1
Oruç : Sevabı Sonsuz, Emsali Olmayan Bir İbadet ve Kârlı Bir Ticaret
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayetine göre, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Âdemoğlunun işlemiş olduğu her iyilik ve ibadet, sevap bakımından on katından yedi yüz katına, Allah’ın dilediği sayıya kadar artar.
Allah buyuruyor ki: ‘Ancak oruçlu böyle değildir. Çünkü oruç sırf Benim rızam için tutulmuştur, Bana aittir. O zevkleri ve yemesini Benim için bırakır.’
Oruçlu için iki sevinç vardır: Birinci sevinci iftar vaktindeki sevincidir. Diğeri de, Rabbine kavuşup mükâfatını aldığı zamanki sevincidir.
Allah’a yemin ederim ki, oruç tutanın ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur." (İbni Mâce, Sıyam: 1)
Mü’min, orucu sırf Allah emrettiği için tutar. O' nun rızaını kazanma düşüncesini taşır. Akşama kadar bekler, bir şey yiyip içmez. Rabbine olan kulluk derecesini gösterir. Akşamleyin sofraya oturduğu zaman da Yaratıcısının “Buyurun” emri gelmeden elini uzatamaz. Cenab-ı Hakkın şefkat ve merhamet dolu nimetlerine geniş ve umumi bir ibadetle karşılık vermeye çalışır.
Oruç ibadetinde gösteriş, riya yoktur. İnsan gerçekten oruçlu olduğunu sadece Yaratıcısına, kendisini besleyip büyütene, türlü türlü nimetlerle ihtiyacını giderene gösterir, arz eder. Kimsenin görmediği bir yerde orucunu bozabilecekken bozmaması, Allah için tuttuğunun en güzel ifadesidir.
İşte bunun için Cenab-ı Hak, “Oruç, Benim rızam için tutulmuştur. Bana aittir, mükâfatını da Ben vereceğim” buyuruyor.
Her iyiliğin ve ibadetin karşılığında verilecek sevap, âyet ve hadislerle bildirilirken, orucun sevabı için bir had-hudut konmamış, belli bir sayı ve miktar belirtilmemiştir.
Demek ki, ihlâsla yapılan ibadetlerin zevki, manevî karşılığı, uhrevî mükâfatı sonsuz olacaktır.
Ebu Ümame Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Dedim ki: “Ya Resulallah, bana hayırlı bir amel tavsiye eder misiniz?”
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, "Oruç tut, çünkü oruca denk bir ibadet yoktur" buyurdu.
Tekrar sordum: "Bana güzel bir iş yapmamı tavsiye eder misiniz?"
"Oruç tutmaya bak. Çünkü Allah yanında onun kadar sevaplı bir ibadet yoktur" buyurdular. (Nesâi, Sıyam: 43)
Ali ibni Ebi Talib Radiyallâhu Anhın rivayetine göre, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"Oruç, içinin çektiği yiyecek ve içeceklerden kimi alıkoyarsa, Cenab-ı Hak ona Cennet meyvelerinden yedirir ve sularından içirir." (Kenzü’l-Ummal, 3:329)
Mübarek Ramazan ayı, âhiret ticareti için kurulmuş kârlı bir sergi ve pazara benzer.
Ramazan, âhirette derlenecek ürünler için ekim yapılacak uygun ve verimli bir zamandır. Amel ve ibadetleri bereketlendiren, sevaplarını artıran bir Nisan yağmuru gibidir.
Oruç tutan mü’min yiyip içmeyi bir süre için geçici olarak bırakmakla bir çeşit “âhiret adamı” olur, Cenab-ı Hakkın sıfatına aynalık eder.
“Evet, Ramazan-ı Şerif bu fani dünyada, fani ömür içinde, kısa bir hayatta daimi bir ömür ve bâki bir hayatı içine alır, kazandırır.”
Burada geçici olarak bıraktığı yiyecek ve içecekleri daimi bir şekilde Cennette yer, içer.
İbadetin kapısı oruç
Damra ibni Habîb Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuşlardır:
“Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur.”
(Kenzü’l-Ummâl, 8:447)
2
Sahur ne zaman sona erer?
Talk ibni Ali Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resulullah Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdular ki:
“Fecr-i kâzib size engel olmasın, fecr-i sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin için.” (Ebu Dâvud, Savm: 17; Tirmizî, Savm: 15)
Buhari ve Müslim’in İbni Mes’ud Radiyallâhu Anhtan rivayetlerine göre, Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “fecr-i sâdık”ı tarif ederken, “O, enlemesine görülen aydınlıktır, uzunlamasına görülen değildir” buyurdu. (Buhari, Ezân: 13, Talâk: 24, Haberu’l-Vâhid: 1; Müslim, Sıyâm: 40)
Fecir, tan yeri demektir. Sahurun bittiği ve sabah namazının kılınabileceği zamanı bildirir.
Fecr-i kâzip (yalancı fecir), sabaha karşı ufukta uzunlamasına, dikey olarak görülen ve ancak kısa bir süre belli olan hafif bir aydınlıktır. Bu aydınlık kaybolur, 20-25 dakika sonra fecr-i sâdık (doğru fecir) girer. Bu sefer enlemesine, yatay olarak ufuk çizgisi boyunca bir aydınlık belirir. Bu aydınlığa aynı zamanda “tan yerinin ağarması” da denir.
İşte Peygamberimiz (s.a.v.), ufukta görülen bu ilk aydınlığa itibar edilmemesini tavsiye etmektedir.
Takvimlerde yer alan ve “imsak” olarak bilinen vakit, fecr-i sadık’ın girmesidir. Bu vakitte sabah ezanı okunur. Böylece hem imsak girer, oruca başlanır, hem de sabah namazı kılınır.
3
Oruçlunun uykusu ibadettir
Abdullah ibni Hars Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Oruç tutan insanın uykusu ibadettir, susması da tesbih sayılır. İyilik ve ibadetlerine kat kat sevap verilir. Duası kabul olunur, günahları da affedilerek silinir.”
(Kenzü’l-Ummal, 3:327)
4
Peygamberimizin iftar duası
Muaz ibni Zühre Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Bana ulaştı ki, Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem iftar ettiği zaman şu duayı okurdu:
“Allahümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü.”
(Ey Allah’ım, Senin rızan için oruç tuttum ve Senin rızkınla orucumu açıyorum.)
(Ebû Dâvud, Savm: 22)
Mervan ibni Salim, ibni Ömer Radiyallâhu Anhümadan naklediyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem orucunu açınca şöyle derdi:
“Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşaallah Teâlâ sevap kesinleşti.”
Hadisin râvisi Rezin, duanın baş kısmına “Elhamdülillah” kelimesini ilave etti. (Ebu Dâvud, Savm: 22)
Abdullah ibni Ömer Radiyallâhu Anhümâ de iftar vakti şöyle dua ederdi:
“Allah’ım, bütün kâinatı kaplayan rahmetinin hakkı için beni affet, günahlarımı bağışla.”
5
Sahurun süresi ve sabah namazının vakti
Zeyd ibni Sâbit Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle birlikte sahur yemeği yedik, sonra namaza kalktık.
Kendisine, "(Sahur ile namaz) arasında ne kadar zaman geçti?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Elli âyet (okuyacak) kadar!"
(Buhari, Savm: 19, Mevâkitu's-Salât: 27, Teheccüd: 8; Müslim, Sıyâm: 47; Tirmizî, Savm: 14; Nesâi, Savm: 21, 22)
Bu hadiste, sahur yemeği yendikten ve sabah ezanı okunduktan ne kadar bir süre sonra sabah namazının kılınacağı bildiriliyor.
Peygamberimiz ve sahabilerin bu uygulaması herkesin rahatlıkla yapabileceği bir uygulamadır.
Sahabe-i kiram, Peygamberimizin zamanında sahurla sabah namazı arasında nasıl hareket ettiklerini, sahur vakti daralınca ne yaptıklarını ve namaza nasıl hazırlandıklarını da bildiriyorlar.
Sehl ibni Sa'd Radiyallâhu Anh anlatıyor:
"Ben ailem içerisinde sahur yemeği yiyordum. Sonra sabah namazını Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle birlikte kılmak için hızlı yiyordum."
(Buhari, Savm: 19, Mevâkit: 27)
Peygamberimiz her konuda ümmetine kolaylığı tavsiye etmiş, onları sıkboğaz etmemiş, oruca hazırlık için kısa bir süre de kalmış olsa yemek ihtiyacının giderilmesine dikkat çekmiştir.
Ezan okunduğu anda bile geç kalınmışsa birkaç dakika içinde önündeki yemeğin bitirebileceği müsaadesini vermiştir.
Şöyle ki:
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:
"Biriniz ezanı işitince (yiyip-içtiği) kap elinde ise, ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın." (Ebu Dâvud, Savm: 18)
Bu rivayetlerde geçen bilgiler daha çok Hz. Bilal'in okuduğu ezanlarla ilgili olmalıdır. Çünkü o, sabah ezanlarını daha vakit girmeden okurdu. Bu nedenle ezanın imsak vakti girmesiyle okunduğu yerlerde, ezan okunmaya başlar başlamaz, oruca da başlamak gerekir.
Geçmiş dönemlerde imsak vakti nasıl belirleniyordu? Detaylı bilgi almak için tıklayınız...
6
Fıtır sadakası (fitre)
Abdullah ibni Abbas Radiyallâhu Anhümâ rivayet ediyor:
“Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, oruçlunun boş, çirkin ve ölçüsüz sözlerden temizlenmesi ve fakirlere bir azık olması için fıtır sadakasını emretti. Kim bunu bayram namazından önce öderse, o makbul bir sadaka olur. Kim de bayram namazından sonra verirse, o başka vakitlerde verilen sadakalardan birisi olur.” (İbni Mâce, Zekât: 21)
Fıtır sadakasıyla, yani fitreyle, oruç ibadetimizi başarıyla tamamlama nimetinin şükrünü sembolleştirmiş oluyoruz. Bu yüzden Ramazan Bayramının bir adı da “Fıtır Bayramı”dır. Bu bayramda bir ay süreyle tutulan orucun iftarı yapılmaktadır. Her akşam yapılan iftar gibi, Ramazan’ın sonunda da İlâhî ziyafet manasında yaptığımız iftarın pek çok sırları vardır.
Bayramda yaşadığımız iftar sevinci, mü’minin Rabbine kavuştuğu andaki sevincine ve gönül hazzına denk bir sevinçtir. Fıtır sadakası bu sevincin bir ifade şeklidir.
Nasıl sevinçli bir insan etrafındakilere hediyeler dağıtırsa, orucunu tamamlayan ve Yaratıcısına biraz daha yaklaşan mü’min de bu sevinci fıtır sadakasını vermekle bir kere daha yaşama imkanı elde eder.
İşte Ramazan ayı içinde verdiğimiz bu sadakanın hem bize, hem de muhtaç kimselere olmak üzere iki faydası vardır.
Bize olan faydası, eksikliklere bir keffaret olmakta, onların temizlenmesine tesir etmektedir. Cenab-ı Hak bu sadaka ile onları affetmekte, bağışlamaktadır. Fakirlerin de, bayramdan önce, az da olsa bir takım ihtiyaçları karşılanmış olmaktadır.
Hadiste, bu faziletlere kavuşmanın şartı olarak sadakanın bayramdan önce verilmiş olması belirtilmektedir. Mü’minler de buna teşvik edilmektedir.
7
Dua ve Zikir Ayı Ramazan
Dua ayı Ramazan
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Her oruç tutan kulun iftar vaktinde kabul olunacak bir duası vardır. Duasının karşılığı mükâfat olarak ya dünyada verilir veya âhirette ebedî bir surette ihsan edilir.” (Kenzü’l-Ummal, 3:328)
Ramazan dua ayıdır. Mübarek gecelerde, üç aylarda, bilhassa Ramazan’da edilen dualar kabule yakın dualardır.
İftar saati ise kulun Allah’a yaklaştığı, Onun emrini yerine getirmenin sevincini yaşadığı bir zaman dilimidir.
Mü’min oruç tutarak hata ve kusurlardan temizlenmiş, bütün kalbiyle Yaratıcısına bağlanmıştır. İşte bu anda kul elini açıp, Rabbine yalvarırsa eli boş dönmeyecektir.
Arzularına ya aynen dünyada kavuşacak, mükâfatını peşin görecek veya daha güzel bir surette âhiretine ve ebedî hayatına bir nur olarak gönderecektir.
Çünkü Cenab-ı Hak, kulunun ihtiyacını daha iyi bilir; hakkında nasıl hayırlıysa, duasını ona göre kabul eder.
Zikir ayı Ramazan
Hz. Ömer Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ek-rem Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ramazan günlerinde zikirle meşgul olanlar mağfiret edilir, o günlerde Allah’tan dilekte bulunanlar da eli boş dönmezler.” (Kenzü’l-Ummâl, 8:464)
Ramazan, zikir ve duanın bol edildiği bir mevsimdir. Ramazan boyu oruç tutan mü’minler, gecelerini ve gündüzlerini zikirle geçirirler. Hem hal ve hareketleriyle, hem de ağız ve dilleriyle Allah’ı anarlar, kalp ve ruhlarını dinlendirirler.
Bu arada hem dünyaya ait ihtiyaçlarını, hem de âhirete ait beklentilerini istemek için Rablerine ellerini ve gönüllerini açarlar. Bilirler ki, bu ay dileklerin kabul olunduğu, ihtiyaçların karşılandığı, beklentilerin cevaplandığı nurlu bir aydır.
Bu arada zikrin değişik ve çeşitli şekillerini farklı zaman ve mekanlarda arttırmaya çalışırlar.
İbni Ömer Radiyallâhu Anhümânın rivayet ettiği şu hadis-i şerifte Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem zikrin çeşitlerini ifade ederler:
“Kim Ramazan ayında sessizlik ve sükunet içinde bir gün oruç tutarsa, tekbir getirir, kelime-i tevhit okur, Allah’a hamd eder, helali helal, haramı da haram bilirse, Allah onun bütün geçmiş günahlarını bağışlar.” (Kenzü’l-Ummâl, 8:482)
Bu ayda oruçla melekleşen bir mü’min, meleklerin dillerinden düşürmedikleri tekbirleri, kelime-i tevhitleri, hamd ve salavatları, tesbih ve istiğfarları tekrarlayarak hem manevî kir olan günahlarından temizlenirler, hem de Allah’ın rızasını elde etmeye çalışırlar.
8
Rahmet ayı Ramazan
Selman-ı Farisi Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem Şaban ayının son gününde bize okuduğu bir hutbede şöyle buyurdu:
"Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi.
Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır.
Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazları meşru kıldı.
Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.
Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.
Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir.
Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay mü’minlerin rızkını arttıracak aydır.
Bu ayda her kim oruçlu bir mü’mine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden azat olmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur.
Ashab-ı Kiramdan bazıları, “Ya Resulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz” dediler.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Allah bu sevabı bir tek hurma ile, bir içim su ile, bir yudum süt ile oruçlu mü’mine iftar ettirene de verir” buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler:
Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur.
Bu ayda her kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse Allah onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.
Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı kılarsınız, diğer ikisinden ise hiçbir vakitte ayrı kalamazsınız.
Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, Kelime i Şehadete devam etmeniz, diğeri de Allah’tan mağfiret dilemenizdir.
Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah’tan Cenneti istemek, diğeri Cehennemden Allah’a sığınmaktır.
Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir." (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:94-95)
Ramazan’ın ilk günüyle birlikte nur ve feyiz dolu bir mevsimi yaşamaya başlarız. Kâinat şenlenir, dünya Cennetten süzülen nuranî bir hava ile dolup taşar.
Ulvî âlemlerin masum ve mübarek sakinleri öbek öbek mü’minlerin çevresini sarar; rahmet ülkesinden müjdeler, kâinatın Rabbinden selâmlar ve mağfiret ümitleri getirirler.
Mukaddes kelâmın nâzil oluşunun yıldönümü olan Ramazan ayını, mü’minlerle birlikte cinler, melekler; ve ağacı, çiçeği, böceği, kurdu, kuşu, denizi ve deryasıyla yaşlı dünyamız da kutlar. Görünen ve görünmeyen âlemlerde tam bir bayram havası yaşanır.
Bu ayın Cenab-ı Hak katında müstesna bir yeri vardır. Yüce Rabbimiz, Kendisine muhatap olarak seçtiği kullarına sonsuz rahmetinin en geniş tecellilerini bu aya tahsis eder.
Başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere diğer semavî kitapların da bu ayda indirilmiş olması, bu günlerin kıymet ve kudsiyetini artıran diğer bir husustur.
Mü’minler, İlâhî bir ihsan olarak bu günleri birer güzel fırsat bilerek değerlendirirler. Rablerine olan kulluk derecelerini gösterir, Ona muhatap olabilme gayreti içine girerek, tam bir ihlâs ve şuurla ibadet ve taate koşarlar.
Bu gayretin neticesi elbette karşılıksız kalmayacaktır. Oruç tutup, Ramazan ayını bir kulluk şuuru içinde geçirenler, tatlı bir ânı yaşadıkları, huzura erdikleri gibi, pek çok nimete de kavuşurlar.
9
Mükemmel oruç nasıl olur?
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayet ettiğine göre, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Oruç tutan bir kimse yalancılığı, yalan yere şahitliği ve cahilce davranışları bırakmaz, böyle günahları işlerse, yemesini içmesini terk etmesine Allah bir değer vermez.” (İbni Mâce, Sıyam: 21)
Oruca niyet eden mü’min sadece yiyip içmeye ara vermez. Ağzına, midesine oruç tutturduğu gibi, diğer duygularını da onların yardımına gönderir.
Zaten mükemmel oruç da bu şekilde tutulan değil midir? Yani mide ile birlikte göz, kulak, kalp, hayal ve düşünce gibi diğer duygular da bir çeşit oruç tutarlar. Her birisi kendisine göre bir ibadete başlar.
Dilin orucu, yalandan, gıybetten ve çirkin sözlerden uzak durmasıdır. Bunların yerine Kur’ân, zikir, tesbih, salavat ve istiğfar gibi ibadetlerle meşgul olmasıdır.
Gözün orucu, harama bakmamaktır. Kulağın orucu, lüzumsuz sözleri işitmemektir. Bunların yerine göz ibretle bakmaya, kulak hak sözleri, Kur’ân’ı dinlemeye çalışır. Kalp, hayal ve fikir gibi duygular da güzel şeyleri düşünür.
Böylece mide ile birlikte bütün duygular da oruç tuttuğu için, boş yere aç susuz kalmamış olur, neticede mükemmel bir oruca yaklaşır.
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Öyle oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan görecekleri fayda, aç ve susuz kalmaktır.
Gece kalkıp da öyle namaz kılanlar bulunur ki, uykusuz kalmaktan başka bir şey elde edemezler.” (İbni Mâce, Sıyam: 21)
Oruçlu nasıl davranmalı?
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Biriniz oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin, cahilce davranışlarda bulunmasın. Şayet bir başkası kendisine sataşır veya dövüşmeye kalkarsa, ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ diyerek ondan uzak dursun.”
(İbni Mâce, Sıyam: 21)
10
Oruç insanı melekleştirir
Ubade ibni Samit Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Ramazan ayının başladığı bir günde Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ayda yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir, dualar kabul olunur.
Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder.
Öyleyse kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Bu ayda asıl şaki olan, Allah’ın rahmetinden nasibini alamayan kimsedir." (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:99)
İnsanı meleklerden ayıran en önemli özelliği nefis sahibi olmasıdır. İnsan yer, içer, evlenir; üzülür, öfkelenir, günah işler. Fakat oruçlu iken belli bir süre için yiyip içmesini terk eder, zevklerine sınır koyar. Nefsinin ihtiyaçlarına cevap vermez, her dediğini yapmaz.
Bu arada yalan, gıybet gibi günaha sokan işlerden de kendini çeker. Gereksiz hareketlerden uzak durmaya çalışır.
İşte insan bu haliyle meleklere benzer. Çünkü melekler de yiyip içmezler, evlenmezler, günah işlemezler. Çünkü nefis taşımıyorlar.
Oysa insan nefis taşıdığı halde nefsine hakim oluyor, onun her isteğine uymuyor. Öyle ki manevî hali itibariyle melekleri bile geçebilecek vaziyete bürünüyor.
Cenab-ı Hak, arzularını dizginleyen mü’min kullarıyla meleklere karşı iftihar ediyor, onları meleklere örnek gösteriyor. Oruç tutan insanın kendi katındaki derecesini ifade ediyor. Mü’min de bu iltifata karşı, kendisini Allah’a sevdirmeye, Ona olan kulluk görevinde ciddi olmaya, yaratılışı doğrultusunda yaşamaya çalışmalıdır.
11
Ramazan geceleri nasıl ihya edilir?
Hz. Âişe Radiyallâhu Anhâ Validemiz anlatıyor:
“Ramazan’ın son on günü girince Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem geceleri ibadetle değerlendirirdi. Ailesini de ibadet etmeleri için uyandırırdı. İbadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterirdi.” (Müslim, Îtikâf: 7)
Ramazan her türlü ibadetin çokça yapıldığı bir aydır. Ramazan’ın sonuna doğru yapılan ibadetler daha da artarak devam eder. Bazı hadislerde ifade buyurulduğu gibi, Kadir Gecesinin, Ramazan’ın son on gününde aranılması tavsiye edilmiştir. Bunun için hayır-hasenat, ibadet ve taatler Ramazan’ın yirmisinden sonra daha çok yapılmaya çalışılır.
Bu hareket aynı zamanda Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin bir sünnetidir. Bilhassa geceleri mümkün oldukça uyanık bulunmak; namaz, evrad, ezkar, dua gibi ibadetlerle ihya etmek, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemi en güzel bir şekilde taklit manasını taşıyacaktır.
Kendimiz bu şekilde davrandığımız gibi, bu feyiz ve manevi ziyafete çoluk çocuğumuzu da katarsak onları da mahrum bırakmamış oluruz. Bu şekilde onlar da müsait oldukça, imkanları oranında bu nurlu havanın oluşmasına vesile olurlar.
12
Peygamberimizin Bayram Sevinci
Enes ibni Malik Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Cahiliye devrinde yılda iki gün vardı ki, halk o günlerde eğlenirdi. Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Medine’ye gelince şöyle buyurdu:
“Sizin de eğleneceğiniz iki gününüz var. Allah, Cahiliye devrindeki o günlerin yerine size daha hayırlısını verdi. Onlar Ramazan ve Kurban Bayramı günleridir.” (Nesâi, İydeyn: 1)
Ramazan ve Kurban Bayramlarının dinimizdeki önemi, İslâmın iki temel ibadeti olan oruç ve hac ibadetiyle ilgili olmalarından kaynaklanır.
Ramazan Bayramı oruç ibadetine duyulan bir şükrün sevincidir, Kurban Bayramı da kurban ve hac ibadetinden dolayı duyulan bir şükrün sevincidir.
Ramazan Bayramı, oruç gibi bir ay süren meşakkatli bir ibadete gösterilen sabır imtihanının başarılması demektir.
Nefislerini bir ay süreyle Allah rızası için yeme, içme ve cinsel arzularından alıkoyan mü’minler, böylesine bir bayramı hak ederler. Ramazan Bayramı bu anlamda bir aylık Ramazan orucunun toptan iftar vaktidir. Bu sır içindir ki, bu bayrama “Fıtır Bayramı” adı verilmiştir.
Her gün oruçlarını kusursuz tamamlayanların iftarla sevindikleri gibi, bir ayı tamamlayanların da bayramla sevinmeleri, Ramazan Bayramının en manalı ve duygulu bir yönünü teşkil eder.
Her sene bu iki bayramı kutlamanın sevincini yaşarız. Allah’a olan şükrümüzü bir kat daha arttırmaya çalışırız.
Enes ibni Mâlik Radiyallâhu Anhın anlattığına göre Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, Ramazan Bayramı günü birkaç tane hurma yemeden bayram namazına çıkmazdı. (Buhari, İydeyn: 4)
Cabir ibni Abdullah Radiyallâhu Anh Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin bayram namazını şöyle anlatıyor:
“Bayram günü Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle birlikte namazda hazır bulundum. Hutbe okumadan önce, ezan okumadan ve kamet getirmeden namaza başladı. Sonra Bilal’e dayanarak ayakta iken Allah’a karşı takva üzere bulunulmasını tavsiye etti. Allah’a itaate teşvik ederek halka vaaz ve nasihatte bulundu. Sonra yürüdü, kadınların bulunduğu tarafa gelince onlara vaaz ve nasihatt etti.” (Müslim, Salâtü’l-İydeyn: 4)
Bayram namazından sonra sadaka vermek de Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin üzerinde önemle durduğu hususlardan biridir. Bu konudaki hadis-i şerifin meali şöyledir:
İbni Abbas Radiyallâhu Anhümâ anlatıyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte Ramazan Bayramı namazında hazır bulundum. Bunların hepsi de namazı hutbeden önce kıldırır, sonra da hutbeyi okurlardı.
Bir defasında Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin hutbeden sonra minberden aşağıya indiğini, cemaatin dağılmaması için eliyle “oturun” işareti yaptığını görür gibiydim.
Sonra yanında Bilâl olduğu halde, erkeklerin saflarını yara yara kadınların bulunduğu yere geldi. Resulü Ekrem:
“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Mümtehine Suresi, 12) âyetini okuduktan sonra kadınlara:
“Sizler bu biat üzere sabit misiniz?” diye sordu.
İçlerinden kim olduğu bilinmeyen bir kadın:
“Evet, ey Allah’ın Resulü” dedi.
Diğerleri cevap vermedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Öyle ise sadaka verin” buyurdu.
Bilâl elbisesini yayarak, “Babam, annem size feda olsun! Haydi gelin atın” dedi.
Onlar da halkalarını, yüzüklerini Bilâl’in elbisesi içine atmaya başladılar.” (Müslim, Salâtü’l-İydeyn: 1)
Bayram günlerinde meşru dairede oyun ve eğlenceye de müsaade edilmiştir. Bu husustaki Peygamberimizin müsaadesini Hz. Âişe Radiyallâhu Anhâ anlatıyor:
Bir def’a Mina günlerinde (yani Kurban Bayramının ilk üç günlerinden birinde) Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem yanıma girdi. Karşımda Buâs ezgilerini def çalarak okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanıp yüzünü çevirdi.
Derken Ebu Bekir girdi: “Bu ne hal? Resulullah’ın yanında şeytan çalgıları mı?” diyerek beni azarladı.
Bunun üzerine Sallallâhu Aleyhi Vesellem ona dönüp, “Onlara ilişme” diye buyurdu.
Babamın zihni başka bir şeyle meşgul olunca kızlara işaret ettim, onlar da çıktılar.
Buhari’nin rivayetine göre Muhammed Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Onlara ilişme” dedikten sonra “Her kavmin bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır” ya da “Bu günler bayram günleridir” diye eklemiştir.
(Müslim, İydeyn: 16-22, Buhârî, İydeyn: 25)
Asr-ı Saâdette, bugünkü folklore benzer şekilde millî geleneğe dayanan mızrak oyunları ve rakslar vardı. Bunu genellikle Habeşistanlılar oynardı. Buhârî ve Müslim gibi hadis kitaplarında bu hususta Hz. Âişe’den nakledilen bazı rivayetler vardır.
Bir bayram günü Sudanlılar kalkan ve mızrak oyunu oynayıp raks ederken Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem onları gördü, Hz. Âişe’nin bu oyunu seyretmesine izin verdi.
Hz. Âişe Radiyallâhu Anhâ bu durumu şöyle anlatıyor:
“Habeşliler gelerek raksetmeye başlayınca Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem beni çağırdı. Ben de gelerek başımı onun omuzuna dayadım. Habeşlilerin oyununa bakmaya başladım. Nihayet onlara bakmaktan ilk vazgeçen ben oldum.”
Hatta böyle bir oyunda Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Habeşlilere, “Haydi bakalım Efrideoğulları, göreyim sizi!” buyurarak bir teşvikte de bulunmuştu.
Öyle ki, böyle bir ekibi görünce taşlamak sûretiyle onlara engel olmak isteyen Hz. Ömer Radiyallâhu Anha Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem:
“Bırak onları, yâ Ömer!” diyerek teskin etmişti.
(Müslim, Îydeyn: 18-22)
13
Teravih Namazı
Nadr ibni Şeyban Radiyallâhu Anhtan rivayetle Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah Azze ve Celle size Ramazan’da oruç tutmayı farz kıldı, ben de teravih namazı kılmak ve Kur’ân okumak için gece uyanık kalmanızı sünnet kıldım. Kim inanarak, ihlâsla hareket edip sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutar, gecesinde de uyanık kalır, teravih namazı kılıp Kur’ân okursa annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olur.” (Nesâi, Sıyam: 40; Müsned, 1:195)
Teravih namazı, Ramazan gecelerini manalandırıp nurlandıran tatlı bir ibadettir. Mü’minler kalp ve gönüllerini bu manevî havayla temizlerler.
Ayrıca iftar sonrasında vücuda bir ağırlık çöker. Ancak teravih namazı sayesinde bu sıkıntı dağılır, sindirim kolaylaşır. İnsan hem bedenen, hem de manen bir ferahlığa kavuşur.
Teravih namazı, kadın-erkek her Müslümana müekked sünnettir.
Teravih namazı, orucun değil, vaktin sünnetidir. Bunun için hastalık ve yolculuk gibi bir mazeretten dolayı oruç tutmayanlar da teravih namazını kılmaya çalışırlar.
Teravih namazı, o geceyi ihya etmek, gecenin bütününü ibadetle geçirmek demektir.
Bu gerçeği Peygamber Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem bir hadislerinde şöyle ifade ederler:
“Teravih namazını imamla birlikte sonuna kadar tamamlayan o geceyi bütünüyle ibadetle geçirmiş gibi sevap elde eder.” (Tirmizi, Savm 61)
14
Oruç sağlık sigortasıdır
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Oruç tutunuz, sağlıklı olursunuz.”
(et-Tergib ve’t-Terhib, 2:83)
Oruç beden sağlığı için en güzel bir ilâç, maddî ve manevî bir perhizdir. İnsan nefsi yemeiçme hususunda keyfi olarak hareket ettikçe vücuduna, sağlığına zarar verir. Helal-haram ayırt etmeyip rast gelen şeyi yemekle de manevî hayatını zehirler; nefis kendi üstünlüğünü kurar, baskın gelir, kalp ve ruhun sesine kulak vermez olur. Dizginini eline alır, “daha insan ona binemez, o insana biner.”
Ramazan’da oruç sayesinde insan perhize alışır, emir dinlemesini öğrenir. Hazmetmeden, sindirmeden önce mideye y¬mekleri doldurmaz, hastalıkları çekmez. Emir dinlemeye alıştığı için de, haramdan uzak durmakla akıl ve dinin emir-lerini yapmaya çalışır. Böylece manevî hayatı bozulmaz.
Midenin ve diğer sindirim organlarının dinlenmeye, istirahata ihtiyaçları vardır. Bu sayede vücut fazladan biriken yağları eritir, zindeleşir. Bu dinlenme sırasında kalp, zikir ve duadan gelen gıdaları rahatça alır. Bu duygular sırf o mide fabrikası için yaratılmadıklarını anlayarak, gerçek vazifelerine koşarlar.
“
Kalp ve ruh, akıl, sır gibi letâifin (lâtifelerin) o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat (yücelişleri) ve tefeyyüzleri (aldığı feyizler) vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumâne gülüyorlar.”
Bu açıdan oruç insana hem sağlık zenginliği verir, hem de âhiret zenginliği getirir.
Hz. Ali Radiyallâhu Anhın rivayetine göre bu konuda Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Tebâreke ve Teâlâ, İsrailoğulları peygamberlerinden bir peygambere şöyle vahyetti:
Kavmine bildir, hangi kul, bir gün oruç tutarsa, ben onun cismine sağlık ve âfiyet veririm, mükâfatını da büyütürüm.” (Kenzü’l-Ummâl, 8:447)
15
Kadir Gecesi
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu anlatıyor:
“Kim inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan umarak Kadir Gecesini ihya edip ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhari, İman: 35; Tirmizî, Savm: 1)
Kadir Gecesini Kur’ân-ı Kerim övüyor. Onun bin aydan hayırlı olduğunu bildiriyor. Demek ki, bu geceyi ibadetle geçirip ihya eden bir mü’min, bin ayı ibadetle geçirmiş gibi sevap alır. Diğer bir ifadeyle, 80 sene gibi uzun bir ömürde kazanabileceği ecir ve sevabı bir gecede elde etme imkanı bulur.
Abdullah ibni Ömer Radiyallâhu Anhümâdan gelen bir rivayette Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “
Kadir Gecesini aramak isteyen yirmi yedinci gecede arasın” (Müsned, 2:27) buyurmuş, böylece yirmi yedinci geceyi ibadet ve zikirle uyanık olarak geçirmemizi tavsiye etmiştir.
Yine bu geceyi, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin Hz. Âişe Radiyallâhu Anhâya öğrettiği şu dua ile kutlarsak daha faziletli olur:
“Allâhümme inneke afüvvün, kerîmün, tühibbü’l-afve, fa’fü annî.”
(Allah’ım, Sen çok affedicisin, çok cömertsin, af-fetmeyi se¬versin. Beni de affeyle.) (Tirmizî, Daavât: 84)
16
Ramazan'da bağışlanma
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Ramazan ayının ilk gecesi girince şeytanlar ve cinlerin azgınları zincire vurularak bağlanır. Cehennemin kapıları kapatılır, hiçbir kapısı açılmaz. Cennet kapıları ise sonuna kadar açılır, hiçbirisi kapalı tutulmaz.
Her Müslümanın kalbinde hissettiği bir ses yükselir:
Ey iyiliklere istekli olanlar, hayra yönelin!
Ey kötülüğe arzu duyanlar, kendinizi tutun!
Allah’ın bu gece Cehennemden kurtardığı pek çok kimseler olacaktır. Bu hal Ramazan’ın bütün gecelerinde tekrarlanır." (Buhari, Savm: 5; Bed’ü’l-Halk: 11; Müslim, Sıyâm: 2; Nesâi, Sıyam: 5)
Ramazan ayı girince şeytanların zincire vurulduklarını âdeta görür gibi oluruz. İnsanlar her zamankinden daha fazla ibadete yönelirler. Oruçlar tutulur, Kur’ân’lar okunur, camiler dolup taşar.
Herkeste bir Ramazan heyecanı başlar. Günahlardan elini eteğini çekemeyen pek çok insan tevbe istiğfar eder, Rabbine yönelir, Onun mağfiretine sığınır. Günah yuvaları birer birer müşteri kaybeder, bazısı da kapanır.
Bütün bunlar, şeytanların faaliyetlerinin azaldığını gösterir. Artık eskisi kadar vesvese veremezler, mü’minlerin kalplerine şüphe oklarını fırlatamazlar.
Demek ki, manevî olarak zincirlenmişlerdir. Böylece insanlar Allah’ın rahmetine koşunca Cehennemin kapılarının açık kalmasına da ihtiyaç kalmamıştır.
Artık, rahmet ve mağfiret kapıları açıktır. Cennete götürecek işler, ameller, ibadetler çok işlenir olduğundan fani dünyadan gerçek âleme nurlar gönderilmeye başlanmış, bunun için de Cennet kapıları arkasına kadar kapanmamak üzere açılmıştır.
Ramazan Temizleyicidir
Ebu Said el-Hudrî Radiyallâhu Anhın rivayetine göre, Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki, Ramazan ayı ümmetimin ayıdır. İçlerinden hastalananlar olur, onu ziyaret ederler.
Bir Müslüman yalan söylemeden ve gıybet yapmadan oruç tutar, iftarını helal rızıkla yapar, farzları gözetip karanlıkta yatsı ve sabah namazına (camilere) giderse, yılanın derisini değiştirip çıkardığı gibi günahlarından kurtulup çıkar."(et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:442)
Ebu Said el-Hudri Radiyallâhu Anhtan rivayetle Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kim Ramazan ayında oruç tutar, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınarak orucun hakkını verirse, korunması gerekenlerden de korunursa önceki günahlarından arınmış olur.” (Beyhaki, 4:304)
17
Ramazan'da umreye gitmek
İbni Abbas Radiyallâhu Anhümâ rivayet ediyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Veda haccına gitmek istediğinde bir kadın kocasına “Devenin üzerinde beni de Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle beraber hacca gönder” dedi.
Kocası, “Yanımda sana hac için vereceğim devem yok” dedi.
Kadın, “Beni falan erkek deven üzerinde hac ettir” dedi.
Kocası, “O Allah yolunda kullanılmak üzere muhafaza ediliyor” dedi ve Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Veselleme geldi.
“Hanımım size selâm ve Allah’ın rahmetini gönderdi. O kendisini sizinle hacca göndermemi istedi. ‘Beni Resulullah ile birlikte hacca gönder’ dedi. Ben de ‘Yanımda hac yapman için vereceğim deve yok’ dedim.
“Fakat hanımım, ‘Falan deve ile hacca gönder’ dedi.
“Ben, ‘O deve Allah yolunda kullanılmak için muhafaza ediliyor’ dedim.”
Bunun üzerine Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Eğer hanımını o deve üzerinde hacca gönderirsen, deve de Allah yolunda olur” buyurdu.
Adam:
“Hanımım bana, sizinle hacca denk ameli sormamı istedi.”
Resulullah, “Hanımına selâmımı, Allah’ın rahmeti ve bereketini söyle ve ona haber ver: Ramazan’da umre benimle hacca bedeldir” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Menasik: 80; Müslim, Hacc: 221)
Ramazan’da umre yapmak hacca denktirAbdullah ibni Abbas Radiyallâhu Anhümâ rivayet ediyor:
Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, Ensardan bir kadına şöyle buyurdu:
“Ramazan ayı geldiği zaman umreye git. Çünkü bu ayda yapılan umrenin sevabı hacca denk gelir.” (Nesâi, Sıyam: 6)
Ramazan umresinin sevabıİbni Abbas Radiyallâhu Anhümâ rivayet ediyor. Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
“Kim Ramazan ayında Mekke’ye kavuşup orucunu tutar ve kolayına geldiği kadar gecesini ibadetle geçirirse, Allah ona Mekke dışında yüz bin Ramazan ayı orucunu tutma sevabı yazar ve Allah ona her gün ve her gece karşılığında bir köleyi hürriyetine kavuşturma sevabı verir.
Her günün karşılığında Allah yolunda bir atın düşmana hücumunun sevabını yazar. Yine gündüz bir hasene (ecir, sevap), gece bir hasene yazar.”
(İbni Mâce, Menasik: 106.)
18
Ramazan'da verilen beş nimet
Cabir ibni Abdullah Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Ümmetime Ramazan ayında beş şey ihsan edildi. Bunlar daha önceki peygamberlerin ümmetine verilmemişti.
Birincisi: Ramazan ayının ilk gecesi olunca Cenab-ı Hak onlara rahmetiyle bakar. Allah kime rahmetiyle bakarsa, onu hiçbir zaman azaba çarptırmaz.
İkincisi: Oruç tutanların ağızlarının kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.
Üçüncüsü: Gece ve gündüz melekler oruç tutanların bağışlanması için Allah’a yalvarırlar.
Dördüncüsü: Allah o gün Cennetine emir verir ve şöyle buyurur: ‘Ey Cennet, kullarım için hazırlan, süslen. Dünya sıkıntılarından kurtulup Benim huzuruma ve ikramıma gelip istirahat etmeleri yaklaştı.’
Beşincisi: Ramazan’ın son gecesi gelince de, Allah oruç tutan kullarının hepsini affeder.
Sahabilerden bir zat sordu: “Ya Resulallah, bu gece Kadir Gecesi midir?”
Peygamber Sallallâhu Aleyhi Vesellem “Hayır,” dedi, “bilmez misiniz, işçiler gün boyu çalışıp da işlerini bitirdikleri zaman ücretlerini almıyorlar mı?” (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:92)
19
İftar ne ile açılır?
Selman ibni Âmir Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Sizden biriniz orucunu açacağı zaman hurma ile açsın. Çünkü hurmada bereket vardır. Eğer hurma bulamazsa, su ile açsın. Zira su temizleyicidir.”
(İbni Mâce, Sıyam: 24; Ebû Dâvud, Savm: 21)
Hadiste de ifade edildiği gibi Peygamber Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem orucunu hurma ile açardı. Hurma bulunmazsa su içerdi.
Başka bir rivayetten öğrendiğimize göre, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, namaza durmadan önce taze hurma ile, o da olmazsa birkaç yudum su içerek orucunu açardı.
Oruç açarken hurma ile suyun tercihinde pek çok hikmetler vardır. Hurma, meyve oluşuyla birlikte aynı zamanda bir katıktır.
Bunun için ilk olarak hurma ile karşılaşan mide onunla bir süre gıda ihtiyacını giderir. Hurmanın bağırsakları çalıştırmasında, harekete getirmesinde de rolü vardır.
Su da maddî-manevî temizliği sağlar. Susuzluğu giderir, mideyi ferahlatır, rahatlatır.
Hurma ve suyun faydaları sadece bunlardan ibaret değildir. Daha bilmediğimiz pek çok fayda ve hikmetleri vardır.
Peygamberimizin bizzat uygulamasını da farklı bir rivayette Hz. Enes Radiyallâhu Anh şöyle anlatıyor:
“Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem akşam namazını kılmazdan önce birkaç tane taze hurma ile orucunu açardı. Eğer taze hurma yoksa kuru hurma ile açardı. Kuru hurma bulamazsa da bir kaç yudum su yudumlardı.”
(Ebû Dâvud, Savm: 22, (2556); Tirmizî, Savm: 10)
Her yerde her zaman hurma bulunmayabilir, belki su da olmayabilir. Çünkü dünyanın her tarafında oruç tutan insanlar olabileceği gibi, her ülkenin ve bölgenin de kendine göre şartları vardır. Bunun için orucu başka bir yolla açmak da sünnette yer almaktadır.
Bu konuyu da Peygamberimiz açıklıyor:
“Peygamber Sallallâhu Aleyhi Vesellem üç hurma ile veya ateş dokunmamış bir şeyle iftar etmeyi severdi.” (et-Tergîb ve’t-Terhîb 2:142)
20
İftar vakti
Hz. Ömer Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:
“Gece şu taraftan (doğudan) gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan) gidince, güneş de batınca oruçlu orucunu açmıştır.”
(Buhari, Savm: 43; Müslim, Sıyâm: 51; Ebu Dâvud, Savm: 19; Tirmizî, Savm: 12)
Asıl olarak güneş batınca iftar vakti girer. Oruç açılır. Ertesi günkü oruca niyet edilir. Ama bugün, takvim hesabına göre hareket ediliyor, takvime bakılarak akşam ezanı okunuyor ve iftar vakti girmiş oluyor.
Zaten takvimdeki hesaplama da güneşe göre yapılıyor. Gerek sahur vakti, gerekse iftar saati güneşin konumuna, durumuna ve doğmasına ve batmasına göre belirleniyor. Bu hadis-i şerif de açıkça iftar vaktini bildiriyor.
21
İftar vermenin sevabı
Zeyd ibni Halid el-Cüheni Radiyallâhu Anh rivayet ediyor:
Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kim bir Müslüman kardeşine iftar vakti yemek yedirirse, onun sevabı kadar da kendisine sevap yazılır. Yemek yedirdiği kimselerin sevabından da hiçbir şey eksilmez.”
(Tirmizî, Savm: 82; İbni Mâce, Sıyam: 40)
Ramazan ayının girmesiyle iftar ziyafetleri, iftar davetleri daha da artar. Dostlarımızı, yakınlarımızı iftara davet ettiğimiz gibi, biz de onların davetine gideriz, birlikte iftar ederiz. Bu güzel âdet, hem insanların birbirlerine yaklaşmalarını sağlar, hem de yardımlaşma ve cömertlik duygularını canlandırır.
Ancak davet deyince, hemen akla sofranın çeşitli ve mükellef olması gelir. Bu yanlış düşünceye kapılarak dostlarımızı davet edeceğimiz zaman imkânlarımızı zorladığımız, bütçemizi aşan masraflara girdiğimiz olur.
Malî durumu iyi olanlar için bu mümkündür, ancak olmayanlar için aynı husus uygun olmaz. Çünkü böyle bir hazırlık her zaman devam etmeyeceği gibi, farz olan dost ve akraba ziyaretlerine de engel teşkil eder.
Hadis-i şerif oruçluya yemek yedirmeyi teşvik ederken, başka bir hadisten öğrendiğimize göre Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem bir yudum su, bir içim süt veya bir tek hurma ile de olsa iftar verilebileceğini ifade ediyor.
Böylece israfa, bol harcamaya gitmeden, pekala, iftar verilebilir. İnsanın imkanı ne kadarını kaldırabiliyorsa, ona göre bir hazırlık yapar, ikram eder. Hadiste Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem bunun en alt sınırını bildirerek az bir şey ikram etmekle de aynı sevabın elde edilebileceğini işaret buyuruyor.
Bundan dolayı, “İftar sofrasını hazırlamaya imkanım yok” diyerek dost ve akraba ziyaretlerini, Ramazan içinde iftar verip manevî mükâfatını elde etmeyi ihmal etmediğimiz zaman, çok şeyler kazandığımız gibi, güzel bir sünneti de işlemiş oluruz.
Bir kardeşimizin iftar davetine gidip, yiyip içtikten sonra ona dua etmek de bir sünnettir.
Nitekim Abdullah ibni Zübeyr Radiyallâhu Anhın anlattığına göre, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, Sa’d ibni Muaz Radiyallâhu Anhın evinde iftar yapmış ve onlara şöyle dua etmişti:
“Eftara indekümü’s-sâimûne ve ekele taâmekümü’l-ebrâru ve sallet aleykümü’l-melâike. (Yanınızda hep oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyi insanlar yesin. Melekler de size dua ve istiğfarda bulunsun.)” (Müsned, 3:138)
Ramazan’da iftar verene meleklerin duası
Ebu’ş-Şeyh, İbni Hıbban’ın bir rivayetinde Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ramazan ayında kim helal kazancından bir oruçluyu iftar ettirirse, Ramazan’ın bütün gecelerinde melekler ona dua eder ve Kadir Gecesinde Cebrail Aleyhisselâm onunla musafaha eder (tokalaşır). Cebrail Aleyhisselâm kiminle musafaha ederse, onun kalbi incelir ve gözlerinin yaşı çoğalır.”
Ravi der ki:
“Ya Resulallah! Oruçluyu iftar ettirecek bir şeyi yoksa ne yapacak? Bana bildir” dediğimde:
“Bir avuç yiyecek de yeterlidir” buyurdu.
Ben, “Bir lokma ekmek de bulamazsa?” deyince:
“Birazcık su ile karıştırılmış süt ikram eder” buyurdu.
Ben, “Yanında o da yoksa?” deyince:
“Bir içim su” buyurdu. (et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:431)
Ramazan ayı girince meleklerin oruç tutanlara dua ettikleri konusunda Hz. Ali Radiyallâhu Anh şu hadisi rivayet eder:
Ramazan ayı girdiğinde Yüce Allah, Arş’ın taşıyıcısı olan meleklere şu emri verir:
“Haydi kendi tesbihlerinizi bırakın artık, Muhammed ümmeti için istiğfarda bulunun!”
(Râmuzu’l-Ehâdîs, Hadis no: 584)
22
Sahurun feyiz ve bereketi
Ebu Said el-Hudri Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Sahur yemeğinde bereket vardır. Bir yudum su bile içecek olsanız sahura kalkmayı ihmal etmeyiniz. Çünkü sahura kalkana Allah rahmet eder, melekler de bağışlanmaları için dua ederler.” (Müsned, 3:44)
Sahura kalkmak iki türlü berekete vesiledir. Birisi, sahur yemeğini yiyen insanın gündüz oruç sıkıntısını çok daha az çekmesi, oruca dayanıklı olmasıdır. Böylece Cenab-ı Hak onun rızkına, yediklerine bereket, bolluk ihsan eder.
Diğeri de, seher vakti uyanık kalmakla insan, ibadete, duaya ve zikretmeye fırsat bulur. Çünkü sahura kalkamayacak olsa o bereketli saatleri uyku ile geçirecek, dolayısıyla manevî hissesi az olacaktır.
Hadisteki teşvik bu iki noktanın sağlanması açısından önem taşır.
Ayrıca Peygamber Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem iftar yemeğini acele tutarken, sahur yemeğini geciktirirdi. İmsak vaktinin girmesine yakın zamana kadar bekler, o zaman gelince yer içerdi. Çünkü, yemek ne kadar geç yenirse o kadar geç acıkılır, oruca daha hazırlıklı olunur.
Enes’in Radiyallâhu Anh rivayetine göre ise Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem sahur yemeğini yememizi özel olarak tavsiye ederek şöyle buyururlar:
“
Sahur yemeği yiyin, zira sahur yemeğinde bereket vardır.” (Buhari, Savm: 20, Müslim, Sıyâm: 45; Tirmizî, Savm: 17; Nesâi, Savm: 18.)
Oruç ibadeti Hz. Musa ve Hz. İsa’nın şeriatında da vardı. Çünkü oruç semavi dinlerin ortak ibadetidir. Bakara Sûresinde:
“Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki, takvaya erersiniz” buyurulur. (Bakara Sûresi, 183)
Âyette de açıkça ifade edildiği gibi Yahudi ve Hıristiyanlar da ilk zamanlar oruç tutuyorlardı. Fakat namaz ve zekat gibi diğer ibadetleri kendi elleriyle değiştirdikleri gibi, orucun vaktini, tutulma şeklini de değiştirdiler. İlk zamanlarda tuttukları oruçla bizim orucumuz arasında sadece bir fark vardı. O da sahur.
Amr ibni Âs Radiyallâhu Anhın rivayet ettiği bir hadiste Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem bu farkı şöyle bildirir:
“Bizim orucumuzla Ehl-i Kitabın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.”
(Müslim, Sıyâm: 46; Ebu Dâvud, Savm: 15; Tirmizî, Savm: 17; Nesâi, Savm: 27)
23
Orucu rahat tutmanın dört yolu
Deylemî’nin Enes ibni Mâlik Radiyallâhu Anhtan rivayet ettiği bir hadiste Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem orucun rahat yolunu tavsiye ederek şöyle buyururlar:
“Dört şey yapan kişi orucu gayet rahat tutar: İftarı su ile açması, sahuru terk etmemesi, öğle istirahatını terk etmemesi, güzel koku kullanması.” (Râmûzu’l-Ehâdîs, Hadis no: 957)
24
Oruç günaha engeldir
Muaz ibni Cebel Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Bir seferde Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemle beraberdik. Yolda giderken, “Ya Resulallah, bana öyle iyi bir işten haber verin ki, beni Cennete soksun ve Cehennemden uzak tutsun” dedim.
Şöyle cevap verdi:
"Sen büyük bir şey sordun. Böyleyken yine bu dediğin şeyi Allah kime nasip ederse ona kolay gelir.
Allah’a ibadet edip, ona bir şeyi ortak koşma, erkân ve âdâbına uyarak namazı dosdoğru kıl, zekâtı ver, Ramazan orucunu tut; Beytullahı ziyaret et (haccet)."
Bundan sonra da, "Ya Muaz, hayır kapılarını sana göstereyim mi?" buyurdu.
"Evet, ya Resulallah." Dediler ki:
"Oruç bir kalkandır, fenalığa karşı bir siperdir.
Su ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları söndürür.
Gecenin yarısında namaz kılmak salih kulların alametidir." (Tirmizî, İman: 8)
Önceleri savaş kılıçla, kalkanla yapılırdı, ok ve mızrak kullanılırdı. Savaşçının bir elinde kılıç, öbür elinde de kalkanı bulunurdu. Kılıçla hamle yaparken, kalkanıyla da düşmandan gelen darbelere karşı koyardı. Böylece kalkanı yardımıyla hayatını korurdu, yara almaktan kurtulurdu.
İşte manevî tehlikelere, günahlara, kötülüklere karşı duracak en güçlü manevî silah oruçtur. Çünkü iftar saatine kadar oruç kalkanını kullanan, oruç siperinin arkasında duran insan, nefis ve şeytandan gelen günah oklarına karşı hazırlıklı bulunur, kalbini yaralamasına meydan vermez.
Çünkü günah insanın arzu ve isteklerine uymasından dolayı işlenir. Cinsel duygular, açlık ve susuzluk gibi şeylerle kırılınca insan kendisine hakim olur, dolayısıyla günahlardan uzak durur.
Günahlardan uzak durunca da, âhirette onun neticesi olan Cehennem azabından korunmuş olur.
Başka bir hadiste de Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “
Oruç insanı Cehennemden koruyan bir kalkandır. Tıpkı sizi savaşta ölümden koruyan kalkan gibi” buyurmuştur. (Nesâi, Savm: 167)
25
Ramazan sabır ayıdır
Abdullah ibni eş-Şıhhir Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
“Sabır ayı olan Ramazan’ın ve her ayın üç gününün orucu kalpte bulunan bütün kötülükleri giderir.” (Müsned, 5:363)
Hadiste de ifade edildiği gibi Ramazan’ın bir adı da sabır ayıdır. Başka bir hadis-i şerifte “
Oruç sabrın yarısıdır” (Kenzü’l-Ummâl, 8:444) buyurularak oruçta sabrın büyük bir yerinin olduğu bildirilir.
Ramazan’da iyi bir sabır eğitimi yaparız. Bu güzel ahlâkı kendi dünyamızda bizzat yaşarız. Acıktığımız halde ağzımıza yiyecek bir şey almamakla, susuzluktan boğazımız kuruduğu halde bir yudum su dahi içmemekle midemizi sabra alıştırırız.
Diğer taraftan öfkelenecek olsak, nefsimiz bizi gıybet etmeye, yalana, kötü söz söylemeye itse bile, hemen kendimizi tutar, oruçlu olduğumuzu hatırlayarak, böyle çirkin şeyleri işlememe sabrını gösteririz.
Ramazan ayı boyunca yaptığımız bu sabır antrenmanı, geçim şartları bizlerden daha aşağı olanları hatırımıza getirir. Çünkü bir insan ne kadar fakir olursa olsun, kendisinden daha fakirini, daha muhtaç birisini mutlaka bulabilir.
Hiç olmasa da, bugün dünyanın bazı bölgelerinde açlıktan hayatî tehlikeye giren insanları düşünür, böylece sabrını arttırmaya, şükrünü çoğaltmaya çalışır.
İnsanı bazı hatalara sürükleyen, bazı suçları işleten ve başına gelen birçok musibetlerin sebebi, başta gösteremediği sabırdır. Şayet başta sabredip tahammül gösterseydi, o belayı başından savabilecekti. Demek ki, “
Beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün ilâcı oruçtur.”
İşte böyle bir ay boyunca sabrı yaşayan, onunla hayatını manalandırıp renklendiren insan, kalbinde yer etmiş olan kötü duyguların kökünü kazımış, gidermiş, ter temiz, safi bir kalbe sahip çıkmış olur.
Ramazan’dan sonra da her ayın ortasında üç gün nafile oruç tutmayı da devam ettirirse, sabır ilâcını kullanmak suretiyle kendisine çeki düzen vermiş sayılır.
26
Ramazan'da mü'min-münafık ayrılır
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh, Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Bu ayınız sizi Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin yemini ile gölgeledi. Müslümanlar için bu aydan daha hayırlı hiçbir ay geçmemiştir. Münafıklar için de bu aydan daha kötü hiçbir ay geçmemiştir.
Şüphesiz ki, Allah mü’mini bu aya girdirmeden önce sevabını ve nafilelerini yazar, münafıkın da günahını ve şekavetini yazar. Çünkü mü’min, ibadeti (iyi eda edebilmek için) bu ayda yiyecek hazırlar.
Münafık ise bu ayda mü’minlerin gafletlerini ve ayıplarını araştırır. Bu bir fırsattır, mü’min onu değerlendirir.” (et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:432)
27
Oruç nefsi dizginler
Abdullah ibni Ömer Radiyallâhu Anhüma rivayet ediyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem ile birlikte çıkmıştık. Biz gençtik ve evlenme imkânımız yoktu. Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
“Ey gençler! Evlenmeye imkânı olan evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan korur, iffeti muhafaza eder. Evlenmeye imkân bulamayan da oruç tutsun. Çünkü oruç cinsel arzuları kırar, azaltır.” (Neseî, Sıyam: 43)
Orucun insana sağladığı önemli bir faydası nefsin istek ve arzularına set çekmeyi öğretmesidir. Bilhassa gençlik çağında, dinçlik zamanında insan, çelikten bir vücudu olduğunu sanıp, dünyada ebedî kalacakmış gibi ona sarılır. Türlü türlü zevki ve lezzeti tatmaya çalışır. Kendisini şefkatle besleyen, terbiye eden Yaratıcısını unutabilir. Ömrünün sonunu, ebedî hayatını düşünmez hale gelebilir.
Böylece ahlâkî olmayan davranışların içine girip duygularına hâkim olamaz. Akıl ve mantığını dinlemez; iffetini, şerefini koruyamaz hale gelir.
Oruç, insana güçsüzlüğünü, zayıflığını iyice anlatır, ders verir. Böylece nefis, firavunluğunu bırakır, yaratılış istikametinde hareket etmeye çalışır. Ahlâkını, iffetini korur, kendine hâkim olur.
“Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hatta mevhum bir rububiyet ve keyfemayeşa (istediği gibi) hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olduğunu düşünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve ik-tidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise, bütün bütün gasıbane, hırsızcasına nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.”
İşte nefsin huyundan olan, istediği gibi hareket etme arzusunun karşısına ancak oruçla çıkılabilir. Çünkü, oruç, onun bu hareketini sınırlandırdığı gibi, başıboş olmadığını da her an hatırlatır.
Kur’ân-ı Kerimde, “Oruç farz kılındı ki, takvaya eresiniz” şeklinde beyan buyurularak, insanın oruç sayesinde nefsine daha iyi hakim olabileceği ve nefsini daha iyi terbiye edebi-leceği ifade edilir.
Elmalı’nın ifade ettiği gibi, “Oruç şehveti kırar, nefsi mağlup eder, azgınlıktan ve kötülükten korur, dünyanın aşağılık lezzetlerini, makam ve üstün çıkma kavgalarını hakir gördürür, kalbin Allah’a teveccühünü arttırır. Ona melekî bir zevk ü safa bahşeder.”
İnsan oruç vasıtasıyla bir çeşit manevî perhiz yapar, Allah’ın emirlerini dinlemeye alışır. Manevî hayatı da zehirlenmekten kurtulur. Çünkü diğer duygular rahat nefes alırlar, vazifelerine güzel çalışırlar. Mide geçici bir açlık yüzünden ağlarken, diğer ulvî duygular adeta bayram ederler.
İnsanın yaratılışında bulunan iyi duygular, bu şekilde kötü duygulara galip gelir. Nefis de kendisinin asıl mal sahibi olmadığını, aciz bir kul olduğunu idrak eder. Zira oruçlu olan kişi görür ki, Cenab-ı Hakkın izni olmadan en küçük, en basit yiyeceğe elini uzatmaz. Böylece kulluk vazifesini hatırlar, hakiki vazifesi olan şükre gider.
Evet, “Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerritlere (inatçılara) zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor (hissettiriyor). Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder.”
Bu açıdan yüzlerce günahın insanın üzerine geldiği böyle bir zamanda oruç, gençler için en güzel bir çare ve muhkem bir sığınaktır. Arzularına hâkim olmak için en kolay bir yoldur. Bu oruç Ramazan orucu olunca değeri ve önemi daha da artar.
28
Ramazan Cennetin Süslendiği Ay
Oruçlunun Cennet kapısı
Sehl ibni Sa’d Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet Gününde o kapıdan ancak oruç tutmuş olanlar girer, onlarla birlikte o kapıdan başka hiç kimse giremez.
O vakit, ‘Dünyada iken oruç tutmuş olanlar nerededir?’ diye bir ses yükselir. Onlar gelir, Cennete o kapıdan girerler. Oruçluların en son kalanı da girince kapı kapatılır, artık başka hiç kimsenin girmesine müsaade edilmez. O kapıdan kim Cennete girerse ebedi olarak susuzluk çekmez."
(Buhari, Savm: 4, Bed’ü’l-Halk: 9; Müslim, Sıyâm: 166; Tirmizî, Savm: 55)
Bir başka hadiste de her mü’minin işlediği amele ve ibadete göre Cennetin değişik kapılarından çağrılacağı bildirilir:
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Kim ki Allah rızası için (malından iki sığır, iki koyun, iki dirhem) çift sadaka verirse, Cennet kapılarından, ‘Ey Allah’ın (sevgili) kulu (buraya gel)! Bu kapıda büyük hayır ve bereket vardır’ diye çağrılır.
Çok namaz kılan da (Cennetin) namaz kapısından çağrılır.
Mücahitler cihat kapısından çağrılır.
Oruçlular da ‘Reyyan’ kapısından çağrılır.
Sadaka sahipleri de sadaka kapısından davet edilirler."
Ebu Bekir Radiyallâhu Anh:
"Babam, anam sana feda olsun ya Resulallah! Bir mü’minin bu kapıların hepsinden davet olunması müşkül müdür, bir kişi bu kapıların hepsinden davet olunur mu?" diye sordu.
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem cevaben, “Evet, hepsinden davet olunur. Ey Ebu Bekir, umarım ki, sen de o bahtiyarlardan olasın” buyurdu. (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Hadis no: 895.)
İbni Abbas Radiyallâhu Anhüma, Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi Vesellemden şöyle işittiğini rivayet ediyor:
"Şüphesiz ki, Cennet, bir sene boyunca Ramazan ayının girmesi için süslenir.
Ramazan’ın ilk gecesi olunca “Müsire” denilen bir rüzgar, Arş’ın altından eser.
Cennet ağaçlarının yaprağı ve kapılarının halkaları şiddetle sallanır ve bundan dolayı tatlı bir ses işitilir ki, dinleyiciler bundan daha güzelini hiç işitmemişlerdir.
Böylece Cennet hurileri meydana çıkıp Cennetin en yüksek yerinde dururlar ve şöyle seslenirler:
“Evlenmek isteyen yok mu?” Allah onu evlendirir.
Sonra huriler derler ki:
“Ey Cennetin bekçisi! Bu gece nedir?” Bekçi saygıyla cevap verir:
“Bu gece, Ramazan ayının ilk gecesidir. Muhammed’in Sallallâhu Aleyhi Vesellem ümmetinden oruç tutanlar için Cennetin kapıları açıldı.”
Sonra Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdu ki:
Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
“Ey Rıdvan (Cennetin bekçisi)! Cennetlerin kapılarını aç ve ey Malik (Cehennemin bekçisi)! Cehennemin kapılarını Muhammed Sallallâhu Aleyhi Vesellemin ümmetinden oruç tutanlara kapat!
“Ey Cebrail! Yeryüzüne in, şeytanların azgınlarına kelepçe vurup zincirlerle bağla, sonra onları denize at ki, Sevgili Habibim Muhammed’in (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) ümmetinin oruçlarını ifsat etmesinler.”
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem daha sonra şöyle buyurdu:
Allah (Azze ve Celle) Ramazan ayının her gecesinde, bir münâdiye (çağrıcıya) üç defa şöyle nidâ etmesini (seslenmesini) söyler:
“Bir şey isteyen yok mu, isteğini vereyim.
“Hiç tövbe eden yok mu, tövbesini kabul edeyim.
“Mağfiret dileyen yok mu, bağışlayayım.
“Kim fakire değil, zengine; zalime değil, vefakâra borç verecek?”
Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem devamla şöyle buyurdu:
Ramazan ayının her gününde iftar anında Allah (Azze ve Celle) hepsi de Cehennemi hak etmiş olan bir milyon kişiyi Cehennemden kurtarır. Ramazan ayının son günü olunca Allah Teâlâ ayın başından sonuna kadar Cehennemden kurtardığı kimselerin toplamı kadarını daha kurtarır.
Kadir Gecesi olunca Allah (Azze ve Celle) Cebrail’e (Aleyhisselâm) emreder. Cebrail Aleyhisselâm meleklerle beraber yanlarında yeşil bir sancakla yeryüzüne inerler. Sancağı Kâbe’nin üzerine dikerler. Bu sancağın yüz kanadı vardır. Bunlardan ikisi bu gecenin dışında açılmaz.
Cebrail Aleyhisselâm o iki kanadı bu gece açar ki, bunlar doğudan batıya ulaşır. Cebrail Aleyhisselâm bu gece melekleri teşvik eder. Onlar da her ayakta durana, oturana, namaz kılana ve zikredene selâm verirler ve onlarla musafaha ederler, tokalaşırlar. Yaptıkları dualara “Âmin” derler.
Bu iş, tan yeri ağarıncaya kadar devam eder. Tan yeri ağarınca Cebrail Aleyhissalâm:
“Ey melekler topluluğu! Gitmeye hazırlanınız” der.
Melekler:
“Ya Cebrail, Allah Teâlâ Muhammed’in (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) ümmetinden olan mü’minlerin ihtiyaçlarını ne yaptı?” derler.
Cebrail Aleyhisselâm şöyle cevap verir:
“Allah Teâlâ, bu gece onlara rahmet nazarıyla baktı ve onları affedip bağışladı. Ancak dört grup hariç.”
Râvi der ki:
“Ya Resulallah! Onlar kim?” dediğimizde, buyurdu ki:
“İçki içmeye devam eden, anababasına âsi olan, akrabalık bağlarını gözetmeyen ve müşahin.”
“Ya Resulullah! ‘Müşahin’ nedir?” dedik:
“İnsanlar arasındaki dostluk bağlarını kesen, fitne ve fesat çıkartan kimsedir” buyurdu.
Bayram gecesi olunca, bu geceye mükâfat gecesi ismi verilir. Bayram sabahı olunca Allah (Azze ve Celle) melekleri her memlekete gönderir. Yeryüzüne inerler, sokak başlarını tutup insanların ve cinlerin dışındaki bütün yaratıklara işittirecek bir sesle bağırıp:
“Ey Muhammed ümmeti! Çok ihsan eden ve büyük günahlarınızı bağışlayan Rabbinizin huzuruna çıkınız” derler.
Onlar namazgâhlarına çıkınca Allah (Azze ve Celle) meleklere:
“İşini yapan işçinin mükâfatı nedir?” diye sorar.
Melekler:
“Ey yüce Allah’ımız ve Mevlâmız! Onun mükâfatı ve ücretini tam olarak vermendir” derler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
“Ey meleklerim! Sizi şahit tutuyorum ki, Ben onlara Ramazan ayındaki oruçlarının ve namazlarının sevabı olarak rızamı ve mağfiretimi verdim” dedi ve sonra şöyle buyurdu:
“Ey kullarım! Benden isteyiniz. İzzetim ve Celalim hakkı için bugün Benden âhiretiniz için biriktirmek üzere ne isterseniz mutlaka veririm. Dünyanız için istediğiniz şeyde de size bakarım.
“İzzetim hakkı için siz Benim rızamı gözettiğiniz müddetçe, Ben de sizin hatalarınızı örterim.
“İzzetim ve Celalim hakkı için hak sahipleri ve idareciler önünde sizi rezil ve rüsvay etmem.
“Siz Beni razı ettiniz, Ben de sizden razı olduğum halde bağışlanmış olarak dönünüz.”
Bu sebeple melekler sevinir ve Ramazan sonunda iftar ettiklerinde Allah’ın (Azze ve Celle) bu ümmete vereceği mükâfatı müjdelerler. (et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:439)
Ramazan'ın Cennet Sevabı
Ebû Said el-Hudri Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ramazan’ın ilk gecesi olunca, semânın kapıları açılır, Ramazan’ın son gecesi oluncaya kadar hiçbir kapısı kapanmaz.
“Ramazan ayı içerisinde bir gecede, herhangi bir kul namaz kılarsa, şüphesiz ki, Allah onun her secdesine bin beş yüz sevap yazar ve onun için Cennette kırmızı yakuttan bir köşk yapar. Bu köşkün altmış bin kapısı vardır. Her kapısında kırmızı yakutla süslenmiş altından bir köşk vardır.
“Ramazan’ın ilk orucunu tutunca, o güne kadar olan geçmiş günahları bağışlanır ve her gün sabah namazından akşama kadar yetmiş bin melek ona istiğfar ederler.
“Ramazan ayı içerisinde gece veya gündüz yapmış olduğu her secde için ona, gölgesinde atlı bir yolcunun beş yüz sene gidebileceği büyüklükte bir ağaç verilir.” (et-Tergîb ve’t-Terhîb 2:429)
29
Oruçluya hesap sorulmaz
Ebu Melike Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Şu üç kişi rızıklarını helalinden temin ettikleri zaman âhirette hesaba çekilmez. Oruç tutan, sahura kalkan, Allah yolunda cihat eden.”
(Kenzü’l-Ummal, 3:328)
30
Yardımlaşma ayı Ramazan
Enes ibni Mâlik Radiyallâhu Anh rivayet ediyor:
Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Veselleme “Hangi oruç daha faziletlidir?” diye soruldu.
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Ramazan’a hürmeten Şaban ayında tutulan oruç” diye cevap verdiler. Yine soruldu:
“En faziletli sadaka ne zaman verilendir?”
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Ramazan ayı içinde verilen sadakadır” buyurdu. (Beyhakî, 4:305)
Ramazan bir yardımlaşma ayıdır. Bu ayda kalpler yumuşar, gönüller genişler, cömertlik hisleri canlanır. Varlıklı olanlar fakirlerin halini, ihtiyaçlarını, kendileri de aç kalınca daha iyi anlarlar. Oruç olmasaydı sadece kendi menfaatini düşünen bazı zenginler açlık ve fakirlik sıkıntısını bilmez, dolayısıyla ihtiyaç sahibi kimselerin yardıma ve şefkate muhtaç olduklarını akıllarına getiremezlerdi.
Böylece insan kendi cinsine karşı şefkatli davranmakla hakikî mânâda bir şükür kapısını açmış olur. “
Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakirini bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir.”
Eğer oruç vasıtasıyla nefsine açlık acısını çektirme mecburiyeti olmasaydı, insan şefkat ederek yapmakla vazifeli olduğu yardımı yapamazdı. Çünkü açlık sıkıntısını bilmeyen insan başkasının derdini nasıl bilecek, nasıl yardımına koşacaktır? Atalarımız bile “Tatmayan bilmez” demişlerdir.
Bu açıdan Ramazan, fakir fukaranın gözetildiği, yoksulların yardımına koşulduğu, yalnız ve kimsesiz insanların elinden tutulduğu bir mevsimdir. Oruçlu mü’minler bu ayda yardım etme, infakta bulunma, hayır hasenat yapma, insanlar hangi şeye ve neye ihtiyaç duyuyorlarsa o konuda destekte bulunmada bir yarış içine girerler.
Hayır yaparken, sadaka ve infakta bulunurken, bu işi yapanlar bundan çok büyük bir haz duyarlar ve ferah dolu bir zevk alırlar.
Râşid ibni Sa’d Radiyallâhu Anhın rivayet ettiği bir hadiste Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem infakta bulunanları şöyle tarif ediyor:
“Ramazan ayında bol bol infakta bulunun. Çünkü o ayda infakta bulunmak, Allah yolunda infakta bulunmak gibidir.”
(Kenzü’l-Ummâl, 8:464)
31
Oruç bedenin zekâtıdır
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh rivayet ediyor:
Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur."
(İbni Mâce, Sıyam: 44)
Zekât sadece maldan verilmez. Allah’ın ihsan ettiği her nimetin kendine göre bir zekâtı vardır. İlmin zekâtı bildiğini başkalarına öğretmek, ömrün zekâtı namaz kılmak, malın zekâtı hakkını vermek, bedenin zekâtı da oruç tutmaktır.
Oruç tutan insan, vücudunun da, sahip olduğu nimetlerin de kendi malı olmadığını, istediği zaman yiyip içemeyeceğini anlar. Oruçla onların kendisinde emanet bulunduğunu, hakiki mal sahibinin kim olduğunu idrak eder. Onun emri ol-madan yiyemez, içemez.
Böylece, gerçek nimet sahibi olan Mün’im-i Hakikiye, Hakiki Nimet Veren Rabbine teşekkür eder. Nimetlerin doğrudan doğruya Ondan geldiğini bilir. Vücut nimetine karşı teşekkürünü, onun zekâtı olan oruçla yapmaya çalışır.
Zaten zekât bir çeşit şükürdür. Oruç ise, “halis, hakiki, büyük ve umumi bir şükrün anahtarı” hükmündedir. Oruç sayesinde mü’min, gözle görülür şekilde kendisine verilen nimetlerin kıymetini düşünme fırsatı bulur.
Zekâtın bir manası da temizliktir. Maldan verilen zekât onun temizlenmesine, çoğalmasına, bereketlenmesine sebep olduğu gibi, oruç da bedenin maddî ve manevî temizlenmesine, sağlık ve bereketin artmasına sebeptir.
Zekât veren insan malını kir ve günah pisliklerinden temizlediği gibi, oruç tutan da vücudunu günahlardan öyle temizlemiş sayılır. Ter temiz bir vücut ve ruha sahip olur.
32
Kur'ân ayı Ramazan
Abdullah ibni Abbas Radiyallâhu Anhümâ rivayet ediyor:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, hayır, iyilik, yardım yapma hususunda insanların en cömerdiydi. Ramazan ayında da Cebrail Aleyhisselâmla buluştuğu zaman çok daha cömert davranırdı.
Cebrail her Ramazan gecesi Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle bir araya gelir, tâ ayın sonuna kadar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem ona Kur’ân’ı okur, dinletirdi.
Cebrâil’le buluştuğu günlerde Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem hayır-hasenat hususunda esen rüzgârdan daha cömert olurdu.” (Beyhakî, 4:305)
Ramazan Kur’ân ayıdır. Kur’ân’ın indiği mevsimdir. Ramazan, kudsiyetini Kur’ân’dan alır. “Ramazan ayı ki, onda Kur’ân indirildi” (Bakara Sûresi, 185) mealindeki âyet bu gerçeği ifade eder.
Ramazan, Allah kelâmının yeryüzüne inmeye başlamasının yıldönümüdür. Diğer vakitlere nazaran bu ayda Kur’ân’la daha çok meşgul olunur. Okunur, dinlenir, mânâsı tefekkür edilir. Kâinata, hâdiselere onun açtığı nurlu pencereden bakılır.
Her zaman Kur’ân’la iç içe olan Sevgili Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin bu ayda Kur’ân’la meşguliyeti daha da artardı. Hayatta bulunduğu süre içinde Ramazan girdiğinde vahiy meleği Cebrail, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin huzuruna gelir. Birlikte Kur’ân’ı okurlar, mütalâa ederlerdi.
Bizler de bu mübarek hâli düşünerek Kur’ân’la meşgul olursak mânevî payımız o derece artacaktır.
Okurken, sanki Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle birlikte okuyormuş gibi hayâlen o ânı yaşamak; sanki Kur’ân yeni inmiş de ilk defa biz okuyormuşuz gibi bir düşünceye dalmaktır.
Dinlerken de sanki Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem okuyor da ondan dinliyor, sanki Cebrail Aleyhisselâmdan işitiyor, hattâ Cenâb-ı Haktan duyuyor gibi bir huşû içinde bulunmak, bu hisseyi artıran duygulardır.
Her Ramazan’da cami ve mescitlerde ve evlerde mukabele okunur. Böylece Peygamber Efendimizle Hz. Cebrail’in okuyuş şekilleri taklit edilir ki, kudsî bir hava yaşanır.
Ramazan’da yapılan ibadetlerin sevabı bire bindir. Başka vakitler okunan her Kur’ân harfine bir sevap verilirken, bu ayda sevaplar binleri, on binleri bulur. Kadir Gecesinde otuz bini geçer.
33
İftarı acele etmeli
Sehl ibni Sa’d Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:
“İnsanlar iftarda acele ettikleri sürece hayır üzere devam ederler.”
(Buhari, Savm: 45; Müslim, Sıyam: 48; Muvatta, Sıyâm: 6; Tirmizî, Savm: 13.)
İmam Mâlik, Abdulkerim ibni Ebi’l-Muharik’in şöyle söylediğini işitmiştir:
“Peygamberlik amellerinden biri de iftarda acele edilmesi, sahurun da geciktirilmesidir.”
(Muvatta, Kasru’s-Salât: 46.)
Vakit girince Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem iftarını hiç geciktirmez, hemen orucunu açardı.
“
Kullarımın içinde en çok sevdiklerim iftarlarını çabuk yapanlardır” kudsî hadisini hatırlatırdı.
Bir hadiste de, “
Ezanı işittiğiniz zaman bir elinizde su dolu bardak bulunsa, içip orucunuzu açmadan yere koymayın” buyurmuşlardır.
Bu ifadeler, Ramazan’da akşam ezanı okunur okunmaz iftar yapılmasını, orucun açılmasını tavsiye etmektedir.
34
Peygamberimizin İtikâfı
Hz. Âişe Radiyallâhu Anhâ anlatıyor:
“Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem Ramazan’ın son on gününde itikâf ederdi. Bunu vefat edinceye kadar böylece devam ettirdi.”
(Buhari, İtikâf: 1; Müslim, İtikâf: 2)
“Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Ramazan ayının son on günü girince elini eteğini toplar, geceyi ihya eder ve ev halkını uyandırırdı.”
(Buhari, Kadr: 5)
Hz. Âişe Radiyallâhu Anhâ rivayet ediyor:
“Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Rama-zan’ın son on gününde vefatına kadar îtikâfa girdi. Vefatından sonra da hanımları îtikâfa devam ettiler.” (Buhari, Îtikâf: 1)
Îtikâf, kelime anlamıyla bir yerde beklemek ve durmak demektir. İyi olsun, kötü olsun, nefsi bir şeye bağlamak manasına gelir.
Dinî anlamıyla da, bir Müslümanın dışarıyla ilgisini keserek bir mescitte ibadet niyetiyle bir süre durmasıdır.
Bakara Suresinin 187. âyetinde de, “Mescitlerde îtikâfta iken hanımlarınıza yaklaşmayın” buyurulur ki, îtikâf hem Kur’ân’da, hem de sünnette var olan bir ibadettir.
Îtikâf, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin de fiili bir sünnetidir. Her sene Ramazan’ın son on gününde kendisi bu ibadeti yaptığı gibi, vefatından sonra da mübarek hanımları devam ettirmişlerdir.
İbni Mâce’nin rivayet ettiği bir hadise göre, İbni Ömer Radiyallâhu Anhümâ der ki:
“Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem îtikâfa girmek istediği zaman, yatağı veya üzerinde yattığı somyası Mescid’in içindeki Tövbe (Ebû Lübâbe) Sütununun önünde veya arkasına konurdu.” (İbni Mâce, Sıyam: 61)
Îtikâf, kifaye bir sünnettir. Bir beldede bir kişi bu sünneti işlerse, diğer Müslümanlar sorumluluktan kurtulurlar. Bunun için Ramazan’ın son on gününde bazı camilerimizde bu sünneti işleyen Müslümanlar olduğu gibi, Mekke ve Medine’de daha yoğun bir şekilde îtikâf sünneti işlenir.
On gün boyunca ibadet, zikir, Kur’ân, istiğfar, salavat, dua ve namazla meşgul olan bir insan nefis terbiyesine çalışır. Kadir Gecesine de hazırlıklı olur.
35
Oruçlu Cehennemden uzaktır
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah rızası için bir gün oruç tutarsa, Allah o bir güne karşılık o insanın yüzünü Cehennemden yetmiş yıl uzak tutar.” (Nesâi, Sıyam: 44)
Ramazan Cehennemden kurtuluştur
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhtan, Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğu rivayet edildi:
"Ramazan ayının ilk gecesi olunca Allah yarattıklarına rahmet nazarıyla bakar. Hangi kula Allah rahmet nazarıyla bakarsa, ona ebedî olarak azap etmez.
Ramazan’ın her gününde Cehenneme gitmeyi hak eden bir milyon kişiyi Allah Cehennemden kurtarır.
Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi olunca melekler dalgalanır ve Cebbar olan Allah Teâlâ hiçbir kimse-nin anlatamayacağı şekilde nuru ile tecelli eder ve ertesi gün bayram yapacak olan meleklere şöyle seslenir:
“Ey melekler topluluğu! İşini tam yapan işçinin ücreti nedir?”
Melekler:
“Ücreti tam verilir” derler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
“Sizi şahit tutuyorum ki, onların hepsini bağışladım” buyurur. (et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:434)
Oruçlu ile Cehennem arasındaki hendek
Ebu’d-Derda Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah rızası için bir gün oruç tutarsa, Kıyamet Günü Cenab-ı Hak, onunla Cehennem arasında yerle gök arası genişliğinde bir hendek yaratır.”
(Tirmizî, Cihâd: 3; et-Tergib ve’t-Terhib, 2:86)
36
Ramazan fırsatını kaçıranlar
Ebu Hureyre Radiyallâhu Anh rivayet ediyor:
Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem bir gün minbere çıkmışlardı. Bir ara üç kere “Âmin” dediler.
Minberden indikten sonra Ashab-ı Kiram sordu:
“O anda ne ile meşguldünüz, ya Resulallah?”
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şu açıklamada bulundu:
“O anda Cebrail geldi, şöyle dedi:
“‘Bir kul Ramazan’a erişir de affolunmadan çıkarsa, burnu yerde sürünsün.’
“Ben de ‘Âmin’ dedim.
“Sonra tekrar dedi ki:
“‘Bir kulun yanında senin ismin söylenir de, sana salavat getirmezse, burnu yere sürünsün’ dedi.
“Ben de ‘Âmin’ dedim.
“Daha sonra da şöyle dedi:
“‘Bir kul anne-babası veya ikisinden birisi yanında bulunur da, rızalarını kazanmayıp Cennete giremezse, onun da burnu yere sürünsün’ dedi.
“Ben de ‘Âmin’ dedim.” (Beyhaki, 4:304; et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:426.)
Ramazan, orucuyla, namazıyla, sadaka ve zikirleriyle, Kur’ân’ı ve hayır-hasenatıyla önümüze açılan birer fırsatlar zinciridir. Manevî alışveriş için açılmış bir âhiret çarşısıdır. Mü’mini Rabbine yaklaştıran vesileler bütünüdür. Kulu Cennete taşıyan peş peşe dizilmiş yüzlerce yükseliş ve yüceliş imkânlarıdır.
Kul olarak, insan olarak, şeytan ve nefsin elinde ıstırap çeken, çeşitli şekillerde günah ve isyan girdaplarına sürüklenen herkesin kendini arındırma, temizleme, temize çıkarma, aklandırma ve paklandırma yollarıdır.
Akıl ve irade bu nimetlerden istifade etmeyi gerektirir. Ele geçen imkanı değerlendirmeyi icap ettirir. Yoksa göz göre göre bunları elinin tersiyle itemez. Çünkü her zaman insan aynı halde ve durumda bulunamaz. Aynı atmosferi ve ortamı yakalayamaz. Bazı kereler zamanı elvermez, bazen sağlığı müsaade etmez, bazen de ruh hali ve psikolojisi imkân tanımaz.
Bu açıdan Ramazan’ın bereketinden, vakit ve fırsat buldukça istifade etmek lazımdır. Gaflet ve aymazlık içinde geçince dünyada zarar ve ziyana uğrar, âhirette de rahmet ve gufrandan mahrum kalır, kendi eliyle kendi kuyusunu kazmış ve içine yuvarlanmış olur.
Böylece hem Allah’ın rahmetini kaybeder, hem Peygamberimizin yakınlık ve şefaatini yitirir, hem de meleklerin duasından ve istiğfarından uzak kalır.
Bunun için elden geldikçe kendimizi Allah’a, Resulüne ve meleklerine sevdirmek gerekiyor.
37
Oruç fitneye karşı keffarettir
Huzeyfe Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“İnsanı, ailesi, malı, kendi nefsi, çocukları ve komşusu yüzünden maruz kaldığı fitneye karşı, oruç, namaz, sadaka (iyiliği tavsiye edip, kötülük-lerden sakındırmak) gibi ibadetler korur, keffaret olur.” (Buhari, Savm: 3; Müslim, Fiten: 26)
38
Ramazan'ın değerini bilenler
Ebu Mes’ud el-Gıffari Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemden işittim.
Ramazan’ı tebrik ettikten sonra buyurdular ki:
“Eğer ümmetim Ramazan ayının kıymetini, şerefini ve önemini hakkıyla bilmiş olsaydı, bütün bir yılın Ramazan olmasını temenni ederdi.” (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:102)
39
Sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kılan Kadir Gecesi'ni ihya etmiş gibi olur mu?
Konuyla ilgili bir hadis rivayeti şöyledir:
“Akşam ve sabah namazlarını Ramazan ayı boyunca cemaatle kılan kimse, Kadir Gecesi'ni ihya etmiş olur.” (Beyhaki, Şuabu’l-iman, 3/340)
Bu hadisin sıhhati konusunda bir açıklama bulamadık. Ancak hadisin senedinde geçen Yahya b. Ukbe’nin güvenilir olmadığını gösteren bilgiler vardır. (bk. Zehebi, Mizanu’l-itidal, 4/397)
Bu nedenle ilgili rivayet çok zayıf olduğu söylenebilir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- İbadetlere vadedilen netice ve sevaplara kavuşmanın şartları ...