Şems suresi 2. ayette geçen, takip eden Ay, ifadesi hangi anlama geliyor?

Tarih: 11.03.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bundan, Güneş battıktan sonra, Ay'ın gelip Güneşin yerine geçip ışık vermesi anlamı çıkar mı?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlgili ayetlerin mealleri:

"1. Yemin olsun, Güneş'e ve kuş­luğuna;
2. Işığı onun ardından geldiğinde Ay'a;
3. Onu
(dünyayı) aydınlattığında gündüze;
4. Onu karanlıkla örttüğünde geceye;
5. Göğe ve onu kurana;
6. Yere ve onu yayıp döşeyene;
7. Nefse ve onu
(insan olarak) şekillendirip dü­zenleyene.
8. Ona kötü ve iyi olma kabiliyetlerini verene!
9. Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir.
10. Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyan etmiştir." 
(Şems, 91/1-10)

Şems suresinde, bazı önemli kozmik varlıklara ve olaylara yemin edilerek, insan tabiatına hem iyilik hem kötülük eğilimlerinin verildiği bildirilmiştir. Bundan sonraki ayetlerde ise, bu eğilimlerini doğru kullanmayanların akıbetine örnek olmak üzere Semud topluluğunun helak edilişi anlatılmıştır.

Bu tür doğal varlıklar ve olaylar üzerine yemin edilmesi, hem evrenin genel düzenine, bunun insanlar için taşıdığı faydalara ve bu düzeni yaratıp yaşatan ilâhî kudretin büyüklüğüne, hem de sonraki âyetlerde ele alınan konunun önemine dikkat çekmeyi amaçlar.

"Kuşluğu" diye çevirdiğimiz "duhâhâ" tamlamasına "güneşin ışını, aydınlığı, sabah vakti, gündüz" gibi manalar da verilmiştir.

Ay’ın yani ışığının güneşin ardından gelmesi, ışığını ondan almasını veya güneş batınca ardından ayın doğmasını yahut ayın ilk göründüğü hilâl durumunu veya dolunay olduğu zamanlarını ifade ettiği gibi başka manalara da gelebilir.

Elmalılı Hamdi, Şems Suresi 2. ayeti şöyle tefsir eder:

"Ve Ay'a yemin olsun. Güneş'ten başka aya da yemin olsun, fakat her zaman değil onun peşinden geldiği zaman, yani güneşe uyduğu, onun batmasının ardından onu andırır bir surette doğduğu zaman ki bu tam anlamıyla ayın ondördünden onaltısına kadar "Leyâli-i bîz" (beyaz geceler) denilen dolunay gecelerinde görünür. Gerçi başlangıçtaki hilal şeklinde onbeş onaltısına kadar hatta sonundaki mihak gecesi (kameri ayın son üç gecesi) dışında her gece az çok görülebilirse de onaltısından sonra git gide gecikip eksilerek uzaklaştığı için, izleme ve uyma durumundan çıkmaya başladığı gibi, gittikçe büyüdüğü ilk haftalarında da henüz kütlesi tamam olmadan veya tamama yaklaşmadan evvel, bir güneşin ardından ona bağlı ikinci derecede bir güneş doğuyormuş gibi tam anlamıyla güneşe bağlı olmuş olmaz. Ancak ayın ortalarında dolunay gecelerindedir ki güneşin batması sırasında veya batmasının hemen ardından onu andıracak şekilde dolgun bir şekilde nurlu olarak doğar ve sabaha kadar da ışığı uzanıp gider. O zaman aya tam anlamıyla "güneşin talisi" yani güneşin ardından onun gibi gelen ikinci bir güneş demek açık olur."

"Telâ, "tülüv" mastarından fiil-i mazi (geçmiş zamanlı bir fiil)dir. Tülüv; tabi olmak, birine uyup ardınca gitmektir. Okumak manasına tilavet de bu köktendir. Razî der ki: Ayın güneşe tabi olmasıyla ilgili birkaç izah şekli vardır:

1. Güneş battığında ayın doğmada kalmasıdır ki ayın ilk yarısında olur. Güneş batınca ay aydınlatma hususunda ona tabi olur. Bu, Ata'nın İbnü Abbas'tan naklettiği görüştür.

2. Güneş batınca, ayın da batmada ona uymasıdır ki bu hilâl gecesi olur. Bu, Katâde ile Kelbî'nin görüşüdür.

3. Ferrâ demiştir ki: Bu tülüv'den, yani bağlı olmaktan maksat ayın güneşten ışık almasıdır. "Filan, şu hususta filana tabi olur." denilir ki onu ondan alır, demektir.

4. Zeccâc demiştir ki: yuvarlak hale gelmesi ve olgunlaşması zamanıdır. O vakit ay, ışık ve nurda ikinci bir güneş gibi olur. Yani ışığı olgunluğa erince aydınlatma hususunda güneşin yerine geçer gibi olur ki bu, leyali-i biz denilen ayın ondört, onbeş ve onaltıncı gecelerindedir.

5. Ay, görünen şekliyle kütlesinin büyüklüğünde güneşe tabi olduğu gibi, insanların menfaatlerinin bunların hareketine bağlı olması hususunda da ay güneşe tabi olur.

"Bu izahlardan her biri özel bir mana ifade temekle beraber hepsi, güneşin arkasından ayın ona bir uyuşu veya bir benzeyişi halini ve dolayısıyla ona uyup benzediği zaman demek olduğunu, bunun da doğma veya batmada, ışık veya kütlede veya faydada düşünülebileceğini anlatmış oluyor. Bu mana, ayın halden hale geçerken ışığını güneşten aldığını da dolayısıyla anlatmış olursa da, yemine bir kayıt olarak zikredildiği için o değişikliklerin her zamanına değil, bilhassa güneşe en çok uyduğu veya benzediği zaman ile kayıtlanmasını gerektiriyor. Bu ise Zeccâc'ın açıkladığı üzere, ayın ikinci bir güneş gibi olduğu dolunay gecelerinde açık olur. Sözün akışı hareket üzerinde değil, ışık üzerinde olmak itibariyle bu mana açıktır. Uyma ve takip manasına gelen tülüv, bir hareket manasını da içerse veya böyle bir manayı gerektirse de bunun ışık itibariyle bir uyma ve hareket olması yaraşır. Çünkü ay harekette dünyaya, ışıkta güneşe tabidir. Dünyanın etrafında döner. Güneşe olan konumuna göre ışığı değişir. Hareketi nazar-ı itibara alan beşinci izahta, ayın hareketi doğrudan doğruya güneşin hareketine bağlı olduğu zannedilmemek için ışık açısından, kütlesinin görünüşte büyümesi; hareket açısından da, hareketine insanların fayda ve yararlarının bağlı olması itibariyle benzerlik manasında bir uyma olduğunu açıklamıştır. Bunlar ise dördüncü izahta dahil demektir. Üçüncü izah şekli, manayı lazimi (gerekli mana) olmak gerektir."

"İkinci izah şekli, ilk hilale dikkat nazarlarını çekmek itibariyle uygun ise de, ayın sadece güneşin batması durumunda onun peşinden çıktığının söylenmesi itibariyle tercih etmeyi gerektirecek bir sebep olmadan tercihte bulunmak gibidir."

"Birinci izah şekli, hilalden tam dolunaya kadar ayın ilk yarısında günden güne artan gelişme safhalarını göstermek itibariyle dördüncüden daha kapsamlı ve maksat, ayın güneşe yönelmesinin arttığı ve doğması güneşin batmasını takip ettiği müddetçe ışığını artıra artıra olgunluk gayesine ve adeta ikinci bir güneşi andıran dolunay haline gelişini hatırlatmak olduğuna göre hepsinden daha anlamlıdır. Fakat asıl maksat, güneşin parıltısı gibi ayın da o olgunluk zirvesinde olan ışığına ve bunun güneşin ışığına tabi ve ondan sonra gelerek, ikinci derecede olduğunu anlatarak bununla nefs-i mülheme (ilham alan nefis)nin olgunlaşma ve düzelmesine bir zemin hazırlamak olduğuna göre dördüncü izah daha güzel ve daha açıktır. Bu suretle nurlanan aya yemin de, ışığın ateş gibi olan hararetli özelliğinden soyutlanarak sırf nur halinde yansıyan ve duyu organlarıyla duyulandan akıl yoluyla bulunana, görülenden görülmeyene, eserden müessir (eseri yapan)e geçişe vesile olan diğer bir durumuna yemin olmuş olur."

"Eğer tilavet kökünden istiare-i tebeiyye olarak düşünülüp de ayın ışığında duyularımızla göremediğimiz güneşin yansıyan ışığını dünyamıza yayarak, onu akıl sahiplerine akli delil ile andırması, bir okuyucunun Allah'ın kitabından bir âyet okuyarak manasını lafzî delil ile anlatmasına benzetilecek olursa, hem ilham alan nefsin temizlenmesi haline, hem de Kur'ân'a Nur ismi verilmesine de işaret edilmiş olacağı için pek beliğ bir izah şekli olacaktır." (bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

7. âyette insan (nefs) üzerine yemin edilmesi, onun fıtrî üstünlüğüne işaret eder. "Nefsin (insan olarak) şekillendirilip düzenlenmesi"nden maksat ona maddî ve manevî güçlerin yerleştirilmesi, her gücün yapacağı görevin tayin edilmesi ve nefse bu güçleri kullanacak organların verilmesidir.

8. âyetteki "fücur" her türlü kötülüğü, günah ve sapmayı; âyette fücurun karşıtı olarak kullanılan "takva" ise doğruluk, iyilik ve hak yolda kararlılığı ifade eder. Aynı âyetteki "elheme" fiilinin mastarı olan ilham, bu bağlamda fücur ve takva kelimeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, "Allah Teâlâ'nın insanın fıtratına doğru ve yanlışı, iyilik ve kötülüğü, günah ve sevabı bilme, tanıma, ayırt etme, birini veya diğerini seçip yapma gücü ve özgürlüğü vermesi"; dolayısıyla "insanın her türlü deney ve öğrenimden önce, apriorik/doğuştan/kendiliğinden var olarak bu yeteneklerle donanmış bulunması" şeklinde açıklanabilir.

Böylece Kur'an'ın insan anlayışının bir özeti sayılabilecek olan 7-8. âyetler, insanın ahlâkî bakımdan çift kutuplu bir varlık olduğunu, iyilik veya kötülük yollarından dilediğini seçebilecek bir tabiatta yaratıldığını ve onun kurtuluş veya mahvoluşunun bu seçime bağlı bulunduğunu göstermektedir. (bk. Kur’an Yolu, Heyet, ilgili ayetlerin tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun