Din, kadını köleleştiren, onu erkeğin hizmetine sunan bir sistem midir?

Tarih: 21.02.2016 - 02:44 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şöyle diyen ateistlere ne derdiniz?
1) "Dinde sana öğretilen kadın eksiktir, noksandır, kusurludur vs vs gibi tamamen bilim dışı inanışların gerçek olmadığını kanıtlayan devrimci bir kadın örneğini veriyorum: Celia Sanchez. Kadının erkekten eksik hiçbir yanı yoktur, zekasını kullanarak istediği amaca ulaşabilir, biyolojik faktörler engel değildir olamaz da. Kadın ne eksik ne de kusurludur. Kadının regli ya da hamileliği onun görevlerini yapmasına engel değildir, bilakis kadın hem bunları hem de dışarıdaki günlük yaşantısını başarılı bir şekilde yerine getirmektedir. Kadını köleleştiren onu evde çocuk bakıcısı olarak gören, erkeğin hizmetine sunan erkek egemen sistemdir ve dinler bu sistem üzerine inşa edilmiştir."
2) “Kadından Peygamber gönderilmemiştir.”
 3) “İşte bu da başka bir yalan. Kur’an gelmeden önce kız çocukları gömülüyorduysa Muhammed’in ilk eşi Hatice nasıl tüccarlık yapan ve Mekke’nin önde gelen kişilerinden biriydi?”

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

İslam’da, insanlığın erdemleri bakımından kadının erkekten daha aşağı bir konumda olduğuna dair hiçbir ifade yoktur.

Bazı ifadeler, özellikle ön yargılı bazı kimseler tarafından yanlış anlaşıldığı için, eskiden beri bazı kimseler bunu istismar etmeye devam ediyorlar. Oysa İslam dini kadını erkekle bir elmanın iki yarısı gibi kabul etmiştir.

Nitekim, Kur’an’da erkek ile kadının aynı hamurdan yaratıldığı ifade edilmiş ve insan hakları bakımından eşit olduklarına işaret edilmiştir.

Bu konuda üzerinde durulması gereken bir ayet de şudur:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının...” (Nisa, 4/1)

Bazı alimler bu ayette meal olarak geçen “bir tek nefis”ten maksat Hz. Âdem olduğu görüşündedir. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)

- Buna mukabil, Ebu Müslim el-Isfahani gibi bazı tefsir alimlerine göre, ayette geçen “bir tek nefis”, Hz. Âdem’in de yaratıldığı aynı cinsten (aynı topraktan, aynı insan hamurundan) yaratılmış olduğu anlamına gelir. (bk. a.g.y)

- Muhammed Abduh gibi bazı alimler de ayette yer alan “bir tek nefis”ten maksat Hz. Adem olmadığını bildirmiştir. (bk. el-Menar, el-Meraği, ilgili ayetin tefsiri)

- Hülasa: Bu ayetten şunu anlamaya bir mani yoktur: “Allah önce Hz. Âdem’i yarattı. Sonra Hz. Havva’yı da o nefisten / Hz. Âdem’in yaratıldığı çamurun / toprağın bakiyesinden yaratıldı.” (bk. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’a saygı göstermede) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” (Hucurat, 49/ 13)

mealindeki ayette insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu, hiç bir ırkın diğer bir ırktan, erkek olsun kadın oldun, hiçbir insanın diğer bir insandan daha üstün olmadığı bildirilmiştir.

- Şu hadis-i şerifte de bu gerçeğe vurgu yapılmıştır:

 “İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. Üstünlük ancak ibadet ve Allah’a yapılan kullukla ölçülür. Senin kendisine gösterdiğin saygı kadar sana saygı göstermeyen kimseyle arkadaş olma.” (Kenzu’l-Ummal, h. no: 24822)

- Bununla beraber, kadınların erkelerden daha az duygusal, daha sabırlı, insan gücüne dayalı işlerde daha güçlü vs. olduğunu iddia eden bir bilim dalı var mı?  

Elbette yoktur, olamaz da. Çünkü kadın ve erkeğin maddi, manevi, fiziki, hissi, her konuda ve her konumda eşit olduklarını söylemek mümkün değildir.

Konuyla ilgili bazı misalleri vermekte yarar vardır:

a) “Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşru çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/228)

- Ayette prensip olarak emredilen bu karşılıklı haklar, bir ailenin huzur ve mutluluğunu sağlayan her türlü davranış, her türlü ödev ve görevlerle ilgilidir. Ahlaki açıdan, karşılıklı saygı ve sevgiden tutun, birbirinin insanlık gereği olacak kusurlarını görmezlikten gelmeye kadar, insan hakları bakımından tam eşit bir statüye işaret edilmiştir.

- İslam âlimleri ayetteki “erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır” mealindeki ifadeden -çoğu kadının lehine olan- farklı manalar anlamışlardır.

Mesela: Zeyd b. Eslem, bundan “erkeğin emrine itaati” anlamışken, Şa’bi bu ifadeden “erkeğin kadına mehir vermekle yükümlülüğünü” anlamıştır.

Mucahid’e göre, bu ifadeden maksat, mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir.

İbn Abbas ise, bundan “erkeğin kadına karşı daha toleranslı davranmasını; örneğin kendisinin kadına karşı sorumlu olduğu  hakkını tastamam yerine getirmekle beraber, onun kadının üzerindeki hakkı kadın tarafından noksan bırakıldığı takdirde bunu müsamaha ile karşılamasını” emreden bir kriter olarak anlamıştır. (bk. Maverdi, ilgili ayetin tefsiri)

Razi, erkeğin değişik yönleri itibariyle kadından daha güçlü olduğunu, kadının Allah’ın ona bir emaneti olduğunu belirttikten sonra, bu ifadenin erkekler için ciddi bir tehdit ve kadınlara haksızlık etmemeleri yönünden onlara ciddi bir uyarı niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)

Görüldüğü gibi, ilk etapta  erkeğe farklı bir üstünlük derecesi, ayrıcalıklı bir hak gibi görünen bu ifadenin tamamen kadının lehinde, erkeğin aleyhinde bir kriter olarak kabul edildiği görülmektedir. Ayetin bu harika ifadelerinin anlamını yalnız dinsizler değil, dindarlarla da anlamıyor.

b) İslam öncesi devirde kadınlar dünyanın her tarafında olduğu gibi Arap kültüründe de bir eşyadan, erkeği eğlendiren bir hizmetçiden pek fazla bir farkı yoktu.

İslam gelince kadını hanımefendi, erkekle bir elmanın iki parçası gibi gördü ve gördürdü. İbn Aşur’un da ifade ettiği gibi, örneğin,

“Eğer karı-kocanın (eşlerin) birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Eğer İki taraf (gerçekten) işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya/uzlaşmaya muvaffak kılar. Şüphesiz Allah  alîm ve habîrdir/her şeyi bilir, bütün niyet ve maksatlardan haberdardır.” (Nisa, 4/35)

  mealindeki ayette erkekle aynı konuma sahip bir kadın var ve ona verilen değer, o güne kadar hiç bir sistemde görülmemiştir. (İbn Aşur, Bakara:228. ayetin tefsiri)

c) İslam’ın kadına sağladığı haklar konusunda İslam aleminin değişik bölgelerinde pek çok müstakil eser yazılmıştır. Bunlardan Süleyman Ateş hocanın yazdığı “İslam’da Kadın Hakları” adlı eserinin kapağında da yer alan bu satırların önemli olduğunu düşünüyoruz:

“İslam, kadını toplumdan ayırıp dört duvar arasına kapatmamıştır. Peygamber devrinde müslüman kadın, hemen bütün toplumsal faaliyetlere etkin biçimde katılmıştır. Sonradan koyulaştırılan uygulamayı İslam’a mal edip kabahati İslam’a yüklemek büyük bir hatadır. Batı toplumlarında yakın zamana kadar evlenen kadının mülkiyeti kocasına geçerdi. En ileri ülke sayılan İsviçre'de bile kadınlara oy hakkı ancak birkaç yıl önce verilmiştir.”

“Oysa İslam, on beş asır önce kadına, bütün işlemleri yapma hakkı verdiği gibi, nikah esnasında konulacak bir şart ile kocasını boşama hakkı dahi vermiştir ki bunlar, o günkü dünya koşullarıyla karşılaştırılırsa kadın yararına büyük devrimlerdir.”

Sitemizde de bu konuyla ilgili epey malumat vardır. Oraya da bakılabilir.

d) Kur’an’da, “Nisa, Mümtahine, Mücadele, Talak” gibi kadınlarla ilgili sureler vardır. Fakat hiçbir erkekle ilgili hususi bir sure yoktur. Bu da Kur’an’da kadınlar için “pozitif ayrımcılık” yapıldığının göstergesidir.

e) Cahiliye döneminde kızlara hor bakan cahiller Kur’an’da şöyle kötülenmiştir:

“Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Nahl, 16/58 )

f) Hz. Peygamber (asm): "Üç, iki, hatta bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını” ifade buyurmuştur. (Ibn Mâce, Edep 3).

- Keza, "Erkeğin en hayırlısı, eşine  en iyi davranandır.” buyurmuştur. (bk. Buhari, Nikâh 43; Müslim, Fedâil 68)

Bu gibi hadis-i şerif ve benzerlerini görmezlikten gelmek, ortada  bir cehalet olduğu kadar bir nankörlük ve körlük olduğunun da göstergesidir.

g) İslam dininin kadınlara tanıdığı hakları defalarca bu sitede yazdık-çizdik.

İslam öncesi devirlerde kadın bir insan bile sayılmıyordu.

Fakat bugünkü cahiliyet devrinde de bu mimsiz medeniyetin, kadınları her türlü malın satışı için bile bir reklam olarak kullandıkları güzle görülen bir gerçektir. Bazı kadınlara, “hayat kadını” diyerek erkeklerin pis zevklerini okşamak için kullandıklarını bilmeyenler varsa onu kerhanecilerden sorsunlar.

Bu mu kadın hakları, kadına özgürlük, kadının şerefini kurtarma planları.

Bu şefkat kahramanı olan kadınları pis emellerine alet eden dinsizlik komiteleri kahrolsun!

Bu insanlığın anneleri olan bu kutsal insanların dünyalarını zindana, ahiretlerini cehenneme çeviren bu şer odakları kahrolsun!

Cevap 2:

Kadından peygamber gönderilmemesinin hikmetleri hususunda şunlar söylenebilir:

Peygamberlik ağır bir yük, güç bir vazifedir. Kadın ise yaratılışı itibarıyla nazik ve zayıf olduğundan, böyle ağır ve zor bir işin üstesinden gelemez. Çünkü peygamberlik devamlı bir şekilde sabır ve mücadele etmek ister. İstisnasız bütün peygamberler hak dini anlatırken, çeşitli belalara, zulümlere ve sıkıntılara maruz kalmışlardır.

Hz. Âdem (as)'den Peygamber Efendimize (asm) kadar bütün peygamberlere çeşitli iftira ve hakaretler yapılmış, pek çoğu işkence görmüş; başta Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. Cercis (aleyhimüsselam) olmak üzere, yüzlercesi de şehid edilmiştir.

Peygamberlerin hepsi de bütün bu zulüm ve eziyetlere karşı tam bir sabır ve tahammül göstermişlerdir.

Cenâb-ı Hak böyle zor ve ağır bir vazifeyi kadınlara yüklememiştir.

Ayrıca kadının biyolojik yapısı bir engeldir. Çünkü, kadın peygamber olsaydı, ayda on ya da on beş gün hayızdan dolayı nübüvvet vazifesini yapamayacak, imamete geçemeyecek, orucunu tutamayacaktı.

Bir de lohusalık durumu var ve hele hamileyken, işleri yürütmesi bütün bütün zorlaşacaktı. Zira çocuğu karnında veya kucağında taşırken, insanları idare edecek ordu kumandanı olması; strateji tespitinde bulunması ve her zaman insanların en önde bulunması çok zordur.  

Bütün bunlar, kadının peygamberliğini imkânsız kılan şeylerdir. Evet, bunların kadınlar tarafından, kadınlara has arızalarla birlikte yürütülmesinin imkânı yoktur..

- Ayrıca peygamberlere inanmayan düşmanlar tarafından peygamber olan kadına olmadık iftiralara atmaları, toplumdaki onurunu zedelemeleri çok daha kolaydır.

Bununla beraber, tarih boyunca, toplumdaki imaj bakımından erkekler en saygın konumda bulunduğu için, peygamberlik gibi saygın bir görevi onlara tevdi etmek ilahi hikmetin ön görüsüne de çok uygundur.

Son olarak şunu da belirtelim ki; İslam’ın hükümleri, Allah’ın sonsuz ilim ve hikmetinin bir yansımasıdır. Kişilerin heva ve heveslerine göre değildir.

Nice kimseler, içkinin, hırsızlığın, zinanın, kumarın, faizin yasaklanmasından da rahatsızdır. Çünkü, insanların düşünceleri, arzularına göre şekillenir. Arzuları ise, nefislerinin hoşlanması doğrultusunda oluşur. Nefislerin hoşlanması ise, içinde bulunduğu çevre, aile ve eğitim durumuna göre filizlenir.

Bu sebepledir ki, Kur’an’ın terbiyesinden uzak bir konumda olan kimsenin nefs-i emmaresi özgürlüğü firavunlukla karıştırır. Kendi zevki için bütün dünyayı felakete sürükler. Beş kuruşluk bir menfaati için binlerce insanı zarara sokmaktan çekinmez.

Buna mukabil, İslam disiplini altında terbiye edilmiş bir nefis ise, “nefs-i emmare” derekesinden çıkıp, nefs-i levvame, mutamainne, raziye ve marziye mertebelerine kanat çırpar ve hakiki insanlık mertebesine yükselir.

- Şu da bir gerçektir ki, olgun bir insanın vakarlı tavrı, çocuk hevesli bir gevezenin hoşuna gitmez. Yüksek ruhanî zevkler, nefsanî arzuların esiri olmuş kimseleri tatmin etmez.

Cevap 3:

Cahiliye döneminde kız çocukların gömülmesi sorusuna gelince;

Cahiliye döneminde her kız çocuğu gömüldüğüne dair bir ifade ne ayet ne de hadislerde vardır. Toplumun bazı kesimleri, bazı insanları, kız çocuğunun varlığına vicdanı elvermeyenler gömüyorlardı kız çocuklarını. Bu kimseler kızı olduğu için toplumda boynu bükük geziyor, herkesten utanıyorlardı.

Onlar bunu, namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı.

İslam'dan önce putperest Arapların kız çocuklarını diri diri gömmeleri, daha çok kız çocuklarını utanç kaynağı olarak görme fikrinin bir tezahürüdür.

Kur'an, bu iğrenç uygulamanın varlığını açıkça bildirdiği gibi onu şiddetle yasaklar:

"Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa (diri diri) toprağa mı gömsün? Bak ne kötü hüküm veriyorlar!" (Nahl, 16/58-59).

Kur’an’a iman eden, bu olayların varlığına da iman etmek zorundadır.

Ve zerre kadar aklı olanın, cahiliye devrinde bütün kız çocukların toprağa gömüldüğünü söylemesi mümkün değildir. Çünkü mevcut insanların varlığı bu iddianın doğru olmadığının en bariz kanıtıdır.

Şayet Kur’an’da veya hadislerde böyle bir ifade bulunsaydı, hiçbir Müslüman kalmazdı. Çünkü bu açık yalana yalancılar bile inanmaz.

Demek ki, İslam literatüründe böyle bir iddia varmış gibi seslendirmek, iftiraların en çirkinidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kadın-erkek eşitliği söz konusu mudur?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun