Hz. Musa konusunda en çok merak edilenler

1 Hz Musa'nın, dilindeki bağın çözülmesi için yaptığı dua kabul oldu mu?

Aşağıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Musa (as)’ın bütün istekleri yerine getirilmiştir.

“Musa dedi ki: 'Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin düğümünü çöz.  Ki, sözümü iyi anlasınlar. Bana ailemden birini de vezir (yardımcı) ver. Kardeşim Hârûn’u. Onunla arkamı kuvvetlendir, onu işime ortak kıl.  Böylece seni bol bol tesbih edelim. Ve seni çokça analım. Şüphesiz sen bizi çok iyi görmektesin.' Allah buyurdu: 'Ey Musa! Dilediğin şeyler sana verildi.'(Tâhâ, 20/25-36).

Son cümlede yer alan “Ey Musa! Dilediğin şeyler sana verildi.” mealindeki ifadeden bu isteklerin tamamının verildiğini anlamak mümkündür.(bk. İbn Aşur, İlgili ayetin tefsiri).

(Firavun dedi:) Yahut ben, meramını ifâde etmekten âciz olan şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?” (Zuhrüf, 43/52)

mealindeki ayette işaret edilen husus, Hz. Musa (as)’ın iyileşmeden önceki halini anlatmaktadır. (bk. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri) Buna göre Firavun şöyle demek istiyordu: “Sen daha bir süre öncesine kadar doğru dürüst konuşmayı bilmezken, şimdi kalkıp bana karşı mı nutuk çekiyorsun?”

Konunun diğer bir boyutu da bunun Firavun tarafından yapılan bir iftira olduğudur. Hain Firavun, Hz. Musa (as)’ın değerini düşürmek için, böyle bir iftirada bulunarak, dilinin hala peltek olduğunun insanlar arasında yayılmasını istiyordu. Musa (as)’ın çocukluğu zamanında mübarek dilinde bir çeşit pelteklik vardı ve bu halk tarafından da biliniyordu. Fakat yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere bilahare Hz. Musa (as)’ın  “Dilimin düğümünü çöz” diye gerçekleşen duasını Allah kabul buyurarak o arıza kendisinden yok olmuştu. (Ö. Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri, 7/3288)

O devirde mesaj ilan etme yöntemi, burada bildirildiği üzere dellal çağırtmaktı. Çünkü şu ayetler de buna işaret etmektedir:

"Firavun halkına duyuru yapıp dedi ki: 'Ey benim halkım! Mısır’ın yönetimi benim elimde değil mi? Ayaklarımın altından akan şu nehirler, kanallar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yoksa ben, şu aşağılık, meramını bile neredeyse anlatamayan adamdan daha üstün değil miyim? Eğer o dediği gibi ise, üstüne gökten altın bilezikler atılmalı yahut beraberinde melaikeler gelmeli değil miydi?' ” (Zuhruf, 43/51-53)

Bu dellallar şehir, köy ve kasabalarda konuyu halka duyururlardı. Hz. Mûsâ (as)’da risaletten sonra kekemelik yoktu. Zira Taha, 27-36 âyetlerinde nakledilen “Dilimdeki tutukluğu çöz” duası, elbette kabul edilmişti. Firavun’un böyle demesi, ilahî mesajı anlamama konusundaki inadından ileri geliyordu. Kasden önemsemiyor veya önemsemez görünüyordu. O dönemde, bir elçi gönderen hükümdar, önce onu, üzerinde ve çevresinde bütün ihtişam ve zenginliğini ispatlayacak eşyalarla donatırdı. Firavun, Mûsâ (as)’da bundan bir eser göremeyince, onun sadeliğini, elçi olmayışının delili saymak istemişti.

Râzı’ye göre ise, Firavun onun iyileştiğini bilmeden konuşmuş olabileceği gibi, kendisini haklı çıkaracak delilleri getirmekten âciz olduğunu söylemek istemiş olabilir. (Râzî, ilgili ayetin tefsiri)

2 Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen kutsal "Tuva Vadisi" nerededir? Hz. Musa'ya ilk vahiy neden bu vadide gelmiştir?

Kur'an'da iki yerde geçen (Tâhâ, 20/12; Naziat, 79/16) Mukaddes Vadi Tuva, Şam çölünde Tur-i Sina dağının eteğinde bir vadidir Tuva Vadisi.

Tuva, bu vadinin ismi ve onun açıklamasıdır. Önce temiz ve mübarek demek olan "mukaddes" sıfatıyla nitelenmesi, ilâhî feyiz ve bereketin önce temiz kalplere geleceğine ve dolayısıyla her şeyden önce temizliğin gerekli olduğuna dikkat çekmektir.

Nitekim Tâhâ Sûresi'nde

"Haydi papuçlarını çıkar. Çünkü sen mukaddes Tuvâ Vadisi'ndesin."(Tâhâ, 20/12)

buyrulmuştu.

Bazı alimler bu kelimeyi "iki kez" mânâsına alarak "iki kat mukaddes kılınmış vadi" demek olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda "iki defa takdis" mânâsında "mef'ulü mutlak" demek olup, aynı hatırlatmayı te'kit (vurgu) ile yapmış olur. (bk. Elmalılı, Naziat 16. ayetin tesfiri)

Hz. Musa (as)'dan niçin pabuçlarını çıkarmasının istendiği açıklanır­ken bazı müfessirler pabuçların yapıldığı malzeme üzerinde durmuşlarsa da daha çok ayaklarının o kutsal mekâna doğrudan temas etmesinin ve bereketinden nasiplenmesinin istendiği yorumu tercih edilmiştir. (bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri)

Ayrıca buna ilave olarak, ilâhî vahye muhatap olacak olan Hz. Musa (as)'nın kendisini ruhen buna hazırla­masının amaçlandığı, dolayısıyla kendisine çeki düzen vermesi ve daha özel bir saygı göstermesi için uyarıldığı söylenebilir. İbn Atıyye de buna yakın bir yorum yapmaktadır. (bk, Taberî, İbn Atıyye, ilgili ayetin tefsiri)

Diğer taraftan, ilâhi vahiy Tûvâ vadisinde surete yönelip tecelli edince, vahye refakat eden sayısı belirsiz melekler bu vadiyi doldurmuş bulunuyordu. Özellikle ilâhî buyruğu yerine getirmekle görevli olup işleri yöneten "Müdebbirat" adlı melekler, vadiyi bereketlendirmiş bulunuyorlardı. O hâlde kutsallığa, feyiz ve berekete nail olan vadi topraklarında, ilâhî vahyin tecellisi karşı­sında ayakkabıları çıkarmak edeptendi. Tâki beden toprakla temas kurup, oradaki ilâhî feyiz ve akımı kalbe ve kafaya iletme imkânına daha çok eriş­sin.

Bu kutsal vadide peygamberlik görevi Hz. Musa (as)'ya verildi. Bütün vücudu gelen sese kulak oldu. Dikkati tek noktada toplandı. Gelen ses kulaktan kalbe intikal edip ruhu sardı. O nedenledir ki, kutsal Kabe'de yalınayak bir vaziyette tavaf yapılır.

Olayın Seyri ve Nedeni

Musa Peygamber'in soğuk bir mevsimde ehlini alıp Medyen'den yola çıkması, hem sebepsiz hem de rastgele değildir. Aldığı ilham üzerine Medyen'i terkedip Mısır'a İsrailoğullarına gitmesi gerekiyordu.

Hz. Musa (as), daha önce Mısır'da yanlışlıkla bir adam öldürmesi ve ortalığın onun aley­hine iyice karışması sebebiyle, yine kalbine doğan ilham üzerine Mısır'ı terkedip Medyen'e gitmiş ve orada Şuayb Peygamber'in kızıyla evlenmişti. On yıla yakın Medyen'de kalıp Şuayb Peygamber'in rahle-i tedrisinde de iyice yetiştikten sonra, onu bekleyen daha önemli ve büyük hizmetler bu­lunuyordu.

Her şeyden önce azıp sapıtan, İsrailoğullarına ikinci, hattâ üçüncü sınıf vatandaş muamelesini reva gören, bu da yetmiyormuş gibi, kendini ilâhlaştıran Firavun'u doğru yola davet etmek ve özellikle İsrailoğul­larını o zulüm ve işkenceden kurtarmak gerekiyordu.

İşte Hz. Musa Peygam­ber'in ailesiyle birlikte Medyen'den çıkmasının ve bu arada Tûvâ vadisin­den geçerken ilâhî hitaba mazhar olmasının sebep ve hikmetlerinden biri de budur. (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Taha 16. ayetin tafsiri)

3 Hz. Musa'nın mucizeleri nelerdir?

Hz. MUSA (as)’IN MU’CİZELERİ

Hz. Musa (as)’ın bilinen, en meşhur dokuz mu’cizesi vardır. (İsra, 17/101) Bunlar:

1. Elindeki asanın ejder olması.
2. Elinin bembeyaz kesilip nur gibi parlaması (Yed-i beyzâ).
3. Çekirge afeti mu’cizesi.
4. Bit afeti mucizesi.
5. Kurbağa sürülerinin Mısır’ı istila etmesi.
6. Suların kana inkılab etmesi.
7. Tîh sahrasında, Hz. Musa (as)’ın asasını taşa vurmasıyla on iki çeşmenin fışkırması.
8. Kızıldeniz’in yarılmasıyla İsrailoğullarının denizi geçmesi.
9. Tûr dağının yerinden koparılarak İsrailoğullarının üzerine kaldırılışı. (Bilmen, IV/1323-24; Çantay, II/530, not:93)

Hz. Musa (as)'ın mu’cizeleri elbette bunlara münhasır değildir. Daha başka mu’cizeleri de vardır. Fakat bu mu’cizeleri meşhur olmuştur.

Konuyla ilgili şu ayetlere ve tefsirlerine bakılabilir:

Araf 7/104-126; Yunus 10/83; Taha 20/47-76; Şuara 26/16-51; Kasas 28/36-37; Duhan 44/17-21; Bakara 2/49; İbrâhîm 14/6; Araf 7/127; Gafir 40/23-25; Zuhruf 43/51-54; Bakara 2/50; Araf 7/136; Enfal 8/54; Yunus 10/90, 92; İsra 17/103; Tâhâ 20/77-78; Şuara 26/52, 53, 60-66; Kasas 28/40; Duhan 44/23; Zariyat 51/40; Bakara 2/63, 93; Nisa 4/154; Araf 7/171.

4 Hz. Musa 'nın daha önce birini öldürdükten sonra “Ben peygamberim” diyerek geri dönmesi, o günün şartlarında inanılabilir bir şey miydi?

Önce şunu diyebiliriz ki, Hz. Musa (as)’ın -yanlışlıkla- adam öldürme olayını çok az kimse biliyordu. Çünkü, o günkü iletişim şartlarını düşündüğümüzde, bu tür olaylarla yakın ilgisi olanlar, bir de yetkililer dışında pek fazla kimselerin duyması söz konu olamaz.

“Derken, şehrin öte başından bir adam koşarak geldi ve dedi ki: “Ne yapıyorsun Mûsa? Yetkililer idam istemi ile senin hakkında karar vermek üzere toplantı halindeler. Beni dinlersen derhal şehri terk et! Ben, hakikaten senin iyiliğini isteyen biriyim!” (Kasas, 28/20)

mealindeki ayetin ifadesinden de bunu anlamak mümkündür.

Hz. Musa (as), soydaşı bir Yahudî yüzünden olaya karışmış ve Kıptî adama yumruk atarken kazara öldürmüştü. Hz. Musa (as), Yahudîlere gönderilmiş bir peygamber olduğuna göre, kendilerini savunma adına -kazara- adam öldürmesini fazla abartmadıkları anlaşılmaktadır. Çünkü, insanlar genellikle kendi lehlerine olan olayları -çirkin de olsa- öyle kötü görmezler. “Bizim takımımızdandır” der taraftar olurlar. Meşhur “Rıza / hoş görü gözü kördür, kusurları görmez.” manasındaki şiirde bu gerçeğe işaret edilmiştir.

Yahudilerin, kendilerini Firavun ve taraftarlarının zulmünden kurtarmaya gelen Hz. Musa (as)’ın bir değil, bin kusurunu görmezlikten gelmeleri, normal ve insanların doğasına uygun bir davranıştır.

Özellikle Hz. Musa (as)’ın elinde ortaya çıkan “Asa ile beyaz eli/yed-i beyzası”, geçmişin bütün kusurlarını örtecek kadar parlak birer mucizedir.

Şu var ki, değişik sebeplerden ötürü inkârcılığı menfaatlerine daha uygun görenler, bu tür mucizelere “sihir” kılıfını uydurup halkı aldatmaktan çekinmemişlerdir. Nitekim, bizzat sahnede insanları büyüleyen sihir üstatları Asa-yı Musa’nın bir mucize olduğunu kabul etmelerine rağmen (A'râf, 7/115-122), Firavun ve taraftarları da aynı teraneye baş vurmuş ve bunun bir sihir olduğunu iddia etmişlerdir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. Musa 'nın hayatı hakkında bilgi verir misiniz?

5 Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa'dan çok bahsedilmesinin hikmeti nedir? Hz. Musa'nın Medyen'de karşılaştığı kızların babası Hz. Şuayb mıdır?

1. Musa ismi dinler tarihi kitaplarında geniş yer tutar. Semavi (ilâhi) dört bü­yük kitaptan biri olan Tevrat Hz. Musa (as)'a verilmiş, İsa (as)'a kadar gönderilen Davud (as) dı­şındaki bütün peygamberler, onun dinini yayma ve tatbikle görevlendirilmişlerdir.

Hz. Musa (as)'ın, Kur'an-ı Kerim'in otuz dört suresinde, yüz otuz altı yerde adı geçer. Kur'an'da adı en çok geçen peygamberlerden ikinci sırayı alan Hz. İbrahim (as)'in ismi, bu sayının ancak yansına yaklaşır. Bir başka ifadeyle, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa (as)ve kavmine ayrılan yer bir kaç cüz tutar.

Hz. Musa (as)'ın hayatında ve peygamberlik döneminde işaret taşı sayılabilecek olaylar özetle şöyledir: Doğumu ve suya bırakılması, Mısır'dan ayrılması, Medyen yöresinde geçen yıllar, Mısır'a dönüş, sihirbazlarla yapılan karşılaşma, Firavun ve ordusunun mahvı...

Musa (as)'ın Firavun ile olan mücadelesi bir iman ve küfür mücadelesi olduğu için Kur'an-ı Kerim de çok zikredilmiştir.

2. Musa (as)'ın Medyen şehrinde karşılaştığı kızların babasının Hz. Şuayb (as) olduğu tarih kitaplarında geçmektedir. Taberî-Tarih Sâlebî-Arais, İbn Esîr-Kâmil gibi eserlerde geçmektedir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kur'an-i Kerim'de Musa Aleyhisselamın çokça zikredilmesinin, Yahudilere daha sert ifadelerin geçmesinin hikmetleri nelerdir?..

6 Hz. Musa ile Harun Peygamberin aynı kavme ve aynı zamanda gönderilmesinin hikmeti nedir?

Konuyla ilgili bazı ayet mealleri şöyledir:

“Ya Rabbî! dedi, 'Ben yanlışlıkla onlardan bir adam öldürdüm, bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Harun’un ifadesi benimkinden daha düzgündür, onu da benimle beraber yardımcı olarak görevlendir ki beni tasdik etsin. Doğrusu beni yalancı saymalarından endişe ediyorum.' Allah Teâlâ şöyle buyurdu: 'Seni kardeşinle destekleyeceğiz, size öyle bir kudret vereceğiz ki ayetlerimiz sayesinde onlar size el uzatamayacaklardır. Siz de size tâbi olanlar da mutlaka galip geleceksiniz.'” (Kasas, 28/33-35)

"Musa dedi ki, 'Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum. Kalbim sıkılır, dilim açılmaz olur. Onun için Harun'a da peygamberlik ver. Bir de onların aleyhimde de bir kısas davaları var, bu sebeple beni öldürmelerinden korkarım.'" (Şuarâ, 26/12-14).

"Bana ailemden bir vezir ver. Biraderim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Ta ki seni çok çok tesbih edelim ve seni çok çok zikredelim. Şüphesiz sen bizi hakkıyla görensin." (Tâhâ, 20/29-35).

"Firavun'a gidin, 'Biz âlemlerin Rabbinin peygamberleriyiz, bizimle beraber İsrailoğullarını gönder.' deyin." (Şuarâ, 26/16-17).

Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla, Hz. Harun (as)’ın da Hz. Musa (as) ile birlikte peygamber olarak gönderilmesinin hikmetlerinden bazıları şunlardır:

a. Hz. Musa (as), yanlışlıkla -bir kaza eseri de olsa- Firavun’un yakınlarından sayılan bir adam öldürmüştü. Bu sebeple kaçtığı Medyen’den ilk defa Mısır’a tekrar dönüyordu. İster resmen devlet tarafından olsun, ister ölenin yakınları tarafından olsun her an kendisine bir suikast yapılacağından endişe ediyordu. Hadis’te ifade edildiği üzere, Hz. Harun (as) orada sevilen, sayılan bir konuma sahipti. Onunla birlikte aynı davaya omuz vermek, birlikte hareket etmek olumsuz havayı yumuşatabilirdi.

b. Hz. Musa (as) celalli bir insandı. Bu sebeple karşıdaki muarızların itirazlarına sert mukabele ederdi, üstelik -bu sert mizacından ötürü her zaman meramını güzelce ifade edecek kadar- hatip de değildi. Mizacın sertliği, tavrın pervasızlığı dil problemi ile birleşince muhatabı ikna etmek odlukçu zor olacaktı. Hz. Harun (as) oldukça hatip bir insandı. Hem yumuşak huylu, hem güzel konuşan bir hatip olması, Hz. Musa (as)’ın görünürdeki olumsuz yanlarını telafi edecekti.

c. Hz. Musa (as) yıllardır Mısır’da yaşamıyordu. Yeni nesil onu pek de tanımıyordu. Birden Medyen’den gelir gelmez peygamber olduğunu ilan edecekti. Bir çok yönden olumsuz bir atmosferle karşı karşıya olduğunu biliyordu. Hz. Harun (as) ise endisinin aksine yıllardır Mısır’da yaşıyor, sempatik yönüyle de oldukça geniş bir çevre oluşturmuştu. Hatipliği, ikna kabiliyeti, dürüstlüğü ve sempatik tavırlarından ötürü, çevresine, sempatizanlarına güvenilir bir adam portresini kabul ettirmişti. Onun doğru kabul ettiği bir fikir bir çok kimse tarafından -tartışmasız- kabul edilebilirdi. Bu sebeple, onun da bizzat Hz. Musa (as) ile aynı görevi paylaşması, omuz omuza vermesi ve Hz. Musa (as)’ın peygamberliğini tasdik etmesi büyük önem arz ediyordu. Hz. Musa (as)’ın bu konudaki arzusu da Rahim ve Hakîm olan Rabbi tarafından kabul edilmişti..

d. Hz. Musa (as)’ın fiili tebliğ hareketinde, Hz. Harun (as)’ın gerek İsrâiloğulları, gerekse Firavun nezdindeki etkinliğinden yararlanmak istediği anlaşılıyor. Ayrıca, Hz. Musa (as)’ın Hz. Harun (as)’ı yardımcı olarak istemesinde bir diğer sebep olarak, en az on yıldır Mısır’dan uzak kalması da gösterilebilir.

e. Peygamberlerin, tebliğ faaliyetlerinin sürekli insanlarla uğraşma zorunluluğu, onların dünyevi problemleri; Rabbin zikri ve tesbihi süresinde kısıtlamalar yapılmasını gerektirebilir. Bu konuda peygambere yapılacak yardım, zikre rağbeti artırabileceği gibi, ilmin çoğalması sonucunu da sağlar. Bu bakımdan âyette zikrolunan, 

"Onu işimde ortak kıl. Onunla arkamı güçlendir. Böylece seni bol bol tesbih edelim, bolca analım." (Taha, 20/31-34)

âyetlerinin nihâî varmak istediği hedefi olmaktadır. Ve Hz. Musa (as)’a bu talep ettiklerinin verildiğini Kur’an açıkça belirtir. (Taha, 20/36).

f. Ayrıca ayetlerden anlaşıldığı üzere (bk. Taha, 20/88-91), Mısır’da iken özümsedikleri putperestlik damarları iki de bir kabarıyordu. Hz. Musa (as), Tur-i Sina’ya çıktığı zaman İsrailoğullarının başına Hz. Harun (as)’ı bırakmıştı. Bir peygamber olmasına rağmen, Hz. Harun (as)’a muhalefet etmiş ve buzağıya tapmışlardı. Bu ve benzeri durumlar gösteriyor ki, İsrailoğullarını bir an olsun yalnız bırakmamak gerekiyordu. Yani onlarla iki peygamber ancak baş edebiliyordu..

7 Hz. Musa (as) neden Allah´la konuşmak istemiştir? Haşa, Allah´ın varlığına inanmayıp tatmin olmak mı istemiştir?

Her iman sahibi insan, Rabbini görmek ve Onunla konuşmak arzu eder; bu imansızlıktan değil imanın verdiği şevk ve arzudan kaynaklanır.

Bu hususu Hz. Musa (as) şöyle ifade etmiştir:

Cenâb-ı Hak, Hz. Musa (as)’ya ilk önce niçin kavminin işlerini iyice yola koymadan geldiğini sordu. Hz. Musa da:

"Yâ Rabbi! Onlar benim yolumdadırlar. Ben şevk ve muhabbetimden, kelâm-ı İlâhîni işitmeye şiddetli iştiyakımdan ve senin rızanı tahsil için acele ettim" dedi.

Cenâb-ı Hak ise, ona geride bıraktığı İsrailoğulları arasında fitne çıktığını, Samirî’nin onları yoldan çıkardığını haber verdi.

Hz. MUSA’NIN RÜ’YET TALEBİ

Cenâb-ı Hak kendisiyle konuşma (tekellüm) lütfunda bulununca, Hz. Musa (as) bundan cesaret alarak engin bir ruh haleti ve coşkun bir muhabbet içinde bütün cesaretini toplayıp Cenâb-ı Hak’tan zat-ı ulûhiyetini görmek talebinde bulundu. Cenâb-ı Hak ona şöyle ferman etti:

"Yâ Musa! Sen beni bu dünyada, dünya gözüyle kat’iyyen göremezsin. Buna gücün yetmez. Fakat şu karşında duran dağa bak. Eğer o olduğu yerde durur, bir değişikliğe uğramazsa, o zaman beni görebilirsin.”

Bunun üzerine Hz. Musa (as), başını çevirip söylenen dağa baktı. Cenâb-ı Hakk’ın azametinin tecellisiyle dağın tuz buz olup dağıldığını gördü. Bu azametli tecelli karşısında, Hz. Musa (as) düşüp bayıldı. Uzun süre kendinden geçmiş vaziyette kaldı. Sonra yavaş yavaş kendine geldi. Beraberinde getirdiği levhalar yazılmış, yanı başında duruyordu. Bunun üzerine kulluk edebine yakışmayan bir istekte bulunduğu endişesiyle Cenâb-ı Hakk’a şu niyazı yaptı:

"Yâ Rabbi! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih eder, sana sonsuz hamd ve şükrederek tövbe ederim. Takatimin ve haddimin fevkinde bir şeyi senden istemekten dolayı kusurumun afvını niyaz ederim. Ben iman edenlerin ilkiyim.”

Hz. Musa (as)’ın bu tövbe ve yakarışı üzerine, Cenâb-ı Hak: peygamber olarak göndermekle O’nu insanlar üzerine seçtiğini, kendisine ihsan ettiği şeylerden başkasını istememesini ve her haline şükredenlerden olmasını beyan buyurdu. Yine Hz. Musa (as)’a: Benî İsrail için gerekli nasihat ve emirlerinden ibaret olan Tevrat-ı Şerif levhalarını ciddiyetle alıp kavmine, en güzel şekilde tebliğ etmesini bildirdi.

(bk. Mehmet Dikmen, Peygamberler Tarihi)

İlave bilgi almak için tıklayınız:

İLME'L-YAKÎN...

8 Kur'an’da Firavun'a bütün mucizelerin gösterildiği söyleniyor. Bütün mucizlerden maksat nedir?

İlgili ayetlerin mealleri:

"Celalim hakkı için, biz ona, ayetlerimizin hepsini gösterdik de o, yine yalanladı ve dayattı. Dedi ki: 'Ey Musa, sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize? Şimdi biz de sana, onun gibi bir sihir yapacağız, şimdi sen kendinle bizim aramızda bir buluşma yeri ve zamanı tayin et kî, ne senin ne de bizim cayamayacağımız düz (geniş) bir yer olsun.'" (Tâhâ, 20/56-58).

Tefsirlerde 56. âyette Firavun'a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah'ın birliğine) ilişkin deliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mucizeler üzerinde durulur.

Ayrıca, bunlardan "bütün ayetlerimizi/kanıtlarımızı" şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin "pek çok âyetimizi kanıtımızı, bunca âyetimizi kanıtımızı" şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir.

Örneğin Müfessir Razi’nin açıklaması şöyledir:

Bilesin ki Allah Teâlâ, Firavun'a bütün ayetlerini gösterdiğini, sonra da onun, buna rağmen onları kabul etmediğini beyan buyurmuştur. Alimler, bu ifadede geçen, "ayetlerimiz" sözüyle neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Bazıları, Cenâb-ı Hakk'ın bununla, tevhid ve nübüvvet ile ilgili bütün delilleri kastettiğini söyleyerek şöyle demişlerdir: Tevhidle ilgili delillere gelince, bunları Allah Teâlâ'nın bu suredeki "Bizim Rabbimiz her şeyi yaratıp sonra da yol gösterendir", "O, yeryüzünü size bir döşek yaptı" ayetleriyle, Şuâra Suresi'nde zikrettiği,

"Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi nedir?"
(Musa), "Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan şeylerin Rabbidir..."
(Şuâra, 26/23-24) ayetleridir.

Nübüvvetle ilgili olanlara gelince, bunlar da Cenâb-ı Hakk'ın Hz. Musa'a tahsis ettiği şu dokuz mucizedir:

1) Asa,
2) Yed-i Beyzâ,
3) Denizin yarılması,
4) Suyun fışkırdığı taş,
6) Çekirge, bit ve kene istilası,
7) Kurbağa istilası,
8) Suların kana dönüşmesi ve,
9) Dağın kökünden sökülerek kaldırılması.

Bu izaha göre, ayetteki ereynâhu kelimesinin manası, "Biz o Firavun'a, bu mucizelerin doğruluğunu anlattık, bunlardaki delâlet vecihlerini izah ettik." şeklinde olur...

Bazıları da bunu, nübüvvetle ilgili mucizeler manasına almışlardır ki, bunlar da, az önce saydığımız mucizelerdir.

Cenâb-ı Hak, Hz. Musa'ın elinde zuhur etmesine ve onları izhâr eden de olmasına rağmen, ayetleri kendisine nisbet etmiştir. Çünkü, o mucizeleri onun elinde meydana getiren O'dur. Bu, tıpkı, üfleyen Cebrail olmasına rağmen, rûh üfleme işini kendisine nisbet ederek, "Biz ona ruhunuzdan üfledik." (Enbiya, 21/91) demesi gibidir.

Şimdi şayet, "ayetteki küllehâ lafzı, umumiliği ifade eder. Halbuki Allah'u Teâlâ Firavun'a bütün mucizeleri göstermemiştir. Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Musa'dan önce ve ondan sonra gelen bütün peygamberlerin elinde izhâr ettiği mucizeleri de O'nun ayet ve mucizeleri cümlesindendir" denilirse, biz deriz ki:

Kül lafzı, her ne kadar umumilik ifade etse dahi, ancak ne var ki bu bazen, karine bulunduğunda, hususi manada da kullanılabilir. Bu, meselâ, "Pazara girdim, her şeyi aldım." denilmesine benzer.

Şöyle de denilebilir: Hz. Musa, Firavun'a, Cenâb-ı Hakk'ın mucizelerini gösterdi. Ona, diğer peygamberlerin mucizelerini de sayıp döktü, ama o (buna rağmen) hepsini yalanladı ve diretti. (Razi, Mefatih, ilgili ayetlerin tefsiri)

Demek ki, Firavun hüccetler, mucizeler, kanıtlar ve deliller konulup bunları bizzat kendi gözüyle gördüğünde bunları yalanlamış; küfür, inat ve azgınlığından kabule yanaşmamıştır. Nitekim Allah Teâlâ başka bir ayette şöyle buyurur:

“Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, zulüm ve kibirle bunları bile bile inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak.” (Neml, 27/14)

İsrâiloğulları'nın Mısır'daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından ana yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan girişimin Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu Hz. Mûsâ'nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihiri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı.

İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Musa'yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mucizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti.

Bu âyetlerde ve Kur'an'ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkarcılıktaki inatlarını sürdürdüler. Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi.

Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun'un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun -hayatın bağışlanması tarzında bile olsa- dünyadaki hiçbir ödülle değişilmeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler. (bk.A'râf, 7/103-126)

9 Karun iman etmiş midir, nerede vefat etmiştir ve o da Kızıldeniz’den geçmiş midir?

- Karun’un Hz. Musa’nın amcasının oğlu olduğuna dair bir ayet veya hadis yoktur.

İbn Abbas, İbrahim Naheaî, Abdullah b. Haris b. Nevfel, Simak b. Harb, Katade, Malik b. Dinar, İbn Cureyc gibi alimlerin duyumlarına göre, Karun Hz. Musa’nın amcasının oğludur. (bk.İbn Kesir, Kasas, 76-77. ayetlerin tefsiri; ayrıca bk. Taberi, Kurtubî, İbn Aşur, ilgili yer)

- İbn İshak’a göre, Karun, Hz Musa’nın amcasıdır. (Taberi, Kurtubi, İbn Kesir, a.y)

- Sahih olup olmadığını tespit edemediğimiz Katade gibi bazı alimlerin bildirdiğine göre, Karun önce iman etmişti. Güzel sesiyle Tevrat’ı okuduğu için ona “el-Münevvir” denildiğine ve Hz. Musa ile birlikte Kızıldeniz’den geçtiğine, fakat daha sonra Samiri gibi münafık olduğuna dair bilgiler vardır. (bk. Maverdî, ilgili ayetin tefsiri)

- Razi’ye göre, Kur’an’ın açık ifadesinden anlaşılan şudur: Karun Hz. Musa’nın kavmindendir. Bu (Hz. Musa’nın kavminden olması), onun önce iman ettiğine delalet etmektedir. Bu ifadeden, Karun’un Hz. Musa’nın akrabası olduğunu anlamak da mümkündür. İbn Abbas’tan bir rivayete göre, onun Hz. Musa’nın teyzesinin oğlu olduğu da bildirilmiştir. (Razi, ilgili yetin tefsiri) Razi de diğer tefsirlerde yer alan bilgilere yer vermiş, ancak bu bilgileri -güçlü olmayan bir ifadeyle- “denilir ki” şeklinde “temriz” sigasıyla vermiştir. (Razi, a.y)

- Ebu Umame el-Bahili’den yapılan rivayete göre, Peygamberimiz (asm):

“Musa ile birlikte Tur-i Sina’da Allah’ın kelamını işiten seçkin yetmiş kişiden biri idi.” demiştir. (Razî, ilgili yer)

Ancak hadis kaynakların bu rivayete rastlayamadık.

- Karun’un iman etmesine rağmen, Kızıldeniz’i geçtikten sonra, Musa ve kardeşi Harun’un yanında kendisine de bir paye verilmediğinden şikayet etmiş ve bazı mucizeler görmesine rağmen onları sihir olarak yorumlamış ve kendisine tabi olan bazı kimselerle birlikte İsrailoğullarından ayrılmıştır. (Razi, a.y)

İbn Aşur da Eski Ahid Saylar bölümün 16. bölümünde Karun’dan “KORAH” olarak söz edildiğini ve İsrailoğulları, İRİHA’yı fethedecekleri sırada onun yere battığını belirtir. (İbn Aşur, ilgili yer)

İlgili yerden anlaşılıyor ki, Karun, Datan ve Aviram adındaki ileri gelen üç Yahudi, Hz. Musa’ya baş kaldırmış ve sonunda yer yarılmış onlar da 250 yandaşlarıyla birlikte yerin dibine geçmişlerdir. (bk. Kitab’-ı Mukaddes, Çölde Sayım, 16/26-35)

- Özetlersek, Karun’un önce iman edip etmediğine dair Kur’an’da ve sahih hadislerde bir açıklık yoktur.

“Yoldan sapanlardan biri olan Karun da Mûsa’nın kavminden olup onlara karşı böbürlenerek zulmetmişti.” (Kasas, 28/76),

“Allah’ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî âhiret yurdunu mâmur etmeye gayret göster.” (Kasas, 28/77)

mealindeki ayetlerin ifadesinden, onun iman ettiğini, daha sonra yoldan saptığını ve müminlere zulmetmeye başladığını anlamak mümkündür.

- Değişik bilgiler onun Kızıldeniz’den Hz. Musa ile birlikte geçtiğini göstermektedir.

Ancak onun, ne zaman ve nerede helak olduğuna dair kesin bir bilgiye rastlayamadık.

10 İsrailoğullarının Hz. Musa'ya avret yeri olmadığı için, eziyet ettikleri rivayet ediliyor, doğru mudur?

"Ey iman edenler! Sakın Musa'ya eziyet verenler gibi ol­mayın. Nihayet Allah onu, onların söylediklerinden beri tutmuş­tur. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi." (Ahzab, 33/69)

Hz. Musa'ya Verilen Eziyet:

«Ey iman edenler! Musa'ya eziyet verenler gibi olmayın.» aye­ti, bir görüşe göre Zeyneb binti Cahş hadisesinde konuşanlar hakkında nazil olmuştur. Onların konuşmaları Allah Rasûlü'ne ezi­yet veriyordu. Cenab-ı Hak, Musa'yı onların sözünden veya onla­rın dediklerinden tebrie etti. Onları, Hz. Musa'ya isnad ettiklerinde yalancı çıkardı. Hz. Zeyneb hususunda Rasûlullah'a nisbet edilen durumlarda o nisbeti yapanları yalancı çıkardı.

Kurtubi şöyle der:

«Cenab-ı Hak münafıklar ve Rasûlullah ile müminlere eziyet veren kâfirlerden bahsettikten sonra, Rasûlul­lah'a eziyet vermekten bizleri sakındırdı. Peygamberleri Hz. Mu­sa'ya eziyet verdikleri hususlarda Beni İsrail'e benzememelerini emretti.»

Allah Rasûlü'ne ve Musa'ya yapılan eziyetler hususunda ihti­laf vardır. Nakkaş, «Hz. Muhammed'e yapılan eziyet, 'Zeyd Muhammed'in oğludur.' demeleriydi.» der.

Ebu Vail «Rasûlullah'a yaptıkları eziyetten maksat Peygamber'in bir ganimet malını taksim esnasında ensardan birisinin, 'Bu taksimatta Allah'ın rızası kaste­dilmedi.' demesidir. Bu durum Hz. Peygambere söylenildi. Hz. Pey­gamber 'Allah Musa'ya merhamet etsin. O'na bundan daha fazla eziyet edildiği halde o sabretti.' demiştir.»

Hz. Musa'ya yapılan eziyete gelince, bu Ebu Hureyre'nin Rasûlullah'tan rivayet ettiği şu hadiste belirtilmiştir:

«İsrailoğulları çıplak olarak yıkanıyorlardı. Hz. Musa da çok utangaç olduğundan dolayı bedenini örter, gizlerdi. Bir grup 'Hz. Musa'nın yumurtalık­larında şiş vardır.' dedi. Bir grup 'Bedeninde alacalık vardır.', bir grup 'Başka bir hastalık var ki, kendisini bu kadar koruyor.' dediler.»

«Bir gün Hz. Musa, Şam arazisinde bulunan bir çeşmede yıkanmak üzere gitti. Elbisesini bir taş üzerine koydu. Taş onun elbisesini kaçırdı. Musa çıplak olarak taşın arkasına düşerek 'Ey taş, benim elbisemi ver, ey taş benim elbisemi ver!' diye bağır­dı. Taş, İsrailoğulları'ndan bir cemaatin huzuruna kadar gelip durdu. Onlar Hz. Musa'nın bedenine baktılar ki o, yaradılış bakımından insanların en güzellerinden ve suret bakımından da insan­ların en mutedilidir. Onda söylenen hastalıklardan hiçbiri yoktur. İşte Cenab-ı Hak 'Allah onu dediklerinden tebrie etti.' buyuru­yor.»

Hadisi Buhari ve Müslim bilmânâ rivayet etmişlerdir.

Ayet metnindeki «vecih» kelimesi "büyük" demektir. Araplar bu lâfzı büyük ve derecesi yüksek olan kimseler için kullanırlar. Rivayete göre Hz. Musa, Cenab-ı Hakk'tan bir şey istediğinde Allah onu verirdi. 

(bk. Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 13/272-273.)

11 Musa’nın kavminin, Kıptilerden süs eşyalarını emanet aldıktan sonra çaldığı doğru mu?

- Hz. Musa’nın, “Fıravun’un piramidinin üstündeki altından elmastan değerli enerji taşını çaldığına” dair bir bilgiye rastlayamadık.

- Bir ayette İsrail Oğullarının Firavun’un kavmine ait (altın-gümüş-mücevherat gibi) bazı süs eşyaları aldığını gösteren ifadeler vardır. İlgili ayetin meali şöyledir:

“(Buzağıya taptıkları için kavmine kızan Hz. Musa’ya kavmi şu cevabı verir: ‘Biz sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymadık. Fakat biz o kavmin (Kıptilerin) süs eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Biz onları ateşe attık, aynı şekilde Samiri de attı.'..” (Tâhâ, 20/87)

- Müfessirlerin verdiği bilgiye göre, İsrailoğulları kaçacakları gecede (Allah’ın talimatıyla) bir şekilde komşularından bir takım süs eşyalarını emanet olarak aldılar. Bu zahiri şekliyle bir emanet olmakla beraber, gerçekte biraz sonra denizde boğulanların geride bıraktıkları diğer mallarıyla birlikte bir nevi ganimet idi. (bk. Taberi, Razi,  İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Bu sebeple bu bir çalıntı veya aldatma sayılmaz. Çünkü:

- Şimdiye kadar İsrailoğullarının uğradığı haksızlık, bu aldıklarının yanında çok küçük kalır.

- Ayrıca Allah, bu aldıkları süs eşyaları ile İsrailoğullarını teste tabi tutmuş, fakat onlar buzağıya tapmakla bu imtihanı kaybetmişler.

- Diğer taraftan İsrailoğulları ile Kıptiler o günlerde bir nevi savaş halindedir. Savaşta caiz olan öyle bazı şeyler var ki, barış ortamlarında caiz değildir.

- Aslında İsrailoğulları aldıkları bu süs eşyalarını üzerinde taşımamak ve onlardan kurtulmak için -Hz. Harun’un emriyle- bir çukura kodular ve ateşe verdiler bunların hepsinin tek bir taş parçası haline gelmesini ve Hz. Musa geldiğinde hakkında vereceği kararını bekliyorlardı. Ancak Samiri bu iyi niyetleri kötüye kullandı. (krş. Taberi, Razi, İbn Kesir a.y.)

- Kaldı ki bir hükmün geçerliliği Allah’ın emrine bağlıdır. Allah bir şeye haram dese haram, helal dese helal olur. İlahi hikmet bu davranışı o şartlarda helal bir tutum saymış olduğunu yukarıdaki ayetten anlamak mümkündür. Ancak bugün öyle bir şey yapmak elbette doğru olmaz.

- Bununla beraber, bazı alimlere göre, İsrailoğulları bir bayram münasebetiyle komşularından emaneten adlıkları süs eşyasını Mısır'dan kaçma emri gelince, fark ediliriz diye geri götürüp veremediler. Ve onlar da bunun bir günah oluğunu biliyorlardı. Nitekim ayette ifade edildiği üzere onlar bu eşyaya “Evzar = ağırlıklar” diyorlardı ki bu günah manasına gelir. (bk. Beydavî, ilgili ayetin tefsiri)