Allah'ın "ben, biz, o" zamirleri kullanmasını nasıl anlamalıyız?

Tarih: 31.05.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Allah Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinde "Ben" veya "Biz" yerine "o" ifadesini, üçüncü tekili kullanıyor. Bunun nedeni nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cümlenin akışına göre, üçüncü tekil şahsa ait Hu Ve” (O) zamiri, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. Bunun birçok hikmetleri vardır:

a. Arapça gramer açısından, daha önce geçen Allah lafaza-i celalin tekrar edilmesi yerine, ona ait zamiri kullanmak daha edebîdir.

b. Allah’a ait Hu Ve” "O", zamiri kullanıldığı zaman, muhatabın hayalinde, mertebece kendisinden ve her şeyden çok yüksek olan bir varlık canlanır ve yaratılmışlık ve yaratıcılık ilişkilerinden başka, onunla –deyim yerindeyse, haşa- bir akrabalık bağının olmadığı gerçeğinden hareketle ona karşı nazlanmayı değil, niyaz ve duayı, kulluk ve ibadeti esas alan bir tutum ve davranış içinde olur.

c. Hu Ve zamiri Kur’an’da  kullanılırken, Allah’ın mutlak bir varlık olduğunu gösterir. İhlas suresinin başında yer alan Kul Hu Vede olduğu gibi, başka bir şeye ait olduğunu gösteren bir işaret, bir karine olmadığı zaman, doğrudan Mutlak varlık olan Allah’ı gösterir. Bununla şu hakikati çağrıştırıyor:

“Ey İnsan! Sizin o şunu yaptı, o bunu yaptı... O bana ikramda bulundu, o benim işimi gördü.. vs. diye işaret ettiğiniz bütün 'O'lar, gerçek manada bir tek 'O'ya işaret etmektedir. O da Allah’tır. Çünkü kâinatta ondan başka müessir-i hakiki yoktur, ondan başka yaratıcı yoktur, ondan başka zarar ve yarar dokunduran yoktur."

Bu gerçeğe işaret eden delillerden biri de şudur:

“Allah” ism-i celilin ebced değeri 66’dır. Hu Ve zamirinin ebced değeri ise, 11’dir. 1’den 11’e kadarki sayıların toplamı 66’dır. Demek ki, Lafza-i celal bu zamirde şifrelenmiştir. Nitekim İhlas suesindeki söz konusu “Hu Ve” zamiri, sondan itibaren Kur’an’ın 66. kelimesidir.

d. Bu zamir Kur’an’da, özellikle İhlas suresindeki gibi “mutlak” olarak ifadesinde “şuhudî tevhid” vardır. Yani bu ifade Lâ meşhude illa hu manasına gelir. Varlıkta her şey Allah’ı göstermektedir. Her şey Onun isim ve sıfatlarının birer yansımasıdır ve onun fiilleridir. Onun için her şey onu gösteriyor, demektir. (bk. Sözler, s.696; ayrıca bk. On Üçüncü Söz, Hüve Nüktesi).

e. Kur’an’da “Ben-Biz" tabirleri kullanıldığı gibi, Allah ve diğer isimleri de kullanılmaktadır. İnsanlar, Allah’ın mahiyetini bilemezler. Onun isim ve sıfatlar gibi unvanlarla tanırlar. Allah lafza-i celal, bütün isim, sıfat ve unvanları içine alan kapsamlı bir ism-i azamdır. Söz gelimi, Halık denildiği zaman, yaratıcı, Gafur denildiği zaman bağışlayan, Rezzak denildiği zaman rızık veren akla gelir. Oysa Allah denildiği zaman hem Rezzak hem Gafur hem Halık gibi bütün isim ve sıfatları  akla gelir. Bu sebeple Allah lafza-i celal Kur’an’da iki bin küsur defa zikredilmiştir. İnsanlar ancak Allah lafza-i celalin penceresinden onun isim, sıfat ve zat-i akdesini mülahaza edebilirler. Bu mülahazayı zihinlere yerleştirmek için bu isim sıkça nazara verilmektedir.  Bu ismin üçüncü tekil şahıs gibi kullanılması ayrıca büyüklüğü de ifade etmektedir.

f. Allah kendisini, "Allah, Hakim Rahim" gibi isimlerle de tanıtmıştır. Çünkü Allah, kendisini kullarına tanıtmak istiyor. Allah’ı tanımak ise, onun vasıflarını gösteren unvanlarla mümkündür. Unvan ise, isim ve sıfatlarla ortaya konur. Bu sebeple, Allah Kur’an’da, kullanılan herhangi bir ifadenin manasına uygun olarak belli isim ve sıfatlarını aklın nazarına vermiştir. Yoksa, hiç görmediğimiz, sıfatlarını hiç duymadığımız, mahiyetini hiç idrak etmediğimiz bir varlığın “Ben” diyerek kendini bize tanıtması mümkün mü?

Nitekim Allah, Hz. Musa (as) ile doğrudan konuşurken bile “Ben” ifadesinin yanında, kendisini yaratıp terbiye eden,  rızkını veren, konuşma ve idrak etme kabiliyetini veren sıfatlarına işaret etmek üzere “Rabb” ismini de kullanmıştır:

“Ateşin yanına varınca birden: 'Mûsâ!' diye nida edildi. 'Haberin olsun, senin Rabbin benim!' denildi. 'Çıkar pabuçlarını hemen! Çünkü kutsal vâdidesin sen! (Evet, evet) Tûvâ’dasın sen! Peygamberliğe ben seçtim seni, öyleyse iyi dinle sana vahyedileni! Muhakkak ki benim gerçek ilah. Benden başka yoktur ilah. O hâlde sen de yalnız bana ibadet et! Beni anmak için namaz eda et!'” (Tâhâ, 20/11-14).

İlave bilgi için tıklayınız:

Her şeyi Allah yaratmıştır. Rabbimizin Kur'an-ı Kerim'de -Biz yarattık- buyurmasının hikmeti nedir?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

sgurergene

Ey iman edenler diye başlıyor. Yalnız açıklama ona göre düşünüldüğünde muhatap iman edenler diye görünmüyor mu?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editör

İnsanlar dünyada bir şeye ihtiyaç duyduklarında ya bunu satın alırlar ya dostlarından karşılıksız temin ederler ya da bir yabancıdan -araya bir dostu veya tanıdığı koyarak- elde ederler. Âhirette bu üç imkândan hiçbiri mevcut değildir. Orada kulun muhtaç olduğu geçer akçe dünya hayatında yaptığı hayırlardır, Allah rızâsı için yapılan harcamalardır, âhirette biçmek için dünya tarlasına ekilen to­humlardır.

"Allah için harcama" şeklinde çevirdiğimiz infak "O'nun rızâsı dışında bir karşılık beklemeden harcamak" demektir. Bu ibadet maksadıyla ve usulüne uygun olarak yapılırsa zekât olur, sadaka olur, kurban olur; aile ve akrabaya yönelik olur­sa nafaka olur. Hâsılı burada İnfak geniş mânada kullanılmış, yalnızca savaşa gi­denlere veya yoksullara yapılacak harcama ve yardım kastedilmemiştir.

Âhirette kulların amel defterleri dolu olursa (dünyada iken ibadet ve infak yapmış olurlarsa) o amellerin (geçer akçelerin) alacağı değerli şeyleri alırlar. Amel defterleri boş olursa dosttuk ve şefaatle işlerini yürütemez, ihtiyaçlarını gidere­mezler. Çünkü orada aracılık ve şefaat Allah'ın İznine bağlıdır, özel durumlara mahsustur ve ortada adalet terazisi (mîzân) vardır.

"... şefaatin olmadığı" ifadesinden, bunu kayıtlayan ve açıklayan naslar ol­masaydı, "âhirette hiçbir aracılığın ve şefaatin olmayacağı" sonucu çıkarılırdı. Halbuki hemen bunu takip eden âyette "Allah'ın izniyle şefaatin olabileceği" ifa­de edilmiştir. Ehl-i sünnet'e göre âhirette Allah Resulü'nün ümmetine şefaati ola­caktır; bu husus birçok âyet ve hadiste bildirilmektedir.1 Hz. Peygamber'den başka genel olarak peygamberler, melekler, şehidler, Kur'an ve müminlerin şefaatlerine de İzin verileceğine, bunların da bazı kimseler için şefaatçi olacaklarına dair hadisler vardır.2

Bu âyet-i kerimede, kendilerine şefaat edilmeyeceği bildirilen kimseler­den maksat, kâfirlerdir. Zira, daha önce de beyan edildiği gibi müminler, birbir­lerine karşı şefaatçi olacaklardır. Âyetin sonundaki: "Kâfirler, zalimlerin ta ken­dileridir." ifadesi de burada, şefaat görmeyecekleri beyen edilenlerin, kâfirler olduklarını ortaya koymaktadır. 3

1- bk. Bakara 2/48

2- Buharı, "Tevhîd", 24; Müslim, "îmân", 302; Ebû-Dâvûd, "CMd", 28; Dârimî, "Fedâilü'l-Kur'an", 1; Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur'an Yolu:I/275-276.

3- Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 2/106.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun