Ahiret hayatının, cennet ve cehennemin ebedi (sonsuz) oluşunu ayetlerle açıklar mısnız?

Tarih: 18.05.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur'ân-ı Kerimde pek çok âyette cennet ve cehennemden bahsedilirken hâlidîne fîhâ ebedâ "Orada ebedî (sonsuz) olarak kalacaklardır" (Nisâ, 57; Maide, 119; Ahzâb, 65; Cin, 23 ...) ifâdesiyle cennet ve cehennem hayatının sonsuz olduğu ifâde edilmiş, yine, "İrinli suyu içmeye çalışır fakat fakat boğazından geçiremez. Ona her taraftan ölüm gelir, fakat o ölmez" (İbrahîm, 17), "İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez..." (Fâtır, 36), "(Cennetlikler) ilk tattıkları ölüm dışında orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur" (Duhân, 56) gibi âyetlerde de cennet ve cehennemde ölüm olmadığı, hem cennetliklerin hem de cehennemliklerin bulundukları mekânlarda ölümsüz olarak kalacakları ifâde edilmiştir. Bu husus itiraza yer bırakmayacak bir şekilde açık ve kesindir[1].

Ancak, bazı âyetlerdeki (En'âm, 128; Hûd, 106-108; Nebe, 23) ifâdelerden hareketle cennet ve cehennemin, bilhassa cehennem hayatının son bulacağını söyleyenler olmuştur[2].

Şimdi bu âyetleri zikrederek meseleyi izâh etmeye çalışalım:

1. "... Allah Taalâ buyurdu ki, Allah'ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız yer ateştir. O Hakîm ve Alîmdir" (En'âm,6/128).

2. "Şakîler (cehennemlikler)'e gelince, onlar ateştedirler. Orada feci bir şekilde nefes alıp verirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır.Rabbin murâd ettiğini mutlaka yapar. Saîdlere (cennetlikler)'e gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Bitmez tükenmez bir lütuf olarak..." (Hûd, 11/105-108)

3. "Cehennem, tağîler (azgınlar)'ın barınağı olarak cehennemlikleri gözetlemektedir. Onlar orada çağlar boyu kalacaklar..." (Nebe, 78/21-23)

Bu âyetlerde cennet ve cehennem hayatının bir müddet sonra son bulacağı, cehennemliklerin bir süre sonra oradan çıkarılacağına dâir delîl olarak gösterilmeye çalışılan ifâdeler, En'âm ve Hûd sûrelindeki, "Allah'ın diledikleri hariç, Rabbinin diledikleri hariç", Hûd sûresindeki "gökler ve yer devâm ettiği müddetçe" ve Nebe sûresindeki, "orada çağlar boyu kalacaklar" ifâdeleridir.

Bu ifâdelere dayanarak demişlerdir ki, "gökler ve yer devam ettikçe" ifâdesi, cehennemdekilerin cezâ müddetinin gökler ve yerin devam müddetine eşit olduğunu bildiriyor. Gökler ve yerin devamlılığı bir gün son bulacağına göre, kâfirlerin cezâsı da son bulacaktır. "Rabbin'in dilediği hariç" ifâdesi de, cezâ müddetinden istisnâdır. Bu da, bu istisnâ vaktinde azabın son bulacağını gösteriyor. "Orada çağlar boyu kalacaklar" ifâdesi de, bu azabın ancak sayılı çağlar boyunca devâm edeceğini göstermektedir[3].

Cennet ve cehennem hayatının ebedî olduğu hususunda ittifak eden alimlerin ekserisi[4] ise, bu âyetlerdeki ifâdelerin cennet ve cehennem hayatının bir müddet sonra son bulacağına delâlet etmediğini çeşitli vecihlerle izâh etmişlerdir.

"Devamlı olarak, semâvat ve arz devam ettiği müddetçe" ifâdesi hakkında, bu ifâdedeki gökler ve yerden maksadın âhiretteki gökler ve yer olduğunu söylemişler, "o gün yer ve gökler başka yer ve göklere dönüştürülür" (İbrahim, 48) ve "bizi cennet arzına vâris kıldı..." (Zümer, 74) âyetlerini de bu hususta delîl göstermişlerdir. Ayrıca Arapların bu nevi ifâdelerle devamlılık ve ebediyeti kasdettiklerini söyleyerek, gece ve gündüz birbirini takib ettikçe, dağlar yerinde durdukça gibi ifâdeleri de misâl olarak zikretmişlerdir. Bu ifâdelerin bir benzeri de Türkçedeki dünya durdukça / döndükçe ifâdesidir. Bu ifâdeyle de devamlılık kastedilmektedir.

Razî yukardaki cevapları naklettikten sonra bu hususta kendisine göre gerçek cevabın âyetin şu şekilde anlaşılmasıyla verileceğini söylüyor: Buna göre, gökler ve yer devâm ettiği müddetçe kâfirler de azapta olacaktır, fakat gökler ve yer devam etmediği, fenâ buldukları zaman, azabın da son bulması gerekmez. Azap yine devam edebilir. Çünkü, şart hâsıl oldukça meşrût (şarta bağlı kılınan şey) da hâsıl olur, fakat bu durum aksini gerekli kılmaz, yani şart bulunmadığı zaman meşrûtun da olmaması gerekmez. Bu gerçeği ifâde etmek için şu misâli veriyor: Bu, insan ise canlıdır dediğimizde, o kimsenin insan olduğu anlaşılırsa, canlı olduğu neticesi de çıkar. Fakat insan olmadığı görülürse canlı da olmadığı neticesi çıkmaz, başka bir canlı olabilir...[5]

Razi'nin cevabını destekleyen bir durum da, âyetteki, "gökler ve yer devâm ettiği müddetçe" ifâdesinin, "devamlı kalacaklar" ifâdesinden sonra getirilmiş olmasıdır. Sanki bu ifâde önceki ifâdeyi, yani ebediliği tekid etmek, bu ebediliğin ne kadar uzun bir süre olduğunu insan zihninde cenlandırmak için getirilmiştir. Çünkü insanoğlu dar aklıyla ebediyeti kolay kolay tahayyül edemez, hayaline sığdıramaz. Bu ifâde ve Nebe sûresindeki "çağlar boyu" gibi ifâdeler ise, bu uzun, sonsuz süreyi hayalde cenlandırmak açısından daha etkilidir. Böylece bu sonsuzluk bir nevi parçalara bölünerek idrâk ettirilmek istenmiştir. Nitekim insan uzun süren hoşlanmadığı bir işle karşılaşınca, sürenin uzunluğunu ve karşılaştığı zorluğu hayalinde canlandırmak için süreyi parçalara böler, ay, hafta ve gün olarak hesaplar...

Aslında bu ifâdelerin kıyametin vukuundan sonra zikri de gösteriyor ki, buradaki ifâdeler bir temsildir hakiki manâsında değildir. Ya da, bu ifâdelerde zikredilen gökler ve yerin devamından maksat, âhiret âlemindeki gökler ve yerin devamıdır. Bu ifâdeler hulûd siyâkında gelmiştir. İnsanların anlayışıyla ifâde edilmiştir.

Rabbin'in dilediği hariç ifâdesine de, gökler ve yerin devamına Allah'ın yapacağı ziyade, tevhîd ehlinin cehennemde devamlı kalmayıp çıkarılmaları veya cehenneme sokulmamaları, Allah'ın diledeğini çıkarabileceği, gibi çeşitli izâhlar getirilmiştir[6].

Netice olarak diyebiliriz ki, âhiret hayatının ebediyetine dâir kat'i delîller varken, delâleti kat'i olmayan ifâdelere tutunmak hatadır...

Cehennemin ebedî olmadığıyla alakalı görüş geçmişte, İbn Kayyım ve Muhyiddin b. Arabî tarafından savunulduğu gibi, asrımızda da bu görüşün en hararetli savunucusu Musa Carullahtır.

İbn Kayyım, Hâdi'l-Ervâh ilâ Bilâdi'l-Efrâh adındaki cennete dâir eserinde cennet ve cehennemin ebediliği hakkındaki üç görüşü zikrettikten sonra, üçüncü görüş olan cennet bakî, cehennem ise fânidir[7] görüşünü desteklemiş, ispatına çalışmıştır[8]. Şa'ranî, İbn Arabî'nin Futuhatu'l-Mekkiyye'sinde ve Fususu'l-Hikem'inde bu husustaki görüşlerinin ona âit olmayıp, sonradan eserlerine ilave edildiğini söylemekte ve bu görüşlerin ona nisbet edilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır[9].

Musa Carullah ise, görüşlerini daha çok İbn Arabîye nisbet edilen sözlerden ve İbn Cevzîden almıştır. Carullah bu mevzudaki görüşlerini Rahmet-i İlâhiye Bürhanları ve İnsanların Akide-i İlâhiyelerine Bir Nazar adlı eserlerinde dile getirmiştir[10].

Mustafa Sabri, başta Musa Carullah'ın iddiâları olmak üzere, bütün bu iddiâlara İlahî Adalet adlı eserinde geniş bir şekilde cevap vermiştir. Dolayısıyla bu mevzunun tafsilatını bu esere havele ediyoruz.

Son olarak, cehennem hayatının ebedî olmayacağını iddiâ edenlerin ileri sürdükleri, insanın sınırlı ömründeki, sınırlı sayıdaki inkâr ve isyanlarına mukabil, sonsuz azaba maruz kalması Allah'ın adaletine yakışmaz iddiâsı[11] na verilen cevabı zikredelim:

Nursî bu iddiâya şu altı maddeyle cevap vermiştir:

1. Kâfir olarak ölen kimse, rûh cevheri bozulduğu için, ebedî olarak da yaşasa ebedî olarak kâfir kalırdı. İşte böyle fâsid bir kalb nihâyetsiz cinâyetler işlemeye müstaidddir. Dolayısıyla nihâyetsiz azaba müstehaktır.

2. İnkâr her ne kadar sınırlı bir zaman zarfında olsa da, fakat vahdaniyyete şehâdet eden sınırsız sayıdaki mahlukatın şehâdetlerini yalanlama hükmünde olduğu için, nihâyetsiz bir zulümdür.

3. Küfür nihâyetsiz nimetlere karşılık işlenen bir küfrân-ı ni'mettir.

4. Küfür, gayr-ı mütenâhi olan Zât ve Sıfât-ı İlahiyye'ye karşı işlenmiş bir cinâyettir. Ebedîyi inkâr edenin cezâsı da ebedî olur.

5. Beşer vicdanı her ne kadar zâhiren sınırlı ve mahsûr ise de, hakikatte arzu ve istekleri ebede kadar uzanmıştır. Bu yüzden nihâyetsiz gibidir. İnkâr ile ise, bu vicdan kirlenip, yok olur.

6. Zıd zıddına aykırı olsa da, pek çok hükümde benzerdir. İmân ebedî lezzetler verdiği gibi, inkârdan da ebedî elemler doğar.

Bu altı cihet birleştirildiğinde görülecektir ki, ebedî azap nihayetsiz cinâyete mukabildir. Bu ise, tam bir adalettir[12].


[1]. Bu mevzuyla alakalı diğer âyetler ve izahları için bk. Mustafa Sabri, İlahî Adalet (Hulûd, Cehennemde Kalışın ve Azabın Ebediyetiyle İlgili Ayetler Bahsi), sadeleştiren: Ömer H. Özalp, Pınar yay. İstanbul, 1996, s. 205-240.
[2]. bk. Bekir Topaloğlu, "Cehennem", D.İ.A. VII, 232 .
[3]. Razî, XVIII, 51.
[4]. Razî, XVIII, 51.
[5]. Razî, XVIII, 52.
[6]. bk. Maverdî, II, 505-506; Razî, XVIII,52-53; Alusî, XII,142-144.
[7]. Diğer iki görüş ise şöyledir: Cennet ve cehennem fânîdir, cennet ve cehennem dâimi ve bakîdir.
[8]. bk. İbn Kayyımi’l-Cevziyye, Hadi'l-Ervâh ilâ Bilâdi'l-Efrâh (Vasfu'l-Cenne), thk., Y. Ali Bedîvî, 3.bsk., Dâru İbn Kesîr, Beyrut, 1993, s. 503-528.
[9]. bk. Şa'ranî, el-Yevâkıt ve'l-Cevâhir, II, 165.
[10]. bk. Musa Carullah, Rahmet-i İlahiyye Bürhanları, s. 253-341; İnsanların Akide-i İlahiyelerine Bir Nazar, s. 345-362 (her iki eser de Mustafa Sabri'nin İlâhî Adalet adlı eseri içindedir)
Burada bir düzeltmede bulunmak yerinde olacaktır: S. Ateş, S. Kutub'un Kur'ân'daki hissî tahyîl ve tecsîm'e örnek olarak zikrettiği "deve iğne deliğinden geçinceye kadar, kâfirler cennete giremeyeceklerdir..." (A'râf, 40) âyeti hakkındaki ifâdelerinden, Kutub'un cehennemliklerin uzun bir ömür sonra cennete gireceklerine işârette bulunduğunu söyleyerek, bu fikrini tenkid etmektedir (bk. Kutub, Kur'ân'da Edebî Tasvîr, çev., Süleyman Ateş, 2. bsk., Hilâl yay., Ankara 1978, s. 109). Ancak, kanaatimce Kutub böyle demek istememiştir. Ateş'in, "kâfirlerin uzun bir ömürden sonra cennete gireceklerini ifâde için" şeklinde tercüme ettiği, ... el-madrûbu li-duhûli'l-kâfirîne'l-cennete ba'de umrin tavîl ibaresini, "kâfirlerin uzun bir ömürden sonra cennete girmelerine dâir", veya "....cennete girip girmeyecekleri hakkında" olarak da değerlendirebiliriz. Bu cümlenin devamı da bu kanaatimizi destekler mahiyettedir. Çünkü devamında şöyle diyor: fe'l-hayalu yazallu âkifen alâ temessüli hâzihi'l-hareketi'l-acîbeti'l-leti lâ tetimmu ve-lâ tekifu mâ tâbeahâ'l-hayâl ! (Hayal, takib ettikçe, ardına düştükçe, durmak tükenmek bilmeyen bu acaip hareketin temessülü (görüntüsü) karşısında donup kalır) (bk. Kutub, et-Tasvîru'l-Fenniyyu fi'l-Kur'ân, 9. bsk., Daru'l-Maarif, Kahire, tsz., s. 66). Görüldüğü gibi, buradaki "durmak tükenmek bilmeyen" ifâdesi, ebedîlik ifâde etmektedir. Dolayısıyla önceki cümlenin de belirttiğimiz şekilde tercüme edilmesi daha doğru olur. Kutub'un, fî Zılâli'l-Kur'ân'ında, bu âyetin tefsiri hakkında söylediklerinde de (bk. Kutub, fî Zılâl, III, 1291) böyle bir iddiânın olmaması, bu izâhımızı desteklemektedir.
[11]. bk. Razî, XVIII, 51.
[12]. Nursî, İşârâtu'l-İ'câz, s.109-110.

Kur'ân'dan örneklerle üzerinde durmaya çalıştığımız bu üç özelliği, öncelikle sık sık gündeme getirilen reenkarnasyon konusundan başlayarak, karşılıklı iddiâ ve cevaplara yer vermek sûretiyle, ilerde, daha geniş bir şekilde ele almayı düşündüğümüzü burada ifâde etmekte yarar görüyorum.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun