Felsefe neden kötülenmektedir? Bir Müslüman felsefeye karşı çıkabilir mi?

Tarih: 09.03.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Önce felsefe hakkında özet bir bilgi verelim:  

Felsefe, Yunanca “philosophia” kelimesinden Arapçaya, oradan da dilimize girmiş bir kavramdır. Philosophia kavramı,  “philo” ve “sophia” kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur. “Sophia” Yunanca’da “bilgelik ve hikmet” kavramlarına karşılık gelmektedir. İlkçağ filozoflarından Pisagor’a kadar Yunan literatüründe düşünür ve filozoflar için sophia kelimesi kullanılmıştır. Yani bu filozoftan öncekiler kendilerini bilge ve hikmet sahibi insanlar olarak nitelendirmişlerdir.

Pisagor ise, gerçek anlamda bilge ve hikmet sahibi olmanın ancak Tanrı için söz konusu olabileceğini ifade ederek, insanın mutlak bilge ya da hikmet sahibi olmasını imkânsız görmüş; onun ancak hikmeti ya da bilgeliği seven kişi olacağını ileri sürerek “sophia” kelimesinin önüne “philo” kavramını ilave etmiştir. “Philo” ise seven anlamına gelir. Dolayısıyla Pisagor’a göre, insan gerçek anlamda bilge ve hikmet sahibi olamayacağı için ancak hikmeti seven olabilir.

O halde Türkçemizde kullandığımız felsefe (Philosophia) kelimesi hikmeti ve bilgeliği seven anlamını ihtiva etmekte, filozof kavramı da tecrübeli olmaya istekli, bilmeye ilgi ve sevgi duyan anlamına gelmektedir. İşte ilk çağlarda “hikmet ve bilgelik sevgisi” olarak kabul edilen “Philosophia”’nın (felsefe), temel esaslarından birisi olan “Hikmet”, hem ilim, hem de fazilet anlamlarını ihtiva etmektedir. Buna göre felsefe sözünden hem olup biteni bilme, hem de iyi olanı keşfetme anlamlarını çıkarabiliriz.

Ünlü İslam Filozofu İbn Sina felsefeyi şu şekilde tanımlamaktadır: Felsefe, insanın objelere, tüm hakikatlere vakıf olabileceği kadar vakıf olması, onların sırrına ermeye çalışması” dır. Filozoflar, insan hayatıyla ilgili her şeyi, akıl merkezli olarak, düşünmekle, felsefeyi, her şeyi araştıran bir alan olarak görmüşlerdir.

Bilginin ve bilgeliğin nasıl olduğu, felsefenin nasıl tanımlanacağı konusunda çok değişik görüşler mevcuttur. Bu nedenle felsefenin tek bir tanımını yapmak oldukça zordur. Ancak yine de felsefenin genel özelliklerini göz önünde bulundurarak onu şu şekilde tanımlamak yanlış olmaz. Felsefe, “var olan her şey üzerinde rasyonel, eleştirel, objektif, tutarlı ve şümullü bir düşünme etkinliğidir.” Bu tanımdan hareketle de felsefi bilginin temel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Felsefi bilgi, araştırma ve incelemeye dayanarak eleştirel bir düşünmenin sonucunda ortaya çıkar.

2. Felsefi bilgi, ele alınan konuların, akıl temelli bir sistem içinde yorumlandığı bilgidir.

3. Felsefi bilgi, birikimsel olarak ilerleyen bir bilgi türüdür.

4. Felsefi bilgi, birleştirici ve bütünleyicidir.

5. Felsefi bilgi, bilimsel bilgi gibi deneyle ya da gözlemle kanıtlanamaz. O sürekliliği ve yeni yorumları içerdiğinden dolayı doğruluğu açıkça saptanabilecek bir bilgi türü de değildir.

Felsefenin ele aldığı konular üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar; Ontoloji (Varlık), Epistemoloji (Bilgi) ve Aksiyoloji  (Değerler) dir. Buna göre Ontoloji, evrenin varlığı, nasıl meydana geldiği, evrenin içinde var olan her şeyi ele alırken;  Epistemoloji, bilginin tanımı,  kaynağı, ölçütü, imkanı, alanı ve kapsamını, ayrıca mantık ve bilimi konu edinmektedir. Aksiyoloji ise, din, ahlak, estetik, siyaset ve eğitim gibi temel konular üzerindeki düşünme etkinliğidir.

Bu kısa bilgilendirmeden sonra sorunun cevabına geçelim.

Bir hususu önemle belirtmek gerekiyor: Dinimizin uygun görmediği felsefe, mazideki felsefi görüşlerden çok, bu asrın gündemine oturan yanlış hayat telakkileridir. Bunların sonu, genellikle küfre, dinsizliğe çıkmaktadır. Felsefe kelimesi bu kâinatı “mana-yı ismiyle” inceleyen, yani yaratıcıyı hiç dikkate almadan sadece eserlere nazar eden “fen bilimleri” olarak kullanılmaktadır.

Bu anlamdaki felsefeye karşı çıkılması, insanların sadece akli ilimlerle uğraşıp, kendilerini ve bu âlemi sahipsiz telakki etmeleri, Allah’ı ve ahireti hiç hatırlamadan sadece dünyaya çalışmaları sebebiyledir.

Bediüzzaman, Münazarat isimli eserinde, dini ilimlerle fen ilimleri iki ayrı kanada benzetmiş, “talebenin himmetinin bu iki kanat ile pervaz edeceği,” uçacağı, yükseleceği vurgulamıştır. Lemaat isimli eserinde ise din ilimleri gözün siyah kısmına, fen bilgileri ise beyaz kısmına benzetmiş, her ikisinin birlikteliğiyle gözün görev yapabileceğine, ama asıl gören kısmın gözün siyahı olduğuna dikkat çekmiştir. “Nur-u akıl kalpten gelir.” diyerek, imanın mahalli olan kalbi ihmal ederek sadece akılla iştigal etmenin insanı karanlıkta bırakacağına dikkat çekilmiştir.

İşte karşı çıkılan felsefe, sadece aklı esas alan tek kanatlı ve nursuz felsefedir. Yoksa, hiç bir Müslümanın, fen bilimlerine karşı çıktığı düşünülemez. Zira, onun en mümtaz özelliklerinden biri, kâinatı ve ondaki hadiseleri Allah’ın varlığına, birliğine, sıfatlarının sonsuzluğuna delil olarak görmesi ve davasının izah ve ispatında bu fenni gerçeklerden azami derecede faydalanmasıdır.

İnsanlar madde ile fazla uğraşmaları sonucu maneviyattan uzaklaşmışlar, hayatı sadece dünya hayatı olarak görmeye, insanın gayesini de “refah içinde rahat yaşama” şeklinde belirlemişlerdir. Bu ise, insanları dinden uzaklaştırmış, dünyaya bağlamış ve sefahate yönlendirmiştir.

Olayları vahiy eksenli olarak gören ve izah eden peygamberlerle, sadece aklı esas alan felsefeciler arasındaki fikri mücadele tarih boyunca devam etmiştir. Ancak, günümüzün fen ve teknoloji asrında mazideki manada bir felsefe değil, aklın ürünü olan fen bilimlerini her konuda yeterli görme manasına bir felsefe söz konusudur. Bu asrın fikir tartışmaları, Milattan önceki felsefi akımlarınkinden çok farklıdır. Bu asırda dinden uzak kalmış bir kısım bilim adamları, tabiatı ve maddeyi, maneviyatı inkâr için birer alet olarak kullanma yoluna gitmişler, dine karşı adeta bir savaş açmışlardır. Kendi köşesinde,  felsefi görüşünü dile getirmekle yetinen felsefecilerle bu asrın inançsız bilim adamları birbirinden çok farklıdır. Dolayısıyla, felsefenin o asırlardaki manası ile bu asırdaki manası da birbirinden çok uzaktır.

Yakın tarihe kadar, komünist ülkelerde “ateizm, evrim ve materyalizm” akımları ders kitaplarına alınmış ve dinsiz bir gençlik yetişmesine titizlikle çalışılmıştır. Gelişmiş ülkelerde ise teknolojideki  baş döndürücü ilerleme sonucu, “menfaat, madde ve sefahat” toplum hayatında hükmetmeye başlamış, bunun sonucu da yine sefih ve dinsiz bir neslin yetişmesi olmuştur.  Bütün bunlar insanların “vahiyden uzaklaşıp kendi akıllarının mahsulü  olan batıl görüşlere sapmaları” sonucu ortaya çıkmıştır.

Buna göre bir Müslüman, gerçekte imansızlığı ve dinsizliği hedef alan felsefeye karşıdır; din ile barışık olan felsefeye hiç bir Müslüman karşı olmaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun