Tirmizî bu hadisin zayıf olduğuna işaret etmiştir. (bk. Tirmizî, Nikah, 10).
Düğünde yemek (velime) vermek vacip veya sünnet olarak kabul edilmektedir. Bu hadisin zahiri ifadesine göre, ilk gün yemek vermek gereklidir. İkinci gün sünnettir. Üçüncü günde yemek ise, lüzumsuz bir şeydir. Böyle israf ile üçüncü günde de yemek veren kimsede hâkim olan duygu, genellikle şöhretperestlik damarıdır. Bu dünyada -zahiren bir sünneti yerine getirme perdesi altında- kendi egosunu tatmin etmek, gösteriş yapmak için yemek veren kimse, kıyamet günü Allah tarafından yalancı ve şöhretperest bir kişi olduğu ilan edilir.
Özet bir ifadeyle, Allah rızasını bir kenara bırakıp, kendini insanlar için cömert olarak teşhir eden kimseyi, Allah da kıyamet gününde onun gerçekten cömert değil, riyakâr olarak teşhir edip mahşerde onu rezil eder.(bk. Tuhfetu’l-Ahvezî, ilgili hadisin şerhi).
Düğün dolayısıyla verilen yemeğe "velîme" denir. Önceden yalnız örf olan velîme Hz. Peygamber (asm)'in uygulaması ile sünnete dönüşmüştür.
Şafiîlere ve Zahiri mezhebine göre, düğün yemeği vermek vacip hükmündedir. Hanefilere göre bu yemeği vermek sünnet olduğu gibi, velime davetine katılmak da sünnettir.
Düğün yemeklerinde haram olan şeylerin ikram edilmemesi, riya ve gösterişten sakınılması gerekmektedir. İşte bu nedenle de Peygamber Efendimiz (asm)
“...Üçüncü günde yemek vermekte ise şöhret ve gösteriş (kokusu) vardır.” (Ebu Davud, At'ıma, 3; İbn Mace, Nikah, 25; Darimi, At'ime, 28)
buyurarak dikkatli olmamızı istemiştir.
Bezlü'l-Mechud yazarının açıklamasına göre; üçüncü defa verilen düğün yemeğinin mekruh oluşunun sebebi, riya ve gösteriş olduğundan, bu yemeğin riyasız ve gösterişsiz olarak verilmesi halinde üçüncü gün de yemek vermenin bir sakıncası yoktur.
Riyâ, şöhret ve gösteriş tehlikesinden korunmak için, şehirlerde ve büyük köylerde her mahallede ayrı ayrı birer gün verilmesi uygun bir yoldur. Bu şekilde verildiği takdirde insan riyâ ve gösteriş duygularından uzak kaldığı sürece istediği kadar düğün yemeği verebilir. Nitekim Buharî'nin nikâh bölümünün 71 numaralı, "Yedi gün veya daha fazla düğün yemeği veren kimse anlamına gelen bab" başlığı altında toplamış olduğu hadisler de buna işaret etmektedir. (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/370-371)
Evlenmek, Peygamberimizin (asm.) hem kavlî, hem de fiilî sünnetidir. Bunun için evliliğin bütün safhaları; nişandan nikâha, çeyizden düğüne kadar nasıl olacağı, nasıl yapılacağı, nelere dikkat edilmesi gerektiği bütün teferruatıyla hadislerde bildirilmiştir. Düğün merasimi de evliliğin önemli bir safhasıdır.
“Düğünlerinizi mescitlerde yapınız.” (Feyzü’l-Kadîr, II/11; Hadis no: 1198)
hadis-i şerifi, düğünlerde nelere dikkat edilmesi hususunda önemli bir ölçüyü vermektedir. Demek ki, mescidde yapılması yasak olan şeyler düğün merasimlerinde de yasaktır. Diğer bir ifade ile, mescitlerde yapılamayan, düğün salonlarında da yapılmamalı.(Mehmet Paksu, Kadın, Evlilik ve Aile)
Bugünkü düğün salonlarında ise, çalgılı, danslı, kadınlı-erkekli merasimler yapılmaktadır ki, bunun ne sünnette yeri vardır, ne mescitlerde...
Ayrıca kutsal bir müessese olan aile; günah, hata ve yanlış bir temel üzerine kurulursa, doğacak neslin bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Uygun bir zemine ekilemeyen tohumdan nasıl verimli bir ürün alınamazsa, sünnete aykırı olarak yapılan düğün ve nikâhlardan da sünnete göre yetişecek nesiller beklemek hayal olur.
Bundan dolayı kendi inanç ve tercihlerinizde haklı olarak ısrar etmeniz size çok şey kazandıracaktır. Böyle bir ısrarınız Allah ve Resulünü (asm) razı edeceği için aynı zamanda bir ibadet, sünnet çerçevesinde hareket ettiğiniz için de sizi vicdanen huzur ve rahata götürecektir.
Ayrıca hakkın hatırını gözettiğinizden dolayı başkaları için canlı bir örnek oluşturmuş olursunuz. Yoksa, “Delidir, ne yaparsa yeridir.” sözünde olduğu gibi, “Düğündür, ne yapılsa mübahtır.” şeklindeki bir yaklaşım, ölçüsüz bir harekettir ve kimseye bir faydası yoktur.
Buna benzer meselelerde baştan sıkı tutulmaz, tavizler verilmeye başlanırsa, “taviz tavizi getirir” sözünde olduğu gibi, her yanlış hareket için bir kılıf ve bahane bulunur, aile hayatı önü alınmaz sıkıntılarla çalkalanır durur.
Netice olarak, böyle bir uygulamaya rıza göstermediğinizi, kabul etmediğinizi, mes’uliyet de alamayacağınızı belirtir, açık tavrınızı bildirirsiniz.
- Sünnete uygun bir düğün nasıl olmalıdır?
Sünnete uygun bir düğünü, aslında tercihlerini sünnete göre yapmaya duyarlı halkın örfü belirlemelidir ve nitekim belirlemiştir.
Örf, halkın belirli sosyal davranışları ve toplumsal tercihleri kabul edip benimsemesi, yaygınlaştırması ve gelenekleştirmesidir. Bin yıldan beri Müslüman olan toplumumuzun tercih ve kabullerini sünnete göre yeniden kritize etmek ve sünnet şablonuna uyan toplu davranış biçimlerini yaşatmak aslında en mâkul olanıdır. Bilhassa düğünler toplum reflekslerinin en canlı örnekleridir. Halkın dinî ve inanç yapısını, yaşayış biçimini, tercihlerini, zevklerini, anlayışlarını ve hoş görülerini ilk bakışta düğünleri ele verir.
"Sünnete uygun bir düğün" diyerek, dar bir şablon çizmek, aslında en başta sünnete uygun düşmez. Düğün şablonumuz, her şeyden önce tüm haramlara kapalı, tüm mübah tercihlere açık olmalıdır. Nitekim söz konusu olan düğündür ve bunu halk yapar. Halk ise Müslümandır. Müslüman halkımız, gelenekleriyle taşları aslında yerli yerine koymuştur.
Öyleyse, Müslüman toplumun tercihi olan program alınır, sünnet açısından göze batan noktalar varsa düzeltilir; ama mübah davranış kalıpları daraltılmaz. Bulunduğumuz yörenin haram olmayan tercihlerini ve günah unsuru taşımayan geleneklerini yaşatmamızda sünnet açısından hiçbir sakınca yoktur.
Meselâ, zaten örf ve geleneklerimizde var olan; kızı Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle istemek, kızın olurunu alan kız tarafının bu talebe uygun cevap vermesi, tarafların bu evliliğe yardımcı olmaları, köstek olucu davranışlardan uzak durmaları, kızın mehri konusunda erkek tarafının elinden geldiğince cömert olması, zorlukların anlayışlı yaklaşımlarla aşılması, tarafların birbirlerine karşı mütevazı olmaları ve sevgi ile yaklaşmaları, birbirlerinin hatâlarını örtmeleri, karşılıklı hazırlıkların yapılması, düğün gününün birlikte tesbit edilmesi, halkımızın adına yer yer “okuntu” da dediği ve imkânlar ve örf ölçüsünde küçük hediyeciklerle birlikte dâvetiyelerin dağıtılarak insanların düğüne çağrılmaları, düğün öncesi sünnete uygun davranışlardır.
Düğün esnasında nelerin sünnet olduğunu hatırlayalım:
1. Düğün programının yeri, şekli, tarzı, muhtevası düğüne katılacak insanların meşrû çizgileri de dikkate alınarak karşılıklı rızâ ile tesbit edilir. Halkın gönlü hoş tutulmaya çalışılır. Haram bir şey istenmedikçe, halkın istek ve dileklerine cevap vermeye gayret edilir.
2. Düğünün amacı, evliliği halka duyurmaktan ibârettir. Nitekim Peygamberimiz (asm) buyurmuştur:
“Evliliğin alâmeti nikâhın îlân edilmesidir.”1
3. Düğünde yemek vermek sünnettir.
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm, Abdurrahman bin Avf radiyallahü anhın üzerinde zâferân kokusu (düğünde sürülen koku) görünce sordu:
“Bu ne hal?”
Abdurrahman bin Avf radiyallahü anh:
“Bir kadınla bir miktar altın mehir karşılığında evlendim.” dedi.
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Allah mübârek eylesin. Fakat bir koyunla da olsa düğün ziyâfeti ver.” buyurdu.2
Enes bin Mâlik radiyallahü anh anlatmıştır:
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir düğününde annem yemek hazırlamış, göndermişti. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm bana:
“Onu koy. Git filanı, filanı, filanı ve karşılaştığın herkesi çağır.”
buyurdu ve bir çok adamın ismini söyledi. Gittim, Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın adlarını söylediği kimseleri ve rastladığım herkesi çağırdım. Üç yüz kadar kişi geldiler.
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Onar onar halka yapsınlar ve herkes yesin.”
buyurdu. İlk gurup doyuncaya kadar yedi, kalktı. Sonra diğer gurup doyuncaya kadar yedi, sonra diğer gurup yedi. Herkes yedikten sonra Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Yâ Enes! Sofrayı kaldır!”
buyurdu. Ben de sofrayı kaldırdım. Fakat yemeği ilk koyduğumda mı daha fazlaydı, yoksa kaldırdığımda mı fazlaydı; bilemedim.”3
Sabit el-Buhânî radiyallahü anh anlatmıştır:
Hz. Enes’e: “Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm Zeyneb radiyallahü anhânın düğün ziyafetini ne ile yaptı?” diye sordum. Hz. Enes radiyallahü anh:
“Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm sahabelerine doyup terk edinceye kadar ekmek ve et ziyâfeti verdi.” dedi.4
4. Düğün ziyâfetinde fakîrler ihmal edilmez, muhakkak çağırılır. Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur:
“Yemeğin en şerlisi fakîrlerin çağırılmayıp, zenginlerin çağırıldığı düğün yemekleridir.”5
5. Düğünde harama girmeksizin meşrû çerçevede eğlenmeye imkân verilir. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur:
“Gayrimeşrû birleşme ile meşrû evliliği birbirinden ayıran şey, def çalmak ve ilân etmektir.”6
Rubey binti Muavviz radiyallahü anhâ anlatmıştır:
Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenme törenime geldi. O sırada küçük kızlarımız deflerini çalmakta ve Bedir günü şehit düşen atalarının kahramanlıklarını nağme ile dile getirmekte idiler. Nihayet içlerinden biri: “Aramızda yarını bilen bir Peygamber vardır.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Bu sözü bırak da bundan önce söylediklerini söylemeye devam et.” buyurdu.7
6. Evlenen çiftler tebrik edilir ve hayır duâ edilir.
Ebû Hüreyre radiyallahü anh bildirmiştir: Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenen insanı tebrik edeceği vakit:
“Allah mübârek etsin. Tebrik ederim. Allah sizi mutlu kılsın ve sizi hayırla bir araya getirsin.” buyururdu.8
Yukarıda zikredilen temel ölçüler çerçevesinde, imkânlar ölçüsünde, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle, ulvî hüzünleri ve Rabbânî aşkları seslendirecek biçimde9 meselâ ilâhîler, kahramanlık türküleri veya geleneklerimizde olduğu şekliyle mevlitler okuyan bir grup varsa düğün programına alınabilir. Günün anlam ve önemini belirten ve eşler arası görev ve yükümlülükleri konu alan kısa konuşmalara yer verilebilir. Küçük parodilerle, skeçlerle, eğlendirici ve düşündürücü oyunlarla, ulvî zevkleri tahrik eden şiirlerle ve hoş vakit geçirmeye yönelik küçük çaplı yarışmalarla düğün programı zenginleştirilebilir. Harama girmemeye, nefsi ve şehveti tahrik edecek biçimde kadın-erkek karışık şarkı, türkü, oyun ve sâir eğlencelere yer vermemeye, düğünün bütün safhalarında düğün gerekçesiyle de olsa israftan ve savurganlıktan kaçınmaya azamî özen gösterilmelidir.
Düğün sonunda evlenen çiftler tebrik edilmeli, hayırlı bir evlilik hayatı ve hayırlı nesiller dilemelidir.
Dipnotlar:
1. Nesâî, Nikâh, 72;
2. Nesâî, Nikâh, 74, 75; Müslim, Nikâh, 79, 80; Tirmizî, Nikâh, 10;
3. Mektûbât, s. 114; Nesâî, Nikâh, 84; Müslim, Nikâh 94; Buhârî,4/234;
4. Müslim, Nikâh, 91;
5. Müslim, Nikâh, 110;
6. Tirmizî, Nikâh, 6;İbn-i Mâce, Nikâh, 1896;
7. Tirmizî, Nikâh, 1096;
8. Tirmizî, Nikâh, 7;
9. İşârâtü’l-İ’câz, s. 72.
Düğün ve nişan gibi merasimlerde, davetlilerin taktıkları şeyler birer hediyedir.
Kur'ân-ı Kerîm'de hediye verme ve hediye kabul etmenin hükmüyle ilgili özel bir açıklamaya rastlanmaz; sadece Sebe melikesinin Hz. Süleyman (as)'a bazı hediyeler gönderdiği, fakat siyasî amaç taşıması sebebiyle bunların geri çevrildiği anlatılır:
"Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler. (Elçiler, hediyelerle) Süleyman'a gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz." (Neml, 27/35-36)
Hadislerde ise, hediye ve hediyeleşme konusunda ayrıntılı hüküm ve bilgiler bulunur. Hz. Peygamber (asm), hediyeleşmenin kural olarak insanlar arasındaki sevgi ve dostluğu geliştirdiğini; kıskançlık, bencillik ve cimrilik gibi kötü duygulan giderdiğini ve rızkın genişlemesine vesile olduğunu belirterek hediyeleşmeyi teşvik etmiş (Muvatta, Hüsnü'l-huluk 16; Müsned, II/405; Tirmizî, Velâ, 6), verilen hediyelerin -haklı bir sebep yoksa- geri çevrilmemesini istemiştir.
Yine Resûl-i Ekrem (asm)'in komşu ülke hükümdarlarına, arkadaşlarına ve aile fertlerine çeşitli hediyeler verdiği, peygamberlik görevinin de bir gereği olarak sadaka ile hediye arasında ayırım yapıp kendisine verilen veya gönderilen sadakaları geri çevirdiği, fakat hediyeleri temiz ve helâl olduğu sürece kabul ettiği ve hediyelere yine hediye ile karşılık verdiği bilinmektedir (Buhârî, Hibe, 7; Şevkânî, V/377-393; Abdülhay el-Kettânî, I/273, 276; II/66, 207-209, 310).
İslâm ahlâkçıları, hediye vermenin ve hediyeye hediye ile mukabele etmenin güzel bir davranış olduğunu, taraflar arasında dostluk ve sevgi bağını güçlendirdiğini, bu sebeple de hediyeden karşılık beklemenin veya verilen hediyeyi geri istemenin doğru olmadığını ifade etmişlerdir. Nitekim bir hadiste, bu şekilde davranabilecek kişilerden hediye almanın uygun olmayacağı belirtilmiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 73)
Buna göre;
- Nişan, düğün gibi yerlere davet edilenler, kendi durumlarını dikkate alarak örf ve âdete de uygun olarak bir hediye alabilirler. Ancak davet edilen yere hediye almak dini anlamda gerekli bir görev yoktur. Asıl hediye kişinin kedisinin davete uyması ve gitmesidir.
- Davetlileri zor durumda bırakacak ve onların rahatsız olmalarına neden olacak hal ve hareketlerden sakınmak gerekir.
- Sünnet olan bir daveti yerine getirirken, insanları utandıracak ve manevi bir baskıya neden olacak hatalardan uzak durulmalıdır.
- Sünnet işleyeceğiz derken günaha girmeye gerek yoktur. Kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi büyük sıkıntılara girmek hem davet edene hem de davetliye yakışmaz.
Aile yuvası, Müslümanın bir saadet merkezi, sırlarını gizlediği bir hane, kendisini pek çok günah ve kötülüklerden koruyan bir sığınaktır. Bundan dolayı bu ocağın ilk kuruluş safhalarında dikkatli olmak, tam bir İslâmî şuur içinde hareket etmek büyük bir ehemmiyet taşımaktadır.
Aile yuvası, bir binaya benzer. Bir binanın temeli ne kadar sağlam olursa, o binanın hayatı o kadar devamlı ve uzun olur.
Düğün merasimlerini İslâm'ın umumi haram ve helâl esasları çerçevesinde düşünmek gerekir. Çünkü evlenecek kimselerin yaşadığı çevre şartları, örf ve âdetler çeşitlidir. Bunları teker teker tahlile tâbi tutup ayıklamak çok güç olacağından, bu merasimlerde aranacak vasıf, İslam'a zıt olmamasıdır.
Sünnette belirtildiğine göre, nikâhta aranan şartlardan birisi ilân edilmesidir. Böyle bir ilân meşru evlilikle gayrimeşru münasebetleri birbirinden ayırır. Bu hususu Peygamber Efendimiz (asm.)
"Bu evlenme işini ilân edin, halka duyurun." (Buhari, Nikah, 48.)
buyurarak tavsiye etmiştir.
Hangi erkeğin hangi kızla, kimin oğlunun kimin kızıyla evlendiğini çevreye duyuran vesileler ve evlilik merasimi olan düğünün açıktan, çevrenin geleneklerine göre İslâmî çerçevede kalmak kaydıyla, birtakım eğlence ve şenliklerin yapılması bu "duyurma" işini gerçekleştiren şeylerdir.
Zaten düğünler birer sevinç ve sürür günüdür. O gün herkes sevinçlidir, neşelidir. Bu sevinç, bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek dile getirilir. Fakat bu oyun ve eğlencelerdeki ölçü nasıl olmalıdır? Söylenecek türkü ve şarkılarda, oynanan oyunlarda mübahlık ve haramlık ölçüsü nedir?
Esas itibariyle, bizzat kendisi güzel olsa da, dinen yasak olan bir fiilin işlenmesine sebebiyet veren hareket, haramdır. Makamla söylenen sözlerde, oyun ve eğlencelerde haram olan unsurlar bulunuyorsa ona göre hüküm alır.
Hatta bunun içindir ki, sırf nikâhı ilân etmek maksadıyla davul, zurna ve boru gibi musikî âletlerinin düğünlerde çalınabileceğine cevaz verilmektedir. Davul ve zurna bazı yerlerde olduğu gibi kahramanlık türküleri ve mehter marşlarının söylenmesine eşlik edince, meşru çerçevede kalmış bulunmaktadır. İnsanın şehevî duygularına hitap etmediği için mübah sayılmaktadır. Fakat bugünkü düğünlerde davul-zurnanın eşliğinde yapılan merasimlerde gayrimeşru unsurlar karıştığından, onlar da haliyle haram yolda kullanılmaktadır. Bunun için de çalınmasına ruhsat verilmemektedir.
Düğünlerde ve sair zamanlarda mûsikî eşliğinde oynanan oyunlara gelince, bunun da birtakım şartlan vardır. Bir kere çalınan âlet ve söylenen parçalar belli çerçevede kalmalıdır. Bunun yanında oyun tutan kimseler yalan ve kötü sözler söylememeli, başkalarına gösterilmesi haram olan organlarını açmamalı, kadınlar kendilerine nâmahrem olan erkeklerin yanında oynamamalıdır. Oyun esnasında bunlardan birisi olursa, o haram sınıfına girer.
İmam Gazalî, düğün, bayram ve şenlik günlerinde erkeklerin kendi aralarında oyun tertip etmelerinde, raks etmelerinde bir mahzurun olmadığını kaydederek, ancak kadınların erkekler karşısında oynadığı oyunun haram olduğunu söyler.
Bunun için düğünlerde kadınlar kendi aralarında, yabancı bir erkek olmadan oynayıp eğlenebilirler. Aynı şekilde erkekler de meşru ölçüler çerçevesinde eğlenip oynayabilirler. Bu şekilde oynamak mübah olduğu gibi, onları seyretmek de mübahtır. Bütün bunlar tamamen ihtiyarîdir, kişinin arzu ve inisiyatifine bırakılmalıdır. "Düğün sahibidir, yakınıdır" diye mecbur tutulmamalıdır.
Düğünler, sünnetteki tavsiyelere uyularak, İslâm'ın nezahet ve temizliği çerçevesinde yapılırsa, aynı zamanda güzel bir örnek olur. Çünkü evlilik gibi ebedî bir hayat arkadaşlığının temeli, geçici, dünyevî heveslerin, çürük ve bâtıl âdetlerin üzerine kurulmamalıdır. Buna hassasiyet gösterecek Müslümanların artması, aynı zamanda umûmî bir belâ gibi düğün merasimlerimize musallat olmuş örf, âdet ve millî geleneklerimize ters hareketlerden bizi milletçe kurtaracaktır.
Unutulmamalıdır ki, güzel örneklerin artması nispetinde şikâyetçi olduğumuz kötülüklerin önü alınacaktır. Yoksa hem şikâyetçi olup, hem de nefsimizi tesirinden kurtaramazsak, yanlışlıkların önü alınmaz.