Milletler kendi devlet ve sistemini kurma amacında olabilir mi?

Tarih: 10.10.2015 - 07:09 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Milletler kendi kararlarını verip kendi devlet ve sistemini kurma amacında olabilir mi?
- Bunu ayet, hadis ve fıkhi hükümlerle açıklarsanız memnun olurum.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- İslam’da “millet” (ümmet) kavramı, -hakiki manada- aynı dine mensup olan Müslümanlardan oluşan topluluk anlamına gelir.

Mecazi manada ise, İslam devletinin içinde yer alan, onun hakimiyetini kabul eden bütün vatandaşları kapsar.

Hz. Peygamber (asm)'in, “Medine Vesikası”ında  yer alan “Beni Avf Yahudileri, müminlerle birlikte bir ümmet teşkil ederler.” (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II/503) ifadesi bunun göstergesidir.

Buna göre, İslam devletinin gerçek tarifi şöyle yapılabilir:

“İslam milleti (ümmeti), İslam devletinin siyasi hâkimiyeti altında birlikte yaşamayı kabul eden insan topluluğudur.”

- Yaklaşık bir-iki asır öncesine kadar dünyanın hiçbir yerinde “Ulusal devlet” diye bir düşünce yoktu. İslam alemi de bunun dışında değildir. Bu sebeple, “Milletlerin kendi, kaderini tayin etme” prensibi, XX. asırda “ulus devlet” düşüncesini kabul eden Batı dünyası tarafından ortaya atılan bir husustur. İslam’ın temel değerleri arasında “ulus devlet” mefhumu olmadığı gibi, söz konusu prensibe de yer yoktur.

- Bununla beraber, İslam’ın siyasi düşüncesinde, hadislerde ifade edildiği gibi, "Ne Arab’ın Arap olmayana, ne Arap olmayanın Arab’a; ne beyazın Zenciye, ne de Zencinin beyaza karşı bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ölçüsü sadece takvadır." Bu da dünya hayatı için değil, ahiret için bir ölçüdür. Yani, dünyada bir veli ile bir fasık aynı haklardan yararlanır.

Devletin yurttaşları -insan olarak- bir tarağın dişleri gibi birbirine eşittir. Hiçbir ırkın, makamın, dindarlığın hukuk karşısında ayrıcalığı yoktur. Peygamberimiz (asm)'in,

“Bir zimmiye/gayri müslim vatandaşa eziyet eden kimsenin kıyamet günü hasmı/düşmanı ben olurum.” (Kenzu’l-Ummal, IV / 618)

anlamındaki veciz ifadeleri, hukuk önünde din farkının da gözetilemeyeceğini göstermektedir.

- İslam dininde hiç bir milletin egemenlik hakkı diğerinden daha üstün değildir. Eğer İslam’da bir millete “kendi, kaderini tayin etme” hakkı verilmesini ön gören bir prensip varsa, bu bütün milletler için geçerlidir. Bugünkü İslam ülkesindeki İslam devletlerinin teşekkülü, İslam’a göre değil, gayri müslimlerin ortaya koyduğu “ulus devlet” çerçevesinde dizayn edilmiştir. Hatta aynı ulustan onlarca devlet görmek de mümkündür.

Demek ki bu durum, parçala yut oyununun nasıl uygulandığını ve dinden-dindarlıktan uzaklaşan Müslümanların bu oyuna nasıl geldiğini göstermesi açısından çok manidardır.

- “Ulus devlet” anlayışı ise,

“Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran, 3/103)

mealindeki ayetin ifadesine aykırıdır.

- İslam âlemi birleşik devletler şeklinde sembolik bir halifeye bağlı olarak teşekkül edebilir ve bu eyaletler -maslahat olduğu takdirde- farklı milletlerin arzusuna uygun olarak dizayn edilebilir. Böyle bir tasnifin içerisinde her milletin girme hakkı vardır.

Bediüzzaman hazretlerinin şu ifadesi, ileride İslam aleminin bu tarz bir sisteme geçeceğine bir işaret görünüyor:

“...Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa inşaallah nesl-i âti görecek.” (Hutbe-i Şamiye, s.62).

- Son olarak, Bediüzzaman hazretlerinin bir ifadesini (Divan-ı harb-i örfi, s.50-52) özetlemek istiyoruz:

Üstada göre, O günkü Osmanlı devleti veya genel olarak  “cemahir-i müttefika-i İslâmiye” bir güneş sistemidir. Osmanlı saltanatına (veya tüm  İslam alemine) bağlı olan her bir bölge bu güneş sisteminin birer gezegeni ve uydusu hükmündedir. Bu sistemin düzgün çalışabilmesi, sistemin merkezine bağlı olan bu gezegenlerin düzgün işlemesine bağlıdır.

Sözgelimi; o günkü Kürdistan bölgesi de bir gezegendir. Bu gezegen, ne kadar sağlam bir yörüngede hayatını devam ettirirse, bağlı bulunduğu Osmanlı güneş sistemi de o nispette düzgün, sağlam, hedefine doğru hareket eden bir nizama sahip olacaktır.  

Güneş sisteminin gezegenlerinin yanlış rotalara girmeleri, güneşle aralarındaki cazibe kanununun bozulduğunu ve sistemin yavaş yavaş çökmeye yüz tuttuğunu gösterir.

Evet, Osmanlı devletinin güneşi ile bağlı bölgesel gezegenler arasındaki çekim kuvveti kaybolduğu için, bu sistem çökmeye mahkum olmuştur.  

Aynı ifadeyi ülkemiz için kullanırsak; bu günkü “Türkiye güneş sistemi”nin de sağlam bir şekilde devam etmesi için, tüm gezegenlerinde/(bölgelerinde) marifet, meşveret, hürriyet, adalet, müsavat, diyanet, emanet/güvenlik ışıklarının yansıtıldığı bir vahdet, uhuvvet, samimiyet, emniyet cazibe merkezini oluşturması gerekmektedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun