İnsanın çalışma kataloğu var mı?

Tarih: 04.03.2024 - 12:33 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, her şeyin bir çalışma şartları, kullanım kılavuzu ve kataloğu vardır ve olmalıdır. O hâlde en mükemmel olan insan makinesinin de elbette bir çalışma kılavuzu ve kataloğu olmalıdır.

Ayrıca bilinen bir gerçektir ki, "yapan bilir ve bilen konuşur." İnsan makinesini bilen de elbette onu yapandır. Şu hâlde onun sağlam ve verimli çalışmasınız sağlayacak olan da elbette onun yaratıcısı olan Allah’tır.

Demek ki, Cenab-ı Hakk’ın kutsal kitapları göndermesinin pek çok hikmetlerinden biri de insan makinesinin çalışma ve mutluluk prensiplerdir ve kılavuzudur.

Eğer kitaplar gelmeseydi, Ezelî olan Allah bilinmezdi. Emir ve iradesinin ne olduğu anlaşılmazdı. İnsanların yaradılış gayeleri örtülü, kapalı kalırdı. Kitaplar, bu perdeyi aralamış, Hakim-i Ezelî’nin emir ve yasaklarını; insanın görev ve sorumluluklarının neler olduğunu açık bir biçimde ortaya koymuştur.

Hakim-i Ezelî, tarih boyunca, insanları sahipsiz ve hamisiz bırakmamış, onlara hak ile batılı, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı birbirinden ayıran ve ayıklayan rehber ve muallimler olarak peygamberler göndermiştir. Kitaplar da onların eline verilmiş, insanlığa gönderilmiş bir talimatname, bir katalogdur. Tarih boyunca, inananlar, emir ve yasakları bu semavi kitaplar sayesinde öğrenip, hayatlarına yön vermeye çalışmışlardır.

Dört kitap gönderilmiştir. Bu kitaplar içinde asliyetini muhafaza eden tek kitap Kuran-ı Hakim’dir.

Her peygamber döneminde bir ilim, sanat ve maharet öne çıkmıştı. Mesela, Hz. İsa aleyhisselam zamanında tıp ilmi şöhret bulmuştu. Cenab-ı Hak da Hz. İsa’ya  ölüleri diriltme, körlerin gözlerini açma, alaca hastalığına tutulanları iyi etme mucizesini ikram etmişti.

Hz. Musa aleyhisselam zamanında da sihir pek revaçta idi. Allah-ı Azimüşşan da Hz. Musa’nın asasını yılan şekline çevirme mucizesini vermişti. Bu yılan, sihirbazların iplerini yutmuş, sihirbazlar da bunun Allah tarafından bir mucize olduğunu kabul etmişlerdi. Hz. Muhammed’in (asm) döneminde ise, söz üstünlüğü, belagat önde idi. Belagatın en kemal derecede olduğu bir dönemde Kur’an arş-ı aladan nüzul etti. Bütün hüner ehlini, edip ve şairleri susturdu.

Kuran’ın belagati beşerin takatinin fevkindedir. O belagat ise, nazmının güzellik ve çekiciliğinden, metanet ve heybetinden gelmektedir. Kuran’ın beyanı garip ve acibtir, üstün ve emsalsizdir, safi ve temizdir. Manası, hak ve hakikattir, kuvvetli ve derindir. Sözleri, lafız, mana ve ahenk itibariyle kusursuzdur. Kelime ve cümle ahengi Mucizedir. Kuran’ın elfazları selsebil gibi akar, akıllara iner, kalblere dökülür.

Kuran, beniâdemin en dâhi ediblerine, en harika hatiblerine, en mütebahhir ülemasına bin dört yüz senedir meydan okuyor, onların damarlarına şiddetle dokunuyor; onları muarazaya davet ediyor.

Kibir ve gururlarından başını semavata vuran o dâhiler, ona muaraza için ağızlarını açamamış, Kuran'ın belagatına tam bir zilletle boyun eğmişlerdir.

Kuran'ı okuyan müminler, Rabbine teslim olur, görev ve sorumluluklarını öğrenir, Rabbini tanımanın ve onun fermanına muhatap olmanın lezzet ve saadetini yaşarlar.

Müminler, Kuran’ı okuyarak, bir nevi Rabbi ile konuşmuş olurlar. Bu mazhariyetler, müminlere ulvi bir zevk ve manevî bir inşirah verir. İhtilafa düştükleri noktalarda, Kuran onlara ebedî bir rehberdir ve sonsuz bir nurdur, önlerini aydınlatır.

Müslümanlardan beklenen görev ve sorumluluk, Kuran’ı okumak, anlamak ve yaşamak; Kuran ahlakını fiilen hayatında sergilemek ve istikamet çizgisi içinde Kuran’a ayine olmaya çalışmaktır.

Konuyla ilgili yaşanmış bir olay şöyle:

Ahmet Bey, alışveriş yapmaya çıkmıştı. Büyük bir mağazanın önünden geçerken, mağazada elektronik mallarda önemli ölçüde indirim yapıldığını gördü. Mağazayı gezdi. Kaliteli ve oldukça güzel bir kamera ile ileri teknolojiyi yansıtan bir televizyon satın aldı.

Akşamleyin televizyonu kurmak ve kamerayı çalıştırmak istedi. Ama bir türlü muvaffak olamadı. Televizyonda ses vardı ama görüntü yoktu. Kameranın da nasıl çekim yaptığını, görüntüyü nasıl kayıt ettiğini çözememişti.

Yan komşusu olan Halil Bey’i aradı. Halil Bey elektronik mühendisi idi. Telefonda:

“Yeni bir televizyon ve kamera aldım. Ama işin içinden çıkamadım. Şaşırıp kaldım. Senin yardımına muhtacım. Hemen gelebilir misin?” dedi

Beş dakika sonra kapı çalındı. Gelen Halil Bey’di.

Ahmet Bey:

“Buyurun.” dedi içeri aldı. Birlikte salona geçtiler. Halil Bey televizyon ve kamerayı çok beğendi.

“Hayırlı olsun. En kaliteli malları almışsın.” dedi.

Halil Bey, önce televizyonun kataloğunu aldı. İnceledi. Televizyonu kataloğa göre kurdu. Daha sonra, kameranın kataloğunu dikkatle inceledi, çalışma şeklini, genel hatlarıyla Ahmet Bey’e öğretti.

İş bitmiş, görev tamamlanmıştı. Halil Bey ayrılmak için müsaade istedi.

“Hayır, olmaz. Ben çay hazırladım. Pasta, börek de var. Hem çay içelim hem de şu televizyonu açıp seyredelim. Çay içmeden seni bırakmam.” dedi Ahmet Bey.

Çay içiyor, televizyonu seyrediyorlardı... Bir ara Halil Bey:

“Bu işleri yaparken ne düşündüm biliyor musun?”

“Ne düşündünüz?”

“Şöyle düşündüm: şu televizyonu al, hiç televizyon görmemiş, hiç televizyon kurmamış bir adamın evine götür. Kataloğunu da verme... Ona bu televizyonu çalıştırmasını söyle? Ne yapar o zavallı adam?”

“Kuramaz. Şaşırıp kalır.”

“Sadece bu kadar mı? Bence bu işin daha tehlikeli boyutları var. Kabloları farklı bağlar, yanlış biçimde birbirine raptederse, kısa devre yapar, evde yangın çıkabilir, televizyon patlayabilir. Ya da kendi kafasına göre kurmaya çalışırsa, muhtemel ki, televizyonu bozar ya da suret düşer, ses düşmez... Bazen de ses gelir suret görünmez...”

“Doğru.”

“Demek ki, televizyonu en mükemmel ve sağlıklı bir biçimde çalıştırmanın yolu, kataloğa göre televizyonu çalıştırmaktır. Değil mi?”

“Evet...”

“İşte bu gerçek, benim iç dünyamda şöyle bir hakikatin açılmasına vesile oldu.”

“Nasıl?”

“Düşündüm ki, insan da televizyon gibi… Ondan belki bin derece daha mükemmel ve mucize yaratılmış... İnsanın da güzel yaşaması, parazitlerden uzak, sürurlu ve aydınlık dünyası da manevi bir kataloğa göre, hayatını tanzim etmesi ile mümkündür.”

“Peki, nedir o manevi katalog?”

“O manevî katalog Kur’an-ı Kerim’dir. Hak söyleyen, hakkı beyan eden, odur. Beşerin saadet ve sürurun esaslarını koyan odur. İnsaniyetin Maddi ve manevi kurtuluşu için ölçüler getiren, reçete sunan odur. Bu bunalımlı asırda, beşer Kur’an’a muhtaçtır. Kur’an’dan uzaklaştığı nispette sıkıntılara, sancılara, kaos ve bunalımlara yuvarlanacaktır. Dünyada istikametli yaşamanın reçeteleri Kuran’da mevcuttur. Kuran’a uygun yaşayanlar dünyada saadet ve inşiraha, ahirette de ebedî nimetlere mazhar olacaktır.”

Bu sözler Ahmet Bey’i düşünmeye sevk etmişti..

Söylenenler gerçekti... Kuran’dan uzak bir hayat dünyada bile cehennem gibiydi. Çünkü Allah’ı tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyar idi. Allah’ı unutan saraylarda da olsa zindandaydı.

 “Çok doğru... Siz işin sırrını keşfetmişsiniz, hakikatini anlamışsınız. Aklım, kalbim, ruh ve vicdanım sizin sözlerinizi tasdik ediyor.” dedi Ahmet Bey.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun