Ateist düşünce, okudukça, araştırdıkça, düşündükçe ulaşmak zorunda kaldığınız bir sonuçtur?
- Ateist düşünce, bir anda sahip olabileceğiniz bir fikir değil...
Değerli kardeşimiz,
Cevap 1:
- Aklı başında herkes biliyor ki, bir tek harf yazarsız, bir tek iğne bile ustasız olmaz, olamaz.
Binler harika sanat estetikleriyle dolu şu kâinat kitabının yazarsız, şu evrendeki sanat tablolarının ustasız olduğunu düşünmek için önce akıldan istifa etmek zorunludur.
Hiçbir bilim adamı ve hiçbir fen bilimi, bir tek kalemin kendiliğinden ortaya çıktığını, bir ilin kanalizasyonunun, elektrik ve telefon hatlarının kendiliğinden oluştuğunu söyleyemez. Söyleyeni anında tımarhaneye götürürler.
İnsan anatomisi bu işlerden bin kat daha harika olduğu halde bunu tesadüfe veren insan önce insanlık ailesinden istifa etmelidir.
- Ateist düşünce;
Aklın vizyonunu yitirdiği,
Kalbin misyonundan uzaklaştığı,
Zihnin vesveseye mağlup olduğu,
Fikrin dumura uğradığı,
Vicdanın sesinin kısıldığı,
bir sara nöbetinin nüksettiği dinsizlik dehlizinden habis bir ur gibi ortaya çıkan bir hezeyan-ı küfridir.
İnsanlık erdemlerinin iflas bayrağını çektiği bir zavallılığın bir diğer adresidir.
Ateistler, Orta Çağ skolastik felsefe bataklığına düşmüş olan ve içinde bulundukları bunalımdan ötürü akıldan da istifa etmek zorunda kalan bir kısım sofistlerin çağdaş versiyonlarıdır.
Cevap 2:
Ateizmin felsefe olarak kabul ettiği tez, aslında bir Tanrı olmadığını, insanların Tanrı’yı yarattığını söylemektedir. İnsanda sınırsız bir güce inanma ihtiyacı, hikmeti ve kudreti sınırsız olan bir güce sığınma duygusu var olduğundan, insan Tanrı’ya inanmaktadır. Nedensellik bağıyla insanda bulunan bu genetik kod, özel sebeplerle kendisini direkt göstermemektedir.
Genlerde endofenotip kavramı vardır ki bu, kişinin yaşadığı çevrenin gen ifadesinde yaptığı değişikliği ifade etmektedir. Eğer çevre ve insan o genin ifadesini istemiyorsa, o genin ifadesi bastırılmaktadır.
Anoreksia nervoza gibi bir hastalık nasıl ki zayıflamayı çok isteyen kişinin yeme duygusunu köreltirse, Tanrı’ya inanmayan kimseler de genlerinden gelen bu ifadeyi yok etmekte ve çalışmasına engel olmaktadırlar.
Bu kimselerde Tanrı yerine, parayı ve gücü, devleti ya da sebepleri kutsallaştırma söz konusudur. Mesela Mısır’da kutsallaştırılan firavunlar, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğu düşünüldüğünden her söylediklerine ilahi emir gibi itaat edilmiştir.
Cevap 3:
Görünmeyene inanmak, somutlaştırmanın bir ifadesidir. Mesela bir çocuğun eline kırmızı bir ışık tutsanız, çocuk bunun ışık olduğunu fark edemeyebilir ve elinin boyandığını zannedip ağlayabilir. Zira çocuğun soyut ile somut farkını bilmesi zordur.
Görünür olana inanmak, arka planı görememek, kişinin soyut düşünce seviyesine erişememesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple insanlardaki din ihtiyacı, insanların gelişmişlik düzeylerine göre artmaktadır. Soyut düşünceler yönünde ilerleyen bir insan, aslında din ihtiyacını ortaya koyuyor demektir. Ancak IQ seviyesi elli puan civarında seyreden ya da otistik olan bir çocuğun temel ihtiyaçlarının ötesinde bir ihtiyacı kalmamaktadır.
Soyut düşünce, insanın varoluşla ilgili soruları yoğunlaştığında, kendisine ve hayata anlam katmak için uğraştığında, zaman ve gelecek konusunda sorular sorduğunda ortaya çıkmaktadır. Görünmeyene inanmak, insanın gelişmişlik düzeyini gösterir.
Cevap 4:
Evrenin varoluşu ile ilgili dört hipotezi tek tek incelediğimizde, bu varsayımlardan üçünü yanlışlarsak eğer, kalanın doğru olduğunu düşünebiliriz.
Bu durum, tıpkı dağın tepesinde yol arayan kişilerin durumuna benzer: Tepeye çıkabileceklerini düşündükleri üç yolun da çıkmaz olduğunu gören dağcılar, sorgulamadan dördüncü yola girer ve herkese de bu yolu tavsiye ederler.
İlk üç hipotezin mümkün olmadığı anlaşıldıktan sonra, son seçeneğin akla en yatkın alternatif olduğu fark edilir ve onda karar kılınır. Çünkü tepeye çıkan bir yol mutlaka vardır. İşte bu gerçekliğe deneyüstü gerçeklik veya görünmeyene inanma gerçekliği diyebiliriz.
Örnektekine benzer şekilde, evrenin varoluşu ile ilgili hipotezleri de şu şekilde sıralayabiliriz:
- Tesadüfi varoluş hipotezi,
- Evrenin otonomisi hipotezi,
- Kuralların hâkimiyeti hipotezi,
- Tasarımsal varoluş hipotezi (Tanrı hipotezi)
Biyolojik verileri bir kenara bırakarak değerlendirdiğimizde, kişinin inandığının gerçekliğinden şüphe ettiği durumlarda inancın psikolojik belirleyicilerinin değiştiğini görmek söz konusu olabilir.
Bu nedenle inancı akla yatkın bir gerçeklikle tanımlamakta yarar vardır. Temelsiz ve sağlam olmayan inançlar, yanlışlar üzerine kurulu öğretilerdir ve insanların ruhsal yaşantılarını, düşünce kalıplarını, sorun çözme tarzlarını ve hayata bakışlarını etkiler.
İnanç konusunda birinci varsayım olan tesadüfi varoluş hipotezine sadece şu örnek bile imkansız dedirtecektir:
DNA zincirimizde Tolemer adında bir protein molekülü vardır. Tolemer, DNA’nın ömrünü yani kaç defa bölünebileceğini belirler. Matematikte olasılık hesaplarına göre 10^50 imkansız kabul edilir.
Tolemerin kendi kendine rüzgâr ve şimşeklerle dizilme olasılığı 10^652’dir. Yani olasılık hesaplarına göre 10^50’nin çok üstündedir ve bu da tesadüfi varoluşun imkansız olduğunu göstermektedir.
DNA’nın tek bir protein molekülünün bile bu derece ince bir hesaba dayanması, evreni de tesadüfi varoluşla açıklamanın imkan dışı olduğunu gösterir.
İkinci teori evrenin otonomisine dayanmaktadır. Evren bir makine gibi kendi kendine çalışan bir özelliğe sahiptir; yani bozulmaz, ayar ya da bakım gerektirmez.
Bu yapıdaki bir makinenin tabiattaki çirkinlik, felaket ve kötülükleri bertaraf etme biçimi ve bu felaketlerden etkilenmeyi bir kenara bırakalım, kendisini nasıl bu kadar kusursuz, eksiksiz, mükemmel, kolay ve hızlı bir şekilde işletebildiği cevaplanamamış bir sorudur.
Mükemmel olduğu söylenen bir bilgisayar bile atıl ya da bakımsız kaldığında bozuluyor veya bir virüs bulaştığında çalışamaz hale geliyorsa, evrenin otonomisi görüşü temel alındığında bu bozulmanın söz konusu olması mümkün değil midir?
Makrokozmozda dengeleri bozmaya engel olacak bir kontrol olmazsa, evren makinesi sağlıklı çalışmaz. Demek ki bir dış kontrol mekanizması, evren için şarttır.
Üçüncü teori, kuralların hâkimiyetine dayanır. Newton prensibinden, Arşimet’in kurallarına kadar her türlü görüş, evrenin dijital bir formatta var olduğunu gösterir niteliktedir. Her şeyde bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Standartlar bellidir. Evrende kuralsız, tanımlanmamış hiçbir eylem yoktur.
Bilgi, enerji, anlamlılık, madde gibi bütün unsurların bir araya gelmesi evrenin düzenli çalışmasına yeter mi?
Bir inşaat düşününüz; inşaatın projesi çizilir, yeri belirlenir, gerekli nakit temin edilir, malzemeler alınır, işçiler bulunur ve çalışmaya başlanır. İşlerin sağlıklı yürümesi için görev tanımları ve kurallar nettir. Ancak, projenin sahibi olmadığında, onun iradesi hissedilmediğinde, inşaat yapılamaz. Çünkü kurallar ve tanımlar ölü metinlerdir. Onlara hayat veren bir iradeye ihtiyaç vardır.
Evrenin varoluşuna ilişkin dördüncü teori ise, evrenin ilahi irade tarafından yaratılması ve yönetilmesine dayanır. Ancak ilmi, hikmeti, gücü ve iradesi sınırsız olan bir zat evreni işletebilir.
Bizim bu konudaki incelemelerimiz,“Karıncaların fili analiz etmesine” benzemektedir.
Yaratılış dilinin nasıl olduğunu fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi temel pozitif bilimler açıklamaktadır. Kendini göstermeyen, dünyayı canlı bir laboratuvara dönüştüren ilahi akla ve mutlak bilince inanmak, bu mevzuda akla en yakın seçenektir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Neden tanrıya inanamıyorum?
- Varoluş hipotezlerini açıklar mısınız?
- YARATILIŞI ANLAMADA "LOGİCAL REASONİNG" (MANTIĞA DAYALI AKIL YÜRÜTME) YÖNTEMLERİNİN YERİ
- Allah’ı eğer ispat ediyorsak, neden hala inanıyoruz?
- Tanrı’nın sebebi nedir?
- Tanrı / Allah olmadan ahlaklı olunamaz mı?
- Çok fazla sayıda tanrı var?
- Allah inancı ve sonsuz bir ilah anlayışı, bir şartlanmışlıktan mı ibarettir?
- Big Bang teorisi ve kâinatın yaratılması hakkında bilgi verir misiniz?
- Bir tanrı varmış gibi davranmak çılgınlık mı?