Mobbing nedir; Müslüman mobbing yapar mı?
- Mobbing yapan ile yapılan arasında hak hukuk ortaya çıkar mı?
Değerli kardeşimiz,
Mobbing, Latince'de; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermektir. Özellikle hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolün zayıf olduğu örgütlerde, gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun, diğerlerine psikolojik yollardan, uzun süreli sistematik baskı uygulamasıdır. Son dönemde sosyoloji ve hukuk başta olmak üzere çeşitli alanlarda disiplinler arası çalışılan bir konu haline gelmiştir.
Mobbing sözcüğü, önceleri çocukların birbiriyle olan zorbalık ilişkilerini tanımlamakta kullanılmıştır. İşyerlerinde de 1950-1960’lı yıllarda yapılan araştırmalar, mobbingin sadece çocuklar arasında yaşanmadığını ortaya koymuştur.
Mobbing duygusal bir saldırıdır. Yaş, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeden, taciz, rahatsız etme ve kötü davranış yoluyla herhangi bir kişiye yönelen saldırganlıktır. Kişiyi iş yaşamından dışlamak amacıyla kasıtlı olarak yapılır. Kişinin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlar. İşveren ima ve alayla, karşısındakinin toplumsal itibarını düşürmeye yönelik saldırgan bir ortam oluşturarak kişiyi işten ayrılmaya zorlar.
İslam’da maddî-manevî her türlü baskı, taciz, şiddet, haksızlık yasaklanmıştır. Bunların her çeşidi bir zulümdür. Zulmün âhiretteki azabını bildiren bir hadis şöyledir:
"Zulümden sakınınız. Zira zulüm, kıyamet günü (sahibini saran) karanlıklar (olacak)dır." (Buhârî, Mezâlim, 8; Tirmizi, Birr, 83).
Mobbing, bütün çeşitleriyle insan haklarının bir ihlalidir. Kul hakkının İslam’daki yeri bilinmektedir.
İslâm dininde zulmün yerinin olmadığı belirtmiştir. Peygamber Efendimiz (asm);
"Mazlumun duasından sakınınız. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur." (Buharî, Cihâd, 180)
diyerek, zulmün ne kadar kötü ve zararlı bir şey olduğuna işaret etmiştir. Diğer bir hadiste de;
"Müslüman, diğer Müslümanların onun elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir." (Buharî, İmân, 4, 5; Rikâk, 26; Müslim, İmân, 64, 65; Ebû Dâvud, Cihâd, 3; Tirmizî, Kıyâme, 53, İmân,13)
diyerek, zulmün nasıl bir afet olduğunu ifade etmiştir.
Ebû Musa (r.a)'dan nakledildiğine göre, Hz. Muhammed (asm);
"Allah, zalime (bir müddet) mühlet verir. Onu bir defa yakaladığı vakit de felâh vermez." Ondan sonra da:
"İşte Rabb'in, zulmeden şehirlerin (halkını) yakaladığı zaman, böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çok çetindir." (Hud, 11/102)
(meâlindeki) âyeti okunmuştur. (Buhârî, Tefsir sre 11, 5; Müslim, Birr, 62; İbn Mâce, Fiten, 22).
Bir de Rasûlüllah (asm) dünya hayatında insanlara zulmetmenin, ahirette, zulmeden kişiyi iflasa götüreceğini bildirmiştir. Ebû Hureyre (r.a)'ın naklettiğine göre, (bir gün);
"Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sormuştur. (Hazır bulunan) ashâb:
"Müflis bizim aramızda, parası olmayan ve malı bulunmayandır." deyince, o şöyle devam etmiştir:
"Ümmetimden müflis, kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevabı ile (ve amel defterine) şuna sövdü, buna zina iftirası yaptı, şunun malını yedi, bunun kanını döktü, şunu dövdü (diye yazılmış olarak) gelen kimsedir. Onun hasenatının sevâbından (hak sahibi olan) şuna, buna verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce ibadet ve iyiliklerinin sevabı tükenirse, alacaklıların günahlarından alınıp onun üzerine yüklenir. Sonra (onların günahları ile birlikte) cehenneme atılır." (Müslim, Birr, 60; Ahmed b. Hanbel, II, 303, 324, 372).
Can ve malın korunması gibi, insanın aklını, neslini, ırzını (namus, haysiyet, şeref, onurunu) korumak da bütün semavî dinlerin ön planda tuttuğu en büyük evrensel insanî değerlerdir. Adı ne olursa olsun, hangi şartlar altında olursa olsun, bunlara yapılan saldırılar, İslam hukukuna, insanlık haklarına yapılmış saldırılar olup Allah’ın yasaklarını çiğnemek anlamına gelir.
Kul hakkını, ancak kul affeder. Buna göre, daha dünyada iken bu hakkı telafi etmenin yolunu bulmak gerekir. Şayet bulamaz isek, ahirete kalmış olur ki, bu durum daha tehlikelidir.
İnsan şerefli bir mahluktur. Onun hürriyet, haysiyet, namus ve şeref gibi manevî hukukuna yönelik bir haksızlık kadar, canına ve malına yapılan bir tecavüz de o nisbette ağır bir mes'uliyeti gerektirir.
İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir davranışta bulunmuş olabilir. Hattâ onu mağdur bir duruma düşürüp bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir. Bir fert olarak kendimizi her ne kadar çekip çevirsek, hakperest olarak kalmaya azmetsek de, birtakım hata ve kusurlara kapılmaktan tamamıyla kurtulamıyoruz.
İnsanlık hali olan böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız? "Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke yapmasaydım" diyerek iç dünyamızda hesaplaşmamız kâfi gelir mi? Yoksa meselenin telâfisine gidip de hatamızı düzelterek helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildiririz?
İslâm'da esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah'a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler. Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte , maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyururlar:
"Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helalleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir." (Buhari, Mezalim, 10)
Evet, Peygamberimiz (asm)'ın da tavsiyesine göre, bu durumda helâlleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır. Bunun için mesele, hak sahibinin gönlünü almada, rızasını kazanmada kalıyor. Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız nisbetinde onun razı olabileceği nisbette hakkını verirsiniz.
Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz. Muhatabınız da sizi hoş karşılar, müsamaha ve anlayış gösterirse, mes'uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken helâlleşerek âhiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.
Bununla birlikte vicdan azabı çekiyorsanız, ayrıca tövbe istiğfar edersiniz.
"Pişmanlık tövbenin kendisidir.",
"Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur."
mealindeki hadis-i şeriflerin sırrıyla Allah katında da rahata kavuşmuş olursunuz. (et-Tergîb ve't-Terhîb, 4:97)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet