Kalb fıkhı, kalbin fıkhı ne demektir? Bizi Allahuteala'ya yaklaştırdığı söyleniyor?
Değerli kardeşimiz,
Fıkıh kelimesinin sözlük anlamı, bilmek, anlamak, derin anlayış sahibi olmak, bir ifadenin, bir olayın arka planını görmek, sebep-sonuç ilişkisini kavramaktır.(krş Lisanu’l-Arab, FKH maddesi).
“Kalbin fıkhı” tabiri, fazla yaygın olmamakla beraber, Kur’an’ın ifadesine uygundur.
Bir ayette, cehennemlik olanların özelliklerinden söz edilirken mealen şu ifadelere yer verilmiştir:
“…onların kalpleri vardır, ama onlarla idrak etmezler; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır onlarla işitmezler.”(Araf, 7/179).
“İdrak etmezler” şeklinde mana verdiğimiz kelimenin aslı “fıkıh” kökünden gelen bir fiille ifade edilmiştir.
Kalp kelimesi, geniş anlamıyla aklı da içine alır. Buna göre, kalp ve aklın fıkhı, onların gerçeği kavramaları anlamına gelir.
Allah’a yaklaşmanın tek yolu, İslam dininin emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat çizgisini takip etmektir. Bu çizgiyi takip etmek için, akıl ve kalbi vahyin ışığı altında eğitip, fakih/anlayışlı kılmak gerekir. Bunun -birinin diğerini tamamlayıcısı olan- iki yolu vardır: Birincisi ilim, ikincisi ameldir.
Çağımızın özel bir ihtiyacı olan iki kanatlı eğitim görmek; kalbi nurlandıran dinî ilimlerin yanında, aklı ışıklandıran fen bilimlerini de okumak, onlardan dersler çıkarmak suretiyle fakih olmak gerekir. Bilindiği üzere, kalbin ışığı dinî ilimlerdir, aklın ışığı ise müspet ilimlerdir. Bu iki kanatla kemalâtın zirvesine doğru uçmak mümkün olacaktır.
Burada kalbin fıkhına bir misal vermekte yarar vardır. Konuyu manay-ı ismî (her şeye maddeci bir nazarla bakma) ile mana-yi harfî (her şeyi Allah’a götüren bir pencere olarak görme) çerçevesinde değerlendirmekte fayda görüyoruz:
Söz gelimi, maddeci bir zihniyet, gözü bir fotoğraf makinesi, kulağı da bir fonograf gibi düşünür, onların fizikî yapılarından öteye çıkmaz. Ne aklı işin arka planını düşünecek kapasitede, ne de kalbi bunların sır perdelerini aralayabilecek bir kabiliyettedir. Çünkü, mana-yı ismî/ maddeci bakışları işlerin hikmet kapılarını yüzlerine kapatmıştır.
Mana-yı harfîyle/ vahyin ışığı altında kazanılmış bir perspektifle konuya bakanlar ise şöyle düşünürler: Bu göz gerçekten çok harika bir sanattır. Fakat bundan daha harikası, onun 150 milyon km. uzaklıktaki güneşle alış-veriş halinde olmasıdır. Çünkü, güneş olmazsa, gözün beş para değeri olmaz. Öyleyse, güneşi yaratan kudret benim gözümü de yaratan aynı kudrettir. Gözümün işlemesini güneşe bağlayan Allah, bununla kâinatta bir birlik nakşını dokumuş ve kendi birliğine bir işaret kılmıştır.
Yine vahiy penceresinden kulağa bakan şöyle tefekkür eder: Bu kulak hakikaten pek harika bir sanattır. Fakat kulağın işlemesinin anahtarını atmosfere/havaya bağlayan hikmet bundan çok daha harikadır. Demek ki, atmosferi yaratan kudret, kulağımı da yaratmıştır.
İlahî hikmet, yüzlerce tat alma ölçücüklerini damağımıza taktığı gibi, binlerce zevk alma ölçücüklerini de dimağımıza takmıştır. Birinin lezzeti maddidir, hissidir, fizikîdir; diğerininki manevîdir, ilmîdir, aklîdir, kalbîdir. Deyim yerindeyse, maddî zevkler nefsin fıkhıdır, manevî olanlar ise kalbin fıkhıdır.
Son olarak kalbin fıkhının ne anlama geldiğini gösteren başka bir ayet-i celileyi zikretmekte yarar vardır:
Allah, bazı münafıkların gerçekten uzak değerlendirmelerini anlatırken, onların fıkıhsız/anlayışsız olduklarına dikkat çekmiştir:
“Onlara bir iyilik ulaşınca ‘bu Allah’tandır’ derler. Bir fenalık gelince(Hz. Peygambere;)’bu senin yüzündendir’ derler. Deki: hepsi de Allah’tandır. Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamıyorlar/gerçeği idrak edemiyorlar. Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.”(Nisa, 4/78).
Bu ayetten anlaşılıyor ki, iyilik ve kötülük/hayır ve şerrin iki yönü vardır. İnsana bakan kesp yönü, Allah’a bakan yaratma ciheti. Fenalıkların sebebi, insanın kendi nefsidir. Çünkü insanın nefsi fena şeylere meyillidir. Fakat yaratması ise Allah’a aittir. Hayırların sebebi Allah’ın rahmetidir. İnsanın onda itibar edilir bir payı yoktur. Yaratması da ona aittir.
İşte ayette bu incelikleri kavramayanlara “fıkıhsız, anlayışsız” denmiştir. Bu inceliklere vakıf olmak, fakih olmak anlamına gelir. Efendimiz (asv)'in, Abdullah b. Abbas için yaptığı “Allahumme fakkıhhu fid’din = Allah’ım! Onu dinde fakih kıl.” duasını da bu kalbî ve aklî fıkıh çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Nitekim Hz. Ali (ra), onun hakkında “İbn Abbas, gerçekleri anlatırken, sanki gaybın duvarlarının arkasına bakıp da öyle konuşur, zannedersiniz” demiştir. Rabbim, bize de bu fıkıhtan bir pey nasip etsin.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- “İyilik de kötülük de Allah'tandır...”ayeti nasıl anlamalıyız?
- Olayları olmadan önce rüya yoluyla görmenin hikmeti nedir?
- İnsana, elest bezmin(bezm-i elest)deyken olmuş olacak her şey gösterilmiştir, biz bunları çeşitli kayıtlar altına girme sonucu (beden, aura, vs...) unuturuz, ifadeleri doğru mudur?
- Kötülük dokunursa kendindendir ayetiyle ilgili görüşler nedir?
- Kainata ve içindekilere, Mana-yı harfî ve mana-yı ismî ile bakmak ne demektir? Biyoloji, fizik, botanik gibi ilimleri, Yaratcıya vererek anlatmak, “ilmin tarafsızlığı” ilkesine aykırı olmaz mı?
- Tasavvufu bilip fıkhı bilmeyen küfre mi girmiş olur?
- Tevessül şirktir diyenlere cevaplar 2- Ancak senden yardım dileriz ayeti tevessüle zıt mıdır?
- Meleklerin insana destek olması nasıl anlaşılmalıdır?
- Tevessül, ayet ve hadislere göre caiz midir?
- Bilimi İslam’a göre yorumlama becerisini nasıl alabilirim?