1
Kuran'da geçen "sekar/sakar"ın anlamı nedir, açıklar mısınız?
Sakar (kırmızı ateş):
"Hem ey Rasûlüm bilir misin, nedir o sakar (cehennem)." (Müddessir, 74/27)
"Biliyor musun sakar (cehennem) nedir? O, ne geri bırakır ne de azabdan vaz geçer. İnsanın derisini kavurur. Üzerinde görevli on dokuz (melek) vardır." (Müddessir, 74/27-30).
Bu sekar (“cehennem ateşi”) teriminin, tartışmasız olarak ilk kullanılışıdır. Bu terim, insanın bu dünyada günah işlemek ve ruhsal hakikatlere kör ve sağır kalmak suretiyle öteki dünyada başına açtığı azap kavramına Kur’an'da verilen yedi mecazî isimden birisidir. Bunun ve insanın öteki dünyadaki durumuna ve akibetine ilişkin öteki bütün Kur’ânî tasvirlerin mecazî karakteri, hem sonraki ayette hem de 28. ayet ve devamında açıkça dile getirilmektedir. (Muhammed Esed, Kuran Mesajı)
27-28. Ayetlerde sekar hakkında "hiçbir şeye acımayan, içine atılanları yakan ve insanın derisini kavuran korkunç bir yer" şeklinde detaylar vermektedir. "İnsanları kavurur" dîye çevirdiğimiz 29. âyete "İnsanlara görünür" şeklinde de mâna verilmiştir. (Zemahşerî, IV, 183) Aynı âyet, "Cehennem, orayı hak eden insana kendini gösteren bir tablo, bir aynadır" şeklinde de anlaşılabilir.
Müfessirler, 30. âyetteki "on dokuz" sayısını "cehennemde görevlendirilmiş olan on dokuz melek; meleklerden on dokuz grup; on dokuz saf; her birinin emrinde bir grup melek bulunan on dokuz yönetici melek" şekillerinde yorumlamışlardır. (Zemahşerî, IV, 184; Şevkânî, V, 378; İbn Âşûr, XXIX, 298)
Nitekim Tahrîm Sûresi'nin 6. âyetinde de cehennemin başında iri cüsseli, sert tabiatlı ve Allah'ın emirlerini hemen uygulayan meleklerin bulunduğu bildirilmiştir (Râzî, dönemindeki felsefî gelenekten yararlanarak buradaki on dokuz rakamını, insanın beden ve zihin güçleri olarak yorumlamıştır.) (XXX, 203) (Kur’an Yolu, V, 420-421.)
2
Cehennemde olanlar, belli bir sure sonra azaba alışacaklar mı?
Cehennem küfrün cezasıdır ve ebedîdir. Dünyada iman etmeden ölen bir insan, o azap diyarında ebediyen kalacaktır. Bir ayet-i kerimede "onların ciltleri yandığında yenileneceği, böylece ebediyen azap çekecekleri" haber verilir.
Cehennem azabı denilince ilk akla gelen maddi azaptır, ateş azabıdır. Bunun yanında sürekli karanlıkta kalma azabı, cennetten ebediyen mahrum kalma azabı gibi farklı azaplar da vardır. Bunlardan bedenin ateşle azap çekmesine, keşif ehli bazı evliya, ancak Allah’ın bileceği çok uzun bir süreden sonra bir derece alışılacağını ve ateşle bir nevi ünsiyet edileceğini haber vermişlerdir.
Nur Külliyatı'nda da bir mektupta bu konuya kısaca değinilir ve bu haberin kaynağı olarak, “Hadisin işaretinden anlaşılıyor.” kaydı düşülür. Buna göre bu konuda sarih bir ayet ve hadis olmamakla beraber, bir hadisin işarî manasından hareketle ve keşfe dayanarak bir haber verilmiştir. Bu haberden Muhyiddin Arabî Hazretleri de çokça söz eder. Hatta o daha da ileri giderek “bir nevi ülfet” yerine “bir nevi zevk alınacağından” bahseder. (bk. İbn Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, Ed. Ahmet Şemsettin, Daru’l Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2011, 1/258, 2/35-36)
Elbette ki bu ülfet ve bu zevk dünyadaki bazı hayvanların bizim çok iğrendiğimiz hayat ortamlarına alışmaları yahut ondan zevk almaları cinsinden olsa gerek. Cennetin o tariflere sığmaz zevkleri, orada yapılacak peygamber sohbetleri ve nihayet bütün cennet lezzetlerini geri bırakan Rü’yetullah lezzeti dikkate alındığında, cehennem ehlinin o ülfet ve lezzetlerinin gerçek manada bir lezzet ve zevk olamayacağı anlaşılır.
Sözü edilen hadis hakkında Nur Külliyatı'nda bir açıklama yapılmamış. Ancak Muhyiddin Arabi Hazretlerinin bu ve benzeri konularda sıkça nazara verdiği şu ayet ve kudsi hadisler var:
“Rahmetim her şeyi kapsamıştır.” (Araf 7/156)
“Şüphesiz rahmetim gazabıma galip gelir.” (Müslim, Tevbe, 14)
“Rahmetim gazabımı geçmiştir.” (Müslim, Tevbe, 14)
Üstad'ın sözünü ettiği hadisler de bunlar olsa gerek.
Şunu da önemle belirtmek isteriz:
Bu gibi konular ne imana ne de ibadete konu teşkil ederler. Dolayısıyla bu konularda, aksi fikri savunan kişilerle bir tartışmaya girmenin gereksiz olduğunu düşünüyoruz.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Rahmetim gazabımı geçti... Bu hadis-i kutsi nasıl anlaşılmalıdır?
- Kafirlerin ebedi cehennemde kalması nasıl adalet olur? Cehennem azabı neden ebedi olsun? Allah'ın şefkati anne şefkatinden daha çok olduğu halde, neden cehennemi yarattı?
- Cehennemde azap neden gittikçe şiddetlenmektedir?..
3
Cehennem azabı hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Cehennem azabının çok farklı şekilleri olmakla birlikte, bunları üç ana grupta toplayabiliriz: Birisi, orada bedenlerin yanmasından duyulacak ıstırap ki azap denilince daha çok bu mana akla gelir. İkincisi, ruhların duyacakları elem ve teessürler. Üçüncüsü ise, cehennem ateşinin nursuz ateş olması dolayısıyla, o azaplara bir de sürekli karanlıkta bulunmanın verdiği akıl almaz sıkıntının eklenmesi.
Cehennem: Allah ın azap diyarı ve kahır ülkesidir. Elem ve ıstırap yurdu, hıçkırık ve pişmanlık beldesidir. Cennette rıza ile lezzet birlikte zevk edildiği gibi, cehennemde de azapla gazap beraber tadılacaktır; hem de zifiri karanlık içinde.
Allah' ın rızasına mazhar olmanın ruha verdiği haz, cennetteki nimetlerin lezzetinden çok ileri olduğu gibi, onun kahrettiği ve cennetinden uzaklaştırdığı bir asi kul olmanın manevi elemi de ateş azabından çok daha fazladır. Şeytanla birlikte yanmanın elemine, bir de peygamberlerden (a.s), velilerden ayrı kalmanın elemi katılacak ve ruh bu manevi ıstırapla kıvranıp duracaktır.
Dünyada Allah'ın emirlerine karşı büyüklük taslayanlar, orada ebediyen zilleti tadacaklar, bu dünyada nefislerinin emrine girenler, orada aralıksız pişmanlık çekeceklerdir. Burada şeytanın peşini bırakmayanlar, orada ona en büyük düşman kesilecekler ve azap arkadaşları olan şeytanın "Ben size bir şey yapmış değilim, aklınızı kullansaydınız." diye çıkışması ise onları büsbütün çıldırtacaktır.
Oraya girenler, kendilerini yoldan çıkaran kötü arkadaşlarına da düşman kesilecekler, ama artık her şeyin vakti geçmiş olacaktır. İnsanın bu dünyada maddi ve manevi bu kadar değişik ıstırapları çekmeye müsait yaratılması işaret ediyor ki, bu elemlerin en ileri dereceleri, asi kulları cehennemde yakalayacak, onları hem bedeni hem de ruhi ıstıraplarla kıvrandıracaktır.
Resulullah Efendimiz (asm.), cehennemin etrafının nefsin hoşuna gidecek şeylerle sarılı olduğunu bize haber veriyor. Öyle ise nefsimize uyarak bir günah işlediğimizde, hemen cehennemin sıcağını hissetmeli ve tövbe ile ondan derhal uzaklaşmalıyız...
4
Cehennemde soğuk azap da var mıdır; ne tür azaplar olacaktır?
Cehennem azabı sadece ateş değildir. Birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1. Soğukla azap,
2. Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3. Başına topuzlarla vurmak,
4. Aç bırakmak,
5. Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6. Vücutları büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7. İrinli su içirmek,
8. Gayya kuyusuna atmak,
9. Uçurumlardan yuvarlamak,
10. Zifiri karanlıkta azap,
11. Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12. Azapların her gün katlanarak çoğaltılması,
13. Sonsuza kadar azap edilmesi.
Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki:
"Cehennemde bir yere Zemherir denir, yani, soğuk cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak cehenneme atılarak, azap yapılacaktır." (Amentü şerhi)
Cehennemde çok soğuk zemherir azapları bulunduğu, "Kimya-i Saadet" ve "Dürret-ül-Fahire" kitabında yazılıdır. Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. (Örneğin: Buharî, Mevâkît, 9; Müslim, Mesâcid, 185-187; Tirmizî, Cehennem, 9.)
Reşahat kitabında deniyor ki: "Zemherir denilen soğuk cehennemin azabı çok şiddetlidir."
5
Cehennem ateşi hadiste bildirilenden daha sıcak olmalı değil mi?
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Yaktığınız ateş var ya, bu cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!" buyurmuştu.
(Yanındakiler): "Zaten bu ateş, vallahi (asileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi." dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Cehennem ateşi öbürüne altmış dokuz kat üstün kılındı. Her bir katın harareti, bunun mislindedir." [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 10; Müslim, Cennet 29, (2843); Muvatta, Cehennem 1, (2, 994); Tirmizî, Cehennem 7, (2592).]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste ahiretteki cehennem ateşinin, derece ve şiddet itibariyle, dünyadaki ateşin yetmiş katı olduğu ifade edilmektedir. Ashab, kâfir ve asileri cezalandırmak için dünyadaki ateşin de yeterli olacağını söylemesi üzerine, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Allah'ın azabının ne kadar şiddetli olduğunu belirtmek üzere te'kiden, cehennem ateşinin dünyadaki ateşe nisbetle altmış dokuz kat olduğunu, her bir katın aynen dünyadakine eşit bir şiddete sahip bulunduğunu beyan ediyor.
Allah'ın azabının şiddeti, ayet ve hadislerde tekrarla nazara verilmiş ve bunun "ateş"le olacağı ifade edilmiştir. Mesela;
"...Onlar ateşe karşı ne de sabırlıdırlar!" (Bakara, 2/175)
"...Öyle bir ateşten sakının ki, onun yakıtı insanlarla taştır." (Bakara, 2/24) buyrulmuştur.
Öyleyse, dünya ateşini, Cenab-ı Hak, ahiretteki ateşin şiddetini haber vermek üzere onun yetmiş cüz'ünden bir cüz olarak halketmiş olmaktadır.
Şarihler, hadisteki maksadlardan birinin Allah'tan sadır olan azabın, kullardan, zalim insanlardan sadır olmakta bulunan azabtan çok daha şiddetli olacağına dikkat çekmek olduğunu belirtirler.
Hadislerde geçen yetmiş kat ifadesinin bir manası da ateşin şiddetini ifade etmek içindir. Cehennem yedi tabakadır. Birinci tabaka en hafiftir. Fakat dünyâ ateşinden yetmiş kat daha şiddetlidir. Adı “cehennem”dir. Burada Müslümanlardan bir kısmı yanıp, günahlarından temizleneceklerdir.
Bu hadis de "Allah'tan korkulmaz, Allah sevilir." diyenlerin, bu çeşit sözleriyle dinî bir hakikatı ortaya koymayıp keyfî bir muğalata (demagoji) yaptıklarını ortaya koymaktadır. Evet Rabbimizi, rahmetiyle severken, celalinden, azabından ve adaletinden de korkarız; kulluk edebi bunu gerektirir. Kur'an ve hadis de bunu ders verir. "Allah'tan korkulmaz..." sözü küfrün değilse cehlin eseridir, dinde delili, dayanağı yoktur. (Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Şeytan, ateşten yaratıldığı halde cehennemde nasıl yanacaktır?
6
Cehennemde kadınların fazla olması hakkında bilgi verir misiniz?
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek):
"Ey kadınlar cemaati! (Allah yolunda) sadakada bulunun, istiğfarı çok yapın. Zira ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğini gördüm." buyurdular. Dinleyenlerden cesaretli bir kadın:
"Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor, neyimiz var?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ağzınızdan kötü söz çıkıyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz." (Buhari, Hayz 6, Zekat 44; Müslim, Küsuf 17)
Bezzar’dan gelen rivayeti değerlendiren Heysemi, bunun sahih olduğunu söylemiştir.(bk. Mecmau’z-zevaid, 3/118).
Bu hadisle ilgili birkaç noktaya işaret etmekte fayda vardır:
- Hz. Peygamber (a.s.m) bu sözü -sırf kadınları suçlu göstermek için değil-, onları sadaka vermeye teşvik ederken sarf etmiştir.
- Bu çokluk oranı, büyük bir yekun tutmasını gerektirmez. Cehenneme giden erkeklerden yalnız iki kadın fazla olsa, bu hüküm doğrudur.
- Hadiste, kadınların erkelerden daha fazla işledikleri iki suç tespiti yapılmış ve bunlar cehenneme giden kadınların sayısını daha da arttırmıştır. Bu suçlardan biri: Kadınlar çok lanetçidir / ulu orta insanlara, çocuklara, eşyaya, hayvanlara lanet okurlar. Diğeri ise, iyilik yapan insanlara, özellikle de kocalarına karşı çok nankördürler. Hayat boyu birilerinin iyiliğini görseler, bir an hoşlarına gitmeyen bir husustan ötürü, bütün o eski iyilikleri unutur görmezlikten gelirler.
- Her zaman kadınların oranı erkeklerden daha fazla olabilir. Özellikle ahir zamanda doğanların daha çok kadınlar olacağına dair rivayetlerin işaretleri vardır. Bu istatistiki bilgiler doğrultusunda konuya bakıldığında, mesele daha da vuzuha kavuşmuş olur.
İlave bilgi için tıklayınız:
- İnsanların çoğunun cehenneme gitmesi ve cehenneme gidenlerin çoğunu kadınlar teşkil etmesi bilgi verir misiniz?..
7
Cehennemde yanmayacak üç göz hangileridir?
"Üç kişinin gözünü cehennem ateşi yakmaz: Allah yolunda kaybedilen göz, Allah yolunda nöbet bekliyerek geceleyen göz, Allah korkusundan yaş akıtan göz." [Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) (Ramuzul Ehadis).]
"İki göze ateşin erişmesi haram edildi: Allah'ın haşyetinden ağlıyan göz, İslam ve Müslümanları kâfirlerden korumak için gözcülükte geceleyen göz." [Ravi: Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) (Ramuzu'l-Ehadis)]
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"İki göz vardır, onlara ateş değemez: Allah için ağlayan göz ile Allah yolunda uyanık sabahlayan göz." [Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 7, (1632).]
AÇIKLAMA:
Allah korkusuyla ağlamak, çoğu durumda Allah'ın emirlerine imtisal ve nehiylerinden kaçmanın sonucudur. Bu ise kullukta ileri bir mertebe demektir. Allah korkusuyla ağlamak bazan günahkârlığını idrâkten, içinde bulunduğu fenalıklardan rücû etmeye azmetmekten ileri gelir. Bu da ihlâsla yapılan bir tevbenin ifadesidir. Her iki durum da Erhamürrahimin olan Rab Teâla'nın mü'min kulunu bağışlayacağının alametidir. Resûlullah (asm) bunu müjdelemektedir.
"Allah yolunda uyanık sabahlayan göz." cümlesinde uyanık diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı olan "tehrusu" "korumak" kökünden gelir. Yani düşmanı gözetleyerek, nöbet bekleyerek sabahlayan demektir.
Ancak hadis-i şeriflerde geçen "Allah yolunda" tâbiriyle her seferinde "düşman karşısında silahlı cihad yapan"ı anlamak hatalıdır.
Çünkü, Resûlullah (asm)'ın hadislerinde cihadın tarifi yapılırken daha umumî manalara da yer verilmiş, kişinin kendi nefsiyle yaptığı mücâdele de cihad mefhumuna dahil edilmiştir.
Öyle ise Allah rızasını güden her gayret bir nevi cihaddır. Bu sebeple şârihler "ilim yaparak", "ibadet ederek", "haccederek", "savaşarak" uyanık geçirilen bütün gecelerin buraya dahil olduğunu belirtirler.
Ancak şunu da belirtmeliyiz ki fiilî savaş durumunda düşmana karşı din-i mübin-i İslâm ve Müslümanları, Müslüman vatanını korumak maksadıyla uyanık geçirilen geceler, hadisten öncelikle anlaşılması gereken mânâdır. Savaş zamanında bu hepsinden üstündür. Sulh zamanında da ilim için, ibâdet için uyanık geçirilecek geceler de niyete tabi olarak aynı ölçüde kıymetlidir.
Tîbî, "ağlayan göz" tâbiri ile nefsine karşı cihad veren "âlim âbid"in kastedildiğini, çünkü âyet-i kerimede: "...Allah'ın kulları arasında ondan korkan, ancak âlimlerdir..." (Fatır, 35/28) buyurulduğunu belirtir ve der ki:
"Burada haşyet (korku) sadece âlimlere hasredilmekte, başkalarına sirâyet ettirilmemektedir. Böylece iki göz arasında, yani nefs ve şeytanla cihad edenin gözü ile küffarla cihad edenin gözü arasında bir nisbet ve ilgi hasıl olmuştur."
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 5/33.)
8
Cehennemden en son çıkacak kişiyle ilgili hadisler arasındaki farklılığın sebebi nedir?
Söz konusu iki hadiste, en son cehennemden çıkan kimse ile Allah arasında geçtiği / geçeceği ifade edilen diyalogun hem ortak hem de farklı noktaları vardır.
Şayet iki hadisten biri daha sahih ise, onun ifadeleri esas alınır. Ancak bu hadislerden ilki Buhari’de (Rikak, 51), diğeri ise Müslim’de (İman, 310) geçtiğine göre ikisi de aynı derecede sahihtir.
Bu durumda: Peygamberimiz (asm)'in farklı zamanlarda konuşmanın akışına uygun olarak diyalogun bir kısmına dikkat çekmiş olduğunu düşünebiliriz. Veya raviler bu kıssayı anlatırken, farklı yönlerine vurgu yapmışlardır.
Aslında anlam bakımından iki rivayet arasında doğrudan çelişen bir tasvir de söz konusu değildir.
Şunu da ilave bir bilgi olarak aktaralım ki, Kadı Iyaz gibi bazı alimlere göre, burada farklı iki şahıstan da sözedilmiş olabilir. Hatta bu şahıslar gerçek iki şahıs da olabilir, iki grup da olabilir, iki cins de (cinler-insanlar) da olabilir. (bk. İbn Hacer, 11/443)
Buna göre “...en son...” ifadesi nisbi olarak kabul edilir. Bu tevile göre, farklı kişilerin durumunu seslendirdiği için, rivayetler arasındaki farklılık daha da anlaşılır hale gelir.
9
Cehennem nasıldır?
Cehennem azabı sadece ateş değildir; birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1. Soğukla azap,
2. Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3. Başına topuzlarla vurmak,
4. Aç bırakmak,
5. Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6. Vücutları büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7. İrinli su içirmek,
8. Gayya kuyusuna atmak,
9. Uçurumlardan yuvarlamak,
10. Zifiri karanlıkta azap,
11. Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12. Azapların her gün katlanarak çoğaltılması,
13. Sonsuza kadar azap edilmesi.
Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki:
Cehennemde bir yere "Zemherir" denir, yani, soğuk cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak cehenneme atılarak, azap yapılacaktır.
Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i Saadet ve Dürret-ül-Fahire kitabında yazılıdır.
Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor.(bk. Buharî, Mevâkît: 9; Müslim, Mesâcid: 185-187; Tirmizî, Cehennem: 9.)
Reşahat kitabında deniyor ki: Zemherir denilen soğuk cehennemin azabı çok şiddetlidir.
10
Cehennemdeki azaplar nelerdir?
Cehennem azabı, sadece ateş değildir. Birçok azap çeşitleri vardır; birkaçı şöyledir:
1. Soğukla azap,
2. Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3. Başına topuzlarla vurmak,
4. Aç bırakmak,
5. Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6. Vücutları büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7. İrinli su içirmek,
8. Gayya kuyusuna atmak,
9. Uçurumlardan yuvarlamak,
10. Zifiri karanlıkta azap,
11. Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12. Azapların, her gün katlanarak çoğaltılması,
13. Sonsuza kadar azap edilmesi.
Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki:
Cehennemde bir yere Zemherir denir, yani, soğuk cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak cehenneme atılarak, azap yapılacaktır.
Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i Saadet ve Dürret-ül-Fahire kitabında yazılıdır. Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. (Örneğin: Buharî, Mevâkît: 9, Müslim, Mesâcid: 185-187; Tirmizî, Cehennem: 9.)
Reşahat kitabında deniyor ki: Zemherir denilen soğuk cehennemin azabı çok şiddetlidir.
11
Cehennemde ölüm var mıdır?
Kur'an ve hadislerin verdiği bilgiye göre, cennet ve cehennemin yaratılmış olduğuna, cennetin içindeki nimetleri ve sakinleriyle; cehennemin de içindeki azapları ve sakinleriyle ebediyen var olacağına inanmak gerekir. Cennet ve cehennemin ebedi olduğuna inanmak inancımızın bir gereğidir.
Allah şöyle buyuruyor:
"Ben onu sekara (cehenneme) sokacağım. Sen bilir misin sekar nedir? Bitirir de bırakmaz; insanları kavurur." (Müddessir, 74/26-30)
Ayette geçen "sekar" kelimesi ateşin isimlerinden olup cehennemin ağır cezalık kısımlarından birini ifade ettiği belirtilir. Takip eden ayetler ise sekar hakkında
"Hiçbir şeye acımayan, içine atılanları yakan ve insanın derisini kavuran korkunç bir yer."
şeklinde detaylar vermektedir. (bk. Kur'an Yolu, İlgili ayetlerin açıklaması)
Razi, Allah’ın “Sen biliyor musun, sakar nedir?" ifadesiyle, cehennemin korkunçluğunu vurgulamak istediğini belirtir ve "Bitirir de bırakmaz.” cümlesi hakkında şu açıklamaların yapıldığını bildirir:
1. O cehennem kişide kan, et ve kemik namına bir şey bırakmaz; cehennemlikler yeni bir canlı olarak yeniden iade ve inşa edilince de, bir öncekinden daha şiddetli bir biçimde, onları yeniden yakmaktan da geri durmaz. İşte bu, hep böyle sürüp gider.
2. Cehennem, azabı hak etmiş kimselere mutlaka azab eder; sonra da, o azab edilenlerin bedenlerinde hiç bir kısım bırakmayıp hepsini yakar.
3. Azab edilen kimselerin bedenlerinde hiçbir şey bırakmaz. Sonra da, bu cehennemin ateşi, kuvvet ve şiddeti namına ne varsa hiçbir şeyi geri bırakmayıp, onlara azab için bütün şiddetini kullanır. (Razi, Tefsir ilgili ayetlerin açıklaması)
Cehennem azabı ne kadar şiddetli olursa olsun, içindekileri yok etmeyeceğini ayetlerden açıkça anlamaktayız:
"Ona her yandan ölüm gelecek, fakat ölmeyecek ki kurtulsun. Bunun ötesinde şiddetli bir azap vardır." (İbrahim, 14/16-17)
"Doğrusu kim Rabbine kıyamette suçlu olarak gelirse, onun yeri cehennemdir. Orada ne ölür kurtulur ne de hayatı hayat sayılır." (Tâhâ, 20/74)
"Böyle olanlar ahirette, en büyük ateşe girer. Orada artık ne ölür ne de rahat yüzü görür!" (A'la, 87/11-12)
Bu ayetler, azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cennet ve Cehennemin ebedi olmadığı iddiası...
12
Ebedi cehennemlik günahlar var mı?
- Ehl-i sünnet alimlerinin değişik ayet ve hadislere dayanarak vardıkları kanaate göre, şirk de dahil her türlü inkar, ebedi cehennemliktir. Bu gerçek kısaca, “imansız olarak kabre girenler ebedi olarak cehennemde kalırlar” şeklinde ifade edilir. İmansızlığı doğurmayan hiçbir günah, ebedi olarak cehennem cezasını gerektirmez.
- İlgili ayetlerin meali -tertip sırasına göre- şöyledir:
a) “Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bu, onların 'Alışveriş de faiz gibidir.' demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi mübah, faizi ise haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir. Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/275)
Konuya şu ayeti de dahil edebiliriz:
b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)
c) “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” (Müminun, 23/103)
d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur. Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.” (Furkan, 25/68-69)
Bu ayetleri, maddelerinin sırasına göre açıklayacağız:
a) Faizle ilgili olarak ebedi cehennemde kalanlar, kâfir kimselerdir. Çünkü bunlar ayette belirtildiği üzere, “Alışveriş de faiz gibidir.” demişlerdir. Yani Faizin haramlığını inkâr etmişler. Bilindiği gibi, helali haram, haramı helal saymak küfürdür. Demek bunların cehennemde ebedi kalmalarının sebebi, faiz yemeleri değil, faizi helal saymalarıdır. (bk. Razî, Beydavî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri)
Bazı alimlere göre, ayetin sonunda yer alan “onlar orada ebedî kalacaklardır” mealindeki ifadesi, hakiki ve mecazi olmak üzere iki manada açıklanabilir.
Hakiki manada olduğu zaman; söz konusu edilen faizciler “Alış veriş de faiz gibidir” deyip kâfir olduklarından, gerçekten cehennemde ebedi kalırlar.
Mecazi manada olduğu zaman; ayette yer alan “cehennemde ebedi kalmak” ifadesi, uzun bir süre kalmak anlamında olur. Ayette “Her kime Rabbinden bir talimat gelir…” ile başlayan cümle bu manaya imkân vermektedir. (bk. İbn Aşur, ilgili yer)
b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir.” mealindeki ayetin hükmü konusundan alimlerin farklı yorumları olmakla beraber, imanla kabre girmiş kimselerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları konusunda ittifak halindedirler. Onun için yorumlar da bu düşüncenin etrafında şekillenmiştir. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)
Bununla beraber, bizce şu yorumlar önem arzetmektedir:
1) Bu ayette Allah’ın, “Bir mümini kasden öldüren kimsenin” cezası / yaptığı bu suçun karşılığı ebedi cehennem olduğunu belirtmesi, suçun dehşetini ve hakettiği cezayı ortaya koymaktadır. Ancak bu cezanın tahakkuk etmesi ise, Allah’ın iradesine bağlıdır. Bu suçu işleyen kâfirleri ebedi cehenneme koyabildiği gibi, müminleri de affedebilir veya uzun bir süreliğine cehennemde tuttuktan sonra onu oradan çıkarabilir. Razî’nin benimsemediği bu görüş Kaffal’a aittir. (krş. Razî, ilgili yer)
2) Bu ayetin hükmü hakiki manasında olmakla beraber, Allah’ın affı devreye girdiği zaman, bu hüküm değişebilir. Nitekim alimlerin büyük çoğunluğuna göre, katil sağlam tövbe ettiği takdirde affa mazhar olabilir. Küfrün tövbesi kabul gördüğü halde, katlin tövbesinin kabul edilmemesi düşünülemez.
“Şu muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder.” (Nisa, 4/48)
mealindeki ayetin beyanı bunu desteklemektedir. (bk. Razî, ilgili yer)
3) Bazı alimlere göre, bu ayetin konusu olanlar -bazı rivayetlerde geçtiği gibi- Mekis b. Dababe adında biri /veya katli helal kabul ederek dinden çıkan kâfirler olabilir. Dolayısıyla bu hüküm hakiki manasında olarak kafirler için söz konusudur, demektir. Yahut da buradaki “ebedilik” kavramı mecaz olup uzun süre anlamındadır. (bk. Beydavî, Nesefi, ilgili yer)
c) Müminun suresinin 102-103. ayetlerinde, günah-sevaptan ziyade, iman-küfür muvazenesi yapılmıştır. Bu sebeple,“O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar” mealindeki ayette imanı ve salih amelleri ağır basanların durumu belirtilmiştir.
“Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” mealindeki ayette ise, küfür ve kötü ameller yapanlar söz konusudur. (krş. Razî, Beydavî, Ebu’s-Suud, ilgili ayetlerin tefsiri)
d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.” mealindeki ayette yer alan “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.” cümlesi, konuya imanı da katmaktadır. Buna göre, ayette yer alan “Kim de bunları yaparsa,..” mealindeki ifadede “kim ki Allah’tan başkasına ibadet ederse” hususu da dahildir. Bu ise, açık bir küfürdür.
Bu ayette zikredilenler kâfir / müşrik kimselerdir. Oradaki kötülükleri de genellikle kâfirler işler. Onun için küfür / şirk vasfıyla birlikte onlar da zikredilmiştir. (bk. Ebu’s-Suud, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)
13
"Cennet nefse hoş gelmeyen şeylerle, cehennem de nefsin hoşlandığı şeylerle kuşatılmıştır." Bu hadiste ne anlatmaktadır; izah eder misiniz?
Cenab-ı Hak, imtihan sırrı olarak her bir günaha nefis için bir lezzet koyduğu gibi, itaat ve ibadette dahi, nefse hoş gelmeyen sıkıntı ve zorluklar koymuştur. Ancak başlangıçtaki bu küçük sıkıntı ve meşakkatlerin ardından, ruh ve kalbi huzura kavuşturacak rahatlık vardır.(1)
Nefis, yaratılışı icabı günahlara koşarken, sıkıntılara sabretmeyi gerektiren ibadetlerden daima kaçar. Günahlar, yasaklar, başlangıçtaki lezzetlerine karşılık, sonradan maddi ve manevi ızdırap getirirken; iman, itaat ve ibadette başlangıçta çekilen küçük sıkıntılara karşılık, rahatlık ve huzura vesile olur. İşte bundan dolayıdır ki, günahlarda bulunan lezzetler “zehirli bal” olarak ifade edilmiştir.(2)
İşte, bahsini ettiğiniz hadis-i şerifte bu hususa işaret edilir:
Hadis alimlerinden İmam-ı Nevevi, bu kuşatılmayı bir perdeye benzetmektedir. Yani, cennete, onu kuşatan şeyler; ibadet, itaat, meşakkat, gayret, çalışma v.s. gibi nefsin hoşlanmadığı şeylerden meydana gelmiş olan bir perdeyi geçerek varılabilir. Aynı şekilde cehennem de nefsin hoşlandığı günahların lezzetleriyle, isyan ile içki ve kumar gibi günahlarla perdelenmiştir. Onların işlenerek yırtılmasıyla da cehenneme varılır.(3)
“Dünya mü'minin zindanı, kâfirin ise cennetidir.”(4)
mealindeki hadis-i şerif bu hakikatin bir başka ifadesidir. Şurası da muhakkak ki, mü'min için dünyanın zindan oluşu, cennetteki ebedi saadetine göre, kâfir için de dünyanın cennet oluşu, cehennemdeki ebedi azabına göredir.(5) Yoksa, mü'min bu dünyada, akıl ve kalb cihetiyle, kâfirden çok daha lezzet almaktadır. Çünkü, inançsız kimselerin aklını sıkça zorlayan, "ebedi yok oluş" düşüncesi, onların dünya nimetlerinden aldığı lezzeti hiçe indirir. (6)
Mesnevi-i Nuriye'de şöyle buyrulur:
“Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halikımızı ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde cennet olsa bile cehennemdir.”(7)
“Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doğru gitmekte olduğun kabir, dünyanın zinetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.”(8)
Onun için, nefsimize hoş gelen, fakat ruh ve kalbimizin hoşlanmadığı fani güzelliklerin, peşinde olmamalıyız ki, Rabbimizin rızasına ve cennetine nail ve cehenneminden emin olalım.
Kaynaklar:
1. Soruda geçen hadisi şerif Tirmizi, Cennet, 31.' de geçmektedir.
2. Meyve Risalesi, s. 25; Mesnevi-i Nuriye, s. 118.
3. a.g.e.
4. Müslim, Cennet, 1.
5. Tirmizi Zuhd, 56.
6. Lem'alar.s. 201.
7. Mesnevi-i Nuriye s, 98.
8. a.g.e. s, 118.
14
Kâfirler ve müşrikler cehennemde Allah'ı bilecekler mi?
Cehennemde küfür yoktur, zira oraya girenler artık bütün iman hakikatlerine inanmışlardır. Kabri görmüşler, orada azap meleklerini tanımışlar, dirilmeyi yaşamışlar, mahşerde Rablerinin huzurunda hesap vermişler ve işte şimdi bu hesaptan müflis olarak ayrıldıktan sonra, azap diyarına girmişlerdir. Cehennemde şirk de yanmış, kavrulmuş ve yerini tevhide bırakmıştır. Artık cehennemin her ferdi çok iyi bilmektedir ki, Allah’tan başka Mabud, ondan başka Hâlık ve Mâlik yoktur. Kur’an-ı Kerim'de, cehennem yakıtının “insanlar ile taşlar” olduğu haber verilir. (Tahrim, 66/6; Bakara, 2/24)
Bu taşları, tefsir âlimlerimiz “putlar” diye açıklıyorlar. Orada insanlarla taptıkları putlar, birlikte yanacaklar. Taşın azap çekmeyeceği açıktır; ama müşriklerle putların birlikte yanmaları da tevhit namına, hoş bir manzaradır.
Cehennem, müminlerin günah ve isyanlarını da kavurmuş, sahibini bunlardan temiz hâle getirmiştir. O dehşetli azapla günahlardan temizlenen müminler, daha sonra cennete varacaklardır. Ama küfür üzere ölenler için bu kapı ebediyen kapalıdır.
Bu vesileyle, konumuzun daha da aydınlanmasına yardımcı olacağı kanaatiyle, Hazreti Mavlana”nın şu harika tespitini takdim edelim: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” mealindeki âyet hakkında şöyle buyururlar:
“Kâfirler, müşrikler ve asiler cehennemde yanarken, durmadan Allah’ı zikir edecekler ve böylece ibadet için yaratılmış olan bu insanlar, kısa süren bir dünya fasılasından sonra, ibadetlerini böylece sürdüreceklerdir.”
Konuya şöyle bir misâl de verir:
“Hani sıhhatli iken gaflet üzere bulunan bir insan, hastalanıp da yatağa düşünce durmadan inler ve her nefeste ‘Aman ya Rabb’i, sen bilirsin ya Rabb’i’ der ya! İşte cehenneme giren bir insan da böylece ebediyen zikirle meşgûl olacaktır.”
15
Cehennemde azabın tedricen, sürekli, kademe kademe artmasının sebebi nedir?
Aşağıdaki ayetlerde azabın artırılacağından söz edilmektedir:
"İnkâr edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız." (Nahl, 16/88).
"Tadın! Bundan sonra yalnızca azabınızı arttıracağız." (Nebe, 78/30).
Nahl suresindeki ayette azabın kat kat artırılmasının hikmeti, onların işledikleri iki ayrı isyanlarına karşılıktır. Bunlarından birinci suçları; Allah’ın indirdiği ilahî vahyi inkâr edip küfre sapmaları... İkincisi ise, başka insanları Allah yolundan alıkoymaları... Bu her iki suça karşı ayrı bir azap söz konusudur.(Maverdî; Razî, İbn Kesir, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri).
Bu azaplardan biri dünyada diğeri ise ahirette verilen cezalar olduğunu söyleyenler de vardır.(bk. Maverdî, ilgili ayetin tefsiri).
Bir çok tefsirde, bu arttırılan azabın aynı azap cinsinden olmayıp, -zehirlenme, yılan akreplere yem olma, ateşin hararetinden zemheririn dondurucu kısmına atılmak gibi- yepyeni bir azap türü olduğuna işaret edilmiştir.(bk. Taberî, Zemahşerî, Razî, ilgili yer). Bu yorumlara göre, azabın artırılması bir alışkanlık peyda etmeye yönelik olduğunu gösterecek bir ipucu yakalamak zordur.
Azabın gittikçe artacağından söz eden bir diğer ayet de -yukarıda da meali verilen- “Tadın! Bundan sonra yalnızca azabınızı arttıracağız.” (Nebe, 78/30) ayetidir. Abdullah b. Amr b. As’ın şöyle dediği rivayet edilmektedir:
“Cehenneme giren kâfirler hakkında -ve onlara hitaben seslendirilen- bu ayetten daha şiddetli bir ayetin ifadesi söz konusu değildir. Çünkü bu ayette onların gittikçe artan bir azapla karşılaşacaklarını ifade edilmektedir.” (bk. Taberî, İbn Kesir, ilgili yer).
Şunu unutmamak gerekir ki, insanların azabından bahseden bütün ayetlerde, cezanın çekilmesi adalet açısından gerekli olan bir süreç için söz konudur. İbn Arabî ve Bediüzzaman Hazretleri gibi bazı alimlerin “Sonsuz ilahî rahmetin sonucu olarak cehennemde bir azalma, bir ülfet, bir alışkanlık söz konusu olabileceğine...” dair yorumları, “cezaen vifaka” denilen cezanın suç oranıyla örtüşen sürecinin bitiminden sonraki merhaleye aittir. Bu sürecin veya süreçlerin ne kadar süreceğini Allah’tan başka kimse bilemez...
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kafirlerin ebedi cehennemde kalması nasıl adalet olur?
16
Merhamet ve cehennem, ikisi bir çelişki değil midir?
- Milyarlarca insan ve diğer canlıların bütün hayatî ihtiyaçlarını temin eden, dünyaya gelir gelmez rızkını bulması için annelerin meme musluklarından yavruların rızkını gönderen, en acımasız canavarlara dahi bir anne şefkatini vererek aciz yavruların yardımına koşturan, bir kutup ayısı anneye dahi yavrularının rahat süt emmeleri için karlar üzerinde sırt üstü yatırtan bir merhamet duygusunu bahşeden Allah’ın sonsuz rahmetini inkâr etmek, ciddi bir körlük ve çirkin bir nankörlüktür.
- Her türlü melaneti işleyen katil ve canileri cezalandırmak ne zamandır haksızlık sayılıyor?
- Bir ülkenin yasal düzenini inkâr etmeye, bozmaya, anayasayı ilgaya teşebbüs edenlerin ağır cezaya uğradıklarına şahit olan insanlık camiasından, bu cezanın bir zulüm olduğu sesi duyulmamıştır. Bütün hukuk sistemlerinde “ihkak-ı hak” denilen "zalimden hakkı almak, mazlumun hakkını vermek" diye bir prensip vardır. Cehennem dahi böyle bir ihkak-ı hak merkezidir.
- Allah’ın kâinat çapında güneş gibi parlayan tezahürleri, şimşek gibi çakan sinyalleri, göz kamaştıran ışıkları görülen adalet ve merhametini inkâr etmek, sadece bir nankörlük ve körlük değil, aynı zamanda milyarlarca varlıkların merhamete olan şahitliklerini yalanlamak, bu sonsuz merhamet karşısında divan duran varlıkların bu duruşlarını tahkir etmek anlamına gelir. Bir küfür, bir inkâr bin katil hükmündedir. Çünkü binlerce hak ve hukukları manen öldürmektir. Bir tek katlin cezası en az on beş yıl hapis olduğu insanların adaletinde yer etmişken, bin katli birden işleyen bir kimsenin cehennemde yatmasını adaletten uzak görmek akıl ve vicdanla izah edilemez.
- İnsanların yapısı İslam dininin emirlerini yerine getirecek ve yasaklarından sakınabilecek bir fıtrata sahiptir. İslam dininin fıtrat dini olmasının manası budur. Her çocuğun İslam fıtratı üzerine yaratılmasının manası da budur. Yani, insanın ulvî yapısı, ruhanî zevki, kalbî hassasiyeti, aklî melekeleri, İslam dininin hükümleriyle özdeşleşmiştir.
“İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra'd, 13/28)
mealindeki ayette, insanın bu ulvî ve kalbî zevkine ve ruhanî neşesine işaret edilmiş ve ancak yaratıcısını bulmakla, ona kulluk etmekle huzura kavuşacağına dikkat çekilmiştir.
- İmtihana tabi tutulan insanların -âdil bir yarışmada kendi özgür iradeleriyle yarışmayı önde götürmek/ve imtihanı kazanabilmeleri için- temayüllerine sınır konulmamıştır. Çekiciliği bakımından merkezde oturtulan iki farklı çekim alanı ve iki farklı mekanizma yerleştirilmiştir. Bu iki mekanizma, ruh ve nefistir. Ruhanî zevklerin çekim alanı ile nefsanî zevklerin çekim alanı elbette bir değildir. Fakat kişi bu alanlardan hangisine kendini kaptırırsa oradan lezzet alır. Ruhanî zevklerin ulvî, insanın vicdanını rahatlatan, gönlünü tatmin eden insanın kemaline, olgunluğuna katkı sağlayan bir mekanizma olduğu tecrübeyle sabittir. Buna mukabil, nefsanî -gayrimeşru- arzuların verdiği lezzet, insanın sadece hayvanî ve bitkisel yanlarını tatmin edebildiği, ruhanî bir yükseklik kazandırmadığı, ulvî bir zevk vermediği de tecrübeyle sabittir.
“İyilik, nefsin/ruhun tatmin olduğu, kalbin onunla huzur bulduğu şeydir. Günah/kötülük ise, içini tırmalayan ve tereddüt/rahatsızlık veren şeydir.” (Mecmau’z-Zevaid, 10/294)
manasındaki hadis-i şerifte (tecrübelerimizle de sabit olan) bu gerçekler -fıtratın ıslak imzasıyla- onaylanmıştır.
- Yukarıda açıklandığı üzere, âdil olan Allah, kullarına asla zulmetmez. Fakat insanların keyfine göre de hareket etmez. İnsanların çoğunun cehenneme gitmesi doğrudur. Fakat meziyet sayıda değil, kalitededir. Tavuğun altına bırakılan yüz yumurtadan doksan tanesi cılk çıkıp bozulsa bile, on tanesinin kıymetli birer civciv olmalarının hatırı için bu işlemden vazgeçmemek aklın gereğidir. Çünkü eğer bu yumurtalar kuluçka işlemine tabi tutulmazsa hiçbir civciv söz konusu olmaz. Az bir zarar için pek çok olan bir yarardan vazgeçilmez. On tanenin sağlam çıkması doksan tanenin zararını telafi ettiği gibi, fazladan kârlar da kazandırır.
Eğer imtihan olmasaydı, başta Hz. Muhammed (asm) olarak peygamberler, evliyalar gibi yıldızların doğması mümkün olamazdı. Yaratıcı katında pek bir değere sahip olmayan -sürü türünden- bir yığın inkârcının cehenneme girmemesi için, imtihanı açmamak suretiyle böyle her biri dünyaya bedel kaliteli insanların ortaya çıkmasına engel olmak, hikmete taban tabana zıttır.
- Bununla beraber, elbette cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değildir. İmanlı kimseler olarak bizim bu tür vesveselerimizi kökten söküp atan Allah’a olan imanımızın her an tecdidiyle meydana gelen güçlü bir şuurla konulara yaklaşmaktır. Örneğin; sağlam bir şekilde “Allah’ın âdil olduğuna iman etmek ve bu iman şuuruyla meselelere bakmak...” imtihanın âdil olup olmadığına dair tereddütleri tamamen silebiliriz.
Evet, inanıyoruz ve inanmalıyız ki, Rahman ve Rahîm olan Allah, asla merhametsizlik etmez... Hak ve Âdil olan Allah, asla zulüm ve haksızlık etmez. Kerîm ve Hakîm olan Allah, asla komplo kurmaz. ve insanı kukla olarak kullanmaz...
Geriye kalan tek şey, insan olarak bizim, Rahman’ın emrinde mi, yoksa şeytanın esaretinde mi kulluk yapmayı tercih etmemizdir; insanlığın güneşleri olan peygamberlerin, evliyaların, ahlak abidesi olan, dürüst ve şerefli insanların safında mı, yoksa Ebu Cehillerin, Firavunların, yalancıların, zalimlerin, şerefsizlerin safında mı yer alacağımızı belirlememizdir...
- Burada, son sözü asrın söz sahibine / Bediüzzaman Hazretlerine bırakmak uygun olur:
“Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır; ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gınâ; ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya; ve herhalde mahkemen olan mahşerde sened ve berat; ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde nur ve burak olacak bir namaz neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?"
"Bir adam sana yüz liralık bir hediye vaad etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü'l-vaad edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü'l-vaad (sözünden caymak) hakkında muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana vaad etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu vaadinde itham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?” (Sözler, Yirmi Birinci Söz, Dördüncü İkaz)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kâfirlerin cehennemde yanmaları adalet midir?
- Bazı kimseler, Allah Rahman ve Rahim ise, neden insanları akıl almaz işkencelerle diri diri yakıp cezalandırıyor, diyorlar. Nasıl cevap vermeliyiz?
- Mekke’de doğan bir çocukla, dünyanın her hangi bir yerinde doğan İslam’dan habersiz bir çocuk manevi mesuliyet yönünden bir tutulabilir mi?
- Cehennemde olanların belli bir süre sonra azaba alışacakları konusunu açıklar mısınız?
17
Cehenneme girenler ölmeyecek mi?
- Kur’an’da genel prensip olarak (salih amellerle-fasıkların durumu değil) iman-küfür muvazenelerine yer verilir. İbrahim,14/17 suresinde söz konusu edilen cehennemlikler, kâfir olanlardır. Kâfirlerin asla cehennemden çıkmayacakları ve asla ölmeyeceklerine dair pek çok ayet ve hadis vardır. İslam alimlerinin cumhurunun bu konuda anladıkları da bu doğrultudadır.
- Hadis-i şerifte ise, hem kâfirlerin hem de fasık/günahkâr olan müminlerin durumuna dikkat çekilmiştir. “İkamet yerleri artık cehennem olan cehennem halkına gelince, onlar orada ne ölürler ne de yaşarlar.” mealindeki ifadede söz konusu edilenler kâfir olanlardır.
Buna karşılık hadiste,
“Lakin (asıl cehennem halkı olan kâfirlerden olmamakla beraber, yine de) günahları / hataları sebebiyle ateşe duçar olan bir kısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yanıp kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra 'Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün.' denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler."
mealindeki ifadeyle tasvir edilenler, mümin oldukları halde günahları sebebiyle cehenneme gidenlerdir. Bunların en sonunda ateşten kurtulacaklarına dair daha bir çok hadis rivayetleri olduğu gibi, ehl-i sünnetin görüşü de bu minval üzeredir. Demek ki, ayet ile bu hadis arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir.
Nevevî 'nin açıklamasına göre, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in “Lâkin birtakım insanlar vardır ki; günahları sebebiyle (yahut hataları sebebiyle) kendilerine ateş isabet etmiş ve onları adamakıllı öldürmüştür...” sözü, günahkâr mü'minler hakkındadır. Bunlar Allah'ın dilediği kadar, azap olunacaklar sonra öleceklerdir. Buradaki ölümden maksat da hissi gideren hakiki ölümdür.
Demek oluyor ki; günahkâr mü'minler günahları kadar yanacak, sonra Allah kendilerini öldürecek ve Allah'ın dilediği kadar cansız olarak cehennemde kalacaklar sonra ölü olarak cehennemden çıkarılacak eşya taşır gibi takım takım cennet nehirlerine götürüleceklerdir. Kömür haline gelmiş bulunan vücutlarına hayat suyu serpilince hemen dirilecekler, sel yatağında biten otlar gibi çabucak büyüyecekler, bütün uzuvları ve kuvvetleri tamamen eskisi gibi olacak ondan sonra da yerlerine gönderileceklerdir.
Kaadî İyâz buradaki ölümün iki vechi olduğunu nakleder:
1) Buradaki ölümden murâd hakiki ölümdür.
2) Hayır, hakiki ölüm değildir. Ancak çektikleri ızdıraptan dolayı hissiz kalırlar. Fakat Nevevi “Muhtar olan bizim arz ettiğimizdir. Yani ölümden murat hakiki ölümdür.” diyor. (Nevevi, ilgili hadisin şerhi)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cehennemde ölüm var mıdır?
18
Cehennemde azap neden gittikçe şiddetlenmektedir?
Önce bir mümin olarak şuna inanıyoruz ki; Allah âdildir, kime ne kadar ceza verirse o onu hak etmiştir. Azabın şiddetlenmesi, kat kat artırılmasının hikmetini bilmememiz, âdil bir hikmetinin olmadığı anlamına gelmez. Bu da binlerce bilinmezlerimiz listesine geçebilir.
“Cehennemde azabın sonsuza kadar gittikçe şiddetleneceğini…” doğrulayan bir ayet bulamadık. Yalnız bunu çağrıştıran şu ayet vardır:
“Allah kimi doğru yola iletirse, işte doğru yolda olan odur. Kimi şaşırtırsa, artık Allah’tan başka ona hâmi ve yardımcı bulamazsın. Kıyamet günü onları kör, sağır ve dilsiz olarak yüzü koyun haşrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi zayıfladıkça alevlerini artırırız.” (İsra, 17/97)
Burada cesetlerin iyice yanmasından meydana gelen ateşin zayıflığı, o deriler yenilenmekle yeniden alevlenecek ve ateş tekrar “eski hafif” derecesinin üzerine çıkacaktır. Yani ateşin zayıflamasından sonra yeniden eski haline gelmesi söz konusudur.(krş, Razî, Beyzavî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
İlgili ayetlerin meallerine bakarak bazı noktalar daha iyi anlaşılır:
“Uydurduğu bir yalanı Allah’a isnad edenden daha zalim kim olabilir? Onlar Rablerinin huzuruna getirilecek ve şahitler de: 'İşte Rableri hakkında yalan uyduranlar! İyi biliniz ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.' diyeceklerdir."
"O zalimler ki insanları Allah yolundan çevirirler ve onu eğri göstermek isterler. Ahireti de inkâr ederler."
"Allah onları azaba uğratmak isterse, onlar dünyadan kaçıp Allah’ın hükmünden kurtulamazlar. Allah’tan başka kendilerini koruyacak hâmiler de bulamazlar. Onların azabı kat kat olur.Çünkü hakkı işitmeye tahammül edemiyorlardı. Hem de gerçeği görmüyorlardı.” (Hud, 11/18-20)
İşte bu ayetlerde, kafirlerin özellikle iki çeşit faaliyetlerinden söz edilmektedir. Birincisi: Allah’a karşı yalan uydurmaları. İkincisi: başka insanları da Allah yolundan saptırmaları. İşte “azaplarının kat kat olması”, yaptıkları suçun kat kat olmasındandır (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri).
Bazı alimlere göre, ayette yer alan kâfirler, hem Allah’ı inkâr ediyorlar, hem de ahireti inkâr ediyorlardı. Mebde’ ve Maadı inkâr edenlerin cezası da kat kat olmalıdır(a.g.y).
Bazı alimlere göre, burada, söz konusu kâfirlerin dünyada cezaya çarptırılmamalarının hikmeti, onların daha şiddetli ve devamlı bir azaba çarpılmaları olduğu vurgulanmaktadır.(Beyzavî, ilgili ayeti tefsiri). Buna göre, “kat kat azap” ifadesi, dünyaya göre bir katlanmaya işarettir.
Aşağıdaki ayetlerde de aza bir farkla aynı ifadeler yer almıştır:
“Ve o gün zalimler Allah’ın hükmüne teslim olur, uydurdukları tanrılar da kendilerini bırakıp ortalıkta görünmez olurlar. Onlar ki kendileri kâfir oldukları gibi başkalarını da Allah yolundan çevirirler... İşte başka insanları da ifsad ettikleri için, onların cezalarını kat kat artırırız.”(Nahl, 16/87-88).
Bu ayette de “küfre girmek ve küfre sokmak” gibi iki büyük cinayet var, azabın katlanması da buna uygundur.(Razî, Beyzavî, ilgili ayetin tefsiri).
“Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır.” (Nebe, 78/30)
ayetinde geçen azabın artmasına gelince:
Ağırlıklı yoruma göre bundan önceki 29. âyette kayıt altına alındığı bildirilen "her şey" ile insanların sorumluluğu gerektiren inanç ve amelleri, iyilik ve kötülükleri; bunların kaydedildiği "kitap" ile de amel defteri veya Levh-i Mahfuz kastedilmiştir. Âyet, insanların dünyada yaptıklarından hiçbir şeyin Allah'a gizli kalmayacağını, yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerini gösterir. Hesaplan görüldükten sonra inkarcılara "Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır." diye hitap edilir. Hz. Peygamber (asm)'in, Kur'an'da en ağır hitabın bu âyet olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. (Kurtubî, ilgili ayetin tefsiri) Zira onların derileri yandıkça yenilenmek suretiyle (Nisa, 4/56) cehennemin ateşi hafifledikçe de ateş arttırılarak azaplarının devam edeceği (İsrâ, 17/97) haber verilmiştir. (bk. Kur’an Yolu, ilgili ayetin tefsiri)
Özetlersek; ayetlerde “cezanın katlanması” ifadesi, kâfirlerin hak ettiklerinin üzerinde bir ceza anlamında değildir. Bilakis, bir çok suçtan sabıkalı oldukları, işledikleri değişik suçların karşılığı olarak hak ettikleri cezanın boyutunu göstermeye yöneliktir.
Nahl Suresi'nde geçen,
“İşte (kendileri kâfır oldukları gibi) başka insanları da ifsad ettikleri için, onların cezalarını kat kat artırırız.”
mealindeki ayette bu husus açıkça vurgulanmıştır.
Kafir olarak ölenler cehennemde ebediyen kalacaklardır. Çünkü inkar nihayetsiz bir cinayettir, nihayetsiz cinayet ise nihayetsiz bir hapsi ve azabı gerektirir. Ancak Allah’ın “Rahmeti her şeyi kuşattığından” (A'raf, 7/156) ve “Rahmeti gazabını geçtiğinden” (Buhari, Tevhid 55; Müslim, Tevbe 14) bunun bir tecellisi kafirlerde de olacaktır. Onları yok edilmeyip idamdan müebbet hapse çevrilmesi de bu rahmetin bir başka tecellisidir. Öyleyse, müebbet hapsin sakinleri olan kafirler, hak ettikleri cezaları çektikten, azaplarını gördükten sonra, ebediyen cehennemde kalmakla beraber, o cehenneme bir açıdan ülfet etmeleri söz konusu olabilir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kâfirlerin cehennemde yanmaları adalet midir?
- Cehennemde olanlar belli bir sure sonra azaba alışacaklar, deniyor. ...
19
Cehennem, bildiğimiz ateşten midir?
"Herkes bu dünyadan ateşini götürür." ifadesi kinayedir. Bundan kasıt, kişi bu dünyadaki amellerine göre orada azabının şiddetinin artacağını veya azalacaını ifade etmek için söylenmektedir.
Cehennem azabı sadece ateş değildir. Birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1. Soğukla azap,
2. Yılan akrep gibi hayvanların sokması,
3. Başına topuzlarla vurmak,
4. Aç bırakmak,
5. Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6. Vücutları büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7. İrinli su içirmek,
8. Gayya kuyusuna atmak,
9. Uçurumlardan yuvarlamak,
10. Zifiri karanlıkta azap,
11. Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12. Azapların her gün katlanarak çoğaltılması,
13. Sonsuza kadar azap edilmesi.
Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki:
"Cehennemde bir yere Zemherir denir, yani, soğuk cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak cehenneme atılarak, azap yapılacaktır." (Amentü şerhi)
Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i Saadet ve Dürret-ül-Fahire kitabında yazılıdır. Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. (Örneğin: Buharî, Mevâkît: 9, Müslim, Mesâcid: 185-187; Tirmizî, Cehennem: 9.)
Reşahat kitabında deniyor ki: Zemherir denilen soğuk cehennemin azabı çok şiddetlidir.
20
Cehennemde ruh, kalp, latife-i Rabbaniye, vicdan, akıl, irade gibi ulvi duygular da acı çeker mi?
Maddî-manevî her organın ve her donanımın kendine özgü mükâfatı olduğu gibi, kendine mahsus cezası da vardır. Bu ilahî adaletin geniş bir yelpazede cereyan etmesinin bir yansımasıdır.
Örneğin, Allah’a itaat eden bir gözün, bir kulağın cennette hususî bir mükâfatı olduğu gibi, cehennemde de hususî bir cezası vardır.
Keza Allah’a iman eden bir ruh, Allah’ı seven bir kalp, Allah’ı tanıyan, marifetullahta ilerlemiş bir akıl, ona itaat eden bir vicdan cennette hususî bir mükâfata mazhar olur. Kendilerine verilen daha geniş bir bilgi ve marifet ile lezzetleri bire bin katlanır. Buna mukabil, Allah’ı inkâr eden bir ruh, ona düşmanlık eden bir kalp, onu tanımak istemeyen bir akıl, ona isyan eden bir vicdan da cehennemde hususî olarak cezaya çarpılır. Akıl akılsızlığından, kalp körlüğünden, vicdan vicdansızlığından muzdarip olup vicdan azabı çeker...
“Cehennem, öfkesinden neredeyse çatlayacak haldedir. Ne zaman oraya yeni bir kafile atılsa, oranın bekçileri: 'Sizi uyaran bir peygamber dâveti size ulaşmadı mı?' diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: 'Evet, bizi uyaran oldu, ama biz onu yalancı saydık ve Rahman hiçbir vahiy indirmedi, siz besbelli bir sapıklık içindesiniz.' dedik. Ve ilave edecekler: 'Şayet biz gerçeği işiten ve aklını çalıştıran kimseler olsaydık, elbette bu alevli ateşe girenlerden olmazdık!'” (Mülk, 67/8-10)
mealindeki ayetler, cehennemlik olanların bütün benlikleriyle vicdan azabı çektiklerini göstermektedir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kabir azabı var mıdır, varsa bu bedene mi ruha mı yapılacaktır?
- İnanmayanlar ahirette nasıl bir ruh hali içinde olacaklar?
21
Zaman olacak, inkâr edenler, "Keşke Müslüman olsaydık!" diye hayıflanacaklar. (Hicr Suresi, 2. Ayet) Bu ayet Müslümanların cehennemden çıkışına delil midir?
Hicr Suresi'nin ikinci ayeti Müslümanların nail olacakları her türlü nimete işaret etmektedir. Günahkar müminlerin cehennemden kurtulmaları da bu ayetin kapsamında değerlendirilebilir.
Hicr Suresi, Ayet 1 ve 2 :
1. Elif-lâm-râ. Bunlar kitabın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir.
2. Zaman olacak, inkâr edenler, “Keşke Müslüman olsaydık!” diye hayıflanacaklar.
İlgili Ayetin Açıklaması:
İnkarcıların ileride, İslâm ve Müslümanlar karşısındaki tutumlarının haksız ve yanlış olduğunun farkına vardıklarında ve bu tutumun kendilerini götürdüğü kötü akıbetle karşılaştıklarında hissedecekleri pişmanlık dile getirilmekte, ama bunun boşuna bir hayıflanma olacağına işaret edilmektedir. Bu suretle dolaylı olarak, muhataplara, "Şimdi Allah'ın âyetlerini dikkatle dinleyip onların ışığıyla inanç ve amel hayatınızı aydınlatmazsanız sizin başınıza gelecek olan budur!" denilmektedir.
Tefsirlerde inkarcıların bu pişmanlığı ne zaman ve hangi olay veya olaylar karşısında yaşayacakları konusuyla ilgili, "ölüm sırasında", "kıyamet saatinde", "âhirette Müslümanların cehennem ateşinden kurtuldukları vakit" şeklinde üç değişik görüş İleri sürülmüştür.
Ancak Râzî'nin Zeccâc'a isnat ettiği ve benimsediği "İnkârcı kişi, bir azap manzarasıyla karşılaştığında, Müslümanların güzel bir durumunu gördüğünde hep kendisinin de Müslüman olmadığına hayıflanacaktır." şeklindeki yorum en isabetli olanıdır. Aslında, ayetin ilk muhatapları Hz. Peygamber (asm)'e karşı ilk direnişte bulunup inkâra sapan Mekke müşrikleri olduğuna göre onlar bu pişmanlık halini ilk defa daha Peygamber Efendimiz (asm) Mekke'yi fethettiği, dolayısıyla müşriklerin Müslümanlar karşısında bir daha ayağa kalkamayacak şekilde yıkılıp gittiklerini gördükleri zaman yaşamışlardır; kuşkusuz âhirette Müslümanların nail olacağı nimetleri gördüklerinde onlara daha çok yerinecekler, ettiklerine daha çok pişman olacaklardır. Kur'ân-ı Kerîm'de inkarcıların âhirette hissedecekleri pişmanlığı anlatan ifadelerin birinde şöyle buyurulmaktadır:
"İşte o gün gerçek egemenlik Rahman'ındır ve o gün inkârcılar için çok zor bir gün olacaktır. O gün, (dünyadayken) haktan sapmış kişi ellerini ısırarak şöyle diyecek: 'Keşke Peygamber ile birlikte aynı yolda olsaydım! Eyvah! Keşke falancayı kendime dost edinmeseydim!'" (Furkan 25/26-29) (bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu, III, 301)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cehennemden çıkış var mıdır?
22
Allah, sonsuz merhametiyle kullarını ateşe atmaz mı?
Risale-i Nur Külliyatı'ndan bir hakikat dersi:
“Bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda kahr ve terbiye lazımdır. Mükâfat, merhametin iktizasıdır. Terbiye de mücazatı ister. Mükâfat ve mücazat menzilleri ahirettir.” (Mesnevî-i Nuriye, Lasiyyemalar)
İtaat edenlere mükâfat verememek gibi, isyan edenleri cezasız bırakmak da padişahın izzetine yakışmaz; her ikisi de acizlik ve zaaf ifadesidir. Cenab-ı Hak bu gibi noksanlıklardan münezzehtir.
Onun kahrının tecelli etmemesini istemek, iki manaya gelir:
Birisi, isyankârlara, azgınlara, zalimlere karşı hiçbir ceza tatbik edilmemesi. Bu, Allah’ın izzetiyle, gayretiyle, hikmet ve adaletiyle bağdaşmaz. Bu şık mümkün olmadığına göre, geriye bir tek şık kalıyor: İnsanların isyansız bir yaratılışa sahip olmaları, hep itaat üzere bulunmaları. Bu ise insanın değil, meleğin tarifidir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Allah şefkatinden dolayı nasıl kulunu cehennem ateşine atar?
- Allah'ın kullarına olan şefkatini anlatan hadisi şerifi açıklar mısınız?
23
Cehenneme gidenler neden kararıyor?
Cehenneme gidenlerin yüzlerinin kararması, onların insanlığın yüzkarası olduğuna işarettir.
- Allah’ın elçilerini yalanladıkları için, yalancı duruma düştüklerinin bir simgesi olarak yüzleri kararır. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m) müşriklerle ilk karşılaştığı Bedir savaşında onlara “şâheti’l-vucûh = yüzleriniz kara olsun!” diyerek gerçeği yalanlamakla asıl yalancıların kendileri olduğuna işaret etmiştir.
- Karınlık bir yer olan cehenneme girenlerin yüzlerinin kararması, mesken ile sakinlerin uyumu bakımından da mânidardır.
- Küfrün mahiyeti ademdir / yokluktur. Adem ise karanlıktır. Kâfir, içinde barındırdığı küfür unsurundan ötürü aslında içinde bir karanlık barındırmış olmaktadır. İmtihan gereği, dünyada gizli kalan o karanlık -bütün sırların ortaya çıktığı- kıyamet günü tamamen ortaya çıkacak ve kalplerinden yüzlerine yansıyacaktır.
- “Allah müminlerin yar ve yardımcısıdır, onları karanlıktan nura çıkarır. Kâfir olanların dostu ise Tağuttur; onları aydınlıktan karanlığa götürür”(Bakara, 2/257) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, Allah’ın rızasını kazanan müminler cennetin aydınlığına uygun bir nura çıkarlar. Dünyada, iman şuuruyla, akıl, kalp ve bütün duygularıyla nurlandıkları gibi, nurlu bir yer olan cennete giderken de her tarafları nurla dolacaktır. Kâfirler ise, dünyada iliklerine kadar küfrün karanlık bataklığına düştükleri gibi, karanlık bir yer olan cehenneme giderken de cehennem boyasıyla boylanacaklardır. Hafizanellah! Allah hepimizi muhafaza eylesin!
24
İmanı olmayan ya da imanın bazı rükünlerinde problemi olan insanların sonsuz azaptan kurtulamayacakları doğru mudur?
İmanı olmayanın ebedi olarak cehennemde kalacağına dair pek çok ayet ve hadis vardır:
Aşağıda meali verilen bir kaç ayet şöyledir:
“İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değil. Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydır.” (Nisa, 4/168-169)
“Benim vazifem sadece Allah’ın mesajlarını tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve Elçisine isyan ederse, ona cehennem ateşi vardır, hem de ebedî kalmak üzere oraya girecektir.” (Cin, 72/23)
“Doğrusu kim Rabbine kıyamette suçlu olarak gelirse, onun yeri cehennemdir. Orada ne ölür kurtulur, ne de yaşamı hayat sayılır.” (Taha, 20/74)
“Allah’a saygı duyacak olan, nasihati düşünüp ders alır. Ama pek bedbaht olan ise ondan kaçınır. Böyle olanlar âhirette, en büyük ateşe girer. Orada artık ne ölür, ne de rahat yüzü görür.” (A’la, 87/10-13)
İman esaslarının bir kısmını inkâr edenlere gelince;
Evvela, iman esasları öyle bir bütünlük arz ediyor ki, birisine iman etmek, diğerlerine de iman etmeyi zorunlu kıldığı gibi, birisini inkâr etmek, diğerlerine olan imanı da zedeler.
Bediüzzaman Hazretlerinin “Neden bir cüz'î hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen müslüman olmaz?” sorusuna verdiği cevap, konumuzu aydınlatacak kıymettedir.
“Elcevab: İman altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü her bir rükn-ü imanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ı imaniyeyi isbat eder. Her biri her birisine gayet kuvvetli bir hüccet-i a'zam olur. Öyle ise bütün erkânı, bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakikatı ibtal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. Gitgide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur. Hem maddî, hem manevî Cehennem'e gider.” (Asa-yı Musa, Birinci Kısım, Dokuzuncu Mesele)
Bu sebepledir ki, bazı ayetlerde imanın bir parçasını, bir rüknünü inkâr edenlerin cehennemde ebedi kalacaklarına dair beyanat vardır. Aşağıda bir iki misalini görmekteyiz:
“O kimseler ki ne Allah’ı tanırlar ne resullerini, ve o kimseler ki Allah’ı tanıdığını iddia edip resullerini tanımayarak, Allah ile resullerini birbirinden ayırmak isterler. Ve o kimseler ki 'Resullerin bazısına iman ederiz, bazısını reddederiz.' derler, ve böylece iman ile küfür arasında bir yol tutmak isterler. İşte bunlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz de kâfirler için zelil ve perişan eden bir ceza hazırladık.” (Nisa, 4/150-151)
“Gerek Ehl-i kitaptan, gerek müşriklerden olan kâfirler, hem de devamlı kalmak üzere cehennem ateşindedirler. Onlar bütün yaratıkların en şerlisidirler.” (Beyyine, 98/6)
Bu ayette, Ehl-i kitap için de kâfir ifadesi kullanılmış ve ebedi cehennemde kalacaklarına vurgu yapılmıştır. Halbuki onlar özellikle Yahudiler, Allah’ın birliği başta olmak üzere diğer iman esaslarına iman ediyorlar. Yalnız Hz. Muhammed’e iman etmedikleri için bu unvanı ve bu cezayı haketmişler. (krş. Taberi, Razî, Alusî, Merağî,, ilgili ayetin tefsiri)
Aşağıdaki ayetlerden de bu hakikatleri görme imkanımız vardır:
“Deyiniz ki: 'Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a, Keza İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yâkub’a ve onun torunlarına indirilene ve yine Mûsâ’ya, Îsâ’ya, hülasa bütün peygamberlere Rabb’leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız. Biz yalnız O’na teslim olan Müslümanlarız.' Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, doğru yolu bulmuş olurlar. Yok yüz çevirirlerse, mutlaka size karşı bir ayrılık ve düşmanlık içindedirler. Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için Allah sana yeter. O hakkıyla işitir ve bilir.” (Bakara, 2/136-137)
İslamiyet'ten haberi olmayanlara ise ehl-i fetret denilir. Bu her zaman olabilir. Bu açıdan bu zamanda da olsa böyle bir kimse ya da kimseler varsa, onlar da fetret ehlindedir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Fetret ehli, İslam'dan haberi olmayanların sorumluluğu var mıdır?
25
Cehennemde, ölüp tekrar dirilme olacak mıdır?
Cehennemde, ölüp dirilme diye bir durum olmayacak. Ancak, azabı iyice tatmaları için yanan derilen yeniden yaratılacaktır.
Konuyla ilgili bir ayetin meali şöyledir:
“Ayetlerimizi inkâr edenleri yarın cehenneme sokacağız. Derileri kızarıp yandıkça, yerine taze deri yaratacağız, ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar. Şüphesiz ki Allah azîz ve hakîmdir / üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/56)
İnsan bedeniyle ilgili bilgiler arttıkça, acıyı beyne ulaştıran sinirlerin iç organlarda değil, zarlarda ve deride olduğu anlaşılmıştır. Uzun zaman veya ebediyen yanacak olan bir bedenin derisi yok olsaydı, sahibi yanma acısını duyamaz hale gelirdi. Böyle bir kurtuluşun bile mümkün olmayacağı "Onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka deriler ile değiştiririz," buyurulmak suretiyle ifade edilmiştir.
Beden, ruha ve şuura haz ve elemi ulaştıran bir vasıtadan ibarettir. Kişinin nefsi, ruhu ve şuuru değişmedikçe bedenin veya bir parçasının değişmesi kişinin de değişmesini, bir başka insan olmasını gerektirmez. Çünkü acı çeken deri değil, insanın kendisi; değişmeyen ruhu ve şuurudur.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cehennem'de ölüm var mıdır?
26
Cehennemde azap çekecek olan sadece nefis mi?
- İman ve küfür, sadece belli bir yerde kalmaz, insanların bütün latifelerine sirayet eder. Tam “insan-ı kâmil” bir müminin aklı, kalbi, ruhu, nefsi ve diğer latifeleri mümin olduğu gibi, tam kâmil bir “insan-ı kâfir”in de aklı, kalbi, ruhu, nefsi ve diğer latifelerinin hepsi kâfir olur.
Bu sebeple, cennet, insanın maddi-manevi bütün insanlık bünyesine hitap ettiği gibi, cehennem de bütün bunlara hitap eder.
Kur’an ve sünnette haşr-i cismani (insanların hem ruh hem beden olarak diriltilmesi)nin özellikle vurgulanması, bu hakikatin tahakkukuna yönelik yapılan bir vurgudur.
“Günah işleyip de günahın kendisini her taraftan kuşattığı, kapladığı kimseler var ya işte onlar cehennemliktir. Hem de orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/81)
mealindeki ayette bu gerçeği altı çizilmiştir.
- Bu açıdan denilebilir ki, cennette her organın, her latifenin hususi bir mükâfatı, cehennemde ise hususi bir mücazatı vardır. Ve bu organların ve latifelerin işledikleri sevap veya günah derecesine göre ceza ve mükâfatları farklılık arz eder..
- Bununla beraber, kalbinde zerre kadar iman taşıyan kimseler cezalarını çektikten sonra, Allah’ın lütuf ve keremiyle cehennemden çıkartılacak ve cennete yerleştirilecektir. (Kenzu’l-Ummal, h. no: 126; Mecmau’z-Zevaid, h. no:18441)
27
Allah bazı insanları cehennem için mi yaratmıştır?
Risale-i Nur Külliyatından bir hakikat dersi:
"Bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda kahr ve terbiye lâzımdır. Mükâfat, merhametin iktizasıdır. Terbiye de mücazatı ister. Mükâfat ve mücazat menzilleri ahirettir." (Mesnevî-i Nuriye)
İtaat edenlere mükafat verememek gibi, isyan edenleri cezasız bırakmak da padişahın izzetine yakışmaz; her ikisi de acizlik ve zaaf ifadesidir. Cenab-ı Hak bu gibi noksanlıklardan münezzehtir.
Onun kahrının tecelli etmemesini istemek, iki mânâya gelir:
Birisi, isyankârlara, azgınlara, zalimlere karşı hiçbir ceza tatbik edilmemesi. Bu, Allah'ın izzetiyle, gayretiyle, hikmet ve adaletiyle bağdaşmaz. Bu şık mümkün olmadığına göre, geriye bir tek şık kalıyor: İnsanların isyansız bir yaratılışa sahip olmaları, hep itaat üzere bulunmaları. Bu ise insanın değil, meleğin tarifidir.
Allah her insanı temiz bir fıtrat üzere özünde iyi olarak yaratmıştır. Her insanda iyiliğe olduğu gibi kötülüğüde meyil vardır. İnsanın sorumluluğu bunlardan hangisine ağırlık verdiğiyle ilgilidir. Allah her insanı potansiyel bir Ebubekir olarak yarattığı gibi, potansiyel bir Ebucehil olarak da yaratmıştır. Peygamberler istisna tutulursa, genel olarak bu böyledir. Çünkü Alllah adildir, zulmetmez.
Ama her insan kendisindeki iman filizini büyütememekte, bazıları da tamamamen bunu kurutmaktadır. Kötü meyillerin verilmesi veya nefis ve şeytanın musallat olması ise hayırdır. İnsan meleklerden farklı yüksek makamlarada çıkabilir, alçak mertebelerede inebilir. Kainatın kurulması ve hayatın devamında asıl amaç kamil insanı netice vermesidir. İnsanın yüksek mertebelere çıkıp kamil insan olması için, kötü meyillerine, nefsine ve şeytana muhalefet etmesi, gerekmektedir. Bu olmasaydı melekler gibi makamı sabit kalırdı. Halbuki sabir makamlı melekler çoktur.
Bu meyillerden dolayı bir kısım insanların cehennem girmesininde kıymeti yoktur. Cehenneme girenler iki seçenekten kötü olanı seçmişlerdir ve buna müstehak olmuşlardır. Allah bu meyilleri veya nefis ve şeytanın tasallutunu derecelerini yükseltip kamil insan olmaları için vermiştir, cehenneme girmeleri için değil.
Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar. Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye (Kimyasal muamele) görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa (Filizlenmeye başlamazsa), yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki, "Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu"? Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan zarar etmez, şer olmaz.
Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa, yirmisi yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki, "Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu"? Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.
İşte, nev-i beşer (İnsanlık), bi'set-i enbiya (Peygamber gönderilmesi) ile, sırr-ı teklif(imtihana tabi tutulma) ile, mücahede (kötü isteklerine muhalefet) ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüz binlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde, kemiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvânât-ı muzırra (zararlı hayvanlar) nevinden olan küffârı ve münafıkları kaybetti. Bunu yerine böyle kamil insanları kazandı
Allah bazı insanları cehennem için yaratmamıştır; aksine cehennemi bazı insanlar için yaratmıştır. Mesela, bir devlet hapishane yapar, ama bu hapishaneyi falan falan insanlar içeriye tıkılsın diye yapmaz. Bu hapishaneyi kim hakkederse onu içine almak için yapar. Aynen bunun gibi, Allah hakkedenlere cehennemi inşa etmiştir. Yoksa "falan insanlara cehennemi hazırladım demek" Cenab-ı Hakk'ın adaleti ve hikmetine uymaz. Çünkü bu gibi insanlar hiç cehennemi hak etmemişlerse itiraz hakları olur.
28
Cehennemliklerin içeceği kaynar su mudur?
Bu konuda Kur'an-ı Kerim'den bazı ayet meallerini aşağıya alıyoruz:
"Ateşin halkı, cennet halkına seslenir: 'Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan aktarın.' Derler ki: 'Doğrusu Allah, bunları, inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır.'" (A'raf, 7/50)
"(Böylesinin) önünde cehennem vardır ve (orada) irinli sudan içirilecektir. Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramayacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak." (İbrahim, 14/16 ve 17)
"Ve de ki: Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin. Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir." (Kehf, 18/29)
"İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür." (Hac, 22/19)
"Onlar kendisiyle alabildiğine kaynar hale getirilmiş su arasında dönüp dolaşırlar." (Rahman, 55/44)
"Kaynar bir kaynaktan içirilirler." (Ğaşiye, 88/5)
29
Cehennemin katlarında kimler olacaktır?
Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş yedi âyetinde yer alan cehennem kâfirlerin, münafıkların, zalimlerin, gerçeğe boyun eğmeyenlerin azap görecekleri yer olarak tasvir edilir. Cehennem ifadesi genel olarak Cehennem'in bütün katmanları için kullanıldığı gibi özelde Cehennem'in en üst katmanı için de kullanılmaktadır. Cehennem tabakalarına ait yedili tasnif sisteminde azabı en hafif olan en üst tabakadır.
Sünnî âlimlere göre burası günahkâr müminlerin azap yeri olacak, bunların azabı sona erdikten sonra ise boş kalacaktır. Münafıkların cehennemin en aşağı tabakasında olacağı (en-Nisâ, 4/145) bildirilmiştir. Sünnî âlimler, azabı en hafif olan birinci tabakada günahkâr müminlerin bir süre kaldıktan sonra buradan çıkarılacağını, yedinci tabakada ise münafıkların azap göreceğini kabul ederler. İkinci tabakadan itibaren de yahudiler, hıristiyanlar, Sâbiîler, ateşe tapanlar ve müşrikler cezalandırılacaktır.
Cehennemin tabakalarını birbirinden tamamen ayrılmış katmanlar olarak değil, farklı azab türlerine işaret edilmesi şeklinde anlamak daha uygun görülmektedir. Kişi işlediği günahların durumuna göre farklı azabları tadabilecektir.
Cehennemin tabakaları şöyle tasnif edilmiştir:
1. Cehennem. Cehennem tabakalarına ait yedili tasnif sisteminde azabı en hafif olan en üst tabakadır.
2. Cahîm. “Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi yüksek ateş.” anlamında olup, yirmi altı âyette ve bazı hadislerde geçer. Kur’an’da daha çok cehennem yerine, birkaç âyette de “tutuşturulan yakıcı ateş” anlamında kullanılmıştır.
3. Hâviye. “Yukarıdan aşağıya düşmek” anlamındaki hüviy kökünden isim olan hâviye “uçurum, derin çukur” mânasına gelir. Kur’an’da sadece bir yerde zikredilmiş ve aynı yerde “harareti yüksek ateş” diye de tefsir edilmiştir (el-Karia, 101/9-11). Hâviye cehennemin adı olarak bir hadiste de geçmektedir (Nesâî, “Cenâiz”, 9).
4. Hutame. “Kırmak, ufalayıp tahrip etmek” anlamındaki hatm kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olup Kur’an’da yer aldığı bir tek sûrede, “Allah’ın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş ateşi” diye açıklanmıştır (el-Hümeze, 104/4-7).
Hutame cehennemin bütününe ait bir isim olabileceği gibi, belli bir kısmını ifade etmek üzere de kullanılmış olabilir. Kelimenin sözlük anlamı ile Kur’an’daki açıklaması arasında tam bir uygunluk vardır. Zira tutuşturulmuş şiddetli ateş karşılaştığı her şeyi yakıp tahrip eder ve onun en iç kısmına kadar işler. Âhiretteki cezayı ve dolayısıyla cehennem ateşini maddî değil de mânevî olarak kabul edenler hutamenin âyetteki izahına dayanarak “kalpleri saran ateşli kaygı” şeklinde bir yorum getirirler. Ancak cehennem azabıyla ilgili âyetlerin bütününe bakıldığında, böyle bir yorumu doğru bulmak mümkün görünmemektedir.
5. Lezâ. “Hâlis ateş” anlamına gelen kelime Kur’an’da bir yerde geçmekte ve “bedenin uç organlarını söküp koparan” diye nitelendirilmektedir (el-Meâric, 70/15-16).
6. Saîr. “Tutuşturmak, alevlendirmek” anlamındaki sa‘r kökünden sıfat olup Kur’ân-ı Kerîm’de biri fiil şeklinde olmak üzere on yedi âyette yer alır. Saîr, Kur’an’da çoğunlukla cehennemin bir adı olarak, bazan da “tutuşturulmuş, alevli ateş” mânasında kullanılmıştır. Aynı kullanılış hadislerde de mevcuttur (Wensinck, Mu'cem, “saîr” md.).
7. Sakar. “Şiddetli bir ısı ile yakıp kavurmak” anlamındaki sakr kökünden isimdir. Dört âyette cehennem kelimesi yerine kullanılmış, bunlardan Müddessir sûresinde (74/28-29), “yaktığı şeyi tüketircesine tahrip etmekle birlikte sönmeyip yakmaya devam eden ve insanın derisini kavuran” şeklinde nitelendirilmiştir. Kurtubî’ye göre sakar kemiği değil eti yakıp tahrip eder (et-Tezkire, s. 448). Bu yorum kelimenin sözlük anlamına ve Kur’an’daki kullanımına da uygun düşmektedir.(Bekir Topaloğlu, DİA, "Cehennem Md" 7/227).
30
Kalp, nura inkılâp edinceye kadar ateşle yanması lâzımdır, cümlesini nasıl anlamalıyız?
İlgili yer şöyledir:
"Kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve Vahid-i Ehadden başka merkezinde bir şeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî bir bekadan maada bir şeye razı olmuyor."
"İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlâs altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirle öyle bir şecere-i nurânî olarak yeşillenir ki, onun cismânî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılâp edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır." (bk. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
- Mümin, Allah için tasarlanmış kalbini başka şeylerle meşgul ederek heba ederse, bunun cezası ateştir. Yani günahları bitinceye kadar cehennemde azap görür demektir. Yoksa imansız olarak ölen bir kimsenin çürümüş ve kokuşmuş kalbi, ebedi ateş içinde yansa da nura inkılap etmez. Burada söz konusu olan kalbi fasık olan müminlerdir.
Mümin ne kadar günaha da girse, mecazi aşklar ile kalbini yaralasa da, kalbindeki iman daima büyümeye ve yeşermeye müsaittir. Yani mümin, bu dünyada gönüllü olarak çekirdek hükmünde olan kalbini iman ve İslam ile terbiye edip inkişaf ettirmez ise, Allah ahirette azaplı bir şekilde inkişaf ettirecektir, diye anlıyoruz.
Ateşin temizleme özelliği dünyada da geçerlidir. Fıkıh ilmine göre, temizleme şekillerinden biri de, "Ateşe koyma yoluyla temizleme" dir. Örneğin;
Çelikleme yaparken necis su verilen bir bıçağın hem içi, hem de dışı pis olur. Bu durumda o bışak yıkamakla temizlenmiş olmaz. Bu nedenle onunla bir şey kesilemez, onu üzerinde bulunduranın namazı olmaz. Böyle bir bıçağın temizlemesi için ateşin içine konur ve üç kez veya bir kez ona temiz su verilir. Böylece hem bıçak tamizlenmiş olur.
Necis çamurdan yapılan testi ve çanak gibi şeyler, ateşte pişip onlarda pislik eseri kalmayınca temizlenmiş olur.
Aynı şekilde, Allah'ın Kuddûs ismi nezafet, temizlik ister. Bu nedenle çekirdeklik özelliğini kaybetmediği halde, günahlarla kirlenen bir kalp, ateşle temizlenip nura dönüşür ve cennete girer inşallah.
Evet ateş, Allah’ı inkar edenlerin inkar kirlerini de yakar. Ancak onların kalpleri tamamen bozulduğundan o kalpler nura dönüşmez.
- Haritadaki bir nokta, bir şehri temsil eder, bir kitabın fihristinde yer alan bir konu başlığı, kitaptaki o konunun tamamını temsil eder.
Uluslar arası bir toplantıya ülkesi adına katılan bir kişinin o ülkeyi temsil etmesi gibi, insanın hafızası levh-i mahfuzu temsil eder, ruhu âlem-i ervâhı, hayali âlem-i misâli temsil eder.
İşte bütün âlemleri temsil eden o kalb, bu âlemlerden hiçbiriyle tatmin olmaz. O ancak bütün âlemlerin sahibi ve Rabbi olan Vâhid-i Ehad'e iman ve teslim ile tatmin olur.
Onun gayesi bu fâni eşyayla bir süre birlikte olmak değil, ebedi ve sermedi bir bekadır, cennetteki ebedi saâdettir.
- İkinci paragrafta, kalbin inkişaf yolu şöyle dikkate sunuluyor: Kalb kulluk toprağı altına ihlasla girecek, yâni kulluk görevlerini Rabbinin rızasını gözeterek yerine getirecek, İslâmın emirlerini tutacaktır ki intibaha gelsin, açılsın, büyüsün.
Ubûdiyet kulluk demektir. İnsan, sonsuz olan aczini, fakrını ve kusurunu ne kadar çok idrak ederse ondaki kulluk şuuru da o nispette inkişaf eder. Aksi halde gafleti artar, gurur ve kibri gelişir.
Aczinin, fakrının, kusurunun şuurunda olmaya ubûdiyet, bunun gereğini yapmaya da ibâdet deniyor. Ubûdiyet devamlıdır, ibâdet ise süreli. İnsan daima kuldur, ama daima ibâdet etmez. Meselâ, ikindi namazını kılan bir kişinin akşam namazının vakti girinceye kadar ibâdet mükellefiyeti yoktur. Ama ubûdiyeti devam etmektedir. Harama bakamaz, yalan söyleyemez, gıybet edemez, insanları aldatamaz, kul hakkını çiğneyemez. ...
İnsan, bütün bu ubûdiyet görevlerini ihlas ile yâni, sadece Allah rızası için yerine getirdiğinde kalb çekirdeği inkişaf eder.
Böylece intibaha gelen bir kalb, “insanın cismanî âlemine ruh olur.” Yâni, nasıl bedendeki organlar ruhun emriyle hareket ediyorlarsa, böyle bir kulun cismanî âlemi de o nurlanmış kalb ile canlanır, hayatlanır. Bütün organları hayırlı işlerde kullanılmakla manen hayatlanırlar, “cennete layık bir kıymet” alırlar.
Böyle bir kalbin sahibi bedenini rıza dairesinde kullandığı gibi, o bedene hizmet eden bütün bir kâinatı da hayırlı işlerine ortak etmiş olur. Artık kâinat onun ikinci ve daha büyük bir bedeni gibi olur.
Kalb çekirdeği günahlarla, isyanlarla kararır. Eğer insan samimi bir tövbe ile bu yanlış ve karanlık yoldan dönerse ve salih amellerini artırmaya devam ederse kalbi yeniden nurlanır. Aksi halde bu nurlanma işi ahirete kalır. Cehennem azabını tattıkça isyan lekeleri ve zulmetleri ortadan kalkar ve sonunda nura inkılap etmekle cennete girmeye liyakat kazanmış olur.
Bu ise, ancak imanla göçen, fakat mîzanda günahları sevaplarından ağır gelen bir mümin için söz konusudur. İşlediği günahlar onun iman nurunu söndürmediği ve kabre imanlı göçtüğü için sonunda yine cennete varır.
Ancak, bozulmuş çekirdek gibi asliyetini kaybeden ve kabre imansız göçen kalbler için, böyle bir akıbet söz konusu değildir.
31
Cehennemlikler cennete gittiklerinde, cehennemdeki süreci hatırlayacaklar mı?
Sorudaki ifadeler karışık gibi... Onun için şunu belirtelim ki, cehennemden sonunda çıkanlar, ancak imanla kabre girenlerdir. İmansız ölenlerden hiçbiri cehennemden kurtulamayacaktır.
Hangi ümmetten olursa olsun, peygamberlerine iman eden ve o imanla ölenler affedilmeyip ceza alsalar bile sonunda (milyar sene sonra da olsa) cehennemden kurtulacaklardır.
- Cehennemde ebedi olarak kalanlar ise, imansız olarak ölenlerdir.
- Cehennemden kurtulup cennete gidenlerin psikolojileri cennet hayatına uygun olacağından, önceki travmalarından da kurtulacaklardır.
- Bugün, psikiyatride “elektroşok” yöntemiyle, hastanın geçmişe ait kötü düşüncelerini unutmaları sağlanmaktadır. Bu dünyada bu fırsatı veren Allah cennette kullarına böyle bir imkân tanımaması için hiçbir sebep yoktur.
- Bu dünyada bu kötü düşünceleri unutanlar insanlık vasfını kaybetmediklerine göre, cennette olanlar da bundan ötürü insanlık vasıflarını kaybetmezler.
Her şeye kadir olan Allah, cennet gibi sadece lezzet ve zevküsefa yeri olan bir hayata mazhar kıldığı kullarına sıkıntı verecek hiçbir şeye izin vermez.
- Kur’an’da, cennetteki insanlar için hiçbir üzüntünün olmayacağına dair ifadeler vardır. (Misal olarak bk. Bakara, 2/38, 62; Al-i İmran, 3/170; Maide, 5/69; Yunus, 10/62; Zümer, 39/61)
Bu sözü veren Allah her şeye kadirdir.
Sorudaki “Eğer hatırlamayacaklarsa, ceza bir hatanın tekrarlanmaması için uygulanan yaptırım olduğuna göre, bu durumda cehennemde cezalandırılmalarının ne anlamı var?” karşılaştırılması oldukça hatalıdır. Çünkü, ne cehennemde ebedi olarak kalanlar, ne de sonunda kurtulup cennete gidenler için, cehennemdeki cezalarla onların ıslah olmaları, bir daha suç işlememeleri diye bir şey amaçlanmamıştır.
Zira imtihan bitmiştir. Cezaların caydırıcılık anlamı da kendiliğinden yok olmuştur. Artık cehennemde ne ebedi kalanların ne de bir süreliğine kalanların bir daha suç işleme imkanları kalmamıştır...
32
Neden cehennemde ateşle azap edilecek, başka yöntem kalmadı mı?
- “Allah’ın başka bir ceza yöntemini bulamadığını” düşünmek, İslam inancına göre küfürdür. Çünkü bu düşünce, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Allah’a acizlik ve bilgisizlik isnat etmek manasına gelir.
- Kâinatın temel unsurları su, toprak, hava ve ateştir. İlahi hikmet evreni külli manada bu unsurlardan yarattığına göre, bu dört unsurun onun celal ve cemal isimlerine mazhar olmaları gerekir.
Celalinin mazharı olmaya en layık olan unsur ateştir.
Cemalinin tecelli yeri olan cennette su, güzel hava, ona özel toprak ve nur vardır.
Celalinin tecelligâhı olan cehennemde de ateş olur.
- Büyüklerin mükâfatı da cezası da büyük olur.
“Kullarıma şunu haber ver ki: Ben bağışlaması, merhameti çok olanım. Bununla beraber azabım da oldukça çetindir.” (Hicr, 15/49)
mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.
- Cehennemde azap olarak sadece ateş yoktur. Ateşle birlikte birçok azap çeşidi vardır. Çoğunlukla bilinen azap çeşidi ateştir.
- Azaplar içinde en çetin olanı ateş olduğu için bu tercih edilmiştir.
“Yaratan bilmez mi? / Allah yarattığını bilmez mi?” (Mülk, 67/13)
Ateş, insan cismine çok büyük acı ve ızdırap verdiği için ahrette cehennemliklerin cezası ateşle verilecektir. Böylelikle cehennem, Allah'ın tutuşturulmuş ateşinin ismidir. (Râğıb el-İsfahani, el-Müfredat)
İşte Cehennem'in en açık vasfı ateş olduğu için bazen, Cehennem yerine ateş manasına "nâr" kullanılır:
"Şüphesiz ki münâfıklar nâr (cehennem)'ın en aşağı tabakasındadırlar." (Nisâ, 4/145)
Cehennemdeki bu hayatın içinde, en büyük ve temel azap kuşkusuz ateştir. Ateşin cehennemin karakteristik özelliği olması ateşin diğer işkencelere kıyasla insanın benliğini kökünden sarsan yok eden bir unsur olmasından kaynaklanır.
İnsan vücudunun en derin noktalarına, Kur'an'ın tabiriyle "hücrelerine" kadar işleyen bir azaptır ateş.
İşte cehennem ehli, cehennemde "cayır cayır yanmakta olan" (Mearic, 70/15), “öfkeli, alevleri kabardıkça kabaran" (Leyl, 92/14), "çılgınca yanan" (Furkan, 25/11) bu ateşin içine atılırlar ve çığlık çığlığa yanarlar.
Ayetlerden anlaşıldığına göre, ateş cehennemin her yerini kaplamıştır. Bu çukurda ateşten korunulan, ateşin erişmediği bir yer yoktur. Kafir diğer fiziksel ve ruhsal işkencelere tabi olurken de hayatının her anında ateşle muhataptır.
Cehennemin Azabı Sadece Ateş Değildir
Cehennem, çoğu insanın sandığı gibi yalnızca bir tür "dev fırın" değildir. Cehenneme giden insanlar ateşte yanacaklardır; bu doğrudur. Ama cehennemde var olan tek şey ateş değildir. Orada insanı hem fiziksel hem de psikolojik yönden azaplandıracak çok çeşitli yöntemler vardır.
Ayetlerden cehennemdeki azabın çok farklı türleri olabileceğini anlıyoruz. Örneğin ateş ve kaynar suyun yanı sıra vahşi hayvanların saldırısı, akrepler, böcekler ve yılanlarla dolu bir çukura atılmak, farelerin saldırısına uğramak, canlı iken kurtlanmış yaralara sahip olmak ve bunların çok daha üstünde hayal gücünün bile alamayacağı bütün azap kaynakları, hem de hepsi aynı anda olabilir.
- Elleri boyunlarına bağlı…
- Zincirlere vurulmuşlar…
- Yüzlerini ateş bürümüş…
- Yiyecekleri, zakkum ve dikenli bitkiler…
- İçecekleri, kaynar su ve irin…
- Elbiseleri ateşten…
- Gömlekleri katrandan…
- Kamçıları demirden…
- Yatakları ateşten…
- Başlarından kaynar sular dökülür ve onunla derileri ve karınları eritilir…
- Oradan çıkmaya ve kurtulmaya çalışırlar; ama kaçış yok!..
- Tek arzu ve ümitleri ölmek ve yok olmak...
Bütün bunlar cehennem azabının çeşitlerinden bir kısmıdır.
Nefsimizi muhatap alarak şu soruların cevaplarını arayalım:
• Zakkum ağacından yemek ve kaynar sulardan içmek mi daha hayırlıdır? Yoksa cennet taamlarından yiyip cennet ırmaklarından içmek mi daha hayırlıdır?
• Ey nefsim, Rabbin senden cennete mukabil hangi zor şeyi istiyor da sen vermekten kaçınıyorsun? İstediği şey o kadar zor mudur? Günde beş vakit namaz kılmak, zenginsen malının kırkta birini zekât olarak vermek, ömürde sadece bir defa hacca gitmek, bunlar zor mudur?
• Ey nefsim, hem merak ediyorum, dünyadaki hangi lezzet için zakkum ağacından yemeğe ve kaynar sulardan içmeye razı oluyorsun? Hangi zevk için ateşte yanmayı ve zincirlere vurulmayı kabul ediyorsun? Şu kısacık dünyada, kendisi için ateşe razı olacağın hangi zevk vardır?
• Peki, ey nefsim, cennete girememe duygusu seni hiç üzmüyor mu? Cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki bir kısım konuşmaları Kur’an bize haber veriyor. Evet, Cenab-ı Hak bazen perdeyi kaldırır ve cennet ehliyle cehennem ehli birbirlerini görür ve karşılıklı konuşurlar. Acaba, cehennemden cennete bakmanın elemi nasıldır, bunu hayal edebiliyor musun?
• Cehennemde yanmak ya da cennete girememek… Ama bunlardan daha acısı yok mu? Seni yoktan yaratan ve seni nâzenin bir bebek gibi şu âlemde yaşatan Rabbine karşı yaptığın nankörlük seni hiç üzmüyor mu? Hesap günü Rabbine ne diyeceksin?
Ey nefsim, cehennemi bir kenara koyup da sana sorsam, peki kabre nasıl dayanacaksın? Hatta kabir azabını da bir kenara koyalım ve sadece şunu düşünelim: Cenab-ı Hak bizi kabirde diriltse ve hiçbir azap etmese, yani ne üzerimize kabrin duvarları kapansa, ne Münker ve Nekir melekleri soru sorsa, ne de kabrin diğer azap ve sıkıntıları olsa; sadece şunu düşün, kabirde diriltilsek ve öylece bırakılsak, o yalnızlığa, o karanlığa ve o dar mekâna nasıl sabredersin? Kurtlar yuvasına, gurbet evine ve yalnızlık menziline dayanabilir misin? Azap olarak sadece bu bile yetmez miydi?
Ey nefsim, sen daha kabrin karanlığına sabredemezken, kabri düşündüğünde seni hafakanlar basarken, Cehennem azabına nasıl dayanırsın? Senin cesaretin cehaletinden geliyor; ölümü ve cehennemi düşünmemekten kaynaklanıyor. Ama bil ki, gözünü kapamakla seni bu dünyada durdurmazlar. Bir gün “Haydi dışarı” diyecekler. Gel, dünya sana “haydi dışarı” demeden önce, sen ona “haydi dışarı” de, gönlünden onu çıkar ve kurtul!
Ey nefsim, şimdi seni bazı Kur’an ayetleriyle baş başa bırakacağım. Bak, Kur’an Cehennem hakkında daha neler diyor. Dinle, neler söylüyor… Eğer hidayetten bir parça nasibin varsa bu ayet-i kerimelerden hisseni alır ve inşallah tövbe edersin:
• Şüphesiz ki ayetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Muhakkak ki Allah azizdir ve hakimdir. (Nisa, 4/56)
• Cehennemdekiler, cennettekilere: “Bize biraz su akıtın veya Allah’ın size verdiği rızıktan bize de verin.” diye seslenirler. Cennettekiler de: “Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı.” derler. Onlar ki, dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar, bugüne kavuşacaklarını nasıl unuttular ve ayetlerimizi nasıl inkâr ettilerse, biz de bugün onları böyle unuturuz. (A'raf, 7/50-51)
• Ardından da cehennem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir. Onu yudum yudum içecek, fakat yutamayacaktır. Ölüm ona her taraftan geldiği halde ölmeyecektir. Arkasından da çetin bir azap gelecektir. (İbrahim, 14/17)
• Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun hışımlanmasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman da oracıkta yok olmayı isterler. Onlara şöyle denilir: Bu gün bir defa yok olmayı değil, nice yok olmaları isteyin! De ki: Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine vaad olunan ebedilik cenneti mi? (Furkan, 25/12-15)
• İnkâr edenlere gelince, onlara cehennem ateşi vardır. Hüküm verilmez ki ölsünler, kendilerinden azap da hafifletilmez. İşte biz, her nankörü böyle cezalandırırız. Onlar, orada şöyle feryat ederler: “Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yaptıklarımızdan başka salih bir amel yapalım.” Onlara şöyle denir: “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O halde tadın azabı. Zalimleri kurtaracak bir yardımcı da yoktur.” (Fatır, 35/36-37)
• O gün Allah’ın düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere hep bir araya toplanırlar. Nihayet oraya vardıkları zaman kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları şeyler hakkında onların aleyhinde şahitlik ederler. Onlar derilerine: “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” derler. Derileri de: “Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu, sizi ilk defa yaratan da O’dur ve siz yine O’na döndürülüyorsunuz.” derler. Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde şahitlik edeceğinden korkarak kötülükten sakınmıyordunuz. Yaptıklarınızdan birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğini zannediyordunuz. İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi helak etti de zarara uğrayanlardan oldunuz. Şimdi eğer dayanabilirlerse onların yeri ateştir. Yok, eğer hoşnutluğa dönmek isterlerse, artık onlar hoşnut edileceklerden de değildir. (Fussilet, 41/19-24)
• Rablerini inkâr edenler için Cehennem azabı vardır. O, gidilecek ne kötü bir yerdir! Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: “Size korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi?” diye sorarlar. Onlar der ki: “Evet, bize uyarıcı geldi; ama biz yalanladık. Onlara: “Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz.” dedik. Ve onlar der ki: “Eğer biz dinleseydik yahut düşünüp anlasaydık şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık!” (Mülk, 67/6-10)
Ey nefsim, işte bazı Kur’an ayetlerini duydun ve anladın, cehennemin ne olduğunu gördün..
Şimdi aklın başına geldi mi; yoksa hâlâ Rabbine karşı isyanda ısrar mı ediyorsun?
Ya Rab! Azabından affına, gazabından rızana ve senden yine sana sığınıyoruz. Senden başka kurtarıcı ve senden başka sığınılacak kimse yoktur.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cehennemde soğuk azap da var mıdır; ne tür azaplar olacaktır?
- Cennet ve cehennemin katmanları, kapıları hakkında bilgi verir misiniz?
33
Mahşerde cehennemin getirilmesi nasıl olacaktır?
Abdullah İbn Mesud’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (asm) şöyle buyurdu:
“O gün cehennem getirilecek. Onun yetmiş bin yuları (tutulacak kulpu) bulunacaktır. Her yularla birlikte yetmiş bin melek bulunacak. Onlar cehennemi o kulplardan tutup çekeceklerdir.” (Müslim, Cennet, 29; Tirmizi, Cehennem, 1)
Bu hadis-i şerif, “O gün cehennem getirilecek.” (Fecr, 89/23) mealindeki ayetin bir nevi açıklamasıdır.
Bu ayetin manası, “Cehennem azgınlar için ortaya çıkarıldı.” (Şuara, 26/91) mealindeki ayetin ifadesi gibidir.
Yani cehennem yerinde olduğu halde, kâfirlerin artık yakından göreceği dehşetli bir manzara arz edecek ve tamamen ortada görünecek şekilde arz-ı endam edecektir. (krş. Razi, İbn Aşur, el-Meraği, ilgili ayetin tefsiri)
Yetmiş bin zincir/zimam/yular ve onların her birisinin yetmiş bin meleğin/zebaninin tutması, manzarayı canlandırmaya yönelik bir tasvirdir. Ahiret aleminin harikalarından biri de cehennemin bu tasvir şeklidir.
34
İmam Maturidi, cehenneme giren müminlerin ebedi kalacağını mı söyler?
- Bizim anladığımız kadarıyla, "Cehenneme gireceklerin oradan çıkacakları konusunda ise herhangi bir beyan varit olmamıştır." (Kitabü’t-Tevhid, 1/331-332) şeklindeki ifade Mutezilenin görüşü olarak nakledilmiştir. Çünkü, söz konusu ifade: “Mutezile (büyük günah işleyen kimsenin mümin olmadığı hakkındaki iddialarını isim üzerinden yürütmüş ve bunu:) büyük günah işleyenlerin (Fasık, facir, zalim gibi) kötü ve çirkin isimlerle isimlendirilmelerini, iman ise, temiz/güzel isimlerden olduğundan (iman sahiplerinin) bu gibi kötü isimlerle isimlendirilmeleri söz konusu olmadığını, delil olarak göstermişlerdir...” cümlesinin bir devamıdır.
İmam Maturidi’nin bu iddiaya cevabı ise şöyledir:
“Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Biz, Allah'tan yardım dilemek suretiyle deriz ki: O/Maturidi (kendisi için söylüyor:), onların (Mutezilelerin konuyla ilgili) ihtilaf ettikleri hususlarda değil, fakat “vaîd (Kur’an’da söz konusu olan ebedi cehennemde kalma vadinde) müminlerin iştirak etmediği/dahil olmadığı) hususunda” onlarla beraberdir/aynı düşünceyi paylaşmaktadır…” (Kitabü’t-Tevhid, 1/331-332)
Yani ebedi olarak cehennemle tehdit edilenler, mümin olmayanlardır. Günahları kendilerini iman dairesinden çıkardığı ve kafir olarak ölen kimselerdir.
- Diğer bazı akaid/kelam kitaplarında olduğu gibi, İmam Maturidi de muarızları “Fırak-ı dalle”den bazı alimler oldukları için onların seviyesine göre konuşur ve konuları fazla uzatmaz. Bu sebeple bazı ifadeleri bizim arzu ettiğimiz açıklıkta görünmeyebilir. Konumuz da buna dahildir.
Bizim burada anladığımız şudur:
İmam Maturidi; Mutezilelerin: “Büyük günah işleyenlerin ‘ne kâfir ne de mümin olmadığına’ ve ebedi cehennemlik olarak gösterilen kimseler içinde büyük günah sahiplerinin de olduğuna” dair iddialarını reddetmekte ve “cehennemle tehdit edilen insanların işledikleri günahlarıyla iman dairesinden çıktıklarını ve bu sebeple cehennemde ebedi kalacak olanların yalnız kâfirler olduğunu” bildirmektedir.
Büyük veya küçük günah işleyen Müslüman dinden çıkmaz. Çünkü Kur’an’da günah işleyen kimseden “mümin” veya “iman edenler” diye bahsedilmiş, selâm veren kimseye “mümin değilsin” demek yasaklanmış (Bakara, 2/178; Nisâ, 4/94; Hucurât, 49/9), günah işleyenlerin tövbe etmeleri istenmiş ve günahta ısrar etmedikçe bağışlanacakları açıklanmış, Hz. Peygamber (asm)’e de müminler için Allah’tan mağfiret dilemesi emredilmiş (Tevbe, 9/113; Nûr, 24/31; Muhammed, 47/19) ve Allah’ın afüv, gafûr, tevvâb vb. sıfatları vurgulanmıştır. Müslümanın da nefsânî arzularının baskısıyla veya ihmalden ötürü günah işleyip bağışlanma ümidi taşıdığı dikkate alınırsa, kâfir değil fâsık mümin olduğu anlaşılır.
Ayrıca büyük günah işlemiş olsa da kişi iman etmek suretiyle en büyük hayrı işlemiş olur, kötülükte ise şirk ve inkâr noktasına ulaşmamış bulunur. Eğer büyük günah sahibine ebedî cehennem cezası verilirse en üstün iyilik olan imanı mükâfatsız kalır, bu da adaletle bağdaşmaz. Tövbe ederek veya etmeden ölen günahkâr Müslümanın âhiretteki durumu Allah’a havale edilir, dilerse bağışlar, dilerse azap eder, ancak cehennemde ebediyen kalmayacağı hususu naslardan anlaşılmaktadır. Allah’a isyan edenlerin ebediyen cehennemde kalacağına ilişkin naslar mutlak fâsıkla ilgilidir, mutlak fâsık ise kâfirdir. Mâtürîdîlerin büyük çoğunluğu bu görüştedir.
İmam Mâtürîdî büyük günah işleyene mümin derken Ebü’l-Muîn en-Nesefî gibi bazı Mâtürîdîler fâsık adını verir ki, doğrusu günahkârın fâsık Müslüman olduğudur (bk. Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 324-383; Nesefî, Tebsıratü’l-edille, II, 766-787)
35
Kur'an'da cehennemin anlatılması, Kur'anı ilk defa okuyanlar için kötü mü oluyor?
Ateistlerin Kur’an’ı tenkit etmeleri, onların dinsizliklerinin bir gereğidir. Ateistler, Kur’an’a da Allah’a da ahirete de düşmandır. Bu zavallı güruhun hatırı için cehennemden söz eden onlarca ayeti -haşa - dosya altı edecek değiliz.
Kaldı ki, cehennem, iyi olanların asla korkmadığı bir yerdir. Bugünkü dünyada da cezai müeyyidelerden en fazla korkan, ondan tiksinen kesim hırsızlar, caniler katillerdir. Devletin yasaklarına uyan bir vatandaşın hapisle cezayla ilgilenmesi diye bir şey söz konusu bile olmaz.
Halbuki, bizim bizzat müşahede ettiğimiz / medyada okuduğumuz, televizyonlarda seyrettiğimiz bir gerçek vardır k, Kur’an’ın cezalarla ilgili bazı hükümlerini ağır bulanlar, iş başa geldiği zaman aynı cezayı düşmanlarına verilmesini arzu ediyorlar. Örneğin “Benim çocuğumu öldüren idam edilsin.” diyorlar. Hatta hırsızın kolunun kesilmesini çok gören bazı kimseler, kedilerine ait bir şeyler çalınınca, “Bunları asacaksın, sallandıracaksın!..” diyerek, daha ağır cezalar istiyorlar.
Bu açıdan bakıldığı zaman, bugün dünyada belki de her gün binlerce zulüm eylemi, “Zalimler için yaşasın cehennem.” diyen Bediüzzaman Hazretlerini tasdik ediyor.
- Ayrıca, Allah’a inanmayan bir kimsenin cehenneme inanması zaten mümkün değildir. Halbuki, Kur’an’da yer alan cehennemin varlığından bu kadar etkilenmeleri vicdanlarının derinliklerinde Allah’a ve ahirete dair bir düşüncenin olduğunu göstermektedir. Cehennemden nefret etmeleri ondan korktukları içindir. Korkmaları ise, bu vicdani şuur kıvılcımını haber vermektedir.
- Hülasa, kaynağı Kur’an olan İslam dininin iki temel esası vardır: İman ve salih / güzel amel... Bunların da iki büyük sonucu vardır: Cennet ve cehennem...
Dinin temel esaslarını ortadan kaldırmaya teşebbüs edenler şunu bilsinler ki dünya ve ahiret saadetini tahrip etmek ve ahiretin iki temel yurdu olan cennet ve cehennemi -ellerinden gelse- yıkmaya taammüden teşebbüs etmekten sorumlu olacaklardır. Vesselam...
İlave bilgi için tıklayınız:
- Merhamet ve cehennem, ikisi bir çelişki değil midir?
- Kâfirlerin cehennemde yanmaları adalet midir?
- Bazı kimseler, Allah Rahman ve Rahim ise, neden insanları akıl almaz işkencelerle diri diri yakıp cezalandırıyor, diyorlar. Nasıl cevap vermeliyiz?
- Mekke’de doğan bir çocukla, dünyanın her hangi bir yerinde doğan İslam’dan habersiz bir çocuk manevi mesuliyet yönünden bir tutulabilir mi?
- Cehennemde olanların belli bir süre sonra azaba alışacakları konusunu açıklar mısınız?
36
Kafirin vücuduna göre çok küçük kalan yılanlar, akrepler nasıl korkutucu olabilir?
- Ebu Hureyre’nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu:
“Kafirin iki omuzu arasındaki genişlik, hazlı bir süvarinin üç gün gideceği yol kadardır.” (bk. Buhari, Rikak, 51; Müslim, Cennet, 45)
- Bu hadiste yer alan ifadeler, kâfirin cehennemdeki durumuyla ilgilidir. Nitekim, Buhari, bu konuyu “Cennet ve Cehennemin sıfatı” başlığını taşıyan bölümde; Müslim ise “Cehenneme Cebbar olanlar girer...” adını taşıyan bölümde işlemiştir.
- İmam Nevevi’nin de belirttiği gibi, en sahih kaynaklarda yer alan bu gibi bilgilere iman etmek gerekir. (bk. Nevevi, Şerhu Müslim, 17/186)
- “Kafirlerin bu büyüklüğüne göre yılan ve akreplerin ne kıymeti olur?” manasına gelen itiraz yersizdir. Çünkü:
Evvela, cehennemdeki yılan ve akreplerin de ona göre büyük olmaları söz konusu olabilir.
İkincisi, şu herkesin bildiği bir gerçektir ki, en küçük bir yılan en büyük bir bedeni sokup zehirlendirse, bütün vücut olduğu gibi sızlanmaya başlar. Ufak bir diken bir ayak parmağına batsa bedenin her tarafı sıtmaya tutulur. Kibrit çöpü kadar bir ateşin neler yapabileceğini bilmeyen yoktur...
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kâfirin cehennemdeki bir azı dişi Uhud Dağı kadardır, hadisini nasıl anlamalıyız?
37
En şiddetli azap, kahrın azabı mıdır?
Kaynaklarda kahrın azabı ile diğer azaplar arasındaki farkı gözeten bir bilgiye rastlayamadık.
Bildiğimiz kadarıyla, Allah’ın “Kahhar” ismi, her şeye gücü yeten, karşı konulmaz kuvvete sahip, emri her şeye nüfuz eden yaratıcı manasına gelir. Bu sebeple, hiçbir azap kahrın dışında değildir.
Ancak, “kahrın azabı” kavramı tek başına anıldığı zaman, Allah’ın azap ettiği kimseye karşı gösterdiği kızgınlığını ve öfkesini açıklar. Buna mukabil, Allah bir kimseye azap ettiği halde, ona karşı fazla bir gazap göstermediyse, bu iki azap arasında fark olur.
Buna göre denilebilir ki, cehennem giden kâfrilere karşı Allah’ın azabı “kahir ile makhur” olduğundan, diğer mümin olan ve geçici olarak cehennemde kalan insanların “kahirsiz azabından” daha şiddetlidir...
38
Cehennemin Peygamber Efendimize gösterilmesi ne demektir?
- Hâkim, rivayet ettiği hadisin sahih olduğunu bildirdiği gibi, Zehebi de onu tasdik etmiştir. (bk. Müstedrek/Telhis, 4/456)
- Peygamberimiz (asm)'in, hadisin sonunda, “bu gördüklerini ümmetinin başına gelecek fitneler” (bk Müstedrek, a.y.) olarak tevil etmesi, görülen şeylerin simgesel bir konuma sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla orada görülen cennet ve cehennemin varlığı, âlem-i misaldeki görüntüleri olabilir.
- Hz. Peygamber (asm)'in mi'raçta cennete girdiğini söylemesini hakikat olarak kabul etmek gerekir. Ancak cennet ve cehennemin hemen Mescidin içinde görüldüğüne dair Nebevi ifadeleri, cennet ve cehennemin bir nevi “âlem-i misal”de veya başka bir âlem-i gaybın aynasında görülen misali vücutlarına bir işaret olduğunu düşünebiliriz.
- Bizim âlem-i menamda (rüyada) gördüğümüz hakikatleri, “Gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz.”(Buharî, Menakıp, 24; Müslim, Babu salati’l-leyl) diyen Hz. Peygamber (asm)'in yakaza halinde/uyanık halde âlem-i misalde görmesi mümkündür ve vakidir.
Bu hadiste yer alan “bana cennet arz edildi” manasındaki ifadeden de cennetin bir şekilde kendisine gösterildiği anlaşılmaktadır. Bu da cennet ve cehennemin, misali alemdeki aynalar vasıtasıyla “hakikatin tıpkısı” manevi-misali fotokopi ve fotoğraflar şeklinde gösterildiğini düşünmeye imkân vermektedir.
- Efendimiz (asm) bu gördüklerini, ümmetinin başına gelecek fitneler olarak yorumlaması -az önce ifade edildiği üzere- bu görülenlerin, manevi-misali, “nevm misal bir yakaza” halindeki hakikatlere işaret eden simgesel değerleri olduğunu göstermektedir.
Demek ki, cennetten ellerin ulaşabildiği bir yere kadar yakın olması, ümmetin başına gelen fitnelerin başında dünyanın bir nevi cennet gibi bolluk ve nimetlerle dolması manasına gelir.
Cehennemin yakınlaşması ise, başta deccal ateşi, olmak üzere katlü kital ve diğer zulüm ve haksızlıklar türünden, dünya hayatını cehenneme çeviren fitnelerin olacağına işarettir.
Aslında şu andaki dünyanın manzarası bu görülenlerin canlı bir yorumudur.
“Bu dünyada nasıl çok şeyleri biz görüyoruz, kör olan müminler görmüyorlar. Kabirde o körler, iman ile gitmiş ise, o derece ehl-i kuburdan ziyade görür. En uzak gösteren dûrbînlerle bakar nevinde, kabrinde derecesine göre cennet bağlarını sinema gibi görüp temaşa ederler.” (Nursi, Lem'alar, s. 213)
şeklindeki nurlu ifadeden de ahiret aleminin bu manevi görüntülerinin olabileceğini anlayabiliriz.
Ayrıca şu nurani ifadeler de konumuzu nurlandırıp aydınlatabilir:
“Amma Cennet'in uzaklığıyla beraber âlem-i bekadan olduğu halde en yakın yerlerde görülmesi ve bazan ondan meyve alınması ise; evvelki iki temsil sırrıyla anlaşıldığı gibi, bu âlem-i fâni ve âlem-i şehadet ise âlem-i gayba ve dâr-ı bekaya bir perdedir. Cennet'in merkez-i kübrası uzakta olmakla beraber, âlem-i misal âyinesi vasıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi, hakkalyakîn derecesindeki imanlar vasıtasıyla, Cennet'in bu âlem-i fânide -temsilde hata olmasın- bir nevi müstemlekeleri ve daireleri bulunabilir ve kalb telefonuyla yüksek ruhlar ile muhabereleri olabilir, hediyeleri gelebilir.” (Geniş bilgi için bk. Lem'alar, s. 282 - 283)
39
Cehennemde, insanlar birbirini görecek mi?
Bu konuda kaynaklarda bir bilgiye rastlayamadık.
Yalnız Sad suresinin 62-63. ayetinde yer alan,
“Azgınlar: ‘Neden acaba, derler, dünyada kendilerini değersiz saydığımız birtakım adamları burada görmüyoruz? Aklımız sıra, onlarla alay ederdik! Yoksa gözlerimiz onlardan kaydı da onun için mi kendilerini göremiyoruz?'"
mealindeki ifadeden cehennem ehlinin gözlerinin gördüğünü, dolayısıyla birbirlerini görebildiklerini anlamak mümkündür. Ancak bu görmenin mahiyetini bilemiyoruz.
40
Cehennemde, "Ya Hayyu Ya Kayyum" diyen biriyle ilgili bir hadis var mı?
- Sorudaki şekliyle bir rivayete rastlayamadık.
- Benzer bir rivayette ise şu bilgiler vardır:
“Bir kul cehennemde bin sene ‘Ya Hannan! Ya Mennan!’ diye yalvarır. Nihayet Allah Cebrail’e ‘Git falanca kulumu bana getir.’ buyurur. Cebrail gider, fakat bütün oradakileri yüzü koyun (yere yatıp) ağladıklarını görür. (Yüzünü görmediği için adamı tanımaz) ve geri gelip Rabbine durumu arz eder.
"Allah kendisine: 'O adam falanca yerdedir, git al getir.' diye buyurur. Bunun üzerine Cebrail gider ve adamı Allah’ın huzuruna çıkarır. Allah ona: 'yerinin iyi olup olmadığını' sorar. Adam 'çok kötü olduğunu' söyler. Allah: 'Bu kulumu tekrar yerine götürün.' diye emreder.
Adam: 'Ya Rab! Beni oradan çıkardıktan sonra bir daha oraya koyacağınızı hiç beklemiyordum.' deyince, Allah: 'Kulumu serbest bırakın.' der (ve serbest bırakılır).” (İbn Hanbel, Müsned -Müessesetu’r-Risale-, 21/99; Mecmau’z-Zevadi, 10/384)
41
Kur'an okuyanın ana babası kâfir olsa da azapları hafifler, anlamında hadis var mı?
“Kur'an okuyanın ana babası kâfir olsa da, azapları hafifler.” rivayetin kaynağı olan "Tenbihu’l-Gafilin", bir hadis kaynağı değildir. Sahih yanında sahih olmayan bilgileri de ihtiva eden bir vaaz kitabıdır.
“Besmele yazılı bir kâğıdı, çiğnenmesin diye hürmetle yerden kaldıran, sıddıklardan yazılır. Ana babası kâfir de olsa, azapları hafifler.” manasındaki rivayeti ise, Ebu Şeyh ve Taberani tarafından da rivayet edilmiştir. (bk. Aclunî, 2/298)
Bu rivayet mevzudur / uydurmadır. (bk. İbnu’l-Cvezi, el-Mevduat, 1/226; el-Embanî, Silsiletu’l-ahadisi’d-daifeti ve’l-Mevduati, 1/438)
Suyuti aynı rivayete “el-Leali’l-Masnuatu fi’l-Ahadisi’l-Mevduati” adlı eserinde yer vermiş ve senedinde sağlam olmayan birkaç kişinin bulunduğu belirterek, rivayetin sahih olmadığına işaret etmiştir. (bk. 1/184)
Bu eser de -adından belli olduğu gibi- mevzu / uydurma rivayetleri göstermek için kaleme alınmıştır...
42
Dişi dağ gibi olan bir kafire, yetmiş arşın zincir yeter mi?
İbn Mace’nin rivayetinde iki zayıf ravi olduğu için bu rivayet şekli zayıftır. (bk. İbn Mace, Zuhd, 38/talik, Zevaidden)
Fakat, Müslim (Cennet, 44) ve Tirmizi (Cehennem, 3)’de de benzer ifadelerle sahih rivayetler vardır.
- Evvela, ayetin ifadesi ile sahih hadisin ifadelerinin çelişmesi mümkün değildir. Demek ki hadislerdeki ifadeler de doğrudur.
- Bununla beraber, ayette yer alan “zincir” ahiret alemiyle ilgili bir malzemedir ve kâfirler için özel yaratılmıştır. Onun için “Bu zincirle bütün cehennem toptan havaya kaldırılır.” dense doğrudur.
- Ayrıca, Arapça’da “yetmiş, yedi bin” gibi ifadeler kesretten/çokluktan kinayedir. Ayette de bu zinciri böyle anlamakta bir sakınca yoktur.
- İmam Nevevi, “cehennemdeki kâfirin dişinin Uhud kadar olduğu”na dair bilgilerin sahih hadislerde yer aldığını ve bunlara iman etmenin gerektiğini bildirmiştir. (bk. Nevevi, Şerhu Müslim, 17/186)
Bu gibi ayet ve hadislerde anlatılan hususlar, bir yandan kâfirlerin işledikleri suçlarının büyüklüğüne, diğer yandan onlara verilecek cezanın şiddetine işaret etmek içindir.
43
Sonsuz rahmet sahibi Allah, kendinden bir nur bulunan kulunu ebedi cehennemde neden tutar?
Önce, “İslam inancına göre en kötü insanda bile Allah’ın nurundan bir zerre vardır” bilgisinin kaynağı nedir? Böyle bir bilgiye rastlayamadık.
İkincisi: Allah’ın sonsuz rahmeti, kâfirlerin cehennemde ebedi kalmalarına aykırı değildir. Bu hususu bir kaç madde halinde açıklayalım:
a) Allah’ın ebedi alemde yarattığı iki yurdu vardır. Birisi cemal ve rahmet sıfatlarının tecelligâhı olan cennet, diğeri celal ve kahir olan sıfatlarının tecelli ettiği cehennem.
Allah’ın dostları ile düşmanlarını birbirinden fark etmemesi mümkün müdür? “İnsanın dostu ile düşmanını fark etmemesi”, büyük bir noksanlık sayılırken böyle bir şeyi Allah hakkında düşünmek elbette makul değildir.
Öyleyse Allah, dostlarını ebedi kalmak üzere cennete, düşmanlarını da ebedi kalmak üzere cehenneme koyacak ve onları fark ettiğini, şuur sahiplerine fark ettirecektir.
b) Allah’ın sonsuz rahmetinin varlığı, gazabının olmadığı manasına gelmez. Allah’ı kendi keyfimize göre tasavvur edemeyiz. Deyiş yerindeyse, suya sabuna dokunmayan bir ilah tasavvurunun dinde yeri yoktur. Biz Allah’ın ahlakını; onun merhamet ve gazabının olup olmadığını ancak kendisinden öğreneceğiz. Allah şöyle buyuruyor:
“Kullarıma haber ver ki (günahları örten) gafur, (ihsanı bol olan) rahîm Ben’im. Bununla beraber azabım da elîm mi elîm!” (Hicr, 15/49-50)
Bunun gibi Allah’ın açık ifadeleri ortada iken, Allah’ın rahmetini Onun aleyhine kullanmak; madem sonsuz rahmeti var, neden ceza veriyor demek, gerçekten manidardır.
c) Allah’ın sonsuz merhamet sahibi olduğunun en açık delillerinden biri de Allah’ın kendilerini yoktan var edip bin bir çeşit nimetlerle donattığı halde, hala kalkıp ona karşı saygısızca davrananları yok etmemesi, rızıklarını kesmemesi, derhal dillerini lal etmemesi, gözlerini kör kulaklarını sağır etmemesi, onları bir anda cehennemin dibine sokmaması, bir anda canlarını alıp cehenneme yollamamasıdır.
Sonsuz kudret sahibi olduğuna evrenin şahitlik ettiği yüce yaratıcının gücü yettiği halde, alçak düşmanlarını derhal helak etmemesi, onun sonsuz rahmeti ile değil de ne ile izah edilebilir?
d) Yukarıdaki ayette ifade edildiği üzere, Allah’ın sadece merhameti değil, aynı zamanda gazabı, öfkesi de vardır. Şu bir gerçektir ki, merhamet insanların güzelliğini gösterdiği gibi, öfke sıfatı da insanların izzetini gösteriyor. Merhamet ve şefkat cemali, öfke ve izzet ise celali gösterir. Merhamet ve şefkat mükâfatı, öfke ve gazap ise cezayı gerektiren bir vasıftır.
İnsanlık camiasında övgüyle bahsedilen “izzet-i nefis” sahibi olma vasfı, herhalde merhameti ifade etmiyor. Bilakis, yanlışlara tepkisini ortaya koyan kimsenin vakarını, ağırbaşlılığını, mükemmelliğini ortaya koyuyor.
Aynı bunun gibi, Allah’ın dost-düşman demeden herkese nimet sofralarını açması, onun sonsuz merhametinin bir yansımasıdır. Bunu inkâr etmek için deli veya kör olmak gerekir.
Buna mukabil, Allah’ın kendisine karşı edepsizlik edenleri cezalandırması, onun sonsuz kudretini, izzetini, büyüklüğünü, yüceliğini, yegane ilah ve hükümdar olduğunu gösterir.
Demek ki, sonsuz merhametin yansıması olan mükâfat gibi, sonsuz izzetin yansıması olan ceza sistemi de Allah’ın mükemmel bir varlık olduğunun göstergesidir.
e) Hiç bir devlet veya padişah yoktur ki, kendisine itaat edenler ile isyan edenleri aynı kefeye koymuş olsun. Çünkü böyle bir tavır, o padişahın/ yüksek makamda olan reisin kendi haysiyetini bilmeyen izzet-i nefis sahibi olmamak, iyilik ile kötülüğü fark etmeyecek kadar budala ve saf olmakla suçlanacaktır. Ve bu suçlama yerden göğe de haklıdır. Çünkü kâmil/mükemmel bir insan, iyi insanlar ile kötü insanları bir tutmaz, dostları ile düşmanlarını aynı kefeye koymaz.
Evet nasıl bir serseri, eşkıya ve halka zulmeden bir adam, oranın izzetli hâkimine/hükümdarına dese: 'Beni hapse atamazsın ve yapamazsın?..' diye izzetine dokunsa, elbette o şehirde hapis olmasa da sırf o edepsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacaktır. Aynen öyle de; kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celaline şiddetle dokunuyor. Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor. Ve kemal-i rububiyetine tecavüzüyle ilişiyor. Elbette Cehennem'in pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mûcibesi ve vücudunun hikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennem'i halketmek/yaratmak ve onları içine atmak, o izzet ve celalin şe'nidir/ona yakışanıdır.” (bk. Nursi, Asa-yı Musa, 48-49)
Şimdi bu gerçekler ortada iken, kalkıp da Allah’ın düşmanlarını cezalandırmasını bahane ederek onun merhamet sahibi olmadığını, mükemmel bir varlık olmadığını iddia etmek, dünyada modası geçmiş bir hezeyan, en sofistike bir iftira, en antika bir yalandır.
f) Allah’ın -kâfir olsun, müşrik olsun, mümin olsun- herkese tövbe kapısını açık bırakan ve samimi pişmanlık duyan kimselerin tövbesini kabul ederek suçlarını bağışlaması, onun sonsuz rahmetinin bir tezahürü değil mi?
- Ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzere Allah, milyarlarca günahkâr insanı, cehenneme koymadan affeder. Bu husus, Allah’ın sonsuz af ve merhametini göstermiyor mu?
- Ayrıca Allah’ın, kalbinde zerre kadar iman taşıyan herkesi sonunda cehennemden kurtarması onun sonsuz rahmetinin yansıması değil mi?
- Kâfir, kendi ameliyle bu duruma(cehennem girmeye) kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a'mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadîsiye vardır.” (İşarat-ül İ'caz, 81)
Kâfir olarak cehenneme giden herkesin hak ettiği cezasını çektikten sonra, Allah’ın onlara azabı hafifletmesi, hatta -İbn Arabî’nin ifadesiyle- balığın suda yüzmesi gibi ateşe alıştırması, onun sonsuz rahmetinin bir tezahürü değil de nedir?
g) Öyle inanıyoruz ki, bu konuda Bediüzzaman hazretlerinin şu altın değerdeki ifadelerini ön yargısız okuyan herkesin vicdanı, cehennemin varlığına taraftar olacaktır. Özetle takdim ediyoruz:
“Cehennem'in varlığı ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakiki adalete ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Aksine, rahmet ve adalet ve hikmet, onun varlığını isterler. Çünkü, nasıl ki, bin masumun hukukunu çiğneyen bir zalimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanı parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zalimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer bîçarelere yüzer merhametsizliktir.
Aynen öyle de; Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esma-i İlahiyenin hukukuna (Allah’ın Rahman, Rahim, kerim gibi binlerce isimlerinin tezahürlerini) inkâr ile tecavüz, hem o esmaya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzip ile hukuklarına tecavüz ve mahlukatın/yartıkların Allah’ın her türlü noksanlıklardan uzak olduğunu ilan etmek gibi sürekli yerine getirdikleri yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatın yaratılış gayesi, varlığının ve varlıkta devam etmesinin sebebi olan Allah’ın yaratmak, idare etmek, terbiye etmek, eğitmek, büyütüp beslemek, gözetip korumak gibi yüksek idareciğine karşı kulluk görevlerini yerine getirerek bir nevi teşekkürler mukabelede bulunmalarını ve Allah’ın o en güzel ve en mükemmel sıfatlarını ontolojik aynalarda yansıtmalarını tekzib ile hukukuna bir nevi tecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulüm meydana alır ki, af edilmeye kabiliyeti, istihkakı kalmaz. (Allah kendisine ortak koşmayı asla affetmeyecektir) mealindeki ayetin tehdidine müstehak olur. Onu cehenneme atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz davacılara hadsiz merhametsizlikler.” (Şualar, s. 230)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kafirlerin ebedi cehennemde kalması nasıl adalet olur?
- Kâfirlerin cehennemde yanmaları adalet midir?
- Cehennemde olanlar belli bir sure sonra azaba alışacaklar, deniyor. Bence bu onlar için azabın hafiflemesi manasına gelme mi?
44
Cehennem tutuşturulduğu zaman, ayetine göre, cehennemin sonradan yaratılacağı söylenebilir mi?
"Cehennem tutuşturulduğu zaman.” (Tekvir, 81/12)
mealindeki ayette cehennemin yeni inşa edileceği değil; önceden var olan cehennem ateşinin gelenler için bütün şiddetiyle alev alev kızıştırıldığı manasına gelir.
- Ayetteki asıl Arapça kelime olan “Sui’rat”/Tes’ir, var olan bir ateşi tutuşturmak, kızıştırmak manasına gelir.
Demek ki cehennem vardır, içindeki ateş de vardır. Fakat kıyamet günü, bu ateş tam tutuşturulur, kızıştırılır. Çünkü artık faal hale geçmesi gerekir.
- Bu ayetten sonra gelen “Ve cennet yaklaştırıldığı zaman” mealindeki ayette de bu mana vardır. Yani bu ayetin ifadesinden de, cennetin şu anda var olduğunu, ancak kıyamet günü müminlerin girmeleri için yaklaştırılacağını anlamak mümkündür.
- Bu iki ayette, şu anda var olan cennet ve cehennemin kıyamet günü, oralara gidenlere bir mükâfat ve bir ceza yurdu olarak gereken şekilde hazırlanacağına vurgu yapılmıştır. Yoksa, bunların sonradan yaratılacağına bir işaret değildir.
- Bakara 24. ayette yer alan “kâfirler için hazırlanmış ateş” mealindeki ifadeden de cehennemin şu anda hazır olduğunu anlayabiliriz.
“Biz cehennemi kâfirler için konak olarak hazırladık.” (Kehf, 18/102)
mealindeki ayetin ifadesi de bu gerçeğe işaret etmektedir.
- “Şüphesiz ki cehennem, bir gözetleme yeridir. Azgınlar için bir barınak olacaktır.” (Nebe’, 78/21-22) mealindeki ayette de cehennemin şu anda mevcut olduğunu anlamak gerekir.
- “Onlar (Firavun ve taraftarları) sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet günü ise: ‘Firavun adamlarını azabın en ağırına sokun’denir.” (Mümin, 40/46) mealindeki ayetten de cehennemin şu anda mevcut olduğunu anlamayana Allah insaf versin.
- Keza, “Andolsun ki o (Muhammed), onu (Cebrail’i) başka bir inişinde de görmüştü. Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında. Ki Cennetü’l-Me’vâ da onun yanındadır.” (Necm, 53/13-15) mealindeki ayetlerin ifadesi, Cennetin şu an mevcut olduğunun açık göstergesidir.
- Bu konuda bir çok sahih hadis vardır. Misal olarak şu ikisini zikredebiliriz:
a) Miraç kıssasında uzun bir hadisin son bölümünde şöyle buyurulur:
“Sonra Cibril/Cebrail, beni yürütüp nihayet Sidretu’l-Muntehaya kadar götürdü… Sonra cennete götürüldüm...” (Buhari, Salat, 1; Müslim, İman, 263).
b) “Sizden biriniz öldüğü vakit ona ahiretteki yeri sabah ve akşam arzolunur. Eğer o ölen kimse ehl-i cennet ise cennetteki yeri kendisine gösterilir. Eğer ehl-i cehenem ise cehennemdeki yeri gösterilir ve kendisine: ‘İşte senin yerin burasıdır ve senin bu halin, kıyamet günü Allah seni ba’s (haşir-neşir) edinceye kadar devam eder.' denir.” (Buhari, Cenaiz,91; Müslim, Cennet, 65/2866)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cennet ve cehennem yaratılmış mıdır; yaratıldıysa yeri nerededir?
45
Hz. Hamza'nın etini yiyen cehennemde yanmaz mı?
- Bu konu hem Sünni hem Şii kaynaklarının bazılarında da yer almıştır.
Şii kaynaklarındaki kıssanın özeti şudur:
“Hind Hz. Hamza’nın ciğerini ağzına almış fakat yutamadığı için geri dışarı atmıştır.” Bu husustan haberdar olan Ebu Abdillah (İmam Cafer-i Sadık) aleyhisselam şöyle demişti: “Allah Hamza’nın bir parçasının cehenneme girmesine izin verecek değildi.” (bk.Ali b. İbrahim el-Kummi, Tefsiru’l-Kummi, 1/116)
- el-Kadi en-Numan el-Mağribi de aynı kıssayı anlattıktan sonra, Hz. Peygamber (asm)'in şöyle dediğini bildirmiştir:
“Hind’in Hamza’nın ciğerini yemesi mümkün değildir, Allah onun parçasının cehenneme gitmesine izin vermez.” (Şerhu’l-Ahbar, 1/275)
- Bazı Sünni kaynaklardaki benzer bir bilgi de şöyledir:
Hz. Peygamber, Hind’in Hz. Hmaza’nın ciğerini yutmaya çalıştığını duyunca, “Onun etinden bir şey yedi mi?” diye sordu. “Hayır” cevabını alınca da şöyle dedi:
“Allah Hamza’nın etini ateşe haram kılmıştır.” (bk. İbn S’ad, et-Tabakat, Beyrut, 1410/1990, 3/ 8-9; es-Siretu’l-Halebiye, 2/331; İbn Kesir, Tefsir, 2/135)
- İmam Ahmed b. Hanbel de aynı bilgiye yer vermiştir. (bk. Müsned, 1/463)
Ancak İbn Kesir de aynı bilgiyi İbn Hanbel’den aktarmış ve bu konuda “Ahmed Teferrüd etmiş” (Tek başına kalmış) diyerek, rivayetin zayıflığına işaret etmiştir. (bk. İbn Kesir, Tefsir, 2/115)
- İbn Hacer gibi en büyük bir hadis otoritesinin bu konuya değinmesine rağmen, “Allah Hamza’nın etini ateşe haram kılmıştır.” şeklindeki bir bilgiye yer vermemesi, dikkate değer bir ayrıntı olsa gerektir.
- Özetlersek, -sahih olup olmadığı tartışılabilen- bu bilgilerin hedefi, Hind’in cehennemlik olduğunu, bu sebeple de Hz. Hamza’nın ciğerini yutamadığını, çünkü eğer yutsaydı, o parça da onunla birlikte cehenneme gitmiş olacağını seslendirmektir. Yoksa, “Hz. Hamza’nın etini yiyen herkesin cehennemden kurtulacağı” manası son derece yanlıştır.
Diğer taraftan, Hind, bizzat Peygamber Efendimiz (asm)'den biat alarak Müslüman olması da sorudaki rivayete şüphe düşürmektedir.
Hind, Mekke’nin fethinde, Ebtah mevkiinde veya Safâ tepesinde bulunan Resûl-i Ekrem (asm)’in yanına gitti. Ona biat etmek isteyen kadınların arasına karışarak huzuruna çıktı. Resûl-i Ekrem kadınlardan Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, iftirada bulunmamak ve iyi iş yapma hususunda Peygamber’e karşı gelmemek üzere (Mümtehine, 60/12) kendisine biat etmelerini isteyeceğini söyleyince Hind erkeklerden istemediği şeyleri kadınlardan istediğini, bununla beraber biat edeceklerini söyledi. Yüzü kapalı olduğu için Resûl-i Ekrem (asm) onu tanıyamamıştı.
Biat konularından biri olan hırsızlık yapmama meselesi üzerinde durulurken Hind kocasının cimri olduğunu, kendisinin ve çocuklarının bütün ihtiyaçlarını karşılamadığını, bu sebeple ona sormadan malından harcama yaptığını belirterek buna hakkı olup olmadığını sordu. Hz. Peygamber (asm) de aşırı gitmemek şartıyla onun malından kendisine ve çocuklarına yetecek kadar bir miktarı alabileceğini ifade etti. (Buhârî, Büyû, 95; Müslim, Akzıye, 7-9)
Orada bulunan Ebû Süfyân daha önce aldıklarını kendisine helâl ettiğini söyleyince Resûl-i Ekrem Hind’i tanıdı.
Kadınların zina etmemesi üzerinde konuşulurken Hind söze karışarak hür kadının zina edemeyeceğini söyledi.
Sıra çocukları öldürmeme maddesine gelince, “Onları siz öldürdünüz.” veya “Biz onları küçükken yetiştirdik, büyüdükleri zaman sen onları Bedir’de öldürdün.” dedi.
İftira üzerinde durulurken Hind tekrar söze karışarak şunları söyledi: “İftira çirkin şeydir, sen bize güzel ahlâkı emrediyorsun.”
Peygamber (asm)’e karşı gelmeme teklifi üzerine de “Biz bu yüce divana sonradan isyan etmemek niyetiyle geldik.” dedi… (bk. Ebû Dâvûd, Tereccül, 4)
Resûl-i Ekrem (asm)’in kendisini iyi karşılaması ve daha önce yaptıkları üzerinde durmaması Hind’i son derece memnun ettiği için ona, bir zamanlar yeryüzünde perişan olmasını en çok istediği ailenin Peygamber ailesi olduğunu, fakat artık gözünde bu aile fertlerinden daha değerli bir kimse bulunmadığını ifade etti. (Buhârî, Eymân, 3, Ahkâm, 14; Müslim, Aķżıye, 8)
Hind oradan ayrıldıktan sonra evine gitti ve bütün putları kırdı. Onun kızarttığı iki oğlağı bir câriyesiyle Hz. Peygamber (asm)’e sunduğu, koyunları çok az kuzuladığı için daha fazlasını gönderemediğini belirttiği, Resûl-i Ekrem (asm)’in de onların çoğalması için dua ettiği, daha sonraları sürülerinin çoğaldığı, Hind’in zaman zaman bu olayı anarak kendilerini İslâmiyet’le şereflendiren Allah’a hamdettiği kaydedilmektedir. (bk. DİA Hind Md.)
46
İmanla ölmüş birinin cehenneme gitmeyeceğine inanan bir insan müslüman olabilir mi?
a) İmanla kabre giren kimsenin mutlaka cehenneme girmeyeceğine dair bir inanç, Ehl-i sünnet akidesi değildir.
b) İmanla kabre giren bir kimse, cehenneme de girse sonunda oradan çıkıp cennete girer.
c) Soruda yer verilen düşünce tarzı, Ehl-i sünnetten olmayan fırkalardan biri olan Mürcie fırkasına aittir. Bu düşünce tarzı Harici ve Mutezile mezhebine tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Hâriciler, büyük günah işleyenin kâfir olduğunu söylerken, Mutezile bunların müminde olmadığını kâfir de olmadığını, aksine beyne’l menzileteyn/iki menzile arasında bir yerde olduğunu öne sürmekteydi.
İşte bu iki farklı inancın revaçta olduğu bir ortamda Mürcie küfürle beraber itaatin fayda vermediği gibi, imanla beraberde günahın zarar vermeyeceği teziyle sesini yükseltti.
d) Bazıları Mürcie için şu tanımı yapmışlardır:
“Mürcie: Günahları Allah'a ertelemeyen, müminlerin affedildiğini ve cennetlik olduklarını söyleyenlerdir.” (bk. Ebû Bekr el-Hallâl, Mesâil, v. 106a)
Soruda söz konusu edilen kişi tam da bu tanıma uyar.
e) Bu düşünce Kur’an ve sünnete taban tabana zıttır. Çünkü Kur’an’da ve sahih hadislerde imanla kabre giren müminlerin de cehenneme gireceğine dair açık bilgiler vardır.
Burada şu iki ayetin hatırlamak yeterlidir:
“Bilmezsin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. Dilediğini cezalandırır, dilediğini affeder; Çünkü Allah her şeye kadirdir.” (Midde, 5/40)
“Muhakkak ki inkâr edenleri ve Allah’ın yolundan men edenleri, sonra da kâfir olarak ölenleri artık Allah asla affetmez.” (Muhammed, 47/34)
- Şimdi iyice düşünelim: Maide suresinde yer alan “Allah dilediğini cezalandırır, dilediğini affeder.” ifadesinden anlaşılıyor ki, ahirette insanların bir kısmı cezalandırılır, diğer bir kısmı ise cezayı hakettiği halde affedilir. Muhammed suresinde yer alan “Kâfir olarak ölenleri artık Allah asla affetmez.” mealindeki ifadeden de anlaşılıyor ki, Allah, kâfir olarak ölenleri asla affetmez. Öyleyse, Maide suresinde söz konusu edilenler kâfir olan kimseler değiller. Çünkü, Muhammed suresi buna imkân vermez.
O halde, içinden bazılarının affedilip bazılarının cezalandırıldığı kimseler, mümin olanlardan başkası değildir. Nitekim,
“Allah kendisine şirk koşmayı asla affetmez. Bunun dışındaki suçları dilediği kimseler için affedebilir.” (Nisa, 4/48)
mealindeki ayette de kâfir olmayanlardan bir kısmının affedilebileceği, dolayısıyla bir kısmının da affedilmeyeceğine vurgu yapılmıştır. Şu halde bunlar da mümin kimselerdir.
Demek ki imanla kabre girmek artık ceza görmeyeceği anlamına gelmez.
- Keza, Hz. İbrahim’in:
“Ben kıyamet gününde Rabbimin benin günahlarımı affetmesini ümit ediyorum.” (Şuara, 26/82)
mealindeki ayette yer alan ifadesi, imanla kabre girdikten sonra da günahların affedilmeyebileceğinin çok açık göstergesidir; çünkü imansız girenlerin affı zaten mümkün değildir.
- Bununla beraber, soruda söz konusu edilen kimseleri tekfir etmeden hakikati kavramalarına yardımcı olmak gerekir. Bu tür düşüncede olanlara itikadi açıdan ehl-i bida denilir, kafir oldukları söylenemez.
47
Hz. İbrahim’in babası ne olacak?
- Hz. İbrahim’le ilgili hadisin tercümesi şöyledir:
“İbrahim, kıyamet günü babası Azer’le karşılaşır. Azer’in yüzünde toz-duman vardır. İbrahim (babasının bu haline üzüldüğü için): 'Ben sana, bana isyan etme, demedim mi?' diye çıkışır. Babası: 'Bugün artık sana isyan etmem.' der. Bunun üzerine İbrahim (as),
'Ya Rabb! Kıyamet günü beni perişan etmeyeceğine dair söz vermiştin. Şimdi babamın rahmetten uzak kalmasından daha büyük bir perişanlık var mı?' diye Allah’a şekvada bulunur. Allah ise,
'Muhakkak ki ben cenneti kâfirlere haram kıldım.' diye cevap verir.
"Sonra Hz. İbrahim’e 'ayaklarının altına bakması' söylenir. Hz. İbrahim bakar ki orada pis kokan çamura bulaşmış bir Ayı görür. Derken, kol ve bacaklarından tutulup cehenneme atılır.” (Buhari, h.no: 3350)
- Kendisini rahatlatmak için, cehennemlik olan yakınının (babasının) mesh / kılık değiştirme ameliyesine tabi tutulması, yalnız Hz. İbrahim’e mahsustur. Bu işlem, -tabiri yerindeyse- Allah’ın “halil = dost” dediği bir peygamber için yaptığı “pozitif bir ayrımcılıktır”.
Cennetlik olan diğer insanların cehennemlik olan yakınlarına kılık değiştirilmez. Onlar birer insan olarak cehenneme giderler.
Ancak cennete gidenler, cehenneme giden yakınlarından ötürü üzülmezler. Allah, onları bunlara unutturabilir veya bunlardaki üzüntü duygularını silebilir. Mahiyetini bilmesek de ebediyet ve mutluluk diyarı olan cennetteki insanlar için hiç kuşku yok ki, üzüntü söz konusu değildir.
“İyi bilesiniz ki Allah'ın velîlerine / dostlarına korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.” (Yunus, 10/62)
mealindeki ayet ve benzerlerinde bu gerçeğin altı çizilmiştir.
48
Cehennemde bulunanlar alicin kumları kadar kalsalar bile neticede oradan cezalarını çekip çıkarlar, hadisi sahih midir?
Bu konuyla ilgili sitemizde ayrı ayrı sorulara verilmiş cevaplar mevcuttur. Oralarda tatmin edici bilgilerin olduğunu düşünüyoruz. Bununla beraber, o bilgilerden bazılarını burada da tekrar edeceğiz:
a) İbn Arabi’nin cehennem hakkında söyledikleri şöyle özetlenebilir.
“Kur’an’da mücrim/suçlu olarak belirtilen ve cehennemden asla çıkamayacak olan cehennemlikler dört kısımdır:
Birinci kısım: Nemrud, Firavun ve benzerleri kimselerdir ki, Allah’a karşı büyüklenmeye kalkışmış, rablık dava etmişlerdir.
İkinci kısım: Allah’a ortak koşan müşriklerdir.
Üçüncü kısım: Muattıla/ateistlerdir.
Dördüncü kısım: İçlerinde küfür olduğu halde, dışarıya İslam görüntüsünü veren ikiyüzlü/münafıklardır.
İnsan ve cinlerden oluşan bu dört grup, cehennemin asıl sakinleridir, oradan asla çıkmayacaklardır. (bk. Futuhat, 1/301-302/62. Bab)
- Söz konusu bu dört grub cehennemden asla çıkmayacaklarına, -Kur’an’da ifade edildiği üzere- ölerek yok olmayacaklarına ve cehennemden çıkıp cennete giremeyeceklerine göre, Allah’ın sonsuz rahmeti ve lütfu, onlar hakkında da -bizzat ateşin içinde- bir şekilde tecelli etmesi gerekir. Bu da şöyle olur/olabilir:
Cehennemde ebedî kalanlar -Allah’ın haklarında tayin ettiği- cezalarının süresi bittikten sonra, artık ateşe karşı bir alışkanlık, bir muafiyet kazanacaklar. Acıyı hissetme duyuları kaybolup, artık elemi, sızıyı, ağrıyı duymaz hale geleceklerdir. Hatta, uykuda olan birinin -rüyada- gördüğü türden hayalî bir lezzeti bile hissedebileceklerdir. (bk. Futuhat, 1/303)
- Görüldüğü gibi, Şeyh-i Ekber İbn Arabî, cehennemin ebedî olduğunu ısrarla vurgulamakta ve dört grup insanların orada ebedî kalacaklarını, ancak cezalarını çektikten sonra sonsuz ilahi rahmetin onları da kuşatacağı ve cehennemi onlar için lezzetsiz de olsa katlanılabilir bir şekle sokacağını belirtmektedir.
- Hz. Ömer’den rivâyet edilen “Cehennemde bulunanlar alicin kumları kadar kalsalar bile neticede oradan cezalarını çekip çıkarlar.” hadisini İbn Teymiye kullanmıştır.
Alimler İbn Teymiyenin bu görüşünü birkaç noktadan tenkit etmişlerdir:
Birincisi: İbn Teymiye, Hz. Ömer’e dayandırdığı rivayeti, Hasan-ı Basrî’den nakletmiştir. Oysa bizzat kendisinin belirttiği gibi, Hasan-ı Basrî bu hadisi bizzat Hz. Ömer’den işitmemiştir.
Demek oluyor ki, bu hadis mürsel ve münkatıdır. Yani senette kopukluk vardır. Bu ise rivayetin zayıf olduğunu göstermektedir.
Başta İbn Sîrîn, Hafız İbn Hacer, Darekutnî, olmak üzere hadis alimleri, Hasan-ı Basrî’nin mürsel olarak rivayet ettiği bu gibi rivayetlerine itimat edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Senedi kopuk bu gibi hadis rivayetleri feri meselelerde bile kabul görmezken, bu gibi imanî meselelerde nasıl kabul edilir? (bk. Muhammed b. İsmail es-Sananî, İbtalu edilleti fenai’n-nar, 1/68)
İkincisi: Hz. Ömer (ra), cehennemin sonunda yok olacağına dair herhangi bir ifadeyi kullanmamıştır. Onun dediği şudur:
“Şayet cehennem ehli, Alicin kumları/bir kum yığını miktarı / kum yığınındaki kum tanelerinin sayısı kadar cehennemde kalsalar bile, yine de bir gün gelir ki oradan çıkacaklardır.”
Görüldüğü gibi, bu ifadede cehennemin yok olacağı değil, cehennemliklerin oradan bir gün çıkacakları hususuna işaret edilmiştir. Oysa, bu iddia, İbn Teymiye dahil, hiçbir İslam alimi tarafından kabul edilmemiştir.
Üçüncüsü: İbn Teymiye hiçbir delile dayanmadan, Hz. Ömer (ra)’e isnat edilen bu sözün asıl cehennem ehli olan kâfir hakkında olması gerektiğini ileri sürmüştür.
Halbu ki, -şayet sahih olsa bile- bu hükmün, cehenneme girmiş tevhit ehli müminlerden olup da günahları affedilmemiş kimseler hakkında olma ihtimali çok daha kuvvetlidir. Bize göre başka bir ihtimali de yoktur. Çünkü, bu takdirde ancak, bu konuda çok açık olan ayet-hadis ve ehl-i sünnet alimlerinin icma/ittifaklarına uygun bir görüş olur. (bk. İbtalu edilleti fenai’n-nar, 1/68)
- Bu görüşün dayandırıldığı sahabelerden biri olan Abdullah b. Mesud’dur. Rivayete göre, İbn Mesud şöyle demiştir:
“Öyle bir zaman gelecek ki, cehennemde hiçbir fert kalmayacaktır.” (İbtalu edilleti fenai’n-nar, 1/75)
Halbuki İbn Mesud’un, -bu söylenenlerin aksine delalet eden- merfu olarak rivayet ettiği bir hadis söz konusudur:
“Eğer cehennemdekilere; siz ateşte dünyadaki taşların / çakılların sayısı kadar (yıllar) kalacaksınız, denilse, buna çok sevinecekler.” (İbtalu edilleti fenai’n-nar, 1/70)
- Bir çok ayetin açık beyanı ile birlikte şu sahih hadisin ifadesinde de cennet ve cehennemin ebedi olduğu ve müminlerle kâfirler, yerlerinde ebedi kalacakları açıkça bildirilmiştir:
“Kıyamet günü, insanlara hitaben 'Ey cennet halkı! Artık -sizin için- ölümsüz bir ebediyet vardır. Ey cehennem halkı! Sizin için de ölümsüz bir ebediyet vardır.” (Buharî, Rikak, 51; Müslim, Cennet, 40; Tirmizî, Cennet, 20).
b-c)Yukarıda belirtildiği üzere, İbn Arabi, Cehennemin ebedi olduğuna, kâfirlerin de cehennemde ebedi kalacaklarına işaret ettikten sonra, özetle: “Cehennemde ebedî kalanlar -Allah’ın haklarında tayin ettiği- cezalarının süresi bittikten sonra, artık ateşe karşı bir alışkanlık, bir muafiyet kazanacaklar. Acıyı hissetme duyuları kaybolup, artık elemi, sızıyı, ağrıyı duymaz hale geleceklerdir. Hatta, uykuda olan birinin -rüyada- gördüğü türden hayalî bir lezzeti bile hissedebileceklerdir." (bk. Futuhat, 1/303)
- Ayetlerde geçen ve cehennemdekilerin azabının hafifletilmeyeceğini, aksine arttırılacağını beyan eden ayetlerin ifadelerini, “kâfirlerin hakkettikleri cezalarını çektikleri süre” ile kayıtlı olduğunu, bu sebeple de, İbn Arabi’nin bu yaklaşımı ile ilgili ayetler arasında bir çelişkinin olmadığını söylemek mümkündür.
- Son olarak Bediüzzaman hazretlerinin konuyla ilgili görüşünü de yazalım:
“S- Pekâlâ o ebedî ceza hikmete muvafıktır, kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?"
"C- Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir, ya ademe gidecektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun velev cehennemde olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücud ise velev cehennem de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahaza kâfirin meskeni cehennemdir ve ebedî olarak orada kalacaktır."
"Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a'mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadîsiye vardır.” (İşarat-ül İ'caz, s. 81)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Ahiret hayatının, cennet ve cehennemin ebedi (sonsuz) oluşunu ayetlerle açıklar mısnız?
- İbn Arabi gerçekten de cennet ve cehennemin ebedi olmadığını söylemiş midir?
- Cennette her istediğimiz yerine gelecekse bir müddet sonra sıkılma olacak mı? Orada dünyadaki nimetlerden istifade edecek miyiz?
- Cennet, cehennem ve içindekiler enerjiye çevrilip yok edileceği söyleniyor. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz?
49
Cehennemde çeşitli azaplar gören kadınlarla ilgili hadis sahih midir?
Bu hadisi, Zehebi (el-Kebair, 1/177-178) ve İbn Hacer el-Heytemi (el-Zevacir, 2/79) sened ve mesnedi zikretmeden rivayet etmişler.
Bir Şia kaynağı olan “Uyunu Ahbari’r-Rıda” adlı eserde de bu rivayet söz konusu edilmiştir. Ancak burada birçok meçhul ravilerin bulunduğu bir senede yer verilmiştir.
Bu sebeple, muasır İslam alimleri bu hadisin uydurma olduğu kanaatindedir. (bk. Fetava’l-Lecneti’d-daime, 17/165-167; Merkezu’l-Fetva, Rakam:50789)
50
Cehennemin aynı katında bulunan kafirlerin azapları eşit midir?
- İslam’ın adalet ölçüsüne vurduğumuzda, cehennemin aynı katında olanların azaplarının aynı değil, farklı olduğunu söyleyebiliriz.
Mesela ayette: “Münafıklar ateşin/cehennemin en aşağı katında olduğu” (Nisa, 4/145) bildirilmiştir. Bütün münafıkları aynı kefeye koymak mümkün olmadığına göre, elbette azapları da aynı olmaz.
Keza, İslam literatüründeki bilgiye göre, Yahudiler de cehennemin aynı katında bulunurlar. Şüphesiz bütün Yahudiler aynı değil ve cezaları da aynı olmaz. Keza, bazı müminler de -bir süreliğine- cehennemin aynı katında kalırlar. Bütün Müslümanlar aynı derecede suçlu olmadıklarına göre, cezaları da farklı olacaktır.
“Miskal-i zerre hayır işleyenler onu görür, miskal-i zerre kötülük işleyenler de onu görürler.” (Zilzal, 99/7-8)
mealindeki ayetler, bu konuda en açık rehberimizdir.
51
Cehennemin sonsuz olmadığını söyleyenler var mıdır?
1) İlgili kaynakta Abdullah b. Mesud’a ait öyle bir bilgiye rastlayamadık.
Aksine İbn Mesud’un Ahkab ayetiyle (Nebe, 78/23) ilgili olarak bir “hukub”un 80 yıl olduğunu söylediğine dair rivayetlerin olduğuna yer verilmiştir. (bk. Suyuti, ed-dürrü’l-mensur, ilgili ayetin tefsiri)
- Keza, aynı yerde Katade ve Hasan-ı Basri’den aktarılan “Ahkab / hukubların sonu yoktur. Her bir hukub bitince başka bir hukuba (dair bir sürece) girilecek ve bu sonsuza dek devam edecek.” bilgisine yer verilmiştir. (a.g.y; ayrıca bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)
- Hakim de İbn Mesud’un bir “hukub”un 80 yıl olduğunu söylediğine dair rivayete yer vermiş ve bunun sahih olduğunu bildirmiştir. Zehebi de onu tasdik etmiştir. (bk. Hakim, 2/556)
- Sorudaki bilgi Hadi’l-Ervah’da senedi verilemeden İbn Musud’a dayandırılmıştır. (bk. İbnu’l-kayyım, Hadi’l-Ervah, 1/358)
- Aynı yerde, Ebu Hureyre, İbn Mesud ve Abdullah b. Ömer’in Ahkab ayeti hakkında, “bunun ehl-i iman hakkında olduğu, bir gün gelir ki imanı olan herkesin cehennemden çıkacaklarını” söylediklerine yer verilmiştir (bk. Hadi’l-Ervah, a.g.y).
2) Bu bilgi de “hadi’l-Ervah” kitabında (a.g.y) geçmektedir.
Hz. Ebu Hureyre’den aktarılan bu bilgi, onunla ilgili olarak yukarıda “bunun ehl-i iman hakkında olduğu...” şeklinde verilen bilgiyle çelişmektedir.
3) İbrahim en-Nehaî’nin bu sözleri için bk. Suyuti,ed-dürrü’l-mensur, 4/478. Suyuti’de “Allah, şaki olanları cehennemden çıkarıp cennete koymak isterse, yapar” ifadesi yoktur.
4) Şa‘bî’nin “Kuruluşu ve yıkılışı bakımından en hızlı olan diyar, cehennemdir” şeklindeki sözleri için bk. Hadi’l-Ervah, 1/359.
- Bu hadisi Taberi senediyle rivayet etmiştir. (bk. Taberi, Nebe, 78/23. ayeti,n tefsiri)
- Bununla beraber, Taberi’ye göre, bu konuda yapılan en sağlam rivayet, Katade ve Rabi b. Enes’ten aktarılan ve özetle: “Ahkab’tan maksat ebedilik ve sonsuzluktur.” şeklinde yapılan rivayettir. (bk. Taberi, ilgili ayetin tefsiri)
- Önemli bir not:
Bu konuda yapılan rivayetlerin önemli bir kısmı senetsiz, mesnetsizdir. Bir iki zayıf rivayet dışında, hiçbiri Hz. Peygamber (asm)'e dayandırılmamıştır.
Bu gaybi konuda kesin bir bilgi, ancak vahiyle tespit edileceğine göre, bu yorumların hepsi, -sahih olsalar bile- yorum sahiplerinin -kendilerine göre bir emareye dayanan- tahminlerinden ibarettir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cennet ve cehennem ebedi midir; delilleri delerdir?
- Ahiret hayatının, cennet ve cehennemin ebedi (sonsuz) oluşunu ...
- Cennet ve cehennem sonsuz mu?