarak üzerinden bir namaz vakti geçtikten sonra vefât eden Müslüman gibi...

Âkil ve baliğ olmayan yahut hayızlı, nifaslı veya cünüp iken şehîd olanlar da bu kapsama girmektedirler.

Bunlar diğer ölüler gibi yıkanır, kefenlenir ve namazı kılındıktan sonra gömülürler.

Bir de, yanarak ölen, suda boğulan, göçük, çığ, toprak veya bina altında kalan, vebâ gibi salgın hastalıklardan vefât eden veya akrep sokmasından ölen, gurbette veya ilim yolunda ya da cuma gecesinde vefât eden Müslümanlar da bu hükümdedir. Doğumdan vefat eden kadın da böyledir. Hz. Muhammed (s.a.s)'in bu kısma giren, savaş dışındaki şehîdler hakkında söylemiş olduğu hadisler vardır.(2)

3. Dünya şehîdi: Kalbinde Allah rızasını taşımayan, başka duygu ve düşüncelerle hareket eden riyâkâr ve gösteriş ehli münafıklar, Müslümanlarla beraber savaşa katıldıkları zaman, kâfirler tarafından öldürülürlerse, dünya hayatında şehîd muamelesine tabi tutulurlar. Bunlar da "hükmî şehîd" sınıfından kabul edilir, yıkanmaz, cenâze namazları kılınır ve elbiseleriyle gömülürler. Fakat, yukarıdaki hadislerde ifâde edildiği gibi, Allah onların kalbini bilir. Âhirette kendilerine herhangi bir mükâfat yoktur. Cehennem ateşi ile cezalandırılırlar. Böyle insanların gerçek yüzünü Allah bilir. İnsan olarak bizler, tam manasıyla bilemeyiz. Onların hakkında, dış görünüşlerine, hâl, hareket ve davranışlarına göre hükmederiz.(3)

Hz. Muhammed (s.a.s)'in zamanından günümüze kadar, çok sayıda insanlar, Allah rızası için, Tevhid mücâdelesi için, Allah'ın adını yüceltmek ve emrini hakim kılmak için canını verip şehid oldu. Bunların başında Yasir ve hanımı Sümeyye gelmektedir. Ammar b. Yasir'in babası Yasir, bir köle idi. Bir cariye olan Sümeyye ile evlendirilmişti ve bu evlilikten Ammar dünyaya gelmişti. Bu mütevazi ailenin fertleri, hep beraber Müslüman olmuşlardı. Bekir oğulları, bunların üçünü de azad etmişlerdi. Müşrikler onlara çok eziyette bulundular. Yasir ve hanımı Sümeyye, müşriklerin zulmü neticesinde şehid olmuşlardı. Ammar anasız ve babasız kalmıştı. Hz. Muhammed (s.a.s), onlara dua etmişti. Yasir ilk erkek ve hanımı Sümeyye ilk kadın şehid olmuştu. Bu şehidlik kervanı, herhangi bir yer veya zamanda noktalanmadı ve noktalanmayacak, kıyâmete karar devam edecektir.(4)

Kaynaklar:

(1)  Neseî, Cenâiz, 82, Cihâd, 37; Ahmed b. Hanbel, III, 299, V, 431.
(2)  Buhârî, Ezan, 32, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164; Tirmizî, Cenâiz, 65, Fedâilu'l-Cihâd, 14; Ahmed b. Hanbel, I, 22, 23, II, 323, 325.
(3)  İbn Abidin, Reddu'l-Muhtar, Mısır tsz. I, 848 vd; el-Meydanî, el-Lubâb, İstanbul, tsz, I, 135 vd; Abdurrahman el-Cezirî, Kitabu'l-Fıkhi ala'l-Mezahibi'lArbaa, Mısır, tsz. I, 527 vd.
(4) es-Suheylî, er-Ravdu'l-Ünf, Kahire, 1965, III, 201, 220; İbn İshâk, es-Sire, mad. 239, 240; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, V, 3131.

7 Vatanı için ölen asker, namaz kılmasa da şehit olur mu?

Vatanı için ölen bir asker, eğer Müslüman ise şehid hükmündedir ve kul hakkı dışında bütün günahları affolunur. Bu bakımdan namaz borçları da inşallah affolunur.

Hem dünya hem de âhiret itibariyle şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bunlar muharebede öldürülenler, yahut âsiler, eşkıyalar, anarşistler veya evinde hırsızlar tarafından gadren ve zulmen öldürülen kimselerdir.

Bir Müslümanın şehîd-i kâmil sayılabilmesi için altı şart lâzımdır:

1. Müslüman olmak.

2. Akıllı olmak.

3. Bülûğ çağına / yaşına ermiş olmak.

4. Cünüp olmamak, hayız ve nifas hâlinde bulunmamak.

5. Vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak. Vurulduktan sonra, ölmeden önce, yeyip içer, tedavi görürse, vurulduğu yerden başka tarafa taşınırsa veya üzerinden bir namaz vakti geçecek kadar yaşarsa, kâmil şehidlik kısmından çıkar. Uhrevî şehîd olur.

6. Öldürülmüş olmasından dolayı, öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak. Hatâen öldürülme durumlarında, katile kısas vâcib olmadığı için, maktûl şehîd-i kâmil kısmına girmez.

Şehîd-i kâmiller, yıkanmadan kanlı elbiseleri ile gömülürler. Hz. Ömer ile Hz. Ali'de bu şartlardan biri bulunmadığı için yıkandılar; Hz. Osman ise, yıkanmadan gömüldü.

8 Şehitler ölmez sözünü nasıl anlamamız gerekir, şehitler gerçekten ölmez mi?.. Şehitlik mertebesi hakkında bilgi verir misiniz? Sadece savaş sırasında ölenler mi şehit olur?.. Abdestliyken ölen kişi şehit olur mu?

Şehitler de ölüdür, ancak onlar öldüklerini bilmemektedirler. Şehitler kabir hayatında serbest dolaşırlar. Kendilerinin öldüğünü bilmezler. Sanki yaşadıklarını zannederler. Sadece daha mükemmel bir hayat yaşadıklarını bilirler. Peygamberimiz (asm),

"Şehit ölüm acısını hissetmez."(bk. Tirmizî, Cihâd, 6; Nesâî, Cihâd, 35; İbni Mâce, Cihâd, 16; Dârimî, Cihâd, 7) buyurur.

Kur'an-ı Kerim'de şehitlerin ölmediği bildirilir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir.

Mesela, iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir. Diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbette ki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen, şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır.

İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır. Kur'an-ı Kerim'de bu husus bildirilmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz?..

9 Ülkesini koruyan asker ve polis şehit olur mu?

Vatanımızı düşmanlardan korumak için vefat eden askerlerimiz şehit olduğu gibi, iç karışıklıklarda vefat eden polis, jandarma ve askerlerimiz de şehittir.  

Bununla beraber devlet reisine ittiba etmek için kışın soğuğunda donan askerimiz de şehittir.

Ayrıca Müslüman bir ülkenin karışıklığını önlemek ve yabancı askerler yerine Müslüman askerlerin gitmesi gereken yere, devletin emri ve izni ile gidip öldürülen askerimiz de şehittir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz? ...

10 Cünüb olan şehid, yıkanıp cenaze namazı kılınır mı?

Hanefi mezhebine göre şehit, elbiseleri ile kefenlenir, üzerine namaz kılınır, fakat mükellef ise ve temiz ise yıkanmaz. Cünüp, hayız ve nifas durumundaki kimselere gelince: Bunlar savaş zamanında şehit olurlarsa, Ebu Hanefe'ye göre çocuk ve delilerde olduğu gibi yıkanırlar, imameyne göre yıkanmazlar.

İmam Ebu Hanife cünüp ve benzeri kimselerin yıkanmasının vacip olduğuna şunu delil getirmektedir: "Hanzala b. Ebu Amir Uhud'da şehit olunca Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu: "Arkadaşınız Hanzala'yı melekler yıkamaktadır." Zevcesine sordular, Hanımı da: "Cünüp iken savaşa çıktı." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm): "Bu sebeple melekler onu yıkadılar." buyurdu."(1)

İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'in dayandıkları delil: Eğer yıkamak farz olacak olsaydı, bütün Âdem oğullarına da farz kılınırdı ve meleklerin yıkaması ile yetinilmezdi. Bunlara cevaben deniyor ki: Meleklerin yıkaması ile de bu hasıl olur. Çünkü vacip olan yıkamaktır. Yıkayanın kim olduğu önemli değildir.

Şehidin kanı yıkanmaz, elbisesi çıkarılmaz. Şehit kanları ile ve elbiseleri ile gömülür. Üzerindeki kürk, silâh, mest ve benzeri kefen olamayacak şeyler çıkarılıp öyle gömülür. Çünkü Hz. Peygamber (asm): "Onları kanları ile gömün." buyurmuştur.(2)

Cumhura göre: Şehit yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine cenaze namazı kılınmaz. Ancak kan dışındaki pislikler varsa, bunlar şehitlik izleri olmadığı için yıkanırlar. Çünkü Cabir hadisinde şöyle buyurulmaktadır:

"Hz. Peygamber (asm) Uhud şehitlerinin kanlarıyla gömülmelerini emretti, onları yıkamadı, üzerlerine cenaze namazı da kılmadı."(3)

Şehit, üzerindeki deri ve silahlar çıkarıldıktan sonra, elbiseleri ile gömülür. Çünkü Hz. Peygamber (asm): "Onları elbiseleri ile gömün." (İbn Mace, cenaiz 28) buyurmaktadır. Ancak bu Hanbelilere göre vacip olmayıp evlâ olandır.

Malikî ve Şafıîlere göre cünüp, hayız ve benzeri durumda olan kişiler savaş alanında ölmüşse yıkanmazlar. Çünkü Hanzala b. Râhib Uhud savaşında cünüpken öldürülünce, Hz. Peygamber (asm) onu yıkamamış ve: "Meleklerin onu yıkadığını gördüm." buyurmuştur.(4)

Dipnotlar:

1. Neylü'l-Evtâr, IV, 29.
2. Tirmizî, Fedailül Cihad: 11; İbn Mâce, Cihad: 15
3. Buharı, Meğazi bölümünde, "Uhud günü öldürülen Müslümanlar" konusunda, 5/39 da rivayet etmiştir. "Onların kanlarıyla defnedilmelerini emretti. Onlann yanlarına varmadı. Onları yıkamadı." Cena­zeler bölümünde, "Şehidlerin yıkandığı görülmemiştir." konusunda, 2/93 de rivayet etmiştir.
4. İbni Hıbban ile Hakim Sahihlerinde rivayet etmişlerdir.

Kaynak: İslam Fıkhı, Zuhayli, III, 104-105.

11 Gayri müslimlerin ordusunda bulunan bir Müslüman asker ölürse şehit olur mu? Gayri müslim bir ülkeyi korurken veya zulme engel olmak için savaşırken ölse şehit olur mu?

Şehit; din, vatan ve kutsal değerler uğrunda (Allah yolunda) savaşırken ölen Müslüman kimsedir. Bu nitelikte olmayan bir etkinlik sebebi ile ölen kimse Müslüman da olsa şehit sayılmaz.

Bir müslümanın, müslümanların zararına savaşması caiz olmaz. Ancak askerlik eğitimi almak için orada vazife almakta bir sakınca olmaz. Ayrıca, zulmün ortadan kalkması için savaşılıyorsa, müslüman o savaşta bulunabilir ve zulme karşı yapılan savaşta ölürse şehid olur.

Soru: Gayri müslim bir ülkenin vatandaşı olan Müslüman bir asker; O ülkeyi korurken ölse şehit olur mu?

Cevap: O ülkenin vatandaşı olmak bir çeşit sözleşmedir ve müslümanlar meşru konularda sözleşmelere riayetle yükümlüdürler. Oturduğu, mal mülk edindiği toprakları (mülkü) korumak meşrudur, vazifedir; bu vazifeyi yaparken ölen şehid olur.

Soru: Aynı asker, başka ülkeye zulmü engellemek için gidip ölse şehit olur mu?

Cevap: Bu asker de şehid olur. Allah bütün dünyada zulmü sevmez ve engellenmesini müminlerden ister.

Soru: Bu durumdaki bir asker, şehit sayılması için neler yapmalıdır veya hangi özellikleri taşımalıdır?

Cevap: O askerin mümin ve iyi niyetli olması gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz?

12 Etrafımızdaki insanlar, askerlerin şehit olmadığını, ancak bir gayri müslimin bir Müslümanı öldürdüğünde şehit olacağını söylüyor; inanmıyoruz, ama yine de siz açıklar mısınız?

Vatanımızı düşmanlardan korumak için vefat eden, askerlerimiz şehit olduğu gibi, iç karışıklıklarda vefat eden polis, jandarma ve askerlerimiz de şehittir.

Bununla beraber devlet reisine ittiba etmek için kışın soğuğunda donan askerimiz de şehittir. Ayrıca Müslüman bir ülkenin karışıklığını önlemek ve yabancı askerler yerine Müslüman askerlerin gitmesi gereken yere, devletin emri ve izni ile gidip öldürülen askerimiz de şehittir.

Teröristlere karşı ülkemizi korumaya çalışan askerlerimiz öldürüldüklerinde şehit olurlar. Bu teröristler Müslüman kimliğiyle ortaya çıksa da hüküm yine aynıdır. Müslümanlar içerisinde isyan eden bozgunculuk yapanlara baği denilir.

Âsî ve bâğîlerle savaşmak caizdir. Bu konuda icmâ (ittifak) vardır. Ayette;

"Siz bâğîlik eden taife ile çarpışın... " (Hucurât, 49/9)

buyurulmuştur. Ancak onlarla savaşa başlamazdan önce, kendilerini bu isyandan vazgeçmeğe davet gerekir. Nitekim Hz. Ali (ra) Hâricîlere karşı böyle hareket etmiştir.

Arface b. Şurayh, Allah Resulü'nün (asv) şöyle dediğini nakletmiştir:

"İşiniz toplu ve düzenli iken size biri gelir de topluluğunuzu dağıtmak isterse onu hemen öldürün." (Müslim, İmare, 59).

Yine Müslim aynı hadîsi şu ifadelerle de rivayet etmiştir:

" Nice fitne ve fesatlar vukû bulacaktır. Bu ümmet toplu iken bir kimse onun hâlini perişan etmek ve onları dağıtmak isterse, kim olursa o!sun onu, hemen kılıçla öldürün." (Müslim, İmare, 60).

İlave bilgi için tıklayınız:

BAĞİ, BAĞY...

13 Kadınlar da şehit olur mu? Şehit olmak için dua etmek caiz mi? Doğum esnasında ölen kadın şehit olur mu? Eğer şehit olursa bu konuda şehitliği istemek caiz mi?

Kadınlar da şehit olur. Nitekim ilk İslam şehitlerinden birisi de kadındır.

Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir. Şehîd-i kâmil olmanın şartlarından birini kaybeden kimseler, bu kısma girerler. Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar bu guruptandır.

Bir insanın ölmek için dua etmesi caiz değildir; ancak şehit olmayı istemesi caizdir. Bu hususta Allah Rasulu (a.s.m )'nun ifadeleri aynen şöyledir. Hz. Enes ( r.a ) anlatıyor. Rasulullah ( a.s.m ) buyurdular:

"Sizden hiç kimse maruz kaldığı bir zarar sebebiyle, ölümü temenni etmesin. Mutlaka onu yapmak mecburiyeti hissederse, bari şöyle söylesin: 'Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise, yaşat. Ölüm hayırlı ise canımı al.' " (Buhari, merda,19)

Açıklama:

1. Hadiste Rasulullah (a.s.m)’ın ilk muhatabı ashab-ı kiram ise de, kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar aynı şekilde muhatap olmaktadırlar, yani yasak hükmü bakidir.

2. Hadiste mevzu bahs edilen “zarar” için, seleften bir çoğu “dünyevi zarar” demiştir. Buna göre, kişi “dinde fitneye düşmek” gibi dini bir zarar mevzu bahs olacak olsa, hadisteki nehyin dışında kalacağı belirtilmiştir.

(Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Site, V/6.)

14 Şehit olanlar bu dünyaya tekrar gelip hayır işliyorlar mı? Şehitlerin öldüklerinden haberleri var mıdır?

"İnsan öldüğü zaman üç şey dışında diğer bütün amelleri kesilmiş olur (Artık, kendisine sevap kazandıracak herhangi bir ameli söz konusu olmaz). Sevabı devam eden üç şey ise: Sadaka-i cariye (Cami, okul, Kur'an kursu, hastane, çeşme gibi sürekli akan ve sevap akıtan müesseseler), faydalı bir ilim (din ve dünyaya ait olup, insanlığa faydalı olan bilgileri öğreten talebe, kitap ve ilgili kurumlar) ve arkasından kendisine dua eden salih bir evlat." (Müslim, Vasiyet, 14)

mealindeki hadisi şerifte bu hakikate işaret edilmektedir.

Bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

"Öldükten sonra Allah katında kendisi için bir hayır/bir mükâfat bulan hiçbir kul -bütün dünya ve içindekiler kendisine verilse dahi- tekrar dünyaya dönmek istemez. Ancak şehit olanlar bunun dışındadır. Onlar, şehitliğin yüksek mertebesini gördükleri için, tekrar dünyaya dönüp Allah yolunda öldürülmeye can atarlar."(Buharî, Cihad, 6).

Bu hadisten de, şehitlerin hayır - hasenat yapmak için dünyaya gelmeleri söz konusu olmadığını anlamak mümkündür.

Ancak şehitlerin -diğer veliler gibi- bazen temessül etmeleri ve dünyada bazı kimselere görünmeleri, onların yardımına koşmaları Ehl-i sünnet akidesine göre caizdir ve vakidir.

"Allah yolunda öldürülenlere; “ölüler” demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Fakat siz bunun farkında değilsiniz." (Bakara, 2/154),

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler. Rablerinin katında rızıklanmaktadırlar." (Al-i İmran, 3/169)

mealindeki ayetlerde şehitlerin diğer ölülerden farklı bir konumda olduklarını ve kabir/berzah âlemindeki hayatları diğer ölülerin durumundan çok farklı olduğunu göstermektedir.

İmam Ahmed b. Hanbel'in ve daha birçoklarının İbni Abbas Hazretlerinden rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Allah'ın Resulü buyurmuştur:

"Uhud'da kardeşleriniz şehid oldukça Allah Teâlâ onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu ki, cennetin ırmaklarından sulanırlar, meyvelerinden yerler ve Arş'ın gölgesinde asılmış altın kandillere giderler, istirahat ederler. Ne zaman ki yiyecek ve içecek yerlerinin hoşluğunu ve uyuyacak yerlerinin güzel letafetini tattılar, 'Nolaydı Allah'ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilselerdi de cihaddan çekinmeseler, savaştan gocunmasalardı.' dediler. Allah Teâlâ da: 'Tarafınızdan ben onlara bunu tebliğ ederim.' buyurdu ve bu âyetleri indirdi."

Tirmizî'nin "hasen", Hakim ve diğerlerinin "sahih" olarak Cabir b. Abdullah Hazretlerinden tahric ettikleri bir hadis-i şerifte de şöyle rivayet edilmiştir:

"Cabir (r.a.) dedi ki: Resulullah (s.a.v.) bana rastgeldi,

'Ey Cabir, seni üzgün görüyorum, niye?' dedi.

'Ey Allah'ın Resulü, babam şehit oldu, çoluk-çocuk ve borç bıraktı.' dedim. Buyurdu ki:

'Allah Teâlâ babanı ne şekilde kabul buyurdu sana müjde edeyim mi?'

'Evet' dedim. Buyurdu ki:

'Allah Teâlâ hiç kimseye perde arkasından başka bir şekilde kelâm söylemedi. Babanı ise diriltti de yüzüne karşı ona, 'Ey kulum, dile benden, vereyim sana.' dedi. O da: 'Ey Rabbim, bana hayat verirsin de senin yolunda ikinci defa öldürülürüm.' dedi. Rabbi Teâlâ: 'Benden onlar bir daha dönmezler.' diye söyledi buyurdu. O da: 'Ey Rabbim, arkamdan tebliğ et.' dedi, Allah Teâlâ da bu âyeti indirdi."

İkisinin de vukuu mümkün olduğu gibi bu, bir âyet; diğeri bir kaç âyet hakkında olması yönünden iki rivayet arasında zıtlık yoktur. Ve bu âyetlerin Uhud şehidleri sebebiyle inmiş olduğu hakkında haberler açıktır. Nitekim Bakara Sûresindeki (Bakara, 2/154) âyeti Bedir şehidleri sebebiyle inmiştir. O şehitler, arkalarından kendilerine katılmayan (yani şehit olmayıp hayatta kalan) bütün müminlerin sonunda korku ve üzüntüden kurtulup mesut olmalarıyla müjdelenir, sevinir ve neşeli olurlar.

Bu şekilde demek ki kalanların din ve dünya selamet ve saadetiyle devamlı oluşu, şehitlerin rızıklandıkları refah ve sevincin sebeplerinden birini teşkil eder. Diğer bir mânâ ile, arkalarında mücahede eden ve henüz şehit olmak suretiyle kendilerine katılmamış bulunan gelecekteki şehitlerin, bugün çektikleri acı ve zahmete rağmen neticede şehit olarak, dünya ve ahiretin korku ve hüznünden bütün bütün kurtulacaklarını ve kendileri gibi mesut olacakları müjdesini alırlar da sevinirler. Şu halde geride savaşı kaybeden ve şehid olmaktan mahrum kalan ve düşman işgali altında inleyen ve özellikle dinlerinin yok olması tehlikesiyle karşı karşıya bulunanların halinden haberdar olurlarsa şehitlerin de üzgün olmaları gerekecektir.

Demek oluyor ki, Allah Teâlâ şehitlere bunların durumlarını ya bildirmeyecek, ilgilendirmeyecek veya bildirdiği şekilde onları o üzüntüden koruyacak, lutfunun nimetiyle memnun edecektir. Çünkü Allah yolunda şehit olanlar "kendilerine hiçbir korku olmayanlar ve üzülmeyecek olanlar" dır. (Elmalılı, Tefsir)

Kur’an-ı Kerim’de şehitlerin ölmediğinin bildirilmesi onların kabir hayatına gitmedikleri anlamında değildir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Kendilerini hala yaşıyor zannediyorlar. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir. Diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen kimse, şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır. İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır. (bk. Nursi, Mektubat, s. 6)

15 Uhrevi şehit nedir?

Uhrevi şehit olanlar cennete gidecektir. Şehitlik, İslâm'da en büyük mertebedir. Şehitlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir. Âhirette en büyük rütbenin peygamberlikten sonra şehitlik olduğu belirtilmiştir. Bunun içindir ki, şehitlerin üzerlerinde bulunan kul hakkından başka bütün günah ve kusurları Allah tarafından afvedilmektedir.

Ayet-i Kerîme'de şehidlerle ilgili şöyle buyurulur:

"Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Doğrusu onlar Rableri katında diridirler ve cennet meyvelerinden rızıklandırılırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan (şehitlik rütbesinden) dolayı neş'eli haldedirler." (Âl-i İmrân, 3/169-170).

"Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyiniz. Belki onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz." (Bakara, 2/154).

Hadîs-i şerîflerde ise şöyle buyurulur:

"Cennete giren hiçbir kimse, dünyadaki her şey'in kendisinin olması karşılığında dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehit olan, kavuştuğu şehitlik rütbe ve nimetlerinden dolayı dünyaya dönüp on kere daha öldürülmeyi temenni eder..." (Tirmizi, Fedailü'l-Cihad, 25)

Böyle büyük ve ulvî makam ve yüce rütbeye her Müslüman kavuşmayı cân ü gönülden arzu eder, bütün varlığıyla Allah'tan temenni ve niyazda bulunur. Ancak kalbinde küfür ve nifak bulunanlardır ki, böyle yüce bir nailiyete kavuşmak azim ve şevkinde bulunmazlar. Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulur:

"Şehâdete nailiyeti Allah Teâlâ'dan sıdk ile isteyen kimseyi, Allah şehidler mertebesine ulaştırır. Velev ki döşeğinde vefat etsin." (Müslim, İmara 154, 156, 157; Nesai, Cihad 36)

Allah'ın rahmetinin genişliği ne kadar büyük...

16 Deniz tutması sebebiyle kusan kimseye şehit sevabı verileceği doğru mudur?

Bu konuyu birkaç maddede açıklamaya çalışacağız:

- Münziri’nin bildirdiğine göre, hadisin isnat zincirinde yer alan Hilal b. Meymun er-Remlî hakkında farklı değerlendirmeler vardır. İbn Main, onun için “sika” derken, Ebu Hatim Er-Razî, “hadisi yazılabilir, fakat kavî birisi değildir” demiştir.(bk. Avnu’l-Mabud, ilgili hadisin şerhi).

- Buharî (Cihad, 30), “Taundan, karın / iç organlar hastalığından, suda boğulmaktan, yıkım altında kalmaktan ötürü ölen ve Allah yolunda cihat ederken öldürülen kimseleri şehit olarak” sayarken, “deniz tutması”nı saymamıştır. Bu da bu rivayetin ona göre zayıf olduğunun işareti sayılabilir.

- Ümmü Harâm’ın Kıbrıs’ta savaşıp şehit olan ve deniz yoluyla cihada giden bir kimliğe sahip olması, (Buharî, Ta’bîr, 12; Cihad, 3) onun söz konusu ettiği bu hadisten,  normal gemi yolculuğu yapan kimseyi değil, “gemiyle cihada giderken kusan kimseyi” anlamak yanlış olmasa gerektir. Bu açıdan bakıldığı zaman, “atlı olan mücahidin ganimetten iki pay aldığı gibi, cihada giderken, gemide başı tutulan ve kusan kimsenin de sevabının fazlalığı, bir teşvik olarak -şehitlik- kavramıyla ifade edilmiş olabilir.

- “Nimet-külfet dengesi açısından” baktığımızda, Allah’ın lütfunu göz ardı etmemek gerekir. Nitekim Taberanî’nin rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse samimi olarak gönülden / içtenlikle Allah’tan şehitlik istese, -yatağının içinde bile ölse- Allah onu şehitler mertebesine ulaştırır.” (Taberanî, el-Mucemu’l-kebir, 5/322-şamile).

- Kaldı ki, mertebe bakımından şehitler arasında çok büyük farklar vardır. Veba hastalığından ölen bir kimsenin mertebesi, Allah yolunda cihat ederken ölen bir kimsenin mertebesiyle kıyaslanmamalıdır. (krş. İbn Hacer, 6/42)

17 Ölünün gömülmesi, cenazenin defnedilmesi nasıl olur?

Öncelikle böyle bir istek nereden geliyor, bunun anlaşılması gerekir. Şayet kadın kocasına yakın olmak için böyle bir şey yapmak istiyorsa, bu mantıksız olur.

Kabir âlemini dünya âlemi gibi görmek yanlış olur. Kabir âleminde bir insan, dünyanın öbür ucunda dahi olsa, yine birbirinin yanında gibi olabilir. Yeter ki cennetlik olabilsin. İmanla ölmemişse, aynı kabre de koysanız, kabir azabından kalkıp da biribirini göremezler.

Aynı kabre konulmakla yakınlık kazanacağını zannetmek batıldır. Bu sebeple aynı kabre konulması doğru değildir. Yan tarafına defnedilebilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir kabre birden fazla ölü konulur mu?

18 Kadınlar hangi durumlarda şehit olur?

Bir savaş esnasında çarpışarak veya geri hizmetlerde bulunarak cihat eden bir kadın, orada düşman tarafından öldürülmesi halinde şehit olur. Erkekle kadın arasındaki bu şehitlik mertebesinde herhangi bir fark yoktur.

İster erkek ister kadın olsun, suda boğularak, deprem ve benzeri felaketlerin meydana getirdiği yıkım ve göçük altında kalarak, iç hastalıktan muzdarip olarak ölürse, bir nevi manevî şehitlik mertebesini kazanır.

Ayrıca bir kadın loğusa süresinde doğumdan ötürü ölürse, o da manevi bir şehitlik mertebesini kazanır.

Son not olarak söyleyelim ki, aynı şartlarda şehit olan bir kadın ile bir erkeğin şehitlik mertebeleri arasında hiçbir fark yoktur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şehid kime denir?

Kadınlar da şehid olur mu?

19 Kişi şehit olduğu zaman üzerindeki kıyafetiyle mi gömülüyor ve ahiret günü onlar o kıyafetleriyle mi dirilecekler?

Ebu Sellâm, sahabeden birinden rivayet etmektedir:

"Cüheyne'den bir mahalle üzerine baskın yaptık. Müslümanlardan biri, (teke tek vuruşmak üzere) onlardan bir adam taleb etti. (Bir cengâver gelince) hemen kılıncıyla saldırıya geçti. Ancak hata yaptı ve kılıncı kendisine isabet etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Ey Müslümanlar, kardeşinize (yardım edin)." diye bağırdı. Halk ona doğru koşuştu. Ama ölmüştü.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu elbisesi ve kanı ile birlikte sardı, üzerine namaz kıldı ve defnetti.

"Ey Allah'ın Resûlü, bu şehid midir?" diye sordular.

"Evet, o şehiddir ve ben ona bu hususta şâhidim." cevabını verdi." [Ebu Dâvud, 40, (2539)]

Kıyamet günü, şehidin, şehâdet şerbetini içtiği andaki hey'etiyle, yani aldığı yaralardan kanları kıpkızıl rengiyle tâze akıyor ve elbiseleri de kanlı olarak dirilmesi, onun şehid olarak öldüğüne alâmet olması içindir. Çünkü Allah yolunda şehâdet, kıyamet gününün peygamberlikten sonra gelen en yüce makamı ve rütbesidir. Şu halde bu yüce rütbeye alem ve nişan olan kan lekesi, büyük bir şerefin madalyası hükmündedir.

(Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)

İlave bilgi için tıklayınız:

ŞEHİD...

20 Hristiyandan şehit olur mu? "Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan mazlumların çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şahadet denilebilir!" (Bediüzzaman, Kastamonu L., s. 111) Bazı insanlar "bu nasıl olur

Fetret denilince hepimizin aklına, Hz. İsa (as)'ın getirdiği dinin bozulması ile Resulûllah Efendimize (asm) vahyin tebliğ edilmesi arasında geçen dönem gelir. Ancak, bu tabir bir peygamberin getirdiği dinin nurundan haberdar olmayan her fert ve her dönem için kullanılabilir. Bu dönemde yaşayan insanların sorumluluk sınırları hakkında itikat mezhepleri arasında az da olsa farklılık görülüyor. Maturudî ve Eşarî imamları, “Ve biz resul gönderinceye kadar azaplandırmayız.” meâlindeki âyet-i kerimede geçen “resul” ifadesine farklı izahlar getirmişler.

Maturudî mezhebine göre, akıl da bir elçidir. Akıl doğru ile yanlışı ayıracak bir kabiliyettedir. Onun için aklı olan her insan, yaratıldığını bilir ve kendisini bir yaratanın olması gerektiğini bilmekten sorumludur. Ama ibadete ait hükümler akıl ile bilinemeyeceğinden bu konuda fetret ehline bir sorumluluk terettüp etmez. Yani fetret, iman için değil amel için geçerlidir.

Eş’ariler ise, “resul”ü doğrudan doğruya “peygamber” olarak anlamışlar ve peygamber gelmeyen bir kavim için sorumluluk da olamayacağını savunmuşlardır.

Âyetin tamamının meali şöyle:

“Kim doğru giderse sırf kendi lehine gider, kim de sapıklık ederse ancak aleyhine eder. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. Ve biz resul gönderinceye kadar azaplandırmayız.” (İsra, 17/15)

Bazı âlimlerimiz âyet-i kerimede geçen azabın dünyevî azap ve felâketler olduğunu ifade etmişlerse de büyük çoğunluk, “dünyanın âhiret tarlası olduğu” hadisinden hareketle, bu azabın cehennem azabını ihtar ettiğini, âyetin hem dünya, hem de âhiret azabını kapsadığını beyan etmişlerdir.

Şu âyet-i kerime bize bu hususta ışık tutar:

“O kâfirler bölükler hâlinde cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman (cehennemin) kapıları açılır. (Cehennem) bekçileri onlara derler: Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bu güne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? Evet geldi, derler. Ama azap sözü kafirler üzerine hak olmuştur.” (Zümer, 39/71)

“İtikat imamları, fetret dönemiyle niçin bu kadar ilgilenmişler?” diye bir soru hatıra gelebilir. Benzer sebepler benzer sonuçları doğurur. Fetret bir semboldür. Her ne kadar belli bir dönem için kullanılmışsa da benzer durumların vuku bulması hâlinde yine fetret hükümlerinin geçerli olacağında şüphe yoktur. Kâfirun suresinde “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize.” buyrulur.

Bazı zatlar, cihat âyetiyle bu hükmün nesih edildiğini söylemişlerse de, nice alimler diğer bazı âyet-i kerimeler gibi, bu âyetin de belli şartların tahakkuk etmesi hâlinde yine geçerli olacağı görüşünde birleşmişlerdir. Şimdi şöyle düşünemez miyiz? Bugün Amerikada yahut Avrupada yaşayan Müslümanlar, cihat âyetiyle amel etseler, bir anda yeryüzünden silinmezler mi? Hâlbuki maksat onların ortadan kalkmaları değil çoğalmaları değil mi? O hâlde ne yapacaklar? Kâfirun suresiyle amel edip, başkalarının dinlerine karışmadan kendi dinlerini yaşamaya, yaşatmaya ve imkânları ölçüsünde yaymaya çalışacaklar. Demek ki, Kâfirun Sûresindeki hüküm, hâlen nice ülke için geçerli, yani nesih olmuş değil.

Bu misâlimizde olduğu gibi, günümüzde hâlen fetret karanlıklarında yaşayan insanlar varsa, onlara uygulanacak hüküm de fetret hükmü olacaktır. Bu gerçeği görmezlikten gelen bir takım kimselerin Bediüzzaman Hazretlerinin fetretle ilgili bazı ifadelerine karşı çıktıklarını ve bunu nezaket sınırlarını aşarak yaptıklarını görüyoruz.

Bedizüzzaman, o günün bütün İslâm âlimlerince takdirle karşılanan fakat günümüzde bazı çevrelerin itirazına maruz kalan 2. Dünya savaşıyla ilgili sizin de aktardığınız mektubunda şöyle der:

“Âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm.) bir lakaytlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda hazret-i İsa (as)'ın din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa (as)'a mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.” (Kastamonu Lâhikası)

İtiraza maruz kalan son cümlenin, peşin hükümden uzak kalarak, iyice bir tahlili yapılırsa hiç de tenkit edilecek bir yanı olmadığı açıkça görülür. Cümle, fetret gibi karanlıkta kalan, dolayısıyla İslâm’dan haberdar olma hususunda bir nevi fetret devri yaşayan Hristiyanlar hakkındadır. Bu Hristiyanların mazlumları ayrıca tahsis edilmiş. Bu tahsis, “bir nevi şehadet” hükmü içindir. Buna göre söz konusu cümle şu şekilde anlaşılmalı: “Fetret devrinde, zulme maruz kalan ve şiddetli felâket çeken insanlar bir nevi şehit hükmündedirler.” O bir soru münasebetiyle şöyle der:

“Fakat zaman-ı fetrette " ve mâ künnâ muazzibîne hattâ nebase rasulâ" sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eşarîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i ilâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.” (Mektûbat)

Bilittifak (ittifakla) ifadesi üzerinde durmak gerekir. Her iki mezhebe göre de ehl-i fetret amelî hükümlerden yani emir ve yasaklardan sorumlu değil. Bu hususta ittifak var. İman edip etmeme hususunda ise iki mezhep farklılık arz ediyor.

İmam-ı Gazali Hazretlerinin aşağıdaki tasnifine göz atalım, Bu tasnifinde İmam-ı Gazâlî Hazretleri o zamanda yaşayan Hristiyanların ve henüz Müslüman olmamış bulunan Türklerin durumunu ele almakta ve şöyle buyurmaktadır:

"İnancıma göre, inşâallah Allah Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hristiyan ve Türklerin pek çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümulüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslâm'ın daveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir. Bunlar üç kısımdır:

a. Hazret-i Muhammed'in (S.A.V.) ismini hiç duymamış olanlar.

b. Hz. Peygamber'in (S.A.V.) ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu'cizeleri duymuş olanlar. Bunlar İslâm memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanlar arasında yaşayan kimselerdir, kâfir ve mülhidlerdir.

c. Bu iki derece arasında bulunan grupdur. Hz. Peygamber'in (S.A.V.) ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hz. Peygamber'i (S.A.V.) tâ küçüklüklerinden beri "İsmi Muhammed olan -hâşâ- yalancının biri peygamberlik iddiasında bulunmuştur." şeklinde tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın Adı el-Mukaffa' olan yalancının biri Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia etmiş ve yalancı olarak peygamberliği ile meydan okumuştur sözünü duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grubda olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hz. Peygamber'in (S.A.V.)  ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez."
(İmam-ı Gazali, "Faysalü’t-Tefrika beyne’l-İslâm ve’z-Zendeka", Tercüme: İslam'da Müsamaha, Süleyman Uludağ, s. 60-61)

Gerek Hıristiyan âleminde ve gerekse diğer ülkelerde İmam-ı Gazali Hazretlerinin tasnifindeki üçüncü gruba giren insanlara rastlamak mümkündür. Hristiyan âleminde ücra bir köşede içtimaî hayattan uzak ve Din-i Hakk'ı bulma imkânından mahrum birçok insanlar bulunduğu gibi, demir perde gerisinde esaret kamplarında hür dünyanın varlığından bile habersiz nice mazlumlar vardır. Bunların içinde bulundukları hayat şartlan ve imkânları ile din-i Hak olan İslâm dinini bulmalarının zorluğu meydandadır. Hikmeti nihayetsiz ve rahmeti her şeyi ihata eden Allahü Azimüşşân'ın bu gibi kimselere muamelesi, elbette içinde bulundukları şartlarla mütenasip (orantılı) olacaktır.

Şurası da herkesin malûmudur ki, bir rejimin perdesi arkasında ulûhiyeti inkâr maksadıyla mutlak inanca, hususan İslâm dinine karşı dessasâne faaliyet gösteren ifsat komitelerinin mes'uliyetleri, gafil ve mazlumlarla elbette bir olamaz.

21 Hastalıktan ölen çocuğum şehit midir, şehidlik mertebesine mi ulaşmıştır?

Çocukken ölenler cennetlik olmakla beraber, anne-babası başta olmak üzere akrabalarına ebedi çocuk sevgisi tattıracaklardır. Bu nedenle sabretmek şartıyla çocuğunuzun ölümü bir nimettir.

Çocuğunuzun asıl sahibi Allah'tır; onu size emaneten vermiştir. Hikmeti gerektirirse istediği zaman bu çocuğu alıp cennetine koyabilir. Hem bu şekilde çocuk anne babasının cennette ebedi çocuğu olur, hem de onlara şefaat eder. Size düşen elinizden geleni yapıp, güzelce sabretmek, Allah'ın hükmüne boyun eğmektir.

Cennetlik olan bir çocuğun ayrıca bir hastalıktan dolayı vefat etmesi olması, onun ayrıca manevi şehit olmasına neden olacağından şefaat hakkını yükseltir.

İlave bilgi için tıklayını:

Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında detaylı bilgi verir misiniz? Şehitlik mertebeleri benim bildiklerim; *dünya şehitliği *ahiret şehitliği *hem dünya hem  ahiret şehitliği...

22 Şehitlerin ruhları kuşların içine girer?

“Yeşil kuşlar” sözüyle ifade edilenler, dünya kuşları değil, ruhların serbestçe dolaşımını, berzah aleminde uçmalarını simgeleyen, cennete layık bir yapıda olan varlıklardır. Şehitlerin ruhları, yeşil cennetleri temsil eden bu tür yeşil kuşların / belki de canlı yeşil tayyarelerin içinde her tarafa seyahat ederler.

Hadiste geçen: “O yeşil kuşların Arşa bağlı kandilleri vardır. Cennette istedikleri yerde dolaşır, sonra da söz konusu kandillerine / özel yuvalarına dönerler.” (Müslim, İmare, 121) mealindeki ifade, bu kuşların cennete uygun özel bir uçan varlık olduğunu göstermektedir.

Bu sebeple, “papağan” yorumunun, pek isabetli bir yorum olmadığı kanaatindeyiz.

23 Yurt dışında ölen bir mümin, orada görevli olan bir polis şehit olur mu?

Ameller niyetlere göredir. Eğer yurt dışında kalan bir kişi, Müslüman kardeşlerinin hak-hukukunu savunmak, onları zulümlerden korumak, genel olarak insanları haksızlığa uğramaktan muhafaza etmek, İslam’a ve insanlığa hizmet etmek üzere böyle bir göreve talip olursa, bu amacı  güzel bir görev olur. Halis bir niyetle bu işini yapan kimse mükâfatını alacaktır.

Temiz insanlar / samimi Müslümanlar için gurbet bile manevi şehitlik kazandırabilir. Bütün mesele Allah’ın rızasını kazanmak için hareket etmektir. Konuşurken, koşarken, işlerken, dururken, susarken, hatta uyurken (söz gelimi uyuyup dinç kalkarak, kulluk yapmak arzusuyla uyumak) bile Allah’ın rızasını esas aldığı takdirde, bütün işleri üstün bir sevap meyvelerini mahsulat verecektir.

24 Önceki ümmetlerde şehitlik mertebesi var mıydı?

Cevap 1:

- Bazı kaynakların, yalnız bu ümmetin şehitlerinden bahsettiğini, bundan da şehitliğin bu ümmete mahsus olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, bütün araştırmalarımıza rağmen, bu konu hakkında açık bir ifadeye rastlayamadık. Kur’an ve sahih hadislerde de bunun açıklamasını göremedik.

- Biz şuna kesin inanıyoruz ki -şayet bilinen şehitlik hükmü ve kavramı yalnız bu ümmete mahsus olduğunu gösteren deliller bulunsa bile- eski ümmetler de Allah yolunda yaptıkları cihatta ölürken, aynı şehitlik sevabını kazanmışlardır. Yalnız, bazısına Allah’ın daha fazla lütufta bulunmasına da kimsenin itiraz hakkı da haddi de olmaz.

Bunu belirtikten sonra konuya ışık tutacak iki örneği şöyledir:

a. İbnu’t-Tîn, cihad yaparken ölenin dışında kalan ve hadislerde şehit olarak bildirilen insanlardan söz ederken, şu değerlendirmede bulunmuştur:

“Kişiyi şehitlik mertebesine ulaştıracağı bildirilen bütün ölüm çeşitlerinde şiddetli bir sıkıntı, bir zorluk vardır. Allah, bunu Hz. Muhammed (a.s.m)’in ümmetinin günahlarına kefaret, mükâfatlarını katlamaya vesile kılmak ve onları şehitler mertebesine kavuşturmak için bir vesile yapmıştır.”

Bunu kaydeden İbn Hacer, “bütün bu şehitlerin aynı seviyede olmadıklarına” işaret etmiştir.(bk. İbn Hacer, 6/42).

Bu zatın değerlendirmesi, genel olarak şehitlik payesinin bu ümmete mahsus olduğu şeklindedir. Tabii ki bu kitap-sünnet veya hiç olmazsa icma deliline ihtiyaç duymaktadır.

b. Taberanî’nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s.m) -bir münasebetle- şöyle buyurmuştur:

“Eğer şehitlik yalnız Allah yolunda öldürülenlere mahsus olsa, o takdirde ümmetimin şehitleri çok az olur. Gerçek şu ki, darbeden ölen şehittir, taundan ölen şehittir, karın / iç organlar hastalığından ölen şehittir, loğusalıktan ölen şehittir, yanarak ölen şehittir, suda boğularak ölen şehittir, yıkım altında kalarak ölen şehittir, zatu’l-cenb hastalığından ölen şehittir.” (Taberanî, el-Mucemu’l-kebir, 4/ 459-460-şamile).

Hafız el-Heysemî, hadisin sahih olduğunu söylemiştir (bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/544).

Bu hadiste yer alan “ümmetimin şehitleri” tabirinden, başka ümmetlerin de şehitlerinin var olduğunu göstermektedir.

Cevap 2:

Eğer şehitlik sadece bu ümmete özel bir ikram ise, bunun bazı hikmetleri vardır. Ayrıca başkalarına bir haksızlık da yapılmış olmuyor. Çünkü kimsenin bir hakkı zayi olmuş değildir. Nitekim seksen küsur yıllık bir ibadet sevabını kazandıran Kadir Gecesi de bu ümmete tahsis edilmiştir. Bunun birkaç hikmetini kısaca şöyle açıklayabiliriz:

a. Eski ümmetlerin ömürlerinin uzun olmasına karşılık, bu ümmetin ömrü gayet kısadır. Bu kısa ömürlü ümmetin sevaplarının bazı vesilelerle arttırılması, Allah’ın hem adaletini hem de sonsuz merhametini göstermektedir.

b. Kadir Gecesi'nin bu ümmete tahsis edilmesinin bir hikmeti, onların uzun olan hayatlarında yaptıkları güzel amellerine bir karşılık / bir dengeleme olduğu -hadislerde- ifade edilmiştir.

c. Hz. Muhammed (a.s.m)’ın hatırı Allah katında bütün peygamberlerin hatırından daha fazladır. Kur’an’ın açık ifadesiyle bu ümmet de bütün ümmetlerin en hayırlısıdır. En üstün bir peygamberin en hayırlı ümmetine böyle fazladan ikramda bulunmak, bu “üstünlük ve hayırlı olma” değerleriyle çok güzel örtüşmektedir.

d. “Az amelle çok sevap kazanma” hususu, bu ümmet için âdeta bir kaziye-i muhkeme hükmüne geçmiştir. Beş vakit namazın elli vakit olarak değerlendirilmesi, bir iyiliğe asgarî olarak on sevap verilmesi, Aşura, Arafe günleri gibi bir günlük orucun çok günahlara kefaret olması, kandiller, cumalar, üç aylar gibi değişik zaman dilimlerinde sevapların bire bin katlanması gibi özel ikramlar, bu gerçeğin birer örneğidir.

e. “De ki: Lütuf Allah’ın elindedir, dilediğine ihsan eder. Allah’ın lütfu boldur, her şeyi hakkıyla bilir.” (Al-i İmran, 3/73) mealindeki ayette, bu konunun çözülmesine yönelik önemli ipuçları vardır.

25 Günahtan kaçtığı için öldürülen şehit olur mu?

Öncelikle belli bir süre tedbir alıp bu tehditleri savma yolunu denemlisiniz. Şayet bu sebeple öldürülürseniz hem cihad etmekten hem de haksız yere öldürülmekten dolayı şehid olmanız umulur.

1. Şehid Kimdir?

Allah yolunda canını feyda eden bir Müslümana şehid denir.

Şehidlik, İslâm'da en büyük mertebedir. Şehidlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir. Âhirette en büyük rütbenin peygamberlikten sonra şehidlik olduğu belirtilmiştir. Bunun içindir ki, şehidlerin üzerlerinde bulunan kul hakkından başka bütün günah ve kusurları Allah tarafından afvedilmektedir.

Âyet-i kerîmede şehidlerle ilgili şöyle buyurulur:

"Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Doğrusu onlar Rableri katında diridirler ve cennet meyvelerinden rızıklandırılırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan (şehidlik rütbesinden) dolayı neş'eli haldedirler." (Âl-i İmrân, 3/169-170).

"Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyiniz. Belki onlar diridirler. Fakat siz anlamazsınız." (Bakara, 2/154).

Hadîs-i şerîflerde ise şöyle buyurulur:

"Cennete giren hiçbir kimse, dünyadaki her şeyin kendisinin olması karşılığında dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehid olan, kavuştuğu şehidlik rütbe ve nimetlerinden dolayı dünyaya dönüp on kere daha öldürülmeyi temenni eder..." (Tirmizi, Fedailü'l-Cihad, 25)

Böyle büyük ve ulvî makam ve yüce rütbeye her Müslüman kavuşmayı cân ü gönülden arzu eder, bütün varlığıyla Allah'tan temenni ve niyazda bulunur. Ancak kalbinde küfür ve nifak bulunanlardır ki, böyle yüce bir nailiyete kavuşmak azim ve şevkinde bulunmazlar. Hadîs-i şerîf'te şöyle buyurulur:

"Şehâdete nailiyeti Allah Teâlâ'dan sıdk ile isteyen kimseyi, Allah şehidler mertebesine ulaştırır. Velev ki döşeğinde vefat etsin." (Müslim, İmara 154, 156, 157; Nesai, Cihad 36)

Allah'ın rahmetinin genişliği ne kadar büyük...

2. Şehîd-i Kâmil Kime Denir?

Hem dünya hem de âhiret itibariyle şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bunlar muharebede öldürülenler, yahut âsiler, eşkıyalar, anarşistler veya evinde hırsızlar tarafından gadren ve zulmen öldürülen kimselerdir.

Bir Müslümanın şehîd-i kâmil sayılabilmesi için altı şart lâzımdır:

1. Müslüman olmak.
2. Akıllı olmak.
3. Bâliğ olmak.
4. Cünüp olmamak, hayız ve nifas hâlinde bulunmamak.
5. Vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak.

Vurulduktan sonra, ölmeden önce, yeyip içer, tedavi görürse, vurulduğu yerden başka tarafa taşınırsa veya üzerinden bir namaz vakti geçecek kadar yaşarsa, kâmil şehidlik kısmından çıkar, uhrevî şehîd olur.

6. Öldürülmüş olmasından dolayı, öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak. Hatâen öldürülme durumlarında, katile kısas vâcib olmadığı için, maktûl şehîd-i kâmil kısmına girmez.

Şehîd-i kâmiller, yıkanmadan kanlı elbiseleri ile gömülürler.

Hz. Ömer ile Hz. Ali'de bu şartlardan biri bulunmadığı için yıkandılar; Hz. Osman ise yıkanmadan gömüldü. 

3. Şehîd-i Uhrevî Kime Denir?

Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir.

Şehîd-i kâmil olmanın şartlarından birini kaybeden kimseler, bu kısma girerler. Bundan başka şu kimseler de âhiret şehîdi sayılır:

* Suda boğulanlar.
* Ateşte yananlar.
* Enkaz altında kalanlar.
* Veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler.
* Sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler.
* İlim yolunda ölenler.
* Ciğer hastalıklarından ölenler.
* Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar.
* Baş ağrısından ölenler.
* Karın ağrısından ölenler.
* Ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler.
* Cuma gecesi ölenler.
* Gurbet ilde vefat edenler.
* Akrep, yılan sokması gibi sebeblerle vefat edenler...

4. Şehîd-i Hükmî veya Şehîd-i Dünyevî Kime Denir?

Bunlar münafıklardır. Bunların kalblerinde bulunan nifak emaresini sadece Cenâb-ı Hak bildiği için, dünya itibariyle şehid muamelesi yapılır. Çünkü bunlar, dış görünüşleri itibariyle Müslümanlardırlar, fakat kalbleri itibariyle kâfir...

5. Şehidlerle İlgili Bâzı Hadîs-i Şerîfler:

"Malını müdafaada katlolunan şehiddir, ırz ve nâmusunu müdafaa ederken öldürülen şehiddir, nefsini müdafaada öldürülen şehiddir..."

"Şehidleri kanları ile sarın. Zira Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar..."

"Şehidler cennetin kapısında, nehrin parlak zinetinde, yeşil çadırdadır. Sabah - akşam rızıkları cennetten onlara gelir."

"Ma'rûfu emr ve münkeri nehiyden dolayı katledilen şehiddir."

"Kim cuma günü vefat ederse şehiddir."

"Kim hayvanından düşüp ölürse o kimse şehiddir."

"Suda boğulan şehiddir, ateşte yanarak ölen şehiddir, gurbette garip ölen şehiddir, zehirli hayvan sokmasından ölen şehiddir, karın ağrısından ölenler şehiddir, bina yıkılıp altında kalarak ölen şehiddir, evinin üstünden (damdan) düşerek boynu kırılıp ölen şehiddir, üzerine büyük taş düşüp ölen şehiddir..."

"Din kardeşini müdafaada katlolunan şehiddir, mâsum olan komşusunu savunurken öldürülen de şehiddir..."

"Şehidin borçtan başka bütün günahları mağfiret olunur." (Müslim)

Bâzı âlimler denizde şehid olmanın, kul borcuna dahi keffaret olacağını ileri sürmüşlerdir.

"Şehid, ehl-i beytinden (aile ve akrabasından) 70 kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir." (Ebû Dâvud, Tirmizî).

"Kıyâmet gününde üç sınıf şefaat edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler..." (Tâc)

26 Emaneti korumak için ölen kişi şehit olur mu? Yoksa o emaneti, beni ölümle tehdit eden kişi veya kişilere mi vermeliyim?

İstemediği ve çirkin gördüğü bir işi yapmağa zorlanan kimseye mükreh denilir. İkrah; tehdit etmek suretiyle kişinin hukuken yapmakla yükümlü olmadığı bir işi yapmaya onu zorlamak demektir. Zorlayan, tehdit eden kimseye "mükrih" denir.

Böyle bir kimse kendisinden istenileni yapsa günah işlemiş olmaz. Yani öldürüleceğini ya da bedenen zarar göreceğini kesin olarak bilen bir kimse, emanet olarak verilen bir malı vermesinden sorumlu olmaz.

Emanet, birisinin koruması için bırakılan maddî ve manevî hak. Emniyet edilip inanılan şey. Peygamberlerde bulunan sıfatlardan biri de "emânet"tir. Kur'an'a, sünnete ve Resulullah (asm)'ın eşyasına da "emânet" denir.

Resulullah (asm), hicretten önce, kendisinde bulunan emânetleri sahiplerine iade etmişti. Çünkü kâfirler ona "el-emin" olarak mallarını emânet ediyorlardı.

Hz. Peygamber (asm) "emânete ihânetin münâfıkların alâmetlerinden olduğunu" söylemiştir (Buhâri, İmân, 64; Müslim, İmân, 106). Emânet, müminlerin de vasfıdır (el-Mü'minûn, 23/8). Vedâ Haccı'nda Rasûlullah (asm), kadınların da erkeklere birer emânet olduklarını açıklamıştır. (Ebû Dâvûd, Menâsik, 56).

Buna göre kendisine emanet bırakılan bir şeyi kendine aitmiş gibi korumak dini bir görevdir. Böyle bir görevi yerine getirirken vefat eden de şehittir.

İlave bilgi için tıklayınız:

MÜKREH (Ölümle ya da yaralanmayla tehdit edilmek).

Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz? ... Bu şehitlik mertebelerini detaylı bir şekilde açıklar manız?..

27 Şehit olmak için dua var mıdır?

Hz. Ömer'in şöyle bir duası vardır:

"Allahumme inni eseluke fi sebilike ve vefaten bi beledi resulike."

"Allah'ım, senin yolunda şehit olmayı ve Resulünün beldesinde ölmeyi senden diliyorum." (Muvatta, 1021)

28 Şehit olmak için dua etmek caiz midir?

Şehit olmayı arzulamak ve bunun için gönlünden geçtiği gibi dua etmek caizdir.

29 Göçük altında kalanlar, boğulanlar, ishalden ölenler şehit midir?

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah aleyhissalatü vesselam şöyle buyurdu:

"Şehitler beş kısımdır: Bulaşıcı hastalığa yakalanan, ishale tutulan (karın ağrısından), suda boğulan, göçük altında kalan ve Allah yolunda savaşırken şehit olanlar." (Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164)

 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah aleyhissalatü vesselam:

– Siz kimleri şehit sayıyorsunuz, diye sordu. Sahâbîler:

Yâ Resûlallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir, dediler. Peygamber Efendimiz:

– "Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır" buyurdu. Ashâb:

– O halde kimler şehittir, yâ Resûlallah, dediler. Resûl-i Ekrem:

– Allah yolunda öldürülen şehittir; Allah yolunda ölen şehittir; bulaşıcı hastalıktan ölen şehittir; ishalden (karın ağrısından) ölen şehittir; boğularak ölen şehittir, buyurdu. (Müslim, İmâre 165; bk, İbni Mâce, Cihâd 17)

Şehitlik ve şehitler hakkında pek çok sahih hadis vardır. Bunlardan bir kısmı hadis kitaplarının "Cihad" bölümünde yer alır. Şehit denilince cephede savaşırken şehit olanlar akla gelir. Sahâbe-i kirâm da şehid denince cephede can verenleri anlıyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem'in sorusuna bildikleri gibi cevap verdiler.

Peygamber Efendimiz onlara daha başka şehitler de bulunduğunu haber verdi. Burada beş çeşit şehitten söz edilmektedir. Daha başka sahih hadislerde bu sayı yedi, sekiz, dokuz hatta on olarak da geçer. Bu rivayetler arasında bir zıtlık olduğu söylenemez. Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimiz kendisine gelen vahye göre bunları zikretmiş olmalıdır. Ayrıca benzeri durumlarda olduğu gibi, Peygamber aleyhissalatü vesselamın bir cinsin bütün çeşitlerini bir defada saymadığı düşünülebilir. Bu sahih rivayetlerden hareketle İslâm âlimleri şehitleri üç kısma ayırmıştır:

* Allah yolunda savaşırken öldürülen ve hem dünya hem âhiret ahkâmı itibariyle şehit sayılanlar.

* Âhiret ahkâmı itibariyle şehit sayılan, ancak dünyada kendilerine şehit muamelesi yapılmayanlar.

* Sadece dünya ahkâmı itibariyle şehit sayılanlar.

İlk sırada yer alanlar, harp esnasında savaş meydanında müşrikler tarafından öldürülen veya üzerinde yara bere olduğu halde harp alanında ölü bulunan kimselerdir. Zulmen öldürülen müslümanlar da aynı hükme girer.

Harp meydanında şehit olanlar kefenlenir, fakat cenazesi yıkanmaz. Hanefî mezhebi imamlarına göre şehidin üzerine cenaze namazı kılınır. Fakat İmam Şâfiî ve İmam Mâlik'e göre şehitlerin üzerine cenaze namazı da kılınmaz.

İkinci sırada yer alanlar, dünyada kendilerine yapılacak muamele itibariyle birincilere yapılanın hiçbirine tabi olmadığı için, âhiret ahkâmı itibariyle şehittir.

İşte bunlar hadisimizde sayıldığı gibi, bulaşıcı hastalıktan, aşırı ishalden (karın ağrısından), suda boğulmaktan ve bir göçük altında kalmaktan dolayı hayatlarını yitirenlerdir.

Daha başka rivayetlerde bunlara ilave olarak zâtü'l-cenbden (karaciğer zarı iltihaplanmasından) ölen kimselerin, yanarak ölenlerin, karnında çocukla veya lohusayken ölen kadınların da şehit sayılacakları bildirilir.

Bazı hadislerde yol kesiciler tarafından öldürülenlerle, zulüm ve işkence edilerek öldürülenlerin de şehit sayıldığı görülür.

Bunların şehit hükmünde olmaları, yakalandıkları amansız hastalıklar karşısındaki çaresizlikleri, su ve sel baskını, toprak kayması ya da zelzele gibi tabiî âfetlere karşı koyamamaları ve karşılaştıkları bu güçlüklere göğüs germeleri, sabretmeleri sebebiyledir.

Üçüncü sınıfı oluşturanlar, harpten kaçarken veya çapulculuk yaparken ya da ganimetten bir şey aşırırken öldürülenlerdir. İnsanlar bunların içyüzünü bilmez, fakat onların şehit olduğunu zannederler. Bunların halini yalnız Allah bilir ve kendilerine âhirette de hiçbir sevap verilmez. Yani onlar şehit olmayıp öyle zannedilenlerdir. Buna göre:

- Şehitlik, Allah katında en üstün mertebelerden biri olup, farklı dereceleri vardır.

- Allah yolunda savaşırken harp meydanında şehit düşenler dünya ve âhiret ahkâmı itibariyle şehittir.

- Bulaşıcı hastalıktan, ishalden (karın ağrısından), göçük altında kalmaktan, suda boğulmaktan, hamilelikten ve lohusayken vefat edenler de âhiret şehididirler.

30 Bir Müslüman ülkede çıkan iç şavaşta, hangi taraf haklıdır?

İki Müslüman grup (biri devlet de olabilir) birbiri ile savaşa tutuşursa bakılır:

Yöneticilere isyan edip onları azletmenin vacib olduğu bir durum varsa (şartlar bu vazifeye uygun ise) yönetimin askerleri batıl, onu azletmek isteyenler ise hak için savaşıyorlar demektir.

İsyan haksız ve gayrimeşru ise, bu defa yönetimin yanında savaşanlar hakkı, onlara karşı silaha sarılanlar batılı temsil ediyor olurlar. Ancak hak için, meşru olarak savaşanlar ölürlerse şehit olurlar.

İki grup birbiri ile savaşa girmeden önce ümmetin alim ve salihlerinin devreye girerek meseleyi çözmek, durumu ıslah etmek için çaba göstermeleri gerekir. Haksız olan taraf muhalefette ısrar eder ve silaha sarılırsa, karşı tarafın mukabele etmesi zorunlu ve haklı hale gelir...

31 Şehitlik hakkında bilgi verir misiniz?

Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere "şehîd-i uhrevî" denir. "Şehîd-i kâmil" olmanın şartlarından birini kaybeden kimseler, bu kısma girerler.

Bundan başka şu kimseler de âhiret şehîdi sayılır:

* Suda boğulanlar.
* Ateşte yananlar.
* Enkaz altında kalanlar.
* Veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler.
* Sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler.
* İlim yolunda ölenler.
* Ciğer hastalıklarından ölenler.
* Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar.
* Baş ağrısından ölenler.
* Karın ağrısından ölenler.
* Ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler.
* Cuma gecesi ölenler.
* Gurbet ilde vefat edenler.
* Akrep, yılan sokması gibi sebeblerle vefat edenler...

Şehîd-i Hükmî veya Şehîd-i Dünyevî Kime Denir?

Bunlar münafıklardır. Bunların kalblerinde bulunan nifak emaresini sadece Cenâb-ı Hak bildiği için, dünya itibariyle şehid muamelesi yapılır. Çünkü bunlar, dış görünüşleri itibariyle Müslümanlardırlar, fakat kalbleri itibariyle kâfir...

Şehidlerle İlgili Bâzı Hadîs-i Şerîfler:

"Malını müdafaada öldürülen şehiddir, ırz ve nâmusunu müdafaa ederken öldürülen şehiddir, nefsini müdafaada öldürülen şehiddir..."
"Şehidleri kanları ile sarın. Zira Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar..."
"Şehidler cennetin kapısında, nehrin parlak zinetinde, yeşil çadırdadır. Sabah - akşam rızıkları cennetten onlara gelir."
"Ma'rûfu emr ve münkeri nehiyden dolayı katledilen şehiddir."
"Kim cuma günü vefat ederse şehiddir."
"Kim hayvanından düşüp ölürse o kimse şehiddir."

"Suda boğulan şehiddir, ateşte yanarak ölen şehiddir, gurbette garip ölen şehiddir, zehirli hayvan sokmasından ölen şehiddir, karın ağrısından ölenler şehiddir, bina yıkılıp altında kalarak ölen şehiddir, evinin üstünden (damdan) düşerek boynu kırılıp ölen şehiddir, üzerine büyük taş düşüp ölen şehiddir..."

"Din kardeşini müdafaada katlolunan şehiddir, mâsum olan komşusunu savunurken öldürülen de şehiddir..."
"Şehidin borçtan başka bütün günahları mağfiret olunur." (Müslim)
"Şehid, ehl-i beytinden (aile ve akrabasından) yetmiş kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir." (Ebu Davud, Cihad 26)
"Kıyâmet gününde üç sınıf şefaat edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler..." (İbni Mace, Zühd 37)

İlave blgi için tıklayınız: 

"Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime temessük ederse ( yapışırsa ), ona yüz şehid ecri vardır." sözü, hadis midir, Hadis ise nasıl anlaşılmalıdır?..

32 Malayani konuşmak şehidin cennete girmesini engeller mi?

İlgili kıssa, Hz. Enes’ten nakledilmiştir. Bu rivayete göre;

"Uhud savaşında açlıktan ötürü karnına taş bağlamış bir adam şehit oldu. Annesi yüzündeki toprağı silerken:

'Evladım! Cennet sana mübarek olsun.' dedi. Bunun üzerine Resulullah:

'Nereden (cennetlik olduğunu) bildin? Kim bilir belki hayatta iken malayani (lüzumsuz) şeyler konuşmuş ve kendisine zararı olmayan şeylerde cimrilik etmiştir!..’ diye buyurdu.” (Mecmau’z-Zevaid, h. no: 18118)

- Hafız heysemi, Ebu Yala’nın rivayet ettiği bu hadisin senedinde zayıf bir ravi olduğunu bildirmiştir. (bk. a.g.y)

- Tirmizi’de ise bu kıssa yine Hz. Enes’ten şöyle nakledilmiştir:

“Resulullah’ın ashabından bir adam öldü. Adamlardan biri: ‘Cennetle müjdelen!’ deyince, Resulullah (asm):

‘Nereden (cennetlik olduğunu) bildin? Kim bilir belki (hayatta iken) malayani (lüzumsuz) şeyler konuşmuş veya kendisine noksanlık getirmeyen bir şeyde cimrilik etmiştir.’ dedi.” (Tirmizi, Zühd, 11/h. no: 2316)

- Tirmizi bu hadis rivayetinin “garib” olduğunu söyleyerek zayıf olduğuna işaret etmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şehitler kabir azabı çeker mi, kul hakları affedilir mi, cesedlerinin ...

Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz? Kimler şehittir ...

33 Ey Rabbim, bana yeniden hayat ver, senin yolunda ikinci kere öleyim, rivayetinin kaynağı nedir?

Genel olarak şehidin dünyaya dönmeyi istemesi:

- Hz. Enes’ten yapılan rivayete göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

“Cennete giden hiç kimse, yeniden dünyaya dönmeyi ve dünyalık adına herhangi bir şeyin kendisi için olmasını istemez. Şehit olan kimse bunun dışındadır. O, gördüğü o büyük mükâfattan ötürü, on defa daha (Allah yolunda) ölmek için dünyaya dönmeyi temenni eder / arzu eder.” (Buhari, Cihad, 21; Müslim, İmaret, 109-1877)

- Hz. Cabir anlatıyor: Bir gün Resulullah ile karşılaştım; bana:

“Ey Cabir! Seni üzüntülü görüyorum, hayırdır?” diye sordu. Ben de: “Ey Allah’ın Resulü! Babam Uhud savaşında şehit oldu. Arkasında çoluk-çocuk ve bir de borç bıraktı.” dedim. O da:

“Allah’ın babanı nasıl (güzel) karşıladığına dair sana müjde vereyim mi?” dedi. “Buyurun ey Allah’ın Resulü” deyince, şöyle buyurdu:

“Allah (şimdiye kadar) kiminle konuştuysa, ancak bir perde gerisinde konuştu. Fakat babanı diriltip kendisiyle vicahi / yüz yüze konuştu ve buyurdu ki: 'Ey kulum! Arzu ve isteklerini söyle, sana vereyim.'  O da: 'Ya Rab! Beni diriltmeni ve bir defa yolunda öldürmeyi istiyorum.', dedi. Şanı yüce Rab, şöyle buyurdu:

'Daha önce (ezeli ilmimde) şu kararı verdim ki, onlar (hiç kimse, ölümünden sonra) tekrar dünyaya geri gönderilmez.' İşte şu ayet bu konuda inmiştir: 'Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın.' (Âl-i İmran, 3/169) (Tirmizi, Tefsiru sureti Al-i İmran, h.no: 3010)

Tirmizi, bu hadis rivayetinin “Hasen” olduğunu belirtmiştir.

- Diğer bir rivayet de şöyledir:

“Şehitlerin ruhları, yeşil kuşlar şeklinde cennette diledikleri gibi dolaşırlar. Daha sonra, Allah’ın arşına bağlı kandillere konarlar. Onlar bu durumda iken Allah onlara, “Dileyin benden ne dilerseniz!’ der. Şehitler, 'Rabbimiz! Ne isteyebiliriz ki, cennetin her yerini dilediğimiz gibi dolaşıyoruz!' derler. Mutlaka bir şeyler istemeleri konusunda teklif gelince onlar söyle derler. 'Ruhlarımızı cesetlerimize tekrar geri gönder. Senin yolunda ölelim.' Bunun dışında bir şey istemedikleri görülünce artık onlara bir sorulmaz.” (İbn Mace, Cihad, 16; bk. Müslim, İmare, 121)

Allah'ın şehitlerin ruhlarına, dilediğinizi benden isteyin, şeklindeki hitabı; onlara olan ikram derecesinin yüceliğini gösterir. Çünkü Allah onlara insanın hatırına gelemeyecek nimetleri bile ikram ve ihsan buyurur. Buna rağmen başkaca bir isteklerinin bulunup bulunmadığını ısrarla sorar. Fakat şehitlerin ruhları isteyecekleri hiç bir şeyi bulamayınca ve Allah'ın kendilerinin mutlaka bir şey istemelerini talep ettiğini görünce, dünyaya geri gönderilmelerini ve böylece tekrar Allah yolunda savaşıp şehit edilme isteğinde bulunurlar. (bk. Nevevi, Şerhu Müslim)

34 Teröristler tarafından öldürülen savcı, şehit midir?

Savcı, mazlum olarak (haksız yere) katledilmiştir ve hükmen şehiddir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Şehitlik nedir, mertebeleri hakkında bilgi verir misiniz? Kimler şehittir?

35 Şehitlerin öldüğünü bilmemesi, Al-i İmran suresi 170. ayete aykırı olmaz mı?

Bu konuyu birkaç madde halinde açıklayacağız:

a) “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler. Rablerinin katında rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmran, 3/169) mealindeki ayette, şehitlerin ölü olmadıklarına işret edilmiştir.

Bu ifadeden açıkça anlaşılıyor ki, şehitler de her ne kadar cismen ölmüşlerse de fakat ruhani hayatları devam ediyor. Her ölen kimsenin ruhani hayatı devam etmesine rağmen ayette şehitler için hususi bir hayat vurgusunun yapılması, onların hayatı diğer ölülerin / ehl-i kuburun hayatından farklı bir mertebede olduğunu göstermektedir. (bk. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

b) Bediüzzaman Hazretleri de beş tabakadan ibaret olan hayatın dördüncü tabakasında bulunan şehitlerin bu farklı hayatlarını şöyle ifade etmiştir:

“Dördüncü Tabaka-i Hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarîk-ı hakta feda ettikleri için, Cenab-ı Hak kemal-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder.” (Mektubat, Birinci Mektup)

c) Bir hadis-i şerif rivayetine göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Allah’ın velileri ölmüyorlar, bir yerden başka bir yere intikal ediyorlar.” (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)

Şüphesiz Allah’ın velileri, dostları arasında yer alan şehitler, çok özel bir makama sahiptirler.

d) Bu hadisin manasına uygun bir ifadeyi yine Bediüzzaman’dan öğreniyoruz:

“Onlar / şehitler kendilerini ölmüş bilmiyorlar, yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasıl ki iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. 'Ben uyansam şu lezzet kaçacak.' diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor. Hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur.” (bk. Mektubat, Birinci Mektup)

e) İşte bütün bu anlatılanlar, bize

“Allah’ın kendilerine lütuf ve kereminden verdiği şeylerle sevinç içindedirler. Arkalarında kalan ve henüz kendilerine katılmamış olan (şehid kardeşlerine de) hiçbir korku ve üzüntünün bulunmadığı müjdesini verirler.” (Al-i İmran, 3/170)

mealindeki ayetin ne anlama geldiğini açıklar mahiyettedir.

- Şehitlerin arkalarında kalan mücahitler için hazırlanan nimetleri haber vermek istemeleri, Allah tarafından kalplerine bir inkişaf verilmiş, bu gibi bazı gaybi olaylardan haberdar edilmiş olduklarının göstergesidir. (bk. İbn Aşur, a.y)

Sonuç olarak: Şehitler kendilerini ölmüş bilmemekle beraber, dünyadan başka bir yere intikal ettirildiklerini biliyorlar ve buranın güzelliğine meftun oldukları için, kendileri gibi Allah yolunda olacak kimselerin de aynı nimetlere mazhar olduklarını -Allah’ın bildirmesiyle- bildikleri için, bunu müjdelemek isterler. Müjdelemek isterler ki Müslümanlar, münafıkların -ölüm korkusunu nazara veren- sözlerine kanıp da Allah yolunda savaşmaktan geri durmasınlar.

36 Şehitleri yıkamayınız. Çünkü her yara ve her kan damlası kıyamet günü etrafa misk kokusu yayar, hadisinin kaynağı nedir?

 “Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kim Allah yolunda yaralanırsa -ki Allah kimin O’nun yolunda yaralandığını bilir- kıyamet günü yaraları -yaralandığı gün gibi- akar bir halde gelir, onun rengi kan rengidir, kokusu ise mis kokusudur.” (Müslim, İmare, 103/1876; bk. Buhari, Vudu’, 67)

- Hz. Peygamber (asm) Uhud şehitleri için şöyle buyurdu:

“Onları kanlarıyla defnedin, şüphesiz Allah yolunda meydana gelen hiçbir yara yoktur ki, kıyamet günü geldiğinde rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusu olmasın.” (Nesai, Cenaiz, 82)

Fakihler, şehitlerle ilgili ayet ve hadisler ile Peygamber Efendimiz (asm)'in özellikle Uhud şehitleri hakkındaki uygulaması, sahabenin görüş ve uygulamaları ışığında şu hükümlere varmışlardır:

Şehitler yıkanmaz; kanlı elbisesi kefeni sayılır; bu elbise aynı zamanda bir imtiyaz nişanesi ve ibadet eseri kabul edildiğinden üzerindeki kan giderilmez, temiz olmayan başka maddeler ise temizlenir; şehidin üzerinde silâh, kama, kılıç gibi aletler varsa alınır; palto, ceket, ayakkabı gibi kefen olmaya elverişsiz eşyası çıkarıldıktan sonra kalan elbisesi cesedini örtmeye yetmezse kefeni sünnet ölçüsünde tamamlanır, fazlaysa eksiltilir.

Şehitlerin cenaze namazlarının kılınmasında ise farklı görüşler vardır:

Hanefilere göre şehitlerin cenaze namazları kılınır.

Hanbelî mezhebinde tercih edilen görüşe göre farz değil müstehaptır.

Şâfi ve Malikiler’in çoğunluğuna göre ise, bunlar cenaze namazı kılınmadan defnedilir.

Namaz kılınmayacağı görüşü şöyle temellendirilir:

- Şehit Kur’an’ın ifadesiyle diri sayılır, diri üzerine namaz kılınmaz; Hz. Peygamber (asm) de Uhud şehitlerinin yıkanmadan ve namazları kılınmadan kanlarıyla defnedilmesini emretmiştir.

- Cenaze namazı günahların affına vesile olması için kılınır, şehid ise bütün günahlardan temizlendiğinden buna ihtiyacı yoktur. (Şîrâzî, el-MühezzebI, 135; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 349)

Karşı görüşün delilleri de şöyledir:

Resûlullah’ın şehitler için namaz kıldığına dair hadisler vardır. Şehidin diri sayılması ahiret hükümleri bakımından olup dünyevî hükümler bakımından ölü sayılır, nitekim mirası taksim edilmekte ve karısı iddeti bittikten sonra evlenebilmektedir. Günahlardan arınmış olsa da şehidin müminlerin duasına ihtiyacı vardır. (Kâsânî, Bedâi, I, 324-325)

İbn Hazm, şehitler için hem namaz kılındığına hem de kılınmadığına dair rivayetleri sahih kabul ettiğinden her iki uygulamanın caiz olduğunu söyler.

Şevkânî, başta Uhud şehitlerine dair hadisler olmak üzere ilgili hadislerden hareketle, fakihlerin şehitlik konusundaki görüşlerini aktardıktan sonra Uhud şehitleri dışında Hz. Peygamber (asm)’in Bedir’de ve diğer savaşlarda şehit edilenler için namaz kıldırıp kıldırmadığına dair hadis bulunmadığını belirtir. (Neylü’l-evtâr, IV, 51)

37 Sağlık personeli, vakaya giderken vefat etse, şehit sayılır mı?

- Önce şunu belirtelim ki, bir kimsenin şehit olup olmaması resmi dillerde ilan edilip edilmemesiyle ilgili değildir.

Şehitlik, kişiyi dünyada meşhur etmek için değil, ahirette kahraman yapmak için lütfedilen Allah’ın bir ihsanıdır.

Konuya bu açıdan bakmakta fayda vardır.

Bazı hadislerde Allah yolunda ölenlerin dışında da şehid sayılacak kişiler bulunduğu, meselâ;

Canı, malı, namusu uğrunda (Ebû Dâvûd, Sünne, 29; Tirmizî, Diyât, 21)
Yahut veba, kolera gibi bulaşıcı yaygın hastalıklar sebebiyle ölenlere, (Buhârî, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164-165)
Şehid olmayı arzu edip de yatağında vefat edenlere şehid sevabı verileceği, (Müslim, İmâre, 157) belirtilmiştir.

- Değişik hadis rivayetlerinde manevi şehitlerle ilgili farklı sayılarla verilmiştir. İbn Hacer “ceyyid” sağlam senetle gelen rivayetlerin toplamından bu manevi şehitlerin 20 çeşitten fazla olduğunu bildirmiştir. (İbn Hacer, 6/43)

- Bu manevi şehitlerden biri de bindiği hayvandan düşüp ölen kimselerdir. (İbn Hacer, a.y)

İslam alimleri, buna dayanarak trafik kazasında ölenler de manevi şehit hükmünde olduğunu belirtmişlerdir. (bk. Merkezu’l-Fetva, Rakam: 34588)

- Bu sebeple sizler gibi bir hayat kurtarmak adına koşuşturanların geçirdiği kazalarda ölenler de manevi şehit hükmünde olur inşallah...

Bununla beraber, sizin için belirlenen hızı aşmamaya dikkat edin. Çünkü trafik kurallarını aşmak bir kusur sayılır. Buna dikkat etmek gerekir...