Tüp bebekle çocuk sahibi olmak caiz midir, şartları nelerdir?
- Cinsiyet belirleme yöntemleri caiz midir?
Değerli kardeşimiz,
1. Tüp Bebek Nedir?
Çocuksuz ailelerde anne adaylarından elde edilen en az 7-9 yumurta hücresi baba adayının spermleri ile laboratuar koşullarında döllenir ve yine laboratuar koşullarında embriyoların gelişmesi için üç gün beklenir. Elde edilen embriyolardan iki ile üçü rahme yerleştirilir. Bu işlem başarılı bir gebeliğe yol açarsa, hazırlanmış olan diğer embriyolara ihtiyaç kalmaz. Bu embriyolar çiftlerin isteği doğrultusunda, daha sonra kendileri için başka bir gebelikte kullanılmak veya başka evli ve çocuksuz çiftlere bağışlanmak üzere veya kök hücre geliştirmek üzere dondurulmaktadır.
Tüp bebek (IVF) uygulamasının safhaları şunlardır:
a. Anneye birtakım hormonlar aşılamak suretiyle yumurtalıklar uyarılarak birçok yumurta elde edilmekte,
b. Anne yumurtalığından alınan yumurtalar ile babadan alınan erkek tohum hücreleri (sperm) karşılaştırılarak laboratuarda döllenmekte,
c. Birçok blastocist elde edilmekte,
d. Laboratuvar’da hazırlanmış birkaç tane blastocist anne rahimine konmakta,
e. Eğer anne hamile kalırsa diğer blastocistler yok edilmekte, ya da araştırmalarda ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmakta,
f. Anne veya babanın çocuk yapma kabiliyeti yoksa, başka kadın veya erkeklerden sperm veya yumurtalık elde edilmekte,
g. Anne rahmi uygun değilse taşıyıcı anne bulunmaktadır.
Şimdiye kadar hemen hemen bütün İslam âlimleri, normal yoldan çocuk sahibi olamayan eşlerin, kocanın spermi ile karısının yumurtasının dışarıda döllenerek kadının rahmine yerleştirilmesi ya da kocanın sperminin mikroenjeksiyon yöntemiyle hanımının rahmine ulaştırılarak çocuk sahibi olmalarının caiz olacağına; tüp bebek uygulaması belirlenen bu standartların dışına çıkıldığı ve araya yabancı unsur sokulduğu; yani sperm, yumurta ve rahimden biri karı-koca dışında başka bir şahsa ait olduğu takdirde caiz olmamaktadır. Çünkü meşrû bir çocuğun, gerek sperm ve yumurta, gerekse rahim bakımından nikâhlı karı-kocaya ait olmasında İslam Dini’nin genel prensipleri bakımından zaruret vardır.
Ancak tüp bebek yönteminde birden fazla blastocist üretilmesi ve bunlardan bir kısmının ana rahmine konması ve diğer blastocistlerin yok edilmesi yada araştırmalarda ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılması, tüp bebek konusunu dini açıdan yeniden tartışılır hale getirmektedir. Çünkü sperm ve yumurtanın döllenmesinden itibaren, oluşan zigotu insan olarak kabul eden bilim adamları bulunmaktadır. Buna göre insana ilk anından itibaren bir birey olarak saygı duyulmalı, hukuki hakları tanınmalı ve ihlal edilmemelidir.
Bu sakıncayı giderebilmek için, tüp bebek uygulamasında eğer mümkünse ihtiyaçtan fazla yumurta döllenmemeli ve bunlar ilmî-teknolojik imkânlarla korunmalı, sadece ihtiyaç duyulan yumurtaların döllenmesiyle yetinmelidir. Aksi takdirde fazla aşılanmış yumurtaların imha edilmesi dini yönden sakıncalı olacaktır.
Katolik kilisesi de tüp bebek uygulamaları sonunda elde edilen kök hücrelerin itlafını kabul etmemektedir.
2. Yumurta / Sperm Dondurulması ve Bağışı
İlk olarak spermin başarıyla dondurulup çözülmesinin ardından embriyonun da dondurulmasına başlandı. Nitekim dondurulmuş ve çözülmüş insan yumurtasından elde edilen ilk gebelik 1986 yılında Chen tarafından gerçekleştirildi. Bu ilk başarıdan sonra dünyada birçok merkezde yumurta dondurma teknolojisinin geliştirilmesi için çalışmalar yapıldı. Yumurta büyük ve kompleks bir yapı olduğundan düşük ısılara karşı çok hassastır. İlk çalışmalarda olgun olmayan yumurtaların dondurulması önerilirken, bugün yapılan çalışmalarda olgun olan yumurtaların dondurma işlemine daha dayanıklı olduğu gösterilmiştir. Yumurta, toplama işlemi sonrasında yumurtalar etrafındaki hücrelerden temizlenir ve normal olan olgun yumurtalar dondurulur. Dondurma işlemi esnasında ısının hangi hızla azalacağı, hangi koruyucu maddenin kullanılacağının seçilmesi çok önemlidir. Yumurta dondurma işleminden sonra, dondurulmuş yumurtalar sıvı nitrojen içerisine (-196°C) konulur. Sıvı nitrojen içerisindeki yumurta genetik olarak uzun süre bozulmadan kalabilir. Yumurta dondurma çözme sonrası doğan bebeklerde bir sakatlık görülmemiştir. İlk zamanlarda çözme işlemi sonrasında yüzde 60 yumurta canlı kalırken günümüzde bu oran yüzde 80-90’lara ulaşmıştır. Aynı zamanda, yumurta çözme işlemi sonrasında başlangıçta düşük olan döllenme oranları mikroenjeksiyonun kullanılmaya başlamasıyla birlikte artmıştır. Bu işlemler artık çok sık yapıldığı için konuyla ilgili banka terimi kullanılmaktadır. Bu nedenle sperm ve yumurta bankalarının yanı sıra, günümüzde embriyo bankalarından da söz edilmektedir.
Yumurtaları alınıp dondurularak saklanan kadınların ileride iyileşmeleri durumunda bunlar yine kendilerine verilecekse bu durum dini açıdan bir sakınca teşkil etmez. Ancak bu yumurtaların başka kadınlara nakledilmesi caiz değildir. Çünkü yumurta, kromozomlar sayesinde annenin bir takım kişisel özelliklerini/genetik şifresini taşır. Yumurta hücresi bir kadından diğerine aktarıldığında, bütün özellikleri sahip olduğu miras hakkıyla birlikte aktarılmış olmaktadır. Böylece bu nakil işlemi potansiyel olarak ileride ortaya çıkabilecek dînî, hukuki, sosyal ve psikolojik vb. bir çok problemi de beraberinde getirecektir. Bu nedenle aşılanmış yumurtaların bir başka kadında kullanılması caiz değildir.
Sperm konusuna gelince, bankaya konan sperm, erkeğin ileride kendi nikahlı eşinin rahmine, tüp bebek yöntemiyle yerleştirilip gebe kalmasını sağlamak amacıyla verilecekse bu uygulama zaruret durumlarında caizdir. Ancak böyle yapılmayıp, bankada toplanan spermler, daha sonra talepte bulunacak olan diğer kadınlara verilecekse caiz değildir. Çünkü bu işlem, zinanın yasaklanış gerekçelerinden birisi olan çocuğun nesebinin sahih olmaması, nesep karışıklığı sonucunu doğuracaktır. Onun için sperm verenin de talip olup alanın da ortak sorumluluğu vardır. Aralarında nikah bağı olmadığı için yaptıkları iş günahtır.
Kısaca sperm bankasına sperm vermek, sperm almak -nikahlı eşler arasındaki alışveriş hariç- haram olmanın yanısıra, sosyal bir felakettir. Çünkü bütün ilahi dinlerin ortak beş hedefinden birisi neslin korunmasıdır. Zinanın haram kılınmasının en önemli nedenlerinden biri de budur. Bu uygulama nesillerin dejenere olmasına, nesebi belli olmayan çocukların dünyaya gelmesine, sperm yoluyla stratejik amaçlı olarak bir çok hastalıkların aktarılabilme olasılığına vb. bir çok sosyal problemlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vereceği için caiz değildir. Ancak çeşitli tıbbî nedenlerden dolayı kişinin kendi spermi alınıp dondurularak daha sonra kendi nikahlı eşine verilirse bu uygulama caiz olur.
3. Kök hücre ve Tedavi Amaçlı Kullanımı Mümkün mü?
Kök hücreler hayatın temel taşları ve insan vücudunu oluşturan ana hücrelerdir. Kök hücreler, sınırsız bölünme, her türlü vücut hücresine dönüşebilme ve yeni görevler üstlenme imkân ve özelliğine sahiptir. Kök hücre araştırmaları günümüzün en önemli, aynı zamanda en tartışmalı konusunu oluşturmaktadır. Doku ve organları yenileme bağlamında ki üstün potansiyelinin yanı sıra, doku harabiyeti ve/veya kaybı sonucunda ortaya çıkan pek çok hastalığın ve bozukluğun tedavisine (sağaltımına) yönelik tıp dünyasında ve toplumda büyük beklentiler doğurmaktadır.
Kök hücrelerin bir kaynağı yetişkin kemik iliğinden elde edilen dokulardır. Ancak araştırmalar erişkin bireylerin farklılaşmış olan dokularında bulunan bu tür kök hücrelerin farklı yönlerde gelişme yeteneklerinin oldukça kısıtlanmış olduğunu ortaya koymaktadır. Beklentilere gerçek anlamda karşılık verme potansiyeli taşıyan embriyonal kök hücreler için kullanılması söz konusu olabilecek kaynaklar ise yukarıda da belirtildiği gibi tartışmalıdır. Bunlar insanda tüp bebek uygulamalarından arta kalan, kullanılmayan embriyolar ya da gebeliğin sonlandırılmasıyla ceninden elde edilen doku örnekleri olabilmektedir. Kök hücrelerinin genelde insan embriyosundan elde edilmesi bazı çevrelerce insan yaşamına müdahale olarak görülmekte, ayrıca kök hücrelerinde yürütülen çalışmaların insan kopyalamasına bir zemin oluşturması ihtimali dünya kamuoyunda insan yaşamının ne zaman başladığına dair etik, hukuksal ve yasal tartışmalara yol açmaktadır. Bu tartışmalar en yoğun şekilde Batı ülkelerinde kök hücre araştırmalarını sınırlandıran ve hatta engelleyen bir boyut kazanmış, sonuçta bu alandaki araştırmalar Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkelere kaymaya başlamıştır.
Kök hücre araştırmalarında bugüne kadar ulaşılan nokta gerçekten gelecek için büyük umut vaat etmektedir. Kök hücre araştırmaları istenildiği doğrultuda gelişirse, bazı hastalıkların hücre düzeyinde tedavileri yapılabileceği gibi, hücre ve organların nakli için de yeni bir kaynağı oluşturabilecektir. Kök hücrelerinin üzerinde yürütülecek temel bilimsel araştırmaların yakın gelecekte klinikte tedavisi mümkün olmayan birçok hastalığın tedavisinde önemli açılımlar getirmesi beklenmektedir. Böylece, kendini yenileme ve onarma kapasitesi olmayan hücrelerin kaybına bağlı olarak gelişen hastalıklar tedavi edilebilecektir. Bunlar arasında Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, multipl skleroz, kaza sonucu oluşan felçliler ve sinir hücrelerinin yıkımı ile ilgili diğer hastalıklar, kalp krizi sonucu oluşan kalp yetmezliği, osteoartrit (kemik ve eklem iltihapları) veya çeşitli nedenlerle oluşan kıkırdak ve kemik kayıpları, kanser ve bağışıklık sistemi hastalıkları ile şeker hastalığı sayılabilir.
Kök hücreleri, bölünerek kendilerini yenileyen ve kan, karaciğer ve kas gibi özelleşmiş görevler üstlenen organları oluşturabilecek biçimde farklılaşabilen hücrelerdir. Bu hücreler totipotent (her yönde farklılaşma yeteneği olan) ve pluripotent (çok yönlü farklılaşma yeteneği olan) kök hücreleri olarak iki grupta incelenmektedirler. Embriyoda erken dönemde bulunan totipotent kök hücreleri embriyonik kök hücre olarak adlandırılır ve bunlar in vitro döllenmeyle geliştirilen, ancak ihtiyaç fazlası olan embriyolardan veya istem üzerine sonlandırılan gebeliklerden elde edilmektedir. Yine yetişkin bireylerden elde edilen, embriyonik kök hücreleri gibi topipotent ya da bir takım yöntemlerle çoğaltılabilen yetişkin kök hücreleridir. Bunlar kemik iliğinde, bebek göbek kordon kanında ve kanda bulunan ve yetişkinde de özel yöntemlerle ve belli büyüme faktörlerinin yardımı ile çoğaltılabilen ve gelişimler sonunda kan hücrelerine dönüşebilen kök hücreleridir. Embriyonik kök hücrelerden insan vücudunu oluşturan 200 farklı tipteki farklılaşmış hücreden herhangi biri gelişebilirken, yetişkin kök hücrelerinden sadece bir ya da sınırlı sayıda tipteki hücrenin gelişmesi mümkündür.
ABD, İngiltere ve Avustralya başta olmak üzere birçok ülkede embriyonik kök hücrelerin deneysel araştırmaları tamamlanmış olup, hayvanlar üzerinde uygulamaları uzun süredir gerçekleştirilmektedir. İnsanda uygulamaya ait bazı elektronik veriler olmakla birlikte, henüz bilimsel otoriteler tarafından kabul gören başarılı uygulamalar gerçekleşmiş değildir. Kök hücreleri in-vitro kültür şartlarında üretilirken, bazen istenmeyen ve organizmaya zararlı olabilecek genetik mutasyonlara uğrayabilmektedir. Buna ek olarak, kök hücre araştırmaları henüz tedavi amacıyla uygulanacak ürünleri vermekten uzak görünmektedir.
Kök hücre konusunun dini açıdan değerlendirilmesine gelince; kök hücre konusunda her geçen gün yeni şeyler öğrenmekteyiz. Öğrendikçe de geçmişte konu ile ilgili bilinenler tartışılır hale gelmiş, konunun dini boyutu da özel bir önem kazanmıştır. Ortaya çıkan tabloya göre, tüp bebek konusu dahil birçok konu yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır.
Hıristiyanlık dünyası kök hücre konusunda fikir birliği içinde olmasa da birbirine yakın görüşlere sahiptir.
Katolik dünyasına göre, insan embriyosu değerlidir ve zigota insan muamelesi yapılmalıdır. Bunlar imha edilemez veya saklanamaz, araştırmalarda dahi kullanılamaz. Tabii ki, bedenin dışında döllenme teknolojisi olan tüp bebek uygulamasına da aynı gerekçelerle sıcak bakılmamaktadır. Bununla birlikte Kilise, yetişkin kök hücrelerinin kullanılmasına ise tam destek vermektedir.
Evangelist ve Katolik Bişoplar Kilise’ne göre, embriyonik kök hücrelerin kullanımı, oluşmakta olan çocuğu korumak için, Almanya’da kesin olarak yasaklanmıştır. Ancak Alman parlamentosunun insan embriyoları öldürülerek elde edilen kök hücrelerin belirli koşullarda ithaline izin veren kararı Evangelist ve Katolik Bişoplar kiliseleri üzerinde şok etkisi yapmış ve ceninin döllenme anından itibaren insan olduğunu ve insan hayatının koruma altında olması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Yahudilere göre, embriyonik kök hücrede yaşamı destekleyen bir potansiyel olduğu bu yüzden bu araştırmaların devletin desteğine ihtiyaç duyduğu, öte yandan ise Amerikan halkının yaşamı veya gelecek kuşaklar için de bir tehdit oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden sıkı kontrol altında tutulması şartıyla kök hücre araştırmalarının desteklenmesi gerekmektedir. Yahudi din adamlarına göre, tüp içerisindeki kök hücre tam bir insan sayılmamaktadır ve korunması gerekmemektedir. Özetle, embriyonik kök hücre araştırmaları, insan yaşamını daha büyük başarılar için koruyor ve yaşamı tehdit etmiyorsa bunlar devam etmelidir.
Protestan kilisesi ise, insan embriyosu konusunda diğer kiliselerden farklı düşünmemekle birlikte kök hücre konusunda araştırmaların devam etmesinden yana olduklarını deklare etmişlerdir.
İslam dini ise; insan ve toplum için yararlı olabilecek her türlü çalışmayı teşvik etmektedir. Ancak bunların hukuki, ahlaki ve manevi değerler açısından problem oluşturacak ve insanlık için tehlike arz edecek noktalara getirilmesini de onaylamaz. Bu alanda gerekli önlemlerin alınmasını öngörür. Esasen, teknolojinin insanlık yararı için kullanılması, bilim ve hukuk otoritelerince de savunulmaktadır. Bu itibarla, hangi şekilde olursa olsun, insana, çevreye, ekolojik dengeye ve topluma zarar vermemek kaydıyla, genler üzerinde biyolojik ve tıbbi nitelikli çalışmalar yapmak, İslam açısından bir sakınca taşımamaktadır. Hatta, İslâm, insanlığa hizmet gayesi taşıyan bu ve benzeri çalışmaları takdir ve teşvik etmektedir. Önemli olan, varılan bilimsel sonuçların insanlığın hayrına kullanılmasıdır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, İslam hukukunda dünyaya sağ gelmesi şartıyla cenin miras hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu gerçek 1883 yılında insan embriyosu bilimi tarafından da deklare edilmiş ve bugün de aynı kanaat devam etmektedir. Bu nedenle insana ilk anından itibaren bir birey olarak saygı duyulmalı, hukuki hakları tanınmalı ve ihlal edilmemelidir.
Bu itibarla, embriyonik kök hücreler değil de vücudumuzun organlarından alınan özelleşmiş yetişkin hücrelerinin de aynı fonksiyonu icra edebileceğine dair yapılan çalışmalar olumlu sonuç verir ve bunların tedavi amaçlı kullanımı mümkün hale gelirse, bu takdirde insan olma potansiyeli taşıyan kök hücrelerin yedek parça gibi kullanımı söz konusu olmayacaktır. Dolayısı ile tıp dünyasının bağımsız bir canlı olma potansiyeli kalmamış, özelleşmiş yetişkin kök hücrelerinin tedavi amaçlı kullanımı üzerinde yoğunlaşmaları gerekmektedir. Bunun ise, dînî ve ahlâkî açıdan organ naklinden bir farkı olmayacaktır.
Ancak, özelleşmiş yetişkin hücrelerden embriyonik kök hücrenin özelliklerini taşıyan kök hücre elde edilememesi durumunda ve başka tedavi imkanının bulunmaması halinde, ticari ve her türlü kötü amaçlı kullanımı engelleyici tedbirleri almak kaydıyla tüp bebekten arta kalan blastocistler, tedavi amaçlı olarak kullanılabilir.
4. Cinsiyet Tayini:
Erkek cinsiyetini belirleyen “Y” kromozomlu bir spermatozoid tarafından aşılanan yumurtadan erkek çocuk; “X” kromozomlu bir spermatozoid tarafından aşılanan yumurtadan ise kız çocuk doğmaktadır. Demek oluyor ki, doğacak olan çocuğun cinsiyeti aşılanma (döllenme) sırasında kesinleşmekte ve bu da yumurtaya giren spermatozoidin taşıdığı cinsiyet kromozomunun çeşidine göre olmaktadır. Çocuğun cinsiyetini tespit etmek tıp bilimine göre mümkündür.
Ancak doğacak çocukların cinsiyetinin belirlenmesi şimdiden öngörülmeyecek başka demografik ve ekolojik sorunlar ortaya çıkarabileceği cinsiyetlerin dağılımı konusunda var olan dengenin bozulmasına yol açabileceğinden, herhangi bir zorunluluk olmadıkça yapılması uygun değildir. Nitekim Asya ve Doğu ülkelerinde aileler, genelde erkek çocuk istemektedirler. Bizim toplumumuzda da durum farklı değildir. Bu da dünyadaki dengenin erkek çocuğun lehine bozulabileceğini göstermektedir. Bu ise, sünnetullaha aykırıdır. Zira Kur'ân’da,
“Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz o, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.” (Şûrâ 42/49-50)
buyurularak insanların erkek veya kız olmasının Allah tarafından belirlendiği ifade edilmiştir.
Pek çok uluslararası temel metinde, örneğin Avrupa Konseyinin Biyoetik Komisyonunun raporlarında ve yakın geçmişte Kahire'de 238 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı toplantısının sonuç metninde de konu ele alınmış ve tıp dışı nedenlerle gerçekleştirilen cinsiyet seçimi uygulamaları uygun görülmemiş ve buna karşı önlem alınması gerektiği dile getirilmiştir.
Bu itibarla tıbbi bir zorunluluk bulunmadıkça cinsiyet tayinine gidilmesi dinen uygun değildir.
5. Preimplantasyon Genetik Tanı Nedir?
Preimplantasyon genetik tanıyla birkaç kez tüp bebek tedavisi yaptırıp çocuk sahibi olamamış çiftlerde gebelik şansı artırılmakta ve düşük ihtimali azaltılmaktadır. Bu uygulamayla bebekte ortaya çıkabilecek çok önemli genetik rahatsızlıkların bir bölümü embriyoların ana rahmine yerleştirilmeden önce bulunup tedavi edilmesi mümkün olabilmekte, böylece sakat çocukların dünyaya gelmesinin de önüne geçilebilmektedir. Bunun yanında bazı embriyoların imha edilmesi de söz konusu olabilmektedir.
İslam dini, insan ve toplum yararına olan her türlü çalışmayı teşvik eder. Ancak bu çalışmaların dini, ahlaki ve manevi değerler açısından problem oluşturacak ve insanlık için tehlikeler arz edecek noktalara getirilmesini onaylamaz. Zira, ahlaki ilkeler ve dini değerlerden soyutlanarak yapılan çalışmalar, insanlığa fayda yerine zarar getirir. Bu itibarla, insanlığın hayrına olan genetik araştırmalar da İslam dinince tasvip edilmekle birlikte, bu araştırmaların insan neslini ve tabiatın dengesini bozacak şekilde yapılması kabul edilemez. Embriyo, insanın maddi kaynağını oluşturduğundan, dış dünyadaki insanın sahip olduğu keramet ve itibara sahip bulunmaktadır. Bu nedenle, icbar edici bir gerekçe yokken, insan embriyosunun öldürülmesi veya deney aracı olarak kullanılması ahlaki olmadığı gibi dinen de hoş görülemez. Bundan dolayı tüp bebek yönteminde birden fazla blastocist üretilmesi ve bunlardan bir kısmının ana rahmine konması ve veya sağlıklı olanların seçilip sağlıksız olduğu düşünülenlen diğer blastocistlerin yok edilmesi ya da araştırmalarda ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılması, tüp bebek konusunu dini açıdan yeniden tartışılır hale getirmektedir. Çünkü sperm ve yumurtanın döllenmesinden itibaren, oluşan zigotu insan olarak kabul eden bilim adamları bulunmaktadır. Buna göre insana ilk anından itibaren bir birey olarak saygı duyulmalı, hukuki hakları tanınmalı ve ihlal edilmemelidir. Bu sakıncayı giderebilmek için, tüp bebek uygulamasında eğer mümkünse ihtiyaçtan fazla yumurta döllenmemeli ve bunlar ilmi-teknolojik imkanlarla korunmalı, sadece ihtiyaç duyulan yumurtaların döllenmesiyle yetinmelidir. Aksi takdirde fazla aşılanmış yumurtaların imha edilmesi dini yönden sakıncalı olacaktır. Bununla beraber döllenmiş olan fazla embriyoların itlafı, anne rahmine yerleştirilmiş olan ceninin itlafı veya diğer bir tabir ile kürtaj gibi de değerlendirilmez. Bu nedenle en başından gerekli tedbirler alındığı halde, sağlıksız olduğu tespit edilen veya anneye transfer edilemeyen embriyoların imha edilmesinden başka bir çare gözükmemektedir.
6. Kürtaj:
Henüz kırk günlük olmayan gebeliğe son verilebileceği görüşünde olan bazı fakihler varsa da, gebelik gerçekleştikten sonra, kırk günlük süre içinde de olsa, bir zaruret olmaksızın rahimdeki nutfe ve ceninin gerek ilaç, gerekse diğer etki ve işlemlerle düşürülmesi veya aldırılması (kürtaj) İslam bilginlerinin büyük çoğunluğu tarafından uygun görülmemiştir. Kırk günlükten sonra ise, annenin hayatının kurtarılması dışında bir sebeple gebeliğe son vermenin (kürtajın) haram ve cinayet hükmünde olduğu unutulmamalıdır.
Sonuç olarak denilebilir ki, gebeliği önleyici tedbirlere başvurarak doğumu kontrol altında bulundurmak, istenmeyen durumlarda gebeliğe engel olmak caiz ve mümkündür. Ancak, gebelikten sonra, annenin hayatî tehlikesi gibi haklı, kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak (kürtaj) yolu ile bir canlının hayatına son verilmesi caiz değildir.
Çocuk sahibi olamayanların tüp bebek yöntemiyle gebe kalmaları caiz ise de, doğacak çocuk/çocuklarının daha sağlıklı olmaları düşüncesiyle embriyolardan birinin alınması caiz değildir. Kısa zamanda neticeye ulaşabilmek için bu şekilde birden fazla embriyo transferi yapılıyor. Biri tutmazsa diğeri tutsun diye. Bunun yerine sadece bir veya en fazla iki embriyo transferi yapılması ve tutmazsa daha sonra tekrar yeni bir deneme yapılması daha iyi olur. Böylece uzun zaman alsa dahi anne rahmindeki embriyoların alınmasına engel olunur.
7. Embriyo ve Anne Rahmindeki Bebeğin Hakları Nelerdir?
İslam hukukunda dünyaya sağ gelmesi şartıyla ceninin miras hakkı olduğu kabul edilmiştir. Türk Medeni Kanununda da şahsiyetin başlangıcı çocuğun sağ olarak bütünüyle doğduğu andır. Çocuk sağ doğmak kaydıyla ana rahmine düştüğü andan itibaren medeni haklardan istifade eder.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Döllenen embriyoların imha edilmesinin sakıncası var mıdır?
- Genetik şifrenin bulunması insanlığın menfaatine midir yoksa aleyhine mi?
- Tüp bebekle insan klonlama arasında fark nedir?
- Tüp bebek konusunda açıklama yapar mısınız?
- YARATILIŞTA TIBBİ MUCİZELER
- Önceden dondurulan embriyolar, vefat edenin karısının rahmine konulabilir mi?
- Genetik kopyalama hakkında bilgi verir misiniz?
- İnsanlar nasıl fare üretebilir?
- Cahil, akılsız ve şuursuz madde ve hücreler kendi başlarına gayeli işler ve harika organizasyonlar yapabilir mi?
- Klonlama nedir?