İslam neden hak dindir?
Değerli kardeşimiz,
"Allah katında hak din, İslâmdır. O Ehl-i kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki, Allah onların hesabını çabuk görür." (Al-i İmran, 3/19)
Sözlükte din "gerek ödül gerekse ceza şeklindeki karşılık" anlamında olup, tâbi ile (uyan) kudret sahibi metbû (uyulan) arasındaki ilişkiyi ifade eder. Terim olarak dinin çeşitli tanımları yapılmıştır. Batılı bilim adamlarıyla Müslüman bilginlerin din tarifleri arasında bazı temel farklılıklar bulunmaktadır. Yine, dinin kaynağı ve ilk ortaya çıkış biçimi konusunda bu iki muhitte önemli görüş ayrılıkları vardır.
İslâmî anlayışa göre din, kısaca kişinin yaratılış amacına uygun bir hayat sürebilmesi ve bu amacı belirli bir disiplin içinde gerçekleştirebilmesi için kendisine yol gösteren kurallar bütününü ifade eder. Din bir tarafın kutsal buyruk ve egemenliğine diğer tarafın uyum ve bağlılığına dayalı ilişkileri düzenleyen bir kurum olmakla beraber, bu âyet-i kerîmeden, Kur'an'a göre Allah katında dinin ve dindarlığın değer taşımasının iradî bir teslimiyet üzerine kurulmuş olması şartına bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka anlatımla İslâmî telakkiye göre din, akıl sahiplerini kendi istek ve iradeleriyle hayra ve mutluluğa yönlendiren bir kurum, beşerin kendi seçimine dayalı fiillerini düzenleyen ilâhî bir kanundur.
Kur'ân-ı Kerîm'de islâm kelimesinin geçtiği ilk yer bu âyettir. İslâm'ın sözlük anlamı, "bağlanmak, itaat etmek, teslim olmak, esenlik ve barış içinde olmak"tır. Terim olarak İslâm "Hz. Muhammed (asm)'in din adına bildirdiklerinin tamamını bütün varlığıyla benimsemek ve bunu ortaya koyan bir teslimiyet içinde olmak" demektir. Hz. Peygamber (asm)'in getirdiği hak dinin adı da İslâm'dır. Yine İslâm, Arapça'da bu dine girmeyi ifade eden bir masdardır. İslâm dininin mensubu olan kişi Arapça'da müslim, Farsça'da müselmân kelimesiyle ifade edilir. Türkçe'de bu din için İslâmiyet ve Müslümanlık, bu dinin mensubu için de Müslüman kelimeleri kullanılır.
İslâm kelimesinin sözlük anlamıyla terim anlamı arasında güçlü bir alâka vardır. İslâmî anlayışa göre din, irade ve akıl sahibi varlıklar arasında uyuşmazlıkları ve çekişmeleri önleyip uzlaşma sağlayan bir kanundur. Din sadece insanlar arasında değil insanlarla Allah arasında da bir mutabakatı İfade eder. Böylece yaratanın iradesiyle yaratılmışların iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur.
Bütün ilâhî dinler Allah'ın birliği esasına dayalı olduğu için, Hz. Muhammed (asm)'in tebliğ ettiği İslâm dini ile diğer peygamberlerin getirdiği dinler temelde birleşirler. Bununla beraber Müslüman bilginlerin bir kısmına göre İslâm dini ve İslâm ümmeti tabirleri sadece Hz. Muhammed (asm)'in getirdiği din ve onun mensupları için kullanılabilir. İslâmiyet önceki hak dinlerle temelde uyuşsa bile bu dinin kendine ait özellikleri ve mensubu olan ümmete özgü hükümleri vardır. Diğer bir grup Müslüman bilgine göre ise, önceki ilâhî menşeli dinlerin de İslâm olarak anılması mümkündür. Onlara göre Kur'ân-ı Kerîm'de bu anlayışı destekleyen birçok âyet vardır: Hz. İsa (as)'nın havarilerinin cevabının "Şahit ol ki bizler Müslümanlarız." şeklinde İfade edilmesi, Hz. İbrahim (as) hakkında "O hanîf bir Müslümandı." buyurulması, yine "O sîze daha önce de bunda da 'Müslümanlar' adını verdi." şeklinde genel bir nitelendirilmeye yer verilmesi bunlara örnektir. Karşı görüş sahiplerine göre ise bu tür nitelendirmeler peygamberlerle alâkalıdır.
Kanaatimize göre Kur'ân-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplarda o kitaba tâbi olacaklar için bir din adı konmadığı, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi isimlendirmelerin daha sonra ortaya çıktığı ve bunların o peygamberin tâbilerine sonradan verilen adlar olduğu dikkate alınırsa "Doğrusu Allah katında din İslâm'dır." ifadesinin anlamı daha iyi anlaşılır. Her ne kadar Hz. Muhammed (asm)'in tebliğ ettiği dinin kendine özgü hükümleri varsa da, Kur'an'da bu kitabın önceki peygamberlerin getirdiklerini onaylama özelliği üzerinde ısrarla durulması, onların bildirdiklerinin de temelde İslâm dairesi içinde olduğunu, ancak ilâhî hikmet gereği bu öğretilerin en mükemmel şekline Hz. Muhammed (asm)'in gönderilmesi ile ulaşıldığını gösterir. Şu halde yüce Allah'ın hoşnutluğunu elde etmenin yegâne yolu O'nun bildirdiklerine bütünüyle inanmaktır. Buna göre olgudan hareketle ve belirli kesimleri ifade için başka din isimlerinden söz edilebilirse de, nihaî hedef gerçeği arayanların Allah Teâlâ'nın razı olduğu çerçevede buluşmalarıdır ve ilâhî bildirimler için geçerli olan bu sürecin insanlığın aklına ve vicdanına yansıması kaçınılmazdır. İslâm bilginleri bu anlayışı "ümmet-i icabet" ve "ümmet-i davet" şeklinde kavramlaştırmışlardır; bunlardan birincisi Hz. Muhammed (asm)'in bildirdiklerine bilfiil ve açık biçimde tâbi olma iradesini ortaya koyanları, ikincisi ise henüz bu düzeyde olmayan fakat işaret edilen yansıma süreci içinde bulunan potansiyel kitleyi ifade etmektedir. Bu itibarla "Musevîlik" ve "İsevîlik" gibi isimlendirmelere kıyasla bazı Batılı yazarların İslâmiyet'i "Muhammedîlik" şeklinde sınırlayıcı bir adla anmaları isabetli değildir; zira bu hem gerçeği yansıtmaktan uzaktır, hem de sözü edilen iletişimi ve kaynaşmayı önleyici niteliktedir.
Âyeti nihaî hedef açısından bu şekilde anlamak, nerede ve ne zaman yaşamış olursa olsun Allah'a şirk koşmaktan uzak durabilmiş ve davranışlarına bu inanca uygun biçimde yön verebilmiş herkesin Kur'an'ın telakkisine göre "Müslüman" olarak nitelenmesi gerektiği teziyle çatışmaz. Gerçekten birçok âyette insanların âhiretteki kurtuluşları konusunda bu ölçütün esas alındığı görülmektedir.
Geniş anlamıyla İslâm (Müslüman olma) hem kalp hem dil hem de davranışlarla teslimiyeti ifade eder. Bunlar içinde en önemli ve değerli olan teslimiyet kalple olanıdır. Kur'an'da İslâm kelimesinin, iman düzeyine ulaşmamış teslimiyeti ifade etmek üzere kullanıldığı da görülür.
"Kendilerine kitap verilenler" ifadesi genellikle Ehl-i kitap tabirinin içeriğine göre anlaşılmıştır. İlim kelimesi ise "vahiy ve apaçık deliller" şeklinde açıklanmıştır, Âyette Ehl-i kitabın ancak ilim geldikten sonra ihtilâfa düştüğünün ifade edilmesi, kendilerine yeterince açık ilâhî bildirim yapıldığı ve bu açıdan hiçbir mazeretleri bulunmadığı halde, sırf kendi kusurları sebebiyle, çıkar düşüncesi ve beşerî tutkular uğruna ayrılığa düştüklerini ve çatışmaya girdiklerini belirtmek içindir. "Aralarındaki hak tanımazlık yüzünden" şeklindeki gerekçeden hareketle, burada kastedilenlerin Yahudiler veya Hristiyanlar yahut her ikisi olduğuna dair açıklamalar yapılmıştır. Tarihî bilgilerin ışığında, burada, ilâhî vahye muhatap toplumların vahyin sağladığı aydınlığı değerlendirip barış ve uygarlık yolunda ilerlemek yerine, kişisel ihtiraslarla aklıselimi dışlamalarının, özellikle çıkar çatışmaları üzerine temellenen dini fırkalara ayrılmalarının eleştirildiği söylenebilir. Bu uyarıya rağmen Kur'an'a inananların aynı hatayı tekrar etmeleri, ilâhî mesajı beşeriyete en güzel biçimde ulaştırma misyonunu yerine getirebilmelerinde ve medeniyet yarışında lâyık oldukları yeri almalarında önemli bir engel oluşturmuştur.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Ali İmran suresi 19. ayette geçen, ihtirastan ayrılığa düşmelerinin sebebi nedir? Peygamberimiz son peygamber olmasaydı Kur'an-ı Kerim tahrif olur muydu? Hz. İsa'dan sonra peygamber gelmiş midir?
- Hristiyanlık ve Yahudilik tabirleri ne zaman ortaya çıkmıştır?
- Eski dinlerin tabileri nasıl isimlendiriliyordu? Onlara da Müslüman mı deniyordu yoksa Hristiyan Yahudi gibi isimler mi alıyorlardı?
- Bir insan dünya ve ahiret saadeti için, neden başka bir din ve inanışı değil de İslamı seçmek zorundadır?
- Hz. İbrahim'den sonraki tüm peygamberler Müslüman mıydı?
- DİN
- Tek tanrılı dinin Yahudilikle başladığı iddia edilmektedir. İlk Çağ'da tek tanrılı dinin olduğunun kanıtı var mıdır?
- Allah isteseydi ilk gelen ilahi din tek din olabilirdi, ama neden üç farklı dinin oluşmasına izin vermiştir?
- Teslis inancı şirk ise Hristiyanlarla evlenmek caiz olur mu?
- Dinin isminin önemi nedir?