Peygamberlerin hayatlarında "Hayr-i kesir için şerr-i kalil irtikab edilir." yahut "ehven-i şerri ihtiyar" prensibine örnek gösterilebilecek bir olay var mıdır?

Tarih: 03.01.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hz. Peygamber (asm)'in hayatında cereyan eden bütün savaşlar bir nevi “ehven-i şer” olarak kabul edilmelidir. Gerek bu savaşlarda ve gerek genel olarak İslam tarafından emredilen maddî cihatlarda  bir çok müminin hayatını kaybetmesi, pek çok maddî kayıpların olması -maddî açıdan- bir zaradır ve bir şerdir. Ancak, yerine göre maddî cihadın terk edilmesi çok daha büyük bir zarar doğurabilir.

Şu ayette bu hususa vurgu yapılmıştır:

“Eğer Allah insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmı ile savmasaydı manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın adının çok anıldığı mescidler yıkılır giderdi. Dinine yardım edene Allah da elbette yardım edecektir. Muhakkak ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir.” (Hac, 22/40).

Ayrıca, “Fitnenin katilden daha büyük ve daha şedid olduğunu.” (bk. Bakara 2/191, 217) bildiren âyetler de bu konuya başka bir delildir. Yani, fitneye sebep olanları katletmek, insanların fitneye kapılmalarından daha ehvendir. Adam öldürmek elbette arzulanmaz. Ama bu adamların çıkardığı fitne yüzünden, nice insanların maddî ve manevî hayatları tehlikeye girecekse ve nice kanlar dökülecekse bu katl hadisesi ehven kalır.

Ehven, kelime anlamı itibariyle, "daha hafif"; şer ise, hayrın karşıtı olup, "meşru olmayan her türlü iş" demektir. Terkip olarak da ehven-i şer, diğerlerine kıyasla zarar ve fenalık bakımından daha hafif olan kötülük anlamında kullanılır.

Mecelle`de, "İki şerden, daha hafif olanı (ehven-i şerreyn) ihtiyâr olunur." (Mecelle, md. 29) şeklinde bir genel kural bulunmakta olup, bununla anlatılmak istenen şudur: Câiz ve meşrû olmayan iki şeyden birinin işlenilmesi durumunda kalınırsa, bunlar arasında kötülük ve fenalık bakımından daha az ve hafif olanı tercih edilir. Çünkü, haram olan bir şeyi işlemek, ancak zarûretten dolayı mübah kılınmaktadır.(Mecelle, md. 21). Zarûretler de kendi miktarlarınca takdir olunacağına göre (Mecelle, md. 22), daha hafif olan dururken, daha ağır ve büyük bir haramı işlemek zarûret sınırını aşmak olur.

Aynı muhtevada olmak üzere, "İki kötülükle karşı karşıya gelince daha hafif olanı işlenerek, büyüğünün çaresine bakılır." (Mecelle, md. 28) ve "Daha şiddetli olan zarar, daha hafif olan zararla izâle olunur." (Mecelle, md. 27) şeklinde iki genel kural daha vardır ve bunların her üçü de yaklaşık olarak aynı anlamı ifâde eder.

Ancak ifadelerden de anlaşılacağı gibi, iki kötüden hafif olanının yapılabilmesi için, hayır olan ihtimal (alternatıf) bulunmaması ve ikisinden birini mutlaka yapmak zorunda kalması şartları vardır.

Buna göre; şerlerin yanında bir de hayır varsa veya hayır olmasa bile şerlerin hiçbirini yapmadan da olunabiliyorsa şerrin hafif olanı da yapılamaz.

Meselâ: Yaralı bir adamın, secdeye gidince yarası akıyorsa ima ile oturarak kılar. Çünkü secdeyi terketmek namazı abdestsiz kılmaktan daha hafif bir zarardır. Hamile bir kadın öldüğünde, çocuğunun canlı olduğu umuluyorsa kadının karnı yarılıp çocuk çıkarılır. Etrafa yayılmasından endişe edilen bir yangını söndürmek için gerekirse itfaiye birisinin evini yıkabilir. Susuzluktan ölmek üzere olan birisi, şaraptan değil de biradan ölmeyecek kadar içer. Sünnetten ya da farzdan birinin mutlaka gideceği yerde, kalbi kan ağlayarak sünneti bırakır farzı yapar... (bk. Ali Haydar Efendi, dürer I/83 vd; M.Sıddık el-Burnû el-Veciz 82 vd)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun