Kaza namazı, bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?

Tarih: 14.06.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bir namaz için hem kazaya hem nafileye niyet edilirse hüküm nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Namaz, dinimizin ifâsını emrettiği ibadetlerin en önemlisidir. Kelime-i şehâdetten sonra, İslâm binasının üzerine kurulduğu beş esastan birincisidir. Akıllı ve erginlik çağına ulaşan her Müslümana, istisnasız farzdır. Farziyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Terkedilmesi ve -geciktirmeyi câiz kılan meşru bir mazeret bulunmaksızın- vaktinde edâ edilmeyip, kazaya bırakılması, en büyük günahlardan biridir. Bu itibarla, her Müslümanın beş vakit namazını vakti içinde edâ etmesi; geciktirmeyi caiz kılan meşru bir mazeret olmadıkça, hiçbir vaktin namazını kazaya bırakmaması gerekir.

Bilindiği üzere, beş vakit namaz ve Ramazan orucu gibi, edâsı belirli vakitlere bağlanmış olan ibadetlerde, hem ibadetin ifası, hem de emrin belirlenen zaman içinde yerine getirilmesi olmak üzere iki ayrı mükellefiyet söz konusudur. Bu tür ibadetleri, dinimizin tayin ettiği vakti içinde eda edenler, her iki mükellefiyeti birden yerine getirmiş olurlar. Vaktinde edâ etmeyip, daha sonra kaza edenler ise, bu iki sorumluluktan sadece birini yerine getirmiş olurlar.

İslâmî hükümlere göre, hiç kimse gücünün yetmediği bir şeyi ifâ ile mükellef olmaz ve bundan dolayı sorumlu tutulmaz. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de (Bakara Sûresi, âyet : 286): "Allah kişiyi ancak gücünün yettiğinden sorumlu tutar..." buyrulmuştur. Bu itibarla, bir ibadeti meşru bir mazeret sebebiyle vakti içinde edâ edemeyip, daha sonra kaza eden kişi dinen sorumlu olmaz. Fakat meşru bir mazeret olmadığı halde namazlarını vaktinde edâ etmeyenler, daha sonra bunları kaza etmekle emri, vakti içinde yerine getirmeme sorumluluğundan kurtulmuş olmazlar. Bu gibilerin ayrıca tevbe ve istiğfarda (günahlannın affı için niyazda) bulunmaları ve bu sorumluluğu telâfi edecek iyi işler ve nâfile ibadetler yapmaları gerekir.(1) Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:

 "İyilikler kötülükleri (günahları) giderir." (Hûd, 11/114)

Namazın terki için, dinimizde hiçbir mazeret yoktur. Geciktirilmesi (kazaya bırakılabilmesi) için dinin meşru saydığı mazeret ise, unutma ve uyku gibi şuur dışı haller ile, o anda (vakti içinde) edâ edebilme imkanının bulunmayışından ibarettir. Söz gelimi, Ramazan'da seferde veya savaşta olan bir kimse, -oruç tutma imkanı olsa bile- orucunu kazaya bırakabilir; bundan dolayı günahkâr olmaz. Fakat edâ imkânı varsa fiilî savaş hali bile, namazı kazaya bırakmayı meşru kılan bir mazeret değildir. Çünkü namaz, kişiye daima ilahî mürakabe altında bulunduğunu hatırlatarak, onu her türlü kötü davranıştan koruduğu gibi; her durumda kolayca edâ edilebilen bir ibadettir. Abdest alamayanın teyemmümle, ayakta duramayan veya oturamayanın yattığı yerde, sadece başı ile ima ederek namazını edâ etmesi müınkündür. O halde, aklı başında ve edâ imkanı olan bir Müslümana namazı kazaya bırakmak için meşru bir mazeret, söz konusu değildir. Bu itibarla, bir namazı kaza etmekle borç ödenmiş olursa da, mazeretsiz vaktinde edâ etmemenin sorumluluğu kalkmış olmaz.

Şimdi, konu ile ilgili bu girişten sonra, soruda belirtilen hususların açıklanmasına geçebiliriz.

1. Bir Müslüman namazını, ya uyku, unutma, dalgınlık... gibi dinen meşru sayılan bir mazeretle; veya mazeretsiz olarak geçirmiş olabilir. İster mazeret sebebiyle, ister mazeretsiz olarak, her ne şekilde olursa olsun, namazını vaktinde edâ etmemiş olan bir kimsenin, onu kaza ederek, borcunu ödemesi gerekir. Ancak, meşru bir mazeretle vaktinde kılınmamış bir namaz, ilk fırsatta kaza edildiği takdirde, her hangi bir sorumluluk söz konusu olmaz. Nitekim Rasûlüllah (asm) şöyle buyurmuştur:

"Her kim bir namazı unutur veya ondan gaflet edip uyuyakalırsa, onu hatırladığında hemen kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur..."(2)

Şüphesiz mazeret sayılan uyku, namaza kalkmamak üzere yatıp uyumak değildir. Namazı geçirmeme azmi ile gerekli tedbir alındğı halde uyanamamak veya uyuyup kalmaktır. Nitekim Rasûlüllah (asm) Efendimiz, bir gece seferinde son derece yorulmuş olan ashabına, ancak içlerinden birini kendilerini namaza uyandırmak üzere görevlendirdikten sonra istirahat için izin vermiş, fakat herkes uykuya dalınca, görevli de uyuyuvermiştir. Konu ile ilgili rivayetlerden, bir kaç defa tekerürü muhtemel bulunan bu olayda, Rasûlullah (asm) sabah namazını güneş doğup yükseldikten sonra, yine cemaatle kıldırmıştır.(3)

Hendek savaşında da zor bir gün Rasûlüllah (asm) ve ashabı, öğle, ikindi ve akşam namazlarını vaktinde kılma imkanı bulamamışlar; bu üç vakti, yatsı namazından önce tertip üzere, cemaatle kaza etmişlerdir.(4)

Görüldüğü üzere, meşru mazeretlerle vaktinde edâ edilemeyen namazlann daha sonra kaza edilmesi Rasûlüllah (asm)'in kavlî ve fiilî sünnetiyle sabittir. Mazeretsiz terkedilmiş namazların kaza edilip edilemeyeceğine gelince:

2. Kasden namazı terketme günahının, kaza ile telâfisinin mümkün olmayacağı, esâsen Rasûlüllah (asm)'in bu konudaki söz ve uygulamalarının hep mazeret sebebiyle vakti geçirilmiş namazlarla ilgili olduğu düşüncesinden hareketle, sahabeden Hz. Ömer, oğlu Abdullah, Sa'd b. Ebî Vakkas, İbn Mes'ud, Selman Fârisî ve tâbiundan el-Kasım b. Muhammed, Muhammed b. Sîrin, Mütarraf b. Abdillah, Ömer b. Abdilaziz, Büdeyl b. Meysere ve Sâlim b. Ebi'l-Ca'd ile Dâvud ez-Zâhîri, İbn Hazm ve İbn Rüşd gibi Zâhiri mezhebi müctehit ve fakihleri, kasden terkedilmiş olan namazların kaza edilemeyeceği görüşünde iseler de(5) başta dört mezheb müctehid ve fakihleri olmak üzere İslâm âlimlerinin cumhuruna (çoğunluğuna) göre, edâsı farz olan namazların, mazeretsiz (kasden) terkedilmiş de olsa, kazası da farzdır.(6)

Cumhur bu hükme mesnet olmak üzere:

      a. Hadis-i şeriflerde unutma, uyku gaflet... gibi, şuur dışı haller sebebiyle vakti geçirilen namazların kazası emredildiğine göre, mazeretsiz terkedilen namazların kazasının evleviyetle gerekeceği (7)

      b. Hadis-i şeriflerde yer alan "nisyan" (unutma) kavramının, kasden terketmeyi de ifade ettiği; çünkü bu kelimenin, ister zuhûlen, ister kasden olsun, (Tevbe Sûresi, âyet: 67 ve Haşr Sûresi, âyet: 19 da olduğu gibi) mutlak "terk" anlamında da kullanıldığı (8)

     c. Yine unutma veya uyku gibi şuur dışı haller sebebiyle geçirilen namazlann kazası ile ilgili hadis-i şeriflerde yer alan "Onun bundan başka keffareti yoktur." ifadesinin, mazeretsiz olarak namaz vaktini geçirenlere de delâlet ettiği; çünkü mazeretle vakti geçirmiş olanlar için günah olmadığından, keffaretin de söz konusu olamayacağı;(9)

     d. Namazı kasden terkedenlerin de, Cenab-ı Hakk'ın emrine muhatap olmaları dolayısıyla, onlar üzerine de namazın borç olduğu; borcun ise ancak ödenmekle zimmetten düşeceği;(10) nitekim Rasûlüllah (asm)'in de: "Allah'a olan borç, ödenmeye en lâyık olandır."(11) buyurduğu;

      e. Namazın edâsı ile ilgili emrin, edâ edilmediği takdirde kaza için de emir sayılacağı, çünkü emirle vacip olan şey, edâ edilmedikçe emrin hükmünün devam ettiği...(12) gibi delillere dayanmışlardır.

Görüldüğü üzere, meşru mazeretlerle terkedilen namazlar gibi, mazeretsiz olarak vaktinde edâ edilmemiş olan farz ve vacip namazların da kaza edilmesi gerektiği görüşü, delil yönünden daha kuvvetlidir. Ancak İslâm müctehid ve fakihlerinin, ittifaka yakın derecede büyük çoğunluğuna göre, hangi sebeple olursa olsun vaktinde edâ edilmemiş olan farz ve vacip namazların kazası fevridir; geciktirilmemesi gerekir. Bu sebeple günlük iş ve ibadet saatleri ile yemek, uyku, dinlenme... gibi hayatî ihtiyaçların karşılanması için geçen zamanlar dışında kalan bütün boş vakitlerde devamlı olarak kaza namazı kılınarak, borcun bir an önce bitirilmesi gerekir.(13)

3. Kaza namazlarının gecikmesi açısından, kaza namazı borcu olan kimselerin nâfıle ve sünnet namazlara vakit ayırıp ayıramayacağı konusu, mezhepler arasında ihtilaflıdır.

      a. Şâfiî mezhebinde, kaza borcu olan kimselerin günlük farz namazlar dışında, ister beş vaktin farzı ile birlikte kılınan sünnetler, ister terâvih, teheccüd... gibi diğer sünnet ve mutlak nâfileler olsun, kaza borcunu tamamlamadıkça, sünnet ve nafile kılarak kaza namazlarını geciktirmeleri haramdır. Ancak bu hükmün anlamı, diğer boş zamanları değerlendirmeyip, sadece sünnet yerine kaza kılarak borçların tamamlanması değil; kaza borcu olan kimselerin, sünnet kılacak kadar zaman bile kaza borçlarını geciktirmelerinin câiz olmadığıdır.

      b. Mâlikîlere göre de, günlük farz namazlar ile sabah namazının sünneti, vitir, bayram ve tahiyyetü'l-mescid dışında sünnet veya nafile ile meşgul olarak kaza namazını geciktirenler, günah işlemiş olurlar.

     c. Hanbelilere göre ise, bu durumda olan kimselerin, gerek beş vakitte farzla beraber kılınan sünnetleri, gerek bunlar dışındaki diğer sünnetleri kılmaları câiz ise de, borcu çok olanların, sabah namazının sünneti müstesna; bunların yerine de kaza namazı kılmaları efdaldir. Sünnet olmayan mutlak nafile ile meşgul olmaları ise haramdır.(14)

      d. Hanefilere gelince: Üzerinde ister az, ister çok, kaza borcu olan kimselerin, gerek farz namazlarla birlikte kılınan revâtib sünnetlerini, gerek Peygamber (asm) Efendimizin kılınmasını tavsiye buyurduğu terâvih, teheccüd, tesbih, duhâ, tahiyyetü'l-mescid, evvâbîn... gibi diğer sünnetleri kılmaları, -bu yüzden kaza borçlarının ödenmesi gecikmiş olsa bile-, efdal görülmektedir. Sünnet olmayan mutlak nâfile namaz kılmak da haram veya mekruh olmayıp; câiz ise de bunların yerine kaza kılmak efdaldir.(15)

Hanefî mezhebinde muteber kaynak niteliği taşıyan ve bir kısmı isim, cilt ve sahife numaraları 15'inci dipnotta gösterilen fıkıh kitaplarında bu husus bu şekilde beyan olunmaktadır. Bu itibarla, kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmalarının ahmaklık olduğu; bunların Allah katında makbul olmayıp boşa gideceği... gibi sözler, Hanefî fukahasının kaynak olarak kabul ettiği muteber eserlerde yer almayan mesnetsiz iddialardan ibarettir. Esasen, -yukarıda görüldüğü üzere- Şafiîler dışında diğer üç mezhebe göre de, kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmaları câiz; Hanefîlere göre ise efdaldir.

4. Üzerinde "fâite" yani meşru bir mazeret sebebiyle vaktinde edâ edemediği namaz borcu olan kimselerin sünnetleri kılabileceği; üzerinde meşru mazeret olmadan terkedilen namaz borcu olanların ise, sünnet ve nafile kılamayacağı, çünkü fâite ile mazeretsiz terkedilmiş namazların kazasının aynı olmadığı... hususuna gelince:

Sözlük anlamında "fevt", bir şeyi yapamadan vakti geçmek; "terk" ise, bir şeyi bırakmak, bir işten vazgeçip, onu kasden yapmamak demektir. Ancak, sözlük anlamları farklı olan bu iki kelime fıkıhta, namazla ilgili terim olarak, arada fark gözetilmeksizin, aynı anlamda, birbiri yerine kullanılmaktadır. Hemen bütün fıkıh kitaplarında "fâite" kelimesi, ister mazeret sebebiyle, ister mazeretsiz olsun, "vaktinde edâ edilmemiş olan namaz" anlamında kullanıldığı gibi, mesela Alaüddin es Semerkandî'nin "Tuhfetü'l-fukaha" adlı eserinde; (kaza namazlarında tertibin sukutu ile ilgili olarak)

"Kim bir namazı terkeder, sonra bu fâiteyi hatırlar olduğu halde beş vakit kılarsa..." ve "Kim bir vakit namazı terkeder, sonra bu fâite hatırında olarak bir ay namaz kılarsa..." (16)

gibi ifadelerinde, bu iki kelime arasında hiçbir mana ve hüküm ayrılığı gözetilmemiş; terkedilen namaza "fâite" denilmiştir. Bâbertî'nin "el-İnâye" adlı "Hidâye" şerhinde "... men fâtethü salâtün ev fevvetehâ amden..." (kim bir namazı kaçırır veya kasden geçirirse...)(17) ibaresinde de, fevt kelimesi hem mazeret sebebiyle, hem de kasden vakti geçen namaz için kullanılmıştır.

Esasen, vaktinde edâ edilmemiş olan namazlara "metrûke" (terkedilmiş) yerine "fâite" (vakti geçmiş) denilmesinin, -başka bir maksatla değil, sadece; Müslümanın namazını ancak bir özürle geçirmiş olabileceğine dair hüsnüzan sebebiyle olduğu, fıkıh kitaplarında beyan edilmektedir.(18)

5. Hem bir kaza namazına, hem de vaktin sünnetine olmak üzere bir namazın iki ayrı niyyetle kılınması ise, kaynak niteliği taşımayan (Necâtü'l-mü'minin ve benzeri) bazı ilmihal tipi kitaplar ile, bu kitaplardan nakiller yapan kişiler dışında, Hanefî müctehid ve fakihlerince câiz görülmemektedir.

Bilindiği üzere, sünnet ve nafile namazların sıhhati için, mutlak namaz niyyeti yeterli ise de, farz ve vacip namazların sıhhati için, (söz gelimi, "bu günkü öğle namazının farzı..." veya "dünkü ikindinin kazası..." gibi) niyyette kılınacak namazın hem aslını, hem isim ve vasfını tayin şarttır. (19) Bu itibarla, sünnet veya nafile bir namazda, söz gelimi hem tahiyyetü'l-mescid, hem duha (kuşluk) gibi, iki ayrı niyyet câiz görülmekte ise de, -ister edâ, ister kaza olsun- bir farz namazda iki ayrı niyyet câiz değildir. Bu takdirde niyyet, bunlardan kuvvetli olana masruf olur.

Mesela; aynı namaz için:

a. Biri farz-ı ayn, diğeri farz-ı kifâye iki ayrı farz namaza niyyet, farz-ı ayn olan namaz için;
b. Biri vakti girmiş, diğeri henüz vakti girmemiş iki ayrı namaza niyyet, vakti girmiş olan namaz için;
c. Biri edâ, diğeri kaza iki ayrı farz namaza niyyet, -vakit müsait ise; kaza için; vakit dar ise, vaktin farzının edâsı için;
d. İki ayrı vaktin kazasına niyyet, -kişi sahib-i tertib ise; ilk kazaya kalan için; (aksi halde bu niyyetin hükmü yoktur.)
e. Hem bir nafileye, hem cenaze namazına niyyet, -nafile rükû ve secdeli kâmil namaz olması itibariyle; nafile için;
f. Hem farz (mesela bir kaza namazı), hem de sünnet veya nafile bir namaza niyet, -İmam Ebû Yusufa göre; sadece farz namaz için geçerli olur.
İmam Muhammed'e göre ise, sonuncusunda her ikisi içinde geçerli olmaz.(20)

Görüldüğü üzere bir kısmı dipnotta gösterilen en muteber kaynakların beyanına göre, "hem geçmiş bir namazın kazası, hem de vaktin sünneti" niyyetiyle kılınan bir namaz, İmam Muhammed'e göre, ne farz, ne sünnet, ne de nafile olarak sahih olur. İmam Ebû Yusuf a göre ise sadece farz olarak câiz olur; aynca sünnet veya nafile sevabı söz konusu olmaz. İki tane müctehidin bu konudaki ictihatları, böyle olunca, fakih bile sayılmayan "filan kişinin kitabında şöyle buyruldu" demenin, hiç bir anlamı yoktur.

Şüphesiz, sünnet yerine kaza namazına niyyet ederek, sünnet namazlan terkeden Müslümanlar, günahkar olmazlar. Kıldıklan namazlar kaza olarak sahihtir. Ancak, sünnetlerin sevabından mahrum kalacakları gibi, -müekked sünnetlerin mazeretsiz terkinden dolayı- isâet (ihmal ile zarar vermek) etmiş olurlar. Ayrıca Hz. Peygamber (asm) in itâb (azarlama, darılma) ve tekdirine maruz kalırlar.(21)

6. Soruda söz konusu edilen hadis-i şerif, kısmen değişik senet ve lafızlarla, Buhari ve Müslim dışında bütün Kütüb-i Sitte' de, ayrıca Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, Dârimî'nin Sünen'i ve Hâkim'in Müstedrek'inde rivâyet edilmektedir ki anlamı şöyledir:

"Kıyamet günü, Müslüman kulun ilk hesaba çekileceği şey, farz namazdır. Eğer bunu tam kılmışsa, mesele yok. Aksi takdirde meleklere, 'Bakınız onun nafile namazları var mı?' denilir. Eğer nafilesi varsa, farz namazları nafilelerinden ikmal edilir. Sonra diğer farz ameller için de bunun gibi yapılır."(22)

Görüldüğü üzere hadis-i şerifte, farz namazlardaki eksikliklerin, nafilelerden ikmal edileceği beyan olunmaktadır. Hadis şarihleri, ikmal keyfiyetinin hadis-i şerifin zahiri manasına da uygun olarak, "kılınmamış farz namazların nafilelerle tamamlanacağı" şeklinde olmasını da "edâ edilmiş olan farz namazlardaki âdâb, sünnet, huşu, dua ve zikirlerle ilgili noksanlarının ikmâli" şeklinde olmasını da ihtimal olarak zikrediyorlar. Ebû Bekr İbnü'l-Arabî, "Arîzatü'l-ahvezî" adlı Tirmizi şerhinde, "Bana göre, edâ edilmeyen farzların nafilelerle tamamlanması ihtimali, daha açıktır; çünkü hadisin devamında diğer farz ameller için de, bunun gibi yapılır, ifadesi bunu göstermektedir..." demektedir.(23)

7. İddialara mesnet gösterilen kitapların kaynak niteliğinde olup olmadığı ve bunlardan yapılan nakillerin ne derece doğru olduğu hususuna gelince; bu yazıdan, sanırım bu konuda bir kanaate varmak mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse, Kudüs Kadısı Sakızlı Muhammed Sadık Efendi'nin "en-Nevadiru'l-fıkhıyye fi mezhebi'l-eimmeti'l-Hanefiyye" adlı gayr-ı matbu eserinden, İbn Nüceym'in: "Üzerinde kaza namazı olan bir kimsenin; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini, bu namazların kazalarına niyyet ederek kılarsa, sünnetleri terketmiş olur mu?” şeklindeki bir soruya cevaben "Hayır olmaz; çünkü sünnet kılmaktan maksat, şeytanın burnu sürtülmesi için, vakit içinde farzdan başka bir namaz daha kılmaktır..." dediği nakledilmektedir.

Oysa, yukarıda (ve 20 numaralı dipnotta cilt ve sahife numaralan ile) gösterildiği üzere İbn Nüceym, "el-Eşbâh ve'n Nazâir" ve "el-Bahrü'r-râik" adlı kendisine ait kıymetli eserlerin her ikisinde de, en-Nevâdiru'l-fıkhiyye'de kendisine isnat edilen sözlerin tam aksini nakletmekte; bu anlamda hiçbir ifadeye yer vermemektedir. O halde bu sözler, yeterli araştırma yapmadan, mezkür kitaba dercedilmiş, asılsız bir isnattan başka bir şey değildir.

Kaldı ki, ibn Nüceym büyük ve muhakkık bir fakih olmakla birlikte -fukaha arasındaki derecesi itibariyle- "tahric ve tercih ashabı"ndan bile sayılmamaktadır. Hükmü beyan edilmiş olan bir konuda, tahric ve tercih ehlinden olan fakihlerin bile müctehide muhalefeti söz konusu olamayacağına göre,(24) farz-ı muhal, isnat edilen bu sözlerin kendisine ait olduğu sabit bile olsa, -yukarıda İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed gibi müctehidlerden nakledilmiş olan hükümler karşısında- ictihad yetkisini haiz olmayan bir fakihin sözlerine itibar edilemeyeceği aşikardır.

Kaynaklar:

(1) Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvi, Hâşiye ala Merâlcı'1-felah, sh. 358. İst., 1985; Alaüddin el-Haskefi; ed-Dürrii'1-münteka, 1/144, İst., 1328; a. mlf., ed-Dürrü 1 muhtâr, 1/485 (Reddü'1-muhtar kenarında). Bulak, 1272; İbn Abidin, Reddü 1-Muhtar, 1/485, Bulak, 1272; H. Zihni Efendi, Nimet-i İslâm (Kitabü s-salat), sh. 453, İst., 1326; Haseneyn M. Mahlûf, Fetavayı Şer'iyye, 1/242-243, Kahire, 1391/1971.
(2) Buhari, es-Sahih, 1/148 (Mevâkit; 37) İst., 1315; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/26-27, Kahire, 1380/1961; Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü'l-câmi, 1/147, Kahire, 1381/1961; Tecrid Tercemesi, 2/537 (Hadis No: 354), Ankara, 1975.
(3) Buhari, a.g.e., 1/148 (Mevakıt, 35); Şevkânî, a.g.e., 2/29; M. Ali Nâsıf, a.g.e., 1/147, Tecrid Tercemesi, 2/252-260 (Hadis No: 226) ve 2/532 (Hadis No: 352).
(4) Buhari, a.g.e. 1/148 (Mevâkıt, 38) ve 3/233 (Cihâd, 98) ve 5/48 (Meğâzî, 29); İbn Hümam, Fethu'l-Kadir, 1/349, Bulak 1315; Zeyleî, Nasbü'r-râye, 2/164, Beyrut, 1393/1973.
(5) Aynî, Umdetü'l-kari, 2/602, İst., 1308; ibn Hazm, el-Muhallâ, 1/238, Beyrut, 1352; Şevkânî, es-Seylü'l-cerrâr, 1/289, Beyrut, 1405/1985; Tecrid Tercemesi, 2/538-539.
(6 ) Aynî a.g.e., 2/206; Abdurrahman el-Cezîrî, el-Mezâhibu'l-erbea, 1/488, Kahire ts., Tecrid Tercemesi, 2/538-539.
(7) Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27; Mansur Ali Nâsıf, a.g.e., 1/147; Tecrid Tercemesi, 2/539.
(8) Aynî, a.g.e., 2/608; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27.
(9) Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27.
(10) Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27-28; es-Seylül-cerrâr, 1/289.
(11) Buhari, a.g.e., 2/240 (sıyam, 42); Müslim, es-Sahih, 2/804 (Sıyâm, 154-155 No: 1147) Kahire, 1374/1955.
(12) Aynî, a.g.e., 2/608; Şeyhzâde Abdurrahman b. Muhammed, Mecmeu'l-enhur, 1/144, İst., 1328; Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, Haşiye ala Merâki'l-felâh, sh. 357-358.
(13) Aynî, a.g.e., 2/602; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/28; Abdurrahman el Cezîri, a.g.e., 1/491.
(14) Abdurrahman el Cezîrî, a.g.e., 1/491-492.
(15) Ahmıed b. Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 363; ibn Abidin, Reddu'l-Muhtar, 1/493, Bulak, 1272; el-Fetâvâl-hindiye, 1/125, Bulak, 1310; Abdurrahman el-Cezîrî, a.g.e., 1/491-492; Osmanlica Tahtâvî Tercemesi, 2/143; İst. 1285; Zühdü Paşa, el-Mecmûatü'z-Zühdiye, 1/131-132, İst., 1311; Hacı Zihni Efendi a.g.e., sh. 467; Hacı Muhammed Nehif Ef., İlaveli Enisü'l-abidin, sh. 67, İst., 1327; Ahmed Davudoğlu, İbn-i Abidin Tercemesi, 3/152, Ist., 1982; Ö.N. Bilmen, Büyük İslâm İImihali, sh. 183, İst., ts.
(16) Alaüddin es-Semerkandi, Tuhfetü'l-fukaha, 2/231-232, Beyrut, 1405/ 1984.
(17) Bâbertî, el-İnâye, 1/346 (Fethu'l-kadir kenarında), Bulak, 1315.
(18) Alaüddin Haskefı, ed-Dürrii-1-münteka, 1/144 (Mecmeu'l-enhur kenarında) İst., 1328; ed-Dürrü'l-Muhtar 1/475 (Reddü'l-Muhtar kenarında); Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., 1/485; Hacı Zihni Ef., a.g.e., sh. 452.
(19) İbn Hümam, a.g.e., 1/186-187; Ahmed Tahtâvî, a.g.e., sh. 179; Haskefi, ed-Dürrü’l-Muhtâr, 1/279-280; İbn Abidin, a.g.e., 1/279-280; Hacı Zihni Ef., a.g.e., sh. 84.
(20) İbn Hümam, ' a.g.e., 1/187; İbrahim el-Halebî, Günyetü'l-mütemelli (Halebî Kebir), sh. 249-251, İst., 1325; Halebî Sağîr, sh. 121-122, Ist., 1309; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve'n-nezâir, sh. 39-43, Dımaşk, 1403/ 1983; el-Bahru'r-râik, 1/296-297, Beyrut, ts.; el-Fetâva'l-Hindiye, 1/65; Ahmet et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 174; İbn Abidin, a.g.e., 295-296; Zihni Efendi, a.g.e., 84-86; Ö.N. Bilmen, a.g.e., sh. 118-119.
(21) Bâbertî a.g.e., 1/13; Ebû Gudde, Takdimetu Fethi bâbi'l-inâye bi şerhi kitabi'n-Nükaye, 1/14-15, Haleb, 1387/1967.
(22) Ebû Davud, es-Sünen, 1/200 (Salat, 145, No: 8(i4), Kahire, 1371/1952; Tirmizi el-Camiu's-sahih, 2/270 (Salat, 188, No: 413), Kahire, 1356/ 1937; Nesâî, es-Sünen, 1/232 (Salat, 9) Kahire 1312; İbn Mâce, es- Sünen, 1/458 (İkame, 202, No: 1425), Kahire, 1372/1952; Darimî, es- Sünen, 1/313, (Salat, 91) Mısır, 1349; Hâkim, el-Müstedrek, 1/394 (No:966), Beyrut, 1411/1990.
(23) 2/207, Kahire (Matbaatü’1-Mısrıyye), 1350/1951; Azimabâdî, Avnü'l-mâbûd, 2/116, Delhi, 1322; Seharenfûri, Bezlül-mechûd, 5/136; Mahmud Muhammed es-Sübkî, el-Menhelü'l-azbi'l-mevrûd, 5/311, Mısır, 1394; Süyûtî, Zehru'r-ruba ale'l-Mücteba, 1/233 (Sünen-i Nesâî ile birlikte); Haşiyetü's-Sindi ala Şerhi'n-Nesâî Lis's-Suyûtû, 1/232-233 (Sûnen-i Nesaî ile birlikte); Beğavî, Şerhu's-Sünne, 4/159, Dimaşk 1390-1400/1970-1980; Haydar Hatiboğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, 4/248. İst., 1983.
(24) İbn Abidin, Reddü'l-muhtar, 1/52-53; Ukûdu resmi'l-müftî (Mecmûatti'r-resâil içinde), sh. 11-12, İstanbul, 1325; M. Ebû Zehra Ebû Hanife, sh. 442-447, Kahire, İkinci baskı, ts.; Aynı eser, çeviren: Osman Keskioğlu, sh. 388-393, Ankara, 1962; Seyyid Bey, Usûl-ı Fıkh (Medhal), sh. 243-249; İstanbul, 1333; Ö. Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıye Kamusu, 1/324-325, İstanbul, 1949; Hayreddin Karaman, İslâm’ ın Işığında Günün Meseleleri, 2/505-506, Istanbul, 1988.

(İrfan YÜCEL, Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi, Güncel Dini Konular, s 37-51, DİB Yayınları, Ankara-1999)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 100.000+

Yorumlar

latifguler

ben Şafii mezhebindenim. 20 yildir namaz kilmadim. Şimdi tövbe ettim. Ben eski namazlarimi nasil kilacagim, teravihlere ve vitr namazina nasil niyet getirecem. 20 yillik orucumu nasil tutacam

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editör

1- Şâfiî mezhebine göre, üzerinde kaza namazı borcu olan bir insanın, bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar gerek beş vakit namazların sünnetlerini, gerekse diğer nafileleri kılması mekruhtur. Çünkü bir an önce kazaların kılınıp bitirilmesi gerekir. Bütün boş zamanlarını kaza namazı kılmakla geçirir.

Bu nedenle vakit namazlarına bağlı sünnetler ile teravih, teheccüd, tesbih, vitir namazı gibi sünnetler kılınmaz, bunların yerine kaza namazları kılınır.

Niyet ederken de kaza namazlarına niyet edilir. Cevap için tıklayınız...

2- Zamanında tutulmayan oruçlar mutlaka kaza edilmeli ve her bir gün için de bir fidye verilmelidir. Yine üzerinden geçen her bir yıl için de ayrıca birer fidye daha vermek gerekir. Maddi durumu iyi olmayan kimse, gücü yettiğ kadar verir.

Üzerinda kaza orucu olanlar, nafile oruç tutamazlar onun yerine kaza orucu tutarlar. Çok borcu olanların, haftanın ve ayın belli günlerinde oruç tutmayı adet haline getirirse zamanla bütün borçlarını ödeyebilir.

3- Şafii mezhebine göre oruç tutmayan kişi fidyeyi kime nasıl vermelidir. Ne kadar fidye ödemesi gerekir?

4- Şafii mezhebine göre namaz ve oruçların kazalarının niyeti nasıl olur?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
derince

bunlari okudukca cok caresiz hissediyorum Allah icin hic bir sey yapamiyoruz...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun