Kendilerine zekat düşüp düşmeyen kimseler kimlerdir?

1. Bir kimse zekâtını, fakir olan kendi usûl ve fürûuna yani, babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğul ve torunlarına veremez. Fakir olan hanıma da zekât düşmez. Çünkü bunlara verilen zekâtın menfaati, kısmen zekât verenin kendisine ait bulunmuş olur. Bir cebinden çıkarıp öbür cebine koymak gibi bir durum ortaya çıkar. Halbuki zekâtın menfaatı, zekât verenin kendisinden tamamen kesilmiş olması ve başkalarını faydalandırması şarttır. İmam-ı Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed'e göre, bir kadın zekâtını fakir olan kocasına verebilirse de, İmam-ı Azam'a göre veremez. Zira hukuken mal ayrılığı prensibi sebebiyle, kadının mal ve zinetleri kadının sayılmakta, dolayısıyla koca fakir iken kadının zengin olması mümkün olmakta ise de, örfen aralarında bir menfaat ortaklığı vardır. Bu bakımdan kadının fakir kocasına zekât vermesi câiz olmaz.

* Damad kayınbabasına, kayınbaba damadına zekât verebilir.

* Şâfiî mezhebinde sırf borcu kapatmak için usûl ve fürû birbirine zekât verebilir.

2. Aslî ihtiyaçlarından başka nisab miktarı bir mala sahip olan kimseye, zengin sayılacağı için zekât verilmez. Çünkü zekâtın gaye ve hikmeti, fakire yardım ve onun ihtiyaçlarını gidermek, sıkıntılarını yok etmektir. Zekât gibi öşürler, kefâretler, nezirler ve fitreler de zengine verilmez. Bunlar zengine verildiği takdirde müstehakkını bulmamış olacağından makbûl olmaz. Yeniden verilmesi gerekir. Zengine vâcib sadakalardan verilmese de, nafile sadakalar verilebilir. Çünkü bu sadakalar bir hibe mahiyetindedir. Zengine hibe yapılması câiz olduğu gibi, nafile sadaka da câiz olur. Ne var ki bu gibi hibe ve sadakalarda, fakire verilen sadakalardaki sevab ve fazilet yoktur.

3. Kendisine zekât verilecek kimse zekâtın verildiği vakitte zekâta ehil olmalıdır. Bu ehliyetin sonradan ortadan kalkması, zekâtın sıhhatine mâni olmaz. Meselâ: Senesi dolmadan bir malın zekâtı bir fakire verilse, zekâtını yeniden vermek icab etmez. Sen zengin oldun diye geri de istenemez. Zira zekât verildiği anda, o şahıs zekât almaya müstehak idi.

4. Bir kimse zekâtını zengin bir adamın küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk babasının malıyla zengin sayılır. Fakat zengin bir kadının fakir ve yetim olan çocuğuna zekât düşer. Çünkü çocuğun nesebi, baba tarafından sabittir. Anasının servetiyle zengin sayılmaz. Bir kimse zekâtını zengin bir şahsın fakir olan babasına veya fakir olan büyük oğluna veya kızına veya o şahsın fakir olan hanımına verebilir. Zira bunlar birbirlerinin servetiyle zengin sayılmazlar.

5. Zekât gayrimüslimlere verilmez. Çünkü bu, fakir müslümanların hakkıdır. Yalnız İmam-ı Züfer, zekâtın, İslâm vatandaşlığına girmiş ehl-i kitabdan fakir gayrimüslimlere (ehl-i zimmeye) verilmesini câiz görmüştür. Çünkü ona göre zekâttan maksad muhtaç olanları ihtiyaçtan kurtarmaktır. Muhtaç durumda olan zimmîlere verilmesiyle de, bu maksad hâsıl olur. Nafile sadakaların zimmîlere verilebileceğinde ise, ittifak vardır.

6. Zekâtı önce akrabanın fakir olanlarına vermek efdaldir. Çünkü bunda hem zekât sevabı, hem de sıla-i rahim sevabı vardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi usul ve zekât düşmez. Bunun dışında akrabadan zekâta müstehak olan kimselerin tercih sırası şöyledir: Erkek ve kız kardeşler, Bunların evlâdları (yeğenler), amcalar, halalar ve amca ve halaların evlatları. Bunlardan sonra diğer uzak akrabalar gelir. Bu gibi akrabalardan sonra, fakir komşulara ve meslektaşlara vermek efdaldir.

7. Zekât öncelikle malın bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerdeki fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Ancak kendisine zekât gönderilecek o uzak yerdeki kimseler akrabadan iseler, kerahat kalkar, bil'akis onlara zekât gönderilmesi efdal hâle gelir. Bir de zekât sene dolmadan önce ödenecekse, başka bir beldeye gönderilmesinde bir mahzur görülmemiştir. Zekâtın bir başka bölgeye naklinde kerahat olmayan bir başka durum da nakledilen beldenin fakirlerinin daha muhtaç ve fakir olması hâlidir. Veya zekâtın o beldeye naklinde müslümanların daha çok menfaatının olduğu tahmin edilmesidir. Âlim bir fakire zekât vermek, cahil bir fakire vermekten daha fazîletlidir. Bu bakımdan âlim bir zâta veya ilim öğrenmek için çaba gösteren bir talebeye, başka bir beldede de olsa zekât göndermek câiz ve isabetli olur. Borcun ne elemli bir musibet olduğunu hepimiz biliriz. Bu bakımdan bu musibetten kurtulması, borçlarını temizleyerek huzura ermesi için, zekâtın başka bir beldede oturan bir borçluya verilmesinde de fakihler kerahet görmemişlerdir. Bayramlarda akraba çocuklarına, fakir bir müjdeciye verilecek bahşişlerin zekât niyetiyle verilmesi de câizdir.

8. Dinimize göre zekât, yalnızca yoksulların eline muhtaç oldukları nesnelerin verilmesi hizmetini yapan bir yardım kurumu değildir. Sekiz sarf yerinden beşinde (zekâtı toplayanlar, müellefe, bir kısım borçlular, yolda kalmışlar, Allah yolunda hizmet edenler), birçok müçtehide göre zekât verilecek şahsın yoksul olması şartı yoktur ve bu beş yere (amaca) yönelik zekât ödemeleri, bu hizmetleri ifa eden kurum, kuruluş ve araçlara da yapılabilir.

Hem yoksullara yardım hem de zekâtın diğer sarf yerlerini yaşatma amacıyla kurulmuş dernek ve vakıfların kötü örnekleri olabilir; bunlara göz yummak da kötü örneği genellemek de zulümdür. İyi niyetli insanlara düşen vazife ilgilenmek, iyi örnekleri desteklemek ve çürük elmaları ayıklamaya çalışmaktır.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 100.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun