Dünya dilleri nasıl ortaya çıkmıştır?

Tarih: 03.11.2006 - 01:51 | Güncelleme:

Soru Detayı
Fahreddin Razi'nin tefsirinde rastlamıştım, "Âdem şu an yer yüzünde konuşulan bütün dilleri biliyordu, fakat daha sonra çocuklarının artması ve başka başka yerler göç etmeleri sonucunda, bulundukları şartlara göre yalnızca bir dili kullanmaya başladılar, diğer dilleri ise zaman ile unuttular." şeklinde idi. Bu böyle midir yoksa başka bir izahı var mıdır?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Yüce Allah, peygamber olarak gönderdiği kullarına kudsî dâvâlarına delil olması için mucizeler ihsan etmiştir. Meselâ, Hz. İsâ (as)’ın ölüleri diriltmesi, anadan doğma körlerin gözlerini açması; Hz. Davud (as)’ın demiri hamur gibi yoğurup her türlü şekli vermesi, Hz. Süleyman (as)’ın rüzgâra binip iki aylık mesafeyi bir günde alması, Hz. İbrahim(as) ’i ateşin yakmaması gibi...

Hz. Âdem (as)’in en büyük mucizesi de Cenab-ı Hakk'ın ona bütün lügat ve dilleri öğretip, bütün eşyanın ismini bildirmesidir. Peygamberlerin hepsine verilen mucizelerde olduğu gibi, Hz. Âdem (as)’in bu mucizesi de Kur’ân-ı Kerim'de anlatılmaktadır. Buna her şeyin ismini, mahiyetini, dillerin ve lügatlerin öğretilmesi mânâsında “taallüm-ü esma, tâlim-i esmâ” denmektedir.

Bakara Sûresinin “ve alleme Âdeme’l-esmâe” ile başlayan 31-33. âyet-i kerimelerinde bu husus genişçe anlatılır. Cenab-ı Hak Hz. Âdem (as)’e bütün varlıkların isimlerini öğretince, daha sonra meleklere hitaben: “Haydi dâvânızda doğru iseniz bana şunları isimleriyle haber verin.” buyurdu. Melekler âcizlik ve bilgisizliklerini arz edince, Hz. Âdem (as)’e, “Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.” emri üzerine, Hz. Âdem (as) Allah’ın kendisine öğrettiği bütün isimleri meleklere teker teker saydı.

Tefsirlerimizde Hz. Âdem (as)’e öğretilen bu isimlerden maksadın hem diller, hem de varlıkların mahiyet ve sıfatları olduğu bildirilmektedir. Meselâ zamanımız müfessirlerinden Elmalılı M. Hamdi, bütün ilimler gibi dillerin farklı oluşunun da Hz. Âdem (as)’in bu mucizesine dayandığına dikkat çekmekte ve şöyle demektedir:

“Lisan hususunda bütün benîâdem’in (insanoğlunun) zamanımıza kadar tenevvü (farklı, çeşitli olmasının) ve terekkiyatının cümlesi, esas itibariyle Hz. Âdem’in fıtraten mazhar buyurulduğu bu talim-i esmâ hâdisesine medyundur (borçludur).” (Hak Dini Kur'ân Dili, I/310)

Fahri Râzi ise et-Tefsîrü’l-Kebîr isimli tefsirinde bu hususa bir açıklık getiriyor ve özetle şöyle diyor:

"Cenab-ı Hak, Hz. Âdem’e, yaratmış olduğu bütün varlıkların isimlerini, âdemoğlunun konuştuğu çeşitli dillere göre öğretti. Âdem (a.s.) de  bunları evlatlarına öğretti. O vefat ettikten sonra çocukları yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağıldılar. Her biri belli bir dille konuşmaya başladı. Ve artık onda ve orada o dil hâkim oldu. O bölgede diğer diller unutuldu. İşte Hz. Âdem’in çeşitli dillerle konuşmasının sebebi budur." (et-Tefsîrül-Kebir, 2:176)

İşte bütün ilimlerin kaynağı, Hz. Âdem (as)’in bu taallüm-ü esmâ mucizesine dayanmaktadır. Bu mucizeyi Bediüzzüman Hazretleri şöyle ifade eder:

“Sâir enbiyânın (peygamberlerin) mucizeleri, birer hususi harika-i beşeriye remzettiği gibi, bütün enbiyânın pederi ve divan-ı nübüvvetin fâtihası olan Hz. Âdem’in (a.s.) mucizesi, umum kemâlat ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihâyetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakın işaret ediyor.” (Sözler, s. 244)

İşârâtü’l-Îcaz isimli tefsirinde ise âyet-i kerimede geçen “el-esmâe” kelimesini tefsir ederken bu kelimenin isim, sıfat ve haysiyet gibi eşyayı, varlıkları birbirinden ayıran ve tayin eden alâmet ve nişanlara işaret ettiği gibi, aynı zamanda insanların konuşmuş olduğu çeşitli dil ve lügatlere de işaret ettiğini izah etmektedir. (İşârâtül-İcâz, s. 218)

Evet, aynı anne-babadan çoğalan âdemoğullarının zamanla farklı dil konuşmalarının izahı güvenilir kaynaklarda bu şekilde yapılmaktadır.

Ancak bugün dünyada konuşulan bütün dillerin Hz. Âdem (as)’in çocuklarından kaldığını söylemek eksik olur. Zamanla bir dilden birkaç dil türemiş, lehçe farklılıkları farklı bir dil haline gelmiştir. Meselâ bugün Türkçe konuşan iki yüz milyonun üzerinde insan vardır. Fakat ayrı ülke, kültür ve çevrede yaşamanın verdiği değişiklikler aslında bir olan Türkçenin Kazakça, Kırgızca, Çağatayca, Uygurca, Göktürkçe gibi telâffuzu, konuşulması gibi bazı farklılıklar arz ederek ayrı bir dil haline bürünmesine sebep olmuştur. Asılları Lâtince olan Fransızca ve İtalyanca gibi Batı dilleri için aynı şeyi söylemek mümkündür. Sonradan gelişen ve konuşulan diller farklı da olsa, aslı birdir ve öyle kabul edilir.
Tarihî seyri böyle olmakla beraber, dillerin farklılığında asıl düşünülmesi gereken cihet, altındaki İlâhî hikmet ve kudrettir. Dillerin farklı oluşu da Allah’ın varlık ve birliğini gösteren delillerdir. Bir âyet-i kerimede meâlen bu husus şöyle ifade buyurulur:

“Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirinden farklı olması da Onun kudretinin delillerindendir. Şüphesiz ki, bunlarda bilenler için ibretler vardır.” (Rûm, 30/22)

Dillerin ayrı ayrı olması insanların birbirlerini tanıması ve münasebet kurması için bir vesile ve imkândır. Nasıl ki, millet millet, kabile kabile yaratılmamızda insanlar olarak birbirimizle tanışmamız, kaynaşıp münasebet kurmamız hikmeti gözetilmişse, dillerin farklı olması da bu hikmete yöneliktir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Kategori:
Okunma sayısı : 50.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun