Musibete uğramayanlar çok mu şanslılar?

Tarih: 10.08.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bu dünyada bazı insanların başına bela ve musibetler geldiği halde bazılarının başına gelmemektedir. Bunu nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Yaradılışımızın icabı olarak, her kişi kendisinde noksan olan şeyin hasretini duymaktadır. Bunun yanında her şeyi tamam olan insan, sahip olduklarının kadrini bilmiyor ve çok kere (sanki bir mirasyedi gibi) onların farkında bile olamıyor. Konunun şu misal ile açıklanmasında isabet vardır:

Bir çocuk, ayakkabısı olmadığı için ağlayıp dururken, birdenbire gözüne iki ayağı bulunmayan sakat bir çocuk ilişiyor. Dehşete kapılmış durumdadır, göz yaşlarını silip "Yâ Rab, sana şükürler olsun ki, benim ayaklarım var; meğer ben ne kadar şanslıymışım, beni affet Allah'ım..." diye, yalvarıp huzura kavuşuyor.

O hâlde insan, haline şükredici olmalıdır. Kendisinde mevcut olanları iyi tanımalı ve onların kıymetini takdir etmelidir.

Özetlersek: Yoklukta kendimizden aşağı olanlara bakıp müteselli olmalı. Varlıkta ve ilimde bizden üstün olanlara bakıp onlara yetişebilmek için gayret göstermeliyiz.

İnsanoğlu bu dünyada daima adalet aramıştır. Öncelikle bilmek lâzımdır ki, dünyada asla hakiki adalet yoktur. Mutlak adalet, kıyamet gününde ortaya çıkacaktır. Dünya bir eğitim ve imtihan meydanıdır. Burada aklımızın ermediği, duygu ve hassalarımızın fark edemediği çok karışık meseleler vardır. Bazı misaller verelim.

Işıklar âlemi içinde görünür ışınların yeri, sadece % 4 kadar bir yer işgal eder. Diğerleri: Alfa, Beta, Gamma, Radyo, Televizyon, IKS, Ultrason, Infraruj, Ultraviole, Mion, Laser, Radar ve diğer kozmik ışınlardan ibaret, görünmeyen tabiattadırlar. O hâlde % 96'lık göremediğimizin yanında sadece % 4'lük görüş alanımız vardır. Dolayısıyla istatistikî yönden bizim görüyoruz zannettiklerimiz bile şüpheli mevkide kalıyorlar. Yani biz çok az şeyi görebiliyoruz.

Dokunmak hissimizi ele alırsak, gözlerimizin göremediği nice küçük varlıkları ve uzaktaki galaksiler ve seyyareler gibi nice büyük yaratıkları temas ederek tanımamız mümkün değildir.

Diğer hislerimizin güçleri de hemen hemen bu misallerdeki gibi zayıftır ve her şeyi anlamamıza yetmez.

Ancak, hislerimizin üstünde "akıl" dediğimiz en kıymetli bir varlığımız mevcut. Bir çok noksan yanlarımızı onunla tamamlamak mecburiyetindeyiz. Nitekim aklımız sayesinde bir çok cihazlar imal edilmiş ve bazı meçhullerin bilinmesi veya farkedilmesi mümkün hale gelmiştir. Lâkin meçhullerin sayıları az değil ki...

Yine akıl sayesinde, dünyada görülen bazı muvazenesizliklerin sebeplerini inceleyebiliriz. Meselâ: Doğuştan uzvu noksan yaratılmış olan bir yavru üzerinde düşünelim.

Bazılarımızın zannettiği gibi böyle bir doğuş, asla "Allah'ın adaletsizliği" değildir. Bu tabloda aklını çalıştıran insan için büyük ibretler vardır.

Nasıl ki, vatan kurtulsun diye nice insanlar canlarını feda ederler ve diğerleri o vatan toprakları üzerinde şehid ve gazilerinin sayesinde yaşamağa devam edebilirler...

Allah'ın Mülkü olan bu dünyada, Cenâb-ı Hak insan neslinin devamını ve huzurlu olmasını ister. O sebeple diğer insanların hallerine şükretmeleri ve hallerinden memnun olmaları takdir olunmuştur. Genelde kendisi sağlam olan kişi, herkesin aynı şekilde bulunduğunu zannedecektir. Noksansız bir vücudun ancak bir lütuf olduğunu farkedebilmek, ancak sakat kişileri görmekle mümkün hale gelebilir. İşte bu yüzden bizim nazarımızda birer zavallı gibi kabul edilen sakatların, insanlık âleminin selâmet yolunu bulabilmesinde büyük hizmetleri vardır. Dolayısıyla onların, Allah katında birer şehid ve gazi kadar mübarek kişiler oldukları kanaatindayım. Ancak, İnsanoğlu buna benzeyen daha bir çok hikmetleri anlamaktan uzaktır. Bizzat sakatların ve hastaların, Cenab-ı Hakk'ın bu takdirinden haberleri bile olmayabilir.

O hâlde tekrar edersek: Dünyaya noksanlıkla doğanlar veya sonradan sakatlananların durumlarında adaletsizlik yoktur. Ortada sadece çok anlamlı hizmetler ve derin hikmetler mevcuttur. Bir tarafdan diğer insanların onları görerek, hallerine şükretmeleri ve gönül huzuruna kavuşmaları murat edilmiştir. Diğer taraftan alkol, sigara, uyuşturucu maddeler, zararlı ışınlara maruz kalış, hastalıklar ve sair zararlı şeylerden ve tehlikelerden korunulmasının gerektiği, aksi hâlde o kişilerin kazanacağı yavruların bunlar gibi sakat olacağı (insanın gözüne sivri kalem batırılmışcasına) hikmet olarak anlatılmak istenmiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın bu lütuflarına rağmen günden güne iz'ansız, ferasetsiz, hissiz, şükürden uzak ve bencil özellikteki kişilerin sayıları artmakta ve sakat gençlerin sayıları da o nisbette çoğalmaktadır.

Keza gayrimeşru evlât edinmeler, boşanmalar, üveylikler, aile geçimsizlikleri gibi Cenab-ı Hakk'ın emirlerine uymayan bütün hareketlerin, netice olarak gençlik problemlerini arttırdığı herkesce biliniyor. Fakat insan, dünyadaki bu harikulâde ibret tabloları karşısında hissiz ve bir nevi kör hali ile hâlâ gönül huzuru ve saadet arıyorsa, elbette bulamıyacaktır. Genç nesil, hatalı ana ve babaların yanlışlarını görüp hiç olmazsa kendileri doğru istikamete yönelmezlerse, insanlığın gelecek nesilleri için çok daha karamsar olmak icap eder.

Bela ve musibetlerin müiminler için bu dünyada yaptığı hataların karşılığı olduğunu ifade etmiştik. Ancak bu musibetlerde günahsız ve masum insanlar da zarar görmekte, canları ve malları heder olabilmektedir. Bu noktada akla gelen sorulardan ilki "bu musibetlerden sadece günahkarlar nasiplerini alsalar, masumlar almasalar olmaz mı?" sorusudur.

Ayette geçtiği gibi,

"Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar." (Enfal, 8/25)

Bu ayetten almamız gereken bazı dersler vardır. Fakat akla gelen ilk konu "Neden musibetlerin sadece zalimlere gelmeyip masumları da içine adlığı konusudur." Yani musibet gelince kurunun yanında yaş da yanmakta, masum insanlarda canlarını ve mallarını kaybedebilmektedirler.

Bunun cevabı, bu dünyanın tecrübe ve imtihan yeri olması sırrında yatmaktadır. Yani eğer musibet geldiği vakit sadece zalimler ve günahkârlara isabet etse, masumlar ve günahsızlar bu musibetlerden korunsalar o zaman imtihan sırrına zıt bir durum ortaya çıkardı. Şöyle ki;

"Bir deprem oluyor, yıkılan binaların altından sadece günahkârlar ölü çıkıyor, diğerlerine bir şey olmuyor. Diğer taraftan bir sel felaketi geliyor zalimler boğuluyor masumlar gaybi bir el ile kurtarılıyor. Bunu duyan günahkâr insanlar artık tövbe etmeye başlıyor, çünkü tövbe etmezse ibadetlerini yapmazsa bu dünyada hemen musibete maruz kalacağı düşüncesine kapılıyor?"

İmtihan gereği olarak bir musibet geldiği zaman hem iyileri hem de kötüleri beraberce içine alıyor. Böylece imtihan sırrı kaybolmuyor. Eğer musibetlerde ve zulümlerde iyiler kurtulup sadece kötüler zarar görseydi, imtihan sırrı kaybolurdu. Kötüler de iyi olmak zorunda kalırlardı. Böylece Ebu Bekir (ra.) ruhlu insanlar ile Ebu Cehil ruhlu insanlar aynı seviyede kalırdı. Bu açıdan bazen hiç suçu olmayan günahsız kimseler de zulme maruz kalabilmektedirler. Fakat masumların bu musibetlerden dolayı büyük mükafatlar görürler. Musibetler onların günahlarına kefaret olur, derecelerini artırır. Eğer musibete maruz kalanlar, henüz teklif çağına gelmemiş çocuklar ise, zerre kadar hayrı ve şerri neticesiz bırakmayan Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden umulur ki, onlara ahiret aleminde diğer çocuklardan çok daha ileri bir saadet bahşetsin.

Bu musibetlerde masumlara Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin büyük mükâfatları söz konusudur. Çünkü o masum ve günahsız insanların fani malları onlar hakkında sadaka olup bâki bir mal olmakta ve sona eren hayatları ise ebedi bir hayatı kazandıracak şekilde, bir nevi şehitlik mertebesi onlara kazandırmaktadır. Elbette bu dünyadaki az ve geçici bir zahmete karşılık, büyük ve ebedi bir saadeti, mükâfatı kazanmak az bir mükâfat değildir.

Zulmedenler yaptıklarının cezasını bu dünyada olmasa bile ebedi alemde hakkıyla çekeceklerdir. Bu bakımdan adalet yerini bulacaktır. Zulme uğrayanlar ise hem zalimlerden haklarını alacaklar, hem de suçsuz ve günahsız olduğu hâlde bu zulme uğramasından dolayı da Allah'ın lütfuna ve rahmetine mazhar olarak ebedi alemde sonsuz nimetlere gark olacaklardır. Hatta günahsız olarak böyle zulümlere maruz kalanlara ahirette durumları sorulacak olsa, "Çok az zahmetle çok büyük mükâfat aldık ve zulmedenlerin cezalarını hakkıyla aldıklarını da gördük, çok memnunuz." diyeceklerdir.

Ayrıca böyle zulümlere maruz kalanlar, bir rahmet eseri olarak Allah'ın değişik ihsanlarına mazhar olabilirler.

Allah hiç bir kuluna zulmetmez. Kullarına zulmedenlerin cezasını ise onlara zaman tanısa bile asla ihmal etmez.

"Allah'ın rahmetinden fazla rahmet edilmez.
Allah'ın gadabından fazla gadap edilmez."

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

genclik47

BU SİTEDE EMEĞİ GEÇEN HERKESTEN ALLAH EBEDİYEN RAZI OLSUN.SELAM VE DUA İLE

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun