Mezhepler Dosyası - Üçüncü Bölüm
Bu bölümde, mezhep imamlarının hayatları hakkında kısa bilgi vereceğiz. Ancak şu unutulmamalıdır ki, bu büyük allameleri üç beş sayfada ifade etmek mümkün değildir.
İmam Azam Efendimizin Asıl adı Numan b. Sabit’tir. Hicri 80, Miladi 699 senesinde Kûfe’de doğup, Hicri 150 senesinde Bağdat’ta şehit edilmiştir. Küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş ve Arapçanın o zaman tasnif edilmekte olan sarf, nahv, şiir ve edebiyatını öğrenmiştir. Gençliğinin ilk yıllarında ashab-ı kiramdan Enes bin Malik, Abdullah bin Ebi Evfa, Vasile bin Eska, Sehl bin Saide ve Ebu’t-Tufeyl Amir bin Vasile ile görüşmüş ve bunlardan hadis dinlemiştir.
İmam Âzam Ebû Hanife, Kûfe şehri camisinde ders verirken bin talebesi her dersinde hazır bulunurdu. Bunlardan kırk tanesi müctehid idi. Bir meseleye cevap bulunca, bunu talebelerine bildirirdi. Birlikte incelerler, Kur’an-ı Kerim'e, hadis-i şerife ve ashab-ı kiram'ın sözlerine uygun olduğunda söz birliği olursa, sevincinden "Elhamdülillah, vallahu ekber" derdi. Derste bulunanların hepsi de, böyle söylerdi. Bundan sonra "Bunu yazınız." buyururdu.
İmam Azam Hazretlerinin ders halkasında çözülen fiili ve nazari fıkhî meselelerin sayısı beş yüz bini aşmıştır. Her bir mesele bir sahife tutsa, beş yüz bin sahife eder. Bunun içinde bir sahife tutmayan az çıkar, iki üç sahife tutanlar ise çoktur.
Acaba şimdiki mezhepsizlere, değil beş yüz bin meseleye fetva verme, sadece beş yüz bin mevzuyu açıklama da, “Mevzuyu say, yaz ve ezberle” desek; saymalarına, yazmalarına ve ezberlemelerine imkân var mıdır? Hatta beş yüz bin sahifeyi okumaları mümkün müdür?
Hâlbuki İmam Azam Hazretlerinin ictihad yaptığı meseleler içinde, fıkıh ilminin anlaşılmasına yarayan sarf, nahiv ve fen ilimlerine ait öyle ince meseleler vardır ki, onların meydana çıkarılması ve çözülmesinde Arap dilinin ve cebir ilminin mütehassısları dahi aciz kalmışlar, İmam Azam karşısında hayranlıklarını ifade etmişlerdir. Çözülen bu fıkhî meseleler cinslerine göre kısımlara, kısımlar da çeşitlerine göre bab ve fasıllara ayrılmıştır. Başta taharet bahsiyle ibadetler, münâkehat (nikâhla ilgili bahisler), muamelat, hudud (had cezaları), ukûbat (kısas ve şahsi cezalar), sulh, cihad, devletler hukuku ve ferâiz (miras hukuku) olmak üzere sıralanarak fıkıh düzenlenmiştir. Böylece İmam Azam, fıkıh ilmini ilk defa kollara ayırıp her branşın bilgilerini ayrı ayrı toplamış, usuller koymuş, feraiz (farzlar) ve şurut (şartlar) kitapları yazmıştır.
İmam Azam’ı Hazretlerini bazı başlıklar altında, az da olsa şöyle tanıyabiliriz:
İmam Azam Hazretleri hakkındaki hadis-i şerif
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“İman, zühre yıldızına da gitse, Faris oğullarından biri onu alıp getirir.” (Buhari ve Müslim)
Şafiî mezhebi âlimlerinden İmam Süyûti der ki: “Bu hadisin, İmam Azam'ı gösterdiği söz birliği ile bildirilmiştir.”
İmam Azam Hazretlerinin Edebi
İmam Azam Hazretleri son derece edep sahibi bir şahsiyet idi. Âdeta edebin zirvesindeydi. Az söyler ve çok düşünürdü. "Ömrümde bir kere güldüm. Ona da pişmanım." demiştir. Edebinden dolayı, hocası Hammad Hazretlerinin evi tarafına bir defa dahi ayaklarını uzatmamıştır. Hâlbuki kendi evi ile hocasının evi arasında tam yedi sokak vardı…
Âlimler, O’nun edebi hakkında şöyle derler:
Hasan b. İsmail, babasından şunları rivayet etmektedir:
“Bir gün Harun Reşid’in yanında oturuyordum ki, o esnada yanımıza Ebu Yusuf girdi. Harun ona dedi ki:
‘Ebu Hanife’nin özelliklerinden bize bahset.’ Ebu Yusuf:
‘Allah’a yemin olsun ki, haramlardan kaçınmada çok titizdi. Dünyaya önem veren insanlarla oturup kalkmazdı. Çoğu zaman susmayı tercih ederdi. Devamlı tefekkür ederdi. Ağzından malayani laflar çıkmaz, boş konuşmazdı. Soru sorulduğunda cevabı biliyorsa o anda verirdi. Ey Müminlerin Emiri! Ben onu hep kendini ve dinini koruyan, insanlar yerine kendi nefsinin tezkiyesiyle meşgul olan biri olarak bildim. Herkes hakkında hayırdan başka bir şey konuşmazdı.’ Harun Reşid:
‘Bu, salihlerin ahlakıdır.’ diye karşılık verdi.”
İmam Rabbani Hazretleri buyurur ki:
“İmam Azam, abdestin edeplerinden bir edebi terk ettiği için kırk senelik namazını kaza etmiştir.”
İmam Azam Hazretlerinin Takvası
İmam Azam Hazretleri takvada da emsalsizdir. Ortaklarından birinin, çok miktarda bir malı, İslamiyet’e uygun olmayarak sattığını anlayınca, o maldan kazanılan doksan bin akçenin tamamını fakirlere dağıtıp, on parasını dahi kabul etmemiştir.
Herhalde, Hazret’in hayatındaki şu kesit, onun takvasını anlamakta bizlere yardımcı olacaktır: Kûfe şehrinin köylerini haydutlar basıp koyunları kaçırmışlardı. Bu çalınan koyunlar şehirde kesilip halka satılabilir düşüncesi ile o günden beri tam yedi sene kesilmiş koyun eti alıp yemedi. Çünkü bir koyunun, en çok yedi yıl yaşayacağını öğrenmişti. İşte haramdan bu derece korkar ve her hareketinde takvayı böyle gözetirdi.
Hazret’in takvası hakkında büyükler şöyle demiştir:
İmam Abdullah b. el-Mübarek, İmam Azam Hazretlerin takvasını şöyle anlatır: “Ebu Hanife’den daha çok Allah’tan korkan birisini görmedim.”
Abdurrezzak b. Hemmam:
“Ebu Hanife’ye her rastladığımda, gözlerinde ve yanaklarında ağlama izlerini görürdüm.”
Hafs b. Abdurrrahman:
“Ben, takva sahibi, zahit, fakih ve âlimlerden çeşitli insanlarla birlikte oldum. Ama İmam Azam gibi bütün özellikleri kendisinde toplayan hiç kimseyi görmedim.”
Ahmed b. Hanbel:
“O, âlim, zahit ve takva ehlidir. Hiç kimsenin sahip olamayacağı maddi imkânlarına karşılık, yine de ahiret yurdunu tercih edenlerdendir.”
İmam Kuşeyri, risalesinin takva bahsinde şunları söyler:
“Ebu Hanife, alacaklısının ağacının gölgesinde oturmaz ve şöyle derdi: ‘Her verilen borç, beraberinde bir menfaat getiriyorsa, o faizdir.’”
Hafas:
“Otuz sene Ebu Hanife’nin sohbetinde bulundum. Aleni yapmadığı bir şeyi, gizli de yaptığını görmedim. Şüphelendiği bir şey, malının hepsi bile olsa yanında saklamaz, elinden çıkarırdı.”
İmam Azam Hazretlerinin Hafızası
İmam Azam Hazretleri eşsiz bir hafızaya sahipti. Okuduğunu ve işittiğini asla unutmazdı. O’nun bu özelliğini Yezid bin Harun şöyle dile getirir:
“Ebu Hanife muttaki, temiz, zahit, verâ sahibi, doğru sözlü ve devrinde en güçlü hafızaya sahip olan âlim idi.”
“Bin âlimden ders aldım. Bunların arasında Ebû Hanife gibi verâ sahibi olanını ve aklı onun aklı kadar çok olanını görmedim.”
İmam Azam Hazretlerinin İbadeti
İmam Azam Hazretleri, her gün sabah namazını camide kılar ve öğleye kadar sorulara cevap verirdi. Öğle namazından sonra yatsıya kadar talebeye ilim öğretirdi. Yatsıdan sonra evine gelip biraz dinlenir ve sonra tekrar camiye giderek sabah namazına kadar ibadet ederdi.
Bazen de yalnız bir azap veya rahmet ayetini namazda veya namaz dışında tekrar tekrar okuyup, hıçkıra hıçkıra ağlar ve sızlardı. İşitenler haline acırdı.
Bazı din konularında, talebeleri ile münazara ve konuşma yapardı. Bir gece, yatsı namazını cemaatle kılıp çıkarken, bir ayağı kapının dışında, bir ayağı mescidde iken, bir konu üzerine talebesi Züfer ile sabah ezanına kadar konuşup, ikinci ayağını dışarı çıkarmadan sabah namazını kılmak için, tekrar mescide girmiştir.
İmam Azam Hazretleri, kırk sene yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldı. Elli dört defa hac yaptı. Son haccında, Kâbe-i Muazzama içine girip, burada iki rekât namaz kıldı.
Âlimler, İmam Azam’ın ibadetteki gayretini şöyle anlatırlar:
Hasan b. Muhammed:
“Ebu Hanife’ye bakan kişi, ibadete olan düşkünlüğünden, zayıflayan vücudu ve sararan yüzünden ötürü O’na acırdı.”
İmam Şa’rani, “et-Tabakatü’l-Kübra” isimli kitabında İmam Azam’a da yer verir ve O’nun insanların en âbidi olduğundan bahseder. Namaz kılarken çok ayakta kaldığından dolayı ona “direk”(veted) adı verildiğini, yatsı namazının abdestiyle kırk sene sabah namazını kıldığını, namazda ağlama sesinin duyulduğunu, hatta komşularının iniltilerinden dolayı ona acıdığını anlatır.”
İmam Münavi:
“İmam Azam zahitlerin en âbidi, kulların en zahidi idi. Bütün geceyi namazla, ağlamayla, yakarmayla ve duayla ihya ederdi.”
İmam İbn Abidin, “Durrü’l-Muhtar”ın haşiyesinde söyle der:
“O, tasavvuf meydanın kahramanıdır. Çünkü tasavvuf ilminin temeli; bilmek, amel etmek ve nefsi temizlemekten ibarettir. Selefin bütünü, O’nu bu özelliğiyle vasfetmiştir.”
Ebu Ahvas:
“Eğer kendisine üç güne kadar öleceği bildirilse, yapmakta olduğu amelden ve ibadetten daha fazlasını yapması imkânsızdı; çünkü her zaman yapılabilecek ibadetin çoğunu yapardı.”
İmam Azam Hazretlerinin İlmi
İmam Azam Hazretlerinin yazdığı kitaplar akıllara durgunluk verecek kadar çoktur. Yazdığı kitapların sayfalarının toplamı, Hazretin ömrüne bölündüğünde, ömrünün her gününe on yedi sayfa düşmektedir. İmam Azam'ın elli dört sefer hacca gitmesi, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kırk sene kılması, on yedi sene hadis toplaması; Müslümanlara geceli gündüzlü vaaz etmesi, kurduğu mezhebin her mevzusuna ayetle, hadisle, icma-i ümmetle, kıyası fukaha ile delil getirmesi; mevzularda uzun boylu tartışılması, geceleri de sabaha kadar namaz kılması ve Kur’an okuması,.. hepsi hesap edilir ve çocukluğu da çıkarılırsa, ömrünün pek az bir zamanı kitap yazmaya kalıyor. Kalan kitap yazma zamanının her saatine iki kitap düşüyor.
İmam Azam Hazretlerinin Cesareti ve Tevekkülü
İmam Azamın oğlu Hammad’dan şöyle nakledilmiştir:
“Bir gün babam mescidde otururken büyükçe bir yılan çatıdan babamın kucağına düştü. Babamda ufak bir korku alameti görülmedi. Hatta dizlerini bile açmadı ve Tevbe suresindeki, ‘De ki, bize Allah’ın yazdığından başka bir şey asla isabet etmez.’ mealindeki ayeti okuyup, sol eliyle yılanı alıp atıverdi.”
İmam Azam Hazretlerinin Hikmetli Sözlerinden Bazıları
“Bir kişi direk gibi durarak çok ibadet eder de midesine giren şeyin helâl mi, haram mı olduğuna bakmazsa, onun ibadeti kabul görmez.”
“Ben insanlarla elli sene oturup kalktım. Hiç birinin beni kusurumdan dolayı affettiğini, karşılıklı gidip-gelmeyi aksattığımda bana geleni; ayıbımı ve kusurumu örten kimseyi ve bana kızdığında ne yapacağından emin olduğum kimseyi görmedim. O zaman böyleleriyle muhatap olmak büyük ahmaklıktır.”
“Kişi ilmi elde etmeden makam ve riyaset peşine düşerse, o şekilde kaldığı müddetçe kendisini zilletten kurtaramaz.”
“Ben günahları, insanı perişan eden ve zillete sürükleyen unsurlar olarak gördüm. Bu yüzden onları güzel bir davranış biçimi olsun diye terk ettim. Bu davranış biçimi, benim dinim ve diyanetim oldu.”
"Elinden geldiği kadar insanlara sevgi göster. Herkese selam ver, isterse aşağı kimseler olsun. Başkalarıyla bir mecliste toplanır, aranızda bazı meseleler münakaşa edilirse ve senin bildiğine muhalif bir şey söylenirse, sen onlara muhalefet etme. Şayet sana sorarlarsa, onlara bildiğin gibi haber ver. Sonra da, ‘Bu hususta şöyle şöyle başka kaviller de vardır, delili de şudur.’ diyerek kendi bildiğini söyle, böylelikle seni dinlerler ve senin ilminden dereceni anlarlar.”
“Denemedikçe kimsenin dostluğuna güvenme. Alçak ve hasis olan kimseyle dost olma. Güzel ahlaklı geniş yürekli ve derya gönüllü ol. Elbisen temiz ve yeni olsun. Binek atın iyi olsun. Güzel kokular kullan. Yemek yedirmekte cömert ol ve herkesi doyur. Bir fitne fesat duydun mu, onu ıslah için koş. Seni ziyaret edenleri de, etmeyenleri de sen ziyaret et. Sana ister iyilik yapsınlar, ister kötülük sen daima iyilik yap. Affet ve bazı şeylere göz yum. Sana eziyet veren şeyleri terk et, hakkı yerine getirmeye çalış. Arkadaşlarından hastalananları ziyaret et, göremediklerinin durumunu soruştur. Sana gelmeyenlerle sen alakadar ol."
“Bilmiş ol ki amel ilme uyar. Nasıl ki aza, gözün görmesi sayesinde hareket eder. Az dahi olsa amel ile ilim, çok amel ile cehaletten daha faydalıdır. Bu şuna benzer: Çölde bir adamın yanında az miktar azık bulunsa bile doğru yolu biliyorsa kurtulur. Bu adamın durumu, yanında çok azık bulunup da yolu bilmeyen adamın durumundan daha hayırlıdır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunu ancak akıllı olanlar anlar.' ”
“Her taleben kendisini senin oğlun bilsin. İlme çalışma gayretleri her geçen gün çoğalsın. Seni dinlemeyen avamla ve pazardakilerle konuşma. Doğruyu söylemekte kimseden çekinmeyesin. İbadetin avamdan çok olsun, az olmasın. Küfür ve bidat ehli ile oturup konuşma, müsait ortam olursa dine davet et. Bu nasihatleri bizden canı gönülden kabul et. Zira bunları senin ve herkes için vasiyet ettim. Bu yolda gidesin, halkı da Hak yoluna getiresin."
“İnsanlar içerisinde Allah Teâlâ'yı çok an ki, O'nu senden öğrensinler.”
“Kötü bildiğin kimseyi, kötülüğü ile anmayıp bir iyiliğini bulup, onunla söyleyesin.”
“Komşundan gördüğün ayıp, emanettir; saklayıp, kimsenin sırrını kimseye söylemeyesin…”
İmam Şafi’nin asıl adı, Muhammed bin İdris’tir. Dedesinin dedesi olan Şafi, Kureyş kabilesinden ve ashab-ı kiramdan olduğu için, Şafi adı ile meşhur olmuştur. İmam Şafi Hazretleri, Filistin sınırları içinde bulunan Gazze’de, Hicri 150, Miladi 757senesinde; İmam Azam Hazretlerinin vefatından az sonra dünyaya teşrif etmiş, Hicri 204’de vefat etmiştir. Mısır’ın Kahire şehrinde; Kurâfe Kabristanlığında medfun bulunmaktadır.
İmam Şafi Hazretleri, Peygamber Efendimiz (asm)’in sünnetine son derece riayet ederdi. İlmi, tevazusu, heybet ve vakarı ile kalplere tesir ederdi. Kur'an-ı Kerim okurken dinleyenler kendinden geçerdi. Orta halli giyinirdi. Heybetli bir görünüşü vardı. O bakarken, yanındakiler su dahi içemezlerdi. Yüzüğünde, “el-bereketü fil-kana'ati” (Bereket, kanaat etmektedir) yazılı idi.
Çok güçlü bir hafızaya sahipti. Bu hafıza onu ilimde o kadar mahir yapmıştı ki, çok az insana nasip olabilecek bir yaşta, daha yedi yaşında iken hafız olmuştu. On yaşında İmam Malik’in hadis kitabı olan Muvatta’yı sadece dokuz günde ezberlemişti. Bir sayfayı okurken diğer sayfayı eliyle kapatır ve niçin böyle yaptığını soranlara: “Gözüm o sayfaya kaçınca onu da ezberliyorum. Sırasıyla ezberlemek için böyle yapıyorum.” derdi.
Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı ilk günleri şöyle anlatır:
"Kur'an-ı kerimi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i Haram’a gidip, fıkıh ve hadis âlimlerinden pek çok istifade ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kâğıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri yazmakta çok sıkıntı çekerdim."
Gençliğinin ilk yıllarında kendini tamamen ilme verip, Mekke'deki Süfyan bin Uyeyne, Müslim bin Halid gibi fakih ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadis, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı.
Tahsilinde en önemli safha, İmam Malik Hazretlerine talebe olmasıyla başladı. Mekke'den Medine'ye gidip, İmam Malik'ten ders almasını şöyle anlatmıştır:
"İlk zamanlar Mekke'de, Müslim bin Halid'den fıkıh öğrendim. O sırada Medine'de bulunan Malik bin Enes'in büyüklüğünü ve Müslümanların imamı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhur eseri olan Muvatta’nın bir nüshasını, Mekke'de birinden tekrar geri vermek üzere alıp dokuz günde ezberledim.”
“Mekke valisine gidip, birini Medine valisine birisini de Malik bin Enes'e vermek üzere iki mektup alıp Medine'ye gittim. Medine'ye varınca, Medine valisine gidip ona ait olan mektubu verdim ve Medine valisi ile birlikte İmam Malik'in yanına gittik. İmam Malik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gayet heybetli bir görünüşü vardı. Medine valisi, Mekke valisinin gönderdiği mektubu imama takdim etti. Mektupta, ‘Muhammed bin İdris, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hali şöyle şöyledir...’ diye yazılı olan kısmı okuyunca:
“ ‘Sübhanallah! Resulullah’ın ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur.’ dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı ve ‘Adın nedir?’ dedi. Ben de ‘Muhammed'dir’ dedim. Sonra bana şöyle dedi:”
“ ‘Ey Muhammed! İleride büyük bir şanın olacak, Allah Teâlâ senin kalbine bir nur vermiştir. Onu günahla söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvatta'yı okusun.’ buyurdu. Ben de, ‘Onu ezberledim, ezberden okurum.’ dedim.”
“Ertesi gün İmam Malik'e gelip okumaya başladım. Her ne zaman İmamı üzme korkusundan okumayı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır, ‘Ey genç, daha oku.’ derdi. Kısa zamanda Muvatta'yı bitirdim."
İmam Malik'in yanına geldiği zaman yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmam Malik O’nu himayesine alıp, dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir dereceye ulaşan İmam Şafii Mekke'ye dönünce, oraya gelen Yemen valisi, O’nu Yemen'e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdat’a giderek, ilmini ilerletmek için, İmam Azam’ın talebesi olan İmam Muhammed'den ders almaya başladı. İmam Muhammed onu kendi himayesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle, Irak'ta tedvin edilen fıkıh ilmini ve Irak'ta meşhur olan rivayetleri öğretti. İmam Muhammed ayrıca İmam Şafi'nin üvey babası idi. İmam Şafi, O’nun ilminden ve kitaplarından çok istifade etmiştir.
İmam Şafi, Bağdat’ta İmam Muhammed'den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke'ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke'deki bu ikameti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdat’a gitti. Bu sırada Bağdat İslam âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, İmam Şafi'ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdat âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke'de İmam Şafi ile görüşen ve ondan hadis dinleyen Ahmed bin Hanbel O’na talebe olmuş ve O’nun üstünlüğüne hayran kalmıştır. Yine İmam Şafii ile emsal olan İshak bin Raheveyh ve benzerleri ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvalara hayran kalıyordu.
İmam Şafi Hazretleri, ilim, zühd, marifet, zekâ, hafıza ve nesep bakımlarından zamanındaki âlimlerin en üstünü idi. Yazdığı eserler ömrünün günlerine bölündüğünde, bir gününe on beş sayfa düşmektedir.
Az yer ve az uyurdu. "On altı senedir, doyasıya yemek yemedim." buyurdu. Sebebi sorulunca, "Çok yemek bedene ağırlık verir. Kalbi zayıflatır, anlayışı, idraki azaltır; çok uyku getirir ve böylece insanı ibadetten alıkoyar. Kulluğun başı az yemektir." derdi.
Zamanının en büyük âlimi olan ve yüz binlerce hadis-i şerifi ezbere bilen Ahmed bin Hanbel, O’ndan ders almaya gelirdi. Çok kimse İmam Ahmed'e, "Böyle büyük bir âlim iken, karşısında nasıl oturuyorsun?" dediklerinde, "Bizim ezberlediklerimizin manalarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır." derdi.
Ahmed İbn-i Hanbel Hazretleri, İmam Şafi’yi şu sözleriyle övmüştür:
"Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allah Teâlâ, bu kapıyı kullarına İmam Şafi ile tekrar açtı.”
“İslamiyet’e, şimdi Şafi'den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum."
“ ‘Allah Teâlâ her yüzyılda bir âlim yaratır. Benim dinimi, herkese onun ile öğretir.’ hadis-i şerifinde bildirilen âlim, İmam Şafi'dir.”
Ahmed bin Hanbel'in oğlu Abdullah, babasının İmam Şafi'ye çok dua ettiğini görerek sebebini sorunca: "Oğlum, İmam Şafi'nin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir. O, ruhların şifasıdır." demiştir.
Bir seferinde de: "Eline kalem-kâğıt alan herkesin İmam Şafi'ye şükran borcu vardır." demiştir.
Süfyan-ı Sevri ise O’nun hakkında şöyle demiştir:
"İmam Şafi'nin aklı, zamanındaki insanların yarısının akıllarının toplamından fazladır."
Abdullah-i Ensari buyurdu ki:
"İmam Şafii'yi çok severim. Çünkü evliyalıkta hangi makama baksam, onu herkesin önünde görüyorum."
Talebelerinden biri anlatır:
“Bir bayram günü İmam Şâfi Hazretleri ile beraber mescidden çıktık. Bir mesele hakkında sohbet ediyorlardı. Evlerinin kapısına gelince, bir hizmetçi kendisine bir kese altın getirip, efendisinin selâmı olduğunu ve bunu kabul buyurmasını rica etti. İmam Şafi Hazretleri keseyi kabul etti. Biraz sonra biri gelip, "Hanımım bir çocuk doğurdu. Yanımda hiç param yok. Sizden Allah rızası için biraz para istiyorum." dedi. İmam Şafiî Hazretleri keseyi hiç açmadan, olduğu gibi o şahsa verdi. Hâlbuki biliyordum ki, kendisinin de hiç parası yoktu.
“İmam Şafi Hazretleri Yemen'e bir sefer yapmıştı. Dönüşünde on bin dirhemle gelip, çadırını Mekke'nin dışına kurdurarak, ziyaretçilerini orada kabul etti. Halk topluluklar hâlinde İmam Şafi'ye gelerek müşküllerini hallediyordu. Ziyaretçiler arasında bulunan fakirlere de para dağıtıyordu. Böylece, Yemen'den getirdiği on bin dirhemin hepsini fakirlere dağıttı ve ondan sonra da: ‘Oh! Şimdi rahatladım.’ buyurdu.”
İmam Şafi’nin nasihatlerinden ve hikmetli sözlerinden -Allah Teâlâ bu nasihatlerden istifadeyi bizlere nasip etsin- bir kısmı şöyledir:
"İlmi, kibirlenmek ve kendini büyük görmek için isteyenlerin hiçbiri felah bulmuş değildir. Ama ilmi tevazu için, âlimlere ve insanlara hizmet için isteyen, elbette felah bulur, kurtulur."
"Resulullah’ın ve ashabının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabul etmem."
"Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır."
"İki kişinin, darıldıktan sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması, münafıklık alametidir."
"Dostlar ile yapılan sohbetten sevimli bir hareket yoktur. Dostların ayrılığı kadar da gam ve keder veren bir şey yoktur."
"Allah Teâlâ’yı bilen necat bulur. Dininde titizlik gösteren, kötülüklerden kurtulur. Nefsini ıslah eden saadete kavuşur.”
"Kim şu üç şeyi yaparsa imanı kâmil olur:
1. Emr-i bi’l-maruf yapmak, yani Allah Teâlâ’nın emirlerini yaymak için çalışmak.
2. Nehy-i an’il-münker yapmak, yani Allah Teâlâ’nın yasaklarını yapılmaması için uğraşmak.
3. Her işinde Allah Teâlâ’nın dinde bildirdiği hudutlar içinde bulunmak.”
“Dünyada zahid ol, dünya malına bağlanma! Ahireti isteyici ol, onun için çalış! Her işinde Allah Teâlâ’yı hatırla. Böyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve teviller ile uğraşan âlimden fayda gelmez.”
“İnsanları tamamen razı ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin bütün insanları kendinden hoşnut etmesi mümkün değildir. Bunun için kul, daima Rabbini razı ve memnun etmeye bakmalı, ihlas sahibi olmalıdır.”
"Senden daha çok malı ve parası olan kimseyi kıskanma. O, malına ve parasına hasretle ölür. İbadeti ve itaati çok olan kimselere gıpta et. Yaşayanlar da sonunda ölecekleri için, onların dünyalıklarına özenmeye değmez."
"Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Mademki böyledir, o halde Allah Teâlâ’ya itaat edenlerle beraber bulun, onları sev."
"İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden temin edilen faydadır."
"Kalbine ilahi bir nur penceresinin açılmasını isteyen şu dört şeyi yapsın:
1. Günün belli bir vaktinde yalnız kalsın ve huzura dalsın.
2. Midesini pek fazla doyurmasın.
3. Sefih kimselerle düşüp kalkmayı bıraksın.
4. İlimleriyle yalnız dünyalık arzu eden kimselere yaklaşmasın."
“Dünyayı ve Allah Teâlâ’yı bir arada sevdiğini söyleyen kimse yalancıdır.”
"Hiç bir vakit yoktur ki ilim mütalaası, hüzün ve kederi yok etmesin. İlmi mütalaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarını harekete geçirir, insanda yüce duygular uyandırır.”
"Sadık dost, arkadaşının hüzün ve sevinçte ortağı olandır."
"Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve ikiyüzlüdür."
"Sadık dost, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşa etmez."
"İbret almak istersen, hata sahibi kişilerin akıbetlerine bak da kalbini topla."
"Âlimlerin güzelliği, nefslerini ıslah etmeleridir. İlmin süsü, şüpheli şeylerden sakınmak, yumuşak olup, sertlik göstermemektir."
"Dünya işlerinde bir darlığa ve sıkıntıya düşen kimse, ibadete yönelmelidir."
"Hizmet edene, hizmet edilir."
"İlmi sevmeyende hayır yoktur. Böyle kimselerle dostluk ve bağlılığını kes. Çünkü ilim kalblerin hayatı, gözlerin aydınlığıdır."
"Bütün düşmanlıkların aslı, kötü kimseler ile dostluk etmek ve onlara iyilik yapmaktır."
"İlim öğrenmek, nafile ibadetten üstündür."
"Kendini bilmeyene ilim öğreten, ilmin hakkını zayi etmiş olur. Layık olandan ilmi esirgeyen de, zulmetmiş olur."
"İlim öğrenmek için üç şart vardır: Hocanın maharetli, talebenin zeki olması ve uzun zaman."
"Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek (dünya) ise; kıymeti, bağırsaklarından çıkardığı kazurat kadardır."
"Dünyada en huzursuz kimse, kalbinde haset ve kin taşıyanlardır."
"Başkalarını senin yanında çekiştiren, senin bulunmadığın yerde de seni çekiştirir.
"Kanaatkâr olmak, rahatlığa kavuşturur."
"Sırrını saklamasını bilen, işinin hâkimidir. "
"Dünyanın sevinci de, kederi de; bolluğu da, darlığı da devamlı değildir. Kanaatkâr bir kalbe sahip olduğun zaman, sen ve dünyaya sahip olan kimse eşitsiniz. Ölüm kimin yanına gelirse, artık onu ölümün elinden kurtaracak ne yer ve ne de gök vardır. Gerçi Allah Teâlâ’nın yarattığı şu yeryüzü geniştir; fakat bir kere Allah Teâlâ’nın hükmü gelince, feza bile dar gelir. Ölümün asla devası yoktur."
"Sefih ve cahil bir kimse konuşunca ona cevap verme. Sükût, ona cevap vermekten daha hayırlıdır."
"Öğrenmenin acısını bir müddet tatmayan, hayatı boyunca cehaletin zilletini yudumlar."
"Bütün düşmanlıkların sevgiye dönüşmesi umulur. Fakat hasetten dolayı olan düşmanlık böyle değil."
"Allah Teâlâ’yı sevdiğini söylersin, hâlbuki O’na isyan edersin. Böyle sevgi olmaz. Eğer sevginde samimi olsaydın, Allah Teâlâ’ya itaat ederdin. Çünkü seven, sevdiğine itaat eder."
"Senden görüşünü istemeyene, görüşünü verme. Çünkü böyle yaparsan, övülmediğin gibi, görüşün de o kimseye fayda vermez."
"İlim öğren, kimse âlim olarak doğmaz. İlim sahibi ile cahil bir olmaz."
"Ey insan, dilini muhafaza et, seni sokmasın. Çünkü o, büyük bir yılandır. Kabirlerde, kahraman ve cesur kimselerin bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinip, dilinin kurbanı giden nice kimseler vardır."
"Hakkı doğruyu kim söylerse söylesin kabul ediniz."
İmam Şafi'nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlık duyarak, ondan ders alıp ilim öğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır:
Ahmed bin Hanbel, İshak bin Raheveyh, ez-Zaferani, Ebu Sevr İbrahim bin Halid, Ebu İbrahim Müzeni, Rebi' bin Süleyman-ı Muradi gibi birçok âlim. Daha sonraki asırlarda, Şafii mezhebinde yetişmiş âlimlerden meşhur olanlardan bazıları ise şunlardır: Hadis âlimlerinden İmam Nesai; Kelam (akaid) âlimlerinden Ebul-Hasen-i Eşari, İmam Maverdi, İmam Nevevi, İmam-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, İmam Gazali, İbni Hacer-i Mekki, Kaffal-ı Kebir, İbni Subki, İmam Suyuti…
İmam Şafii Hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifler, Sahih-i Müslim'de, Sünen-i Ebi Davud, Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Nesai, Sünen-i ibni Mace ve Sahih-i Buhari'nin ta'likatında yer almıştır.
İmam Şafi’nin vefatı
İmam Şafii Hazretleri, din-i İslam’a hizmet uğrunda tükettiği hayatının son anlarını, Kur'an-ı Kerim’i dinleyerek geçirmiştir. Talebesi Ebu Musa Yunus Kur’an okuyor ve O’da huşu içinde dinliyordu. Son nefeslerini vermek üzere iken, halini sordular. "Dünyadan göçüyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Ümit şerbetini içiyorum. Kerim olan Rabbime gidiyorum." buyurdu. Vefatı İslam âlemi için büyük bir kayıp oldu. Duyulduğu her yerde, derin üzüntü ve gözyaşları ile karşılandı. Kahire'de el-Mukattam dağının eteğinde Kurafe kabristanına defnedildi. Daha sonra kabri üzerine bir türbe yapılmıştır. Türbesi üzerindeki şimdiki muhteşem kubbe, Eyyubi sultanlarından el-Melik el-Kaim tarafından; 608 (Miladi 1211) yılında yapılmıştır. Selahaddin Eyyubi tarafından da, türbesinin yanına büyük bir medrese yaptırılmıştır.
Allah Teâlâ, şefaatine bizleri nail eylesin. Âmin!
Malik bin Enes Hazretleri, Hicri 90 (Miladi 708) senesinde Medine-i Münevvere’de doğmuş ve 179 (Miladi 795) senesinde, doğduğu yer olan Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir.
Malik bin Enes Hazretleri, küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Kendi isteği ve bilhassa annesinin teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Annesi, O daha bir çocuk iken O’nu zamanın en meşhur âlimi Râbia bin Abdurrahman'ın huzuruna götürdü. Râbia bin Abdurrahman'ın derslerine devam eden Malik bin Enes genç yaşta fıkıh ilmini öğrendi. Sonra Abdurrahman bin Hürmüz'ün derslerine devam ederek ondan çok istifade etti. Büyük bir hayranlık ve muhabbet duyduğu hocası hakkında şöyle derdi:
"İbn-i Hürmüz'ün derslerine on üç sene devam ettim. Ondan nice ilimler öğrendim. Bunların bir kısmını hiç kimseye söylemiyorum. O, bidat ehlini ret bakımından ve insanların ihtilâf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgilisiydi."
İlim öğrenmek hususunda her fedakârlığa katlanan Malik bin Enes, tahsil uğruna evini dahi satmıştır. İlme olan merakını şöyle anlatır:
"Öğle vakti Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah'ın azatlısı olan Hz. Nâfi'ye gider ve kapısında beklerdim. Nâfi, Hazreti Ömer'den nakledilen ilimleri ve onun oğlu Abdullah'ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdım. Nâfi dışarı çıkınca edeple selam verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip: ‘Abdullah bin Ömer şu meselelerde ne buyurmuştur?’ diye sorardım. O da suallerimi cevaplandırırdı."
Hz. Nâfî'den başka, Tâbiînden olan İbn-i Şihâb ez-Zührî ve Saîd bin el-Müseyyib'den de ilim öğrendi. Onlardan aldığı bir dersin hatırasını şöyle anlatır:
"Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, ‘Bugün İbn-i Şihâb'ın boş vakti olur.’ diyerek evine gidip kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine, ‘Kapıda kim var bak.’ dediğini duydum. O da, ‘Kumral yüzlü talebeniz var.’ deyince, ‘Onu derhal içeri al.’ demesi üzerine beni içeri aldılar. Biraz bekledim, İbn-i Şihâb yanıma gelip bana: ‘Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?’ dedi. Daha ben ‘hayır’ demeden yemek hazırlanmasını emredince, ‘Yemeğe ihtiyacım yok.’ diye mukabelede bulundum. Bunun üzerine, ‘Öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun?’ dedi. ‘Bana hadis-i şerif öğretmenizi istiyorum efendim.’ deyince, ‘Kalem defter çıkar.’ dedi. Sonra kırk tane hadis-i şerif rivayet etti. Biraz daha rivayet etmesini isteyince, ‘Şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen de muhaddis olursun.’ dedi.”
İmam Malik, Ehl-i Beytten Cafer-i Sadık Hazretlerinden de ilim almış, O’nun sohbetinde de bulunmuştur. Bu hususta kendisi şöyle anlatır:
"Cafer bin Muhammed'e giderdim. O çok yumuşak huylu ve güler yüzlü idi. Yanında Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem anılınca yüzü sararırdı. Meclisine uzun zaman devam ettim. Her görüşümde ya namaz kılar, ya oruçlu olur veya Kur’an-ı Kerim okurdu. Abdestsiz hadis-i şerif rivayet etmezdi. Manasız sözleri hiç ağzına almazdı. Haram ve şüphelilerden sakınan, dünyaya düşkün olmayan, çok ibadet eden âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yaslandığı yastığını alır, mutlaka bana ikram ederdi."
İmam Malik, ilmini İmam Zührî'den, Yahya bin Said'den, Muhammed ibni Münkedir'den, Hişam bin Amr'dan, Zeyd ibni Eslem'den, Râbia bin Abdurrahman ve daha birçok büyük âlimden almıştır. Üç yüzü tâbiînden, altı yüzü de onların talebelerinden olmak üzere dokuz yüz hocadan hadis-i şerif almış; akaide dair bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük âlimlerinden olarak ictihad derecesine yükselmiştir.
Malik bin Enes Hazretleri tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra ders verip, hadis rivayet etmeye ve fetva vermeye başlamıştır. Bu işe başlamadan önce de zamanında bulunan büyük âlimlerle ve faziletli kimselerle istişare yapıp, onların da muvafakatını almıştır. Bu hususta kendisi şöyle demiştir:
"Her isteyen kimse hadis rivayet etmek ve fetva vermek için mescide oturamaz. İlim erbabı ve mescidde itibarı olan kişilerle istişare etmesi gerekir. Eğer onlar, kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetva verebilir. Ben, ilim sahiplerinden yetmiş kişi, benim bu işe ehil olduğuma şahitlik etmedikçe, mescide oturup ders ve fetva vermedim."
Kendisinin ehil olduğuna dair yetmiş âlimin şahadetinden sonra ilk önce Peygamber Efendimiz (asm)’in mescidinde ders vermeğe başladı. Hazreti Ömer (ra)'in oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mesud'un oturduğu evde otururdu. Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede bulunurdu. İmam Malik de İmam Azam gibi derslerini mescidde verirdi.
İmam Malik Hazretleri insanlara hadis-i şerif okuttuğu sırada, bir hadis-i şerifi rivayet edeceği zaman önce abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer, sakalını tarar, iki rekât namaz kılar, güzel kokular sürünür, her hâliyle bedenini süsler ve sonra meclisin baş tarafına vakarlı bir şekilde otururdu. Daha sonra başını önüne eğer ve hadis-i şerifi okurdu. Hadis-i şerif dersi bitinceye kadar öd ağacı yakılır, etrafa güzel bir koku yayılırdı. Ona böyle yapmasının sebebi sorulunca;
"Resulullah'ın hadis-i şerifine saygı göstermek için böyle yapıyorum. Eğer âlimler ilme karşı böyle saygı gösterirlerse, Allah Teâlâ da insanlar yanında onların derecesini yükseltir ve devlet adamlarının kalbinde heybetli ve vakarlı kılar. Ey ilim talep etmek isteyen kimse! Sen de ilme saygı göster. Kim ilme tevazu gösterirse, Allah Teâlâ onu yükseltir. Çünkü kim Allah Teâlâ için tevazu ederse, Allah Teâlâ onun derecesini yükseltir." buyururdu.
İmam Malik, hadisleri çok titiz bir tenkit süzgecinden geçirdikten sonra rivayet ederdi. Rivayet ettiği hadisleri sürekli araştırır, ravide bir kusur bulur veya hadis şaz çıkarsa onu hemen terkederdi.
Bir talebesi, İmam Hazretlerinin hadis okurken halini şöyle anlatır:
"İmam Malik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı. Hadis-i şerif okumaya ve anlatmaya başlayınca, onun sözleri bize heybet verirdi; sanki O bizi, biz de O’nu tanımıyorduk."
Hadis nakletmenin sorumluluğu onu sıkıntıya sokar ve naklettiği her hadisi için; "Onları nakletmektense her biri için bir kırbaç yemeyi yeğlerdim." derdi. Hadisleri sağlam ravilerden kusursuz olarak bellemiş olduğu halde, bir maslahat görmedikçe hadis rivayet etmezdi. Sadece Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak için ilim tahsil etmiş ve hayatı boyunca takva yolunu terk etmemiştir.
Tefsir, hadis ve fıkıh ilminde ictihad derecesinde âlim olan Malik bin Enes Hazretleri elli sene müddetle ders ve fetva vermek suretiyle, insanların müşküllerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun talebelerinin her biri memleketlerinin müracaat edilen âlimleri ve rehberi olmuşlardır.
İlim ve fazilette çok yüksek bir dereceye sahibi olan Malik bin Enes Hazretleri, dokuz yüz âlimle sohbet etti, yüz bin hadis-i şerifi nakletti, daha on yedi yaşındayken ders vermeye başladı ve bir ömür boyu insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını öğretti.
İmam Malik Hazretleri insanlara karşı çok şefkatliydi. Bir gün Medine Valisi, İmam Malik'ten, bir ictihadından vazgeçmesini istedi. İmam Hazretleri kabul etmeyince, kırbaçla vurdurdu. Her vuruşta, "Ya Rabbi, onları affet, çünkü onlar bilmiyorlar." diyordu. Nihayet bayılıp düştü. Sonra ayılınca da: "Şahit olunuz, ben hakkımı beni dövenlere helal ettim." dedi. Halife, Ona bu zulmü yapan valinin cezalandırılması için kendisinden izin isteyince de, ona: "Hayır, ben onu affettim." dedi.
İmam Şafi ve İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri, Malik bin Enes'in sohbetinde bulunup ilminden çok istifade etmişlerdir. Bunların İmam Malik'in talebesi olması, Onun şeref ve üstünlüğüne en büyük vesikadır. Kendisinden daha birçok kimse ilim öğrenmiştir. Muhammed bin İbrahim, Ebû Haşim, Abdülaziz bin Ebî Hazım, Onun, dinde ictihad sahibi talebelerindendir. Osman bin Hakem, Abdurrahman bin Halid, Muîn bin İsa, Yahya bin Yahya, Abdullah bin Mesleme-i Kabûnî, Abdullah bin Vehb gibi nice kıymetli talebesi de bunlardandır.
Celaleddin Suyuti, İmam Malik'ten hadis rivayet eden 993 zatın isimlerini elifba sırasıyla “Kitabü Tezyinil Memalik bi Menakıbı Seyyid İmam Malik” adlı kitabında yazmıştır.
Talebelerinden biri ona: "İnsanlar senin devlet adamlarıyla çok sık görüştüğünü söylüyorlar ve sana yakıştıramıyorlar." deyince, Malik bin Enes Hazretleri: "Bunu bilerek yapıyorum. Çünkü bunu yapmazsam layık olmayan biriyle görüşür, işleri danışırlar. Eğer onlarla gidip görüşmesem, bu şehirde Peygamberimizin sünnetlerinden işlenip, tutulan kalmaz." buyurdu.
Öyle bir edep sahibiydi ki, edebinden dolayı Medine’de bir defa bile bir bineğe binmemiş ve bunun sebebini şöyle izah etmiştir:
“Resulullah Efendimizin toprak altında bulunduğu bir yerde hayvan üzerinde nasıl gezebilirim!.."
Zehebî, İmam Malik'i şöyle anlatır:
"Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet, sünnet-i seniyyeye tabi; fıkıhta ve fetvada önde gelen bir zat idi.”
Abdurrahman bin Enes şöyle derdi:
“Hadis ilminde, şimdi yeryüzünde Malik'ten daha emin kimse yoktur. Ondan daha akıllı bir şahıs görmedim. Süfyan-ı Sevri, hadiste imamdır; fakat sünnette imam değildir. Evzâi, sünnette imamdır, fakat hadiste imam değildir. İmam Malik ise, hem hadiste, hem de sünnette imamdır.”
Yahya bin Said:
“İmam Malik, Allah Teâlâ’nın kullarına yeryüzünde hüccetidir.” derdi.
İmam Şafi şöyle derdi:
"Hadis okunan yerde, Malik, gökteki yıldız gibidir. İlmi ezberlemekte, anlamakta ve korumakta, hiç kimse Malik gibi olamadı. Malik ile Süfyan bin Uyeyne olmasalardı, Hicaz'da ilim kalmazdı."
Abdullah ibni Vehb diyor ki:
“Malik ve Leys olmasalardı, hepimiz sapıtırdık.”
Süfyan bin Uyeyne, İmam Malik'in vefatını işitince:
"Yeryüzünde bir benzeri kalmadı. Dünyanın imamı idi. Hicazın âlimi idi. Zamanının hücceti idi. Ümmet-i Muhammed’in güneşi idi. Onun yolunda bulunalım." dedi.
İmam Şafi buyuruyor ki:
"Âlimler anıldığı zaman İmam Malik onlar arasında parlak bir yıldız gibidir. Benim üzerimde, minneti ve ihsanı ondan çok olanı yoktur."
İmam Malik’in Nadr ismindeki kardeşi de hadis tahsil etmişti. İmam Malik, hadis derslerine başladığı zaman, bu kardeşinin şöhretine binaen Ahu'n-Nadr (Nadr'in kardeşi) diye çağrılmakta idi. Daha sonra, İmam Malik, hadiste onu geçmiş ve kardeşi ona nisbet edilmeye başlanmıştır.
İmam Malik Hazretlerinin Sözlerinden Bazıları
"Eğer elimde imkân olsaydı, Kur’an-ı Kerim’i kısa aklıyla, kendi görüşüne göre tefsir edenin boynunu vururdum."
"İlim tahsil edenlere vakarlı ciddi olmak ve geçmişlerin yolundan gitmek gerekir. İlim sahiplerinin, bilhassa ilmî müzakereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir. Gülmemek ve sadece tebessüm etmek, âlimin uyması gereken adaptandır."
"İlim öğrenmek isteyen kimsenin vakarlı ve Allah Teâlâ’dan korkması lâzımdır. İlim, çok rivayet etmek değildir. İlim bir nurdur. Allah Teâlâ bu nuru sevdiği mümin kullarının kalbine koyar."
"Kendisine hayrı olmayan kimsenin başkasına hayrı olmaz. İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz."
"Bir kimse kendini övmeye başlarsa, değeri düşer."
"Bâtın ilmi, zâhir ilmini öğrendikten sonra öğrenilir. Zâhirî ilimleri öğrenip onunla amel eden kimseye Allah Teâlâ bâtın ilmini açar. Bâtın ilmi ancak kalbin açık olup nurlanması ile elde edilir."
"Allah Teâlâ’nın, kalbine ilim ve fıkıh koyduğu her Müslümana ve her kişiye, elinde kuvvet olan idarecilerin yanına gelip onlara hayrı tavsiye etmesi, onları kötülükten sakındırması borçtur. Çünkü onlara bu vazifenin yapılmasıyla dünyanın yüzü değişir ve faziletli bir dünya doğar."
Harun Reşid, İmam Malik Hazretlerinden her gün evine gelip, oğlu Emin ile Me'mun'a ders vermesini istedi. İmam Malik Hazretleri halifeye buyurdu ki:
"Ya Halife, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allah Teâlâ, sizi daha aziz etsin! İlmi aziz ederseniz aziz olursunuz; zelil ederseniz zelil olursunuz. İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir."
Bunun üzerine Halife, İmam Malik'ten özür diledi ve her gün çocuklarını İmama göndererek ders aldırttı.
“İslamı yaşamak, Resulullah'ın sünnetine ve peşinden gelen halifelerin uygulamalarına tabi olmak ile mümkündür.
“İlmin kalkanı ‘bilmiyorum’ demektir.”
Ahmed b. Hanbel Hazretleri 164/780 yılında Bağdat'ta doğdu. 241/855'te yine orada vefat etti. Hayatı, Abbasi Devleti'nin en parlak dönemlerine rastlar. Aslen Basralıdır. Babasının ismi Muhammed bin Hanbel'dir. Büyük babası Hanbel, Horasan bölgesinde bulunan Serahs vilayeti'nin valisi idi. Babası Muhammed b. Hanbel de komutanlık görevi üstlenmiş bir askerdi. Hanbel ailesi, Ahmed'in doğumuna yakın bir sırada Bağdad'a gelmiş ve orada yerleşmişti.
Ahmed b. Hanbel Hazretleri önce Kur’an'ı hıfzetmiş, daha sonra Arapça ve hadis gibi ilimleri; sahabe ve tabiîlere ait rivayetleri; Hz. Peygamber (asm)'in, sahabenin ve tabiîlerin hayatlarını incelemekle ilim çalışmalarına başlamıştır. Özellikle hadis ilmi için Basra, Kûfe, Mekke, Medine, Şam, Yemen ve el-Cezire’yi dolaşmış, uzun bir süre İmam Şafi’ye talebelik etmiştir. Hatta bu yüzden O'nu Şafi mezhebinden sayanlar bile olmuştur. Böylece O'nun başlıca fıkıh üstadı İmam Şafi'dir.
Ahmed b. Hanbel Hazretleri, Ebû Hanife’nin öğrencisi ve devrin ünlü baş kadısı Ebû Yusuf’tan da fıkıh ilmi almıştır. Rivayetle dirayeti birleştiren bir yol izledi. O, hükmü hadisten çıkarır, bu hükme yeni bir takım meseleleri kıyas ederdi. Bu arada Yemen'e giderek, Abdurrezzâk b. Hemmâm'la görüştü. Orada iki yıl kadar kalarak O'ndan ez-Zuhrî ve İbnü'l-Müseyyeb yoluyla gelen birçok hadisleri aldı.
Emsali arasında ciddiyeti, takvası, sabrı, metaneti ve tahammülü ile meşhur olmuştur. Bu hali, henüz on beş-on altı yaşlarında iken temas kurduğu âlimlerin dikkatini çekmiştir. Heysem bin Cemil onun hakkında, daha o yaşlarda şöyle demiştir:
"Bu çocuk yaşarsa, zamanındakilerin ilimde hücceti (rehberi) olacaktır."
İbn Hanbel Hazretleri, kırk yaşına kadar hadis öğrenmek ve ilmini artırmak için çalışmış; Irak, Hicaz ve Yemen arasında ilim seyahatlerinde bulunmuştur. Fakat bu süre içinde hadis rivayet etmekten veya ders vermekten kaçınmıştır. O, Hz. Peygamber'in (asm) peygamberlik çağı olan kırk yaşında hadis rivayetine ve ders vermeye başladığı zaman, ilminin en yüksek derecesine ulaşmış ve akranları arasında temayüz etmişti.
Ahmed b. Hanbel Hazretleri telif ettiği “Müsned” adlı hadis eseriyle şöhret bulmuştur. Müsned'ini topladığı 700.000’in üzerindeki hadisler arasından seçtikleriyle meydana getirmiştir. Müsned'de tekrarlarıyla birlikte 40.000, tekrarlar dışında yaklaşık 30.000 kadar hadis vardır.
İmam Ahmed Hazretleri büyük bir müfessir, yüksek bir muhaddistir. Tefsiri, yüz yirmi bin hadis-i şeriften meydana gelmiştir. Eserleri, müfessirler için birer feyiz kaynağıdır. Bunun için kendisi "Üstadü’l-müfessirin" unvanıyla anılır.
Gece namazını hiç bırakmazdı. Halka daima kolaylık yollarını gösterir, ağır vazifeleri yüklemezdi. Acıktığı zaman bir şey bulamazsa kimseyi rahatsız etmez, bir şey istemezdi. Çoğu zaman ekmeğine sirke katık olurdu. Yolda yürürken hızlı adımlarla yürürdü. Onu daha çok mescitte, cenaze namazında ve hasta ziyaretinde görürlerdi. Beş haccın üçüne yürüyerek gitti.
Allah Teâlâ’dan korkması, verâ ve takvası çoktu. Fakir bir hayat yaşadı. Haram şüphesi olan şeyi reddederdi. Haram mala sahip olmaktansa, onu almamayı tercih ederdi. Borç karşılığı bir malı alacaklıya rehin bıraktı. Parayı bulunca alacaklıya gidip borcunu verdi. Rehin bıraktığı malı alacağı zaman alacaklı olan iki mal gösterip, rehin bıraktığının hangisi olduğunu kesin bilmediğinden; "Bunlardan birini seç, ikisi de aynı." dedi. Fakat Ahmed bin Hanbel rehin bıraktığı malın hangisi olduğunu bilemediği için kendi malı yerine başkasının malını almış olurum korkusu ile ikisini de bıraktı, almadı. Başkasının hakkı geçer diye kendi hakkından vazgeçti.
Ahmed bin Hanbel Hazretleri, Peygamber Efendimiz (asm)’in sünnetine son derece bağlıydı. Bu bağlılığını şu sözleriyle beyan buyurmuştur:
"Hiç bir hadis-i şerif yazmadım ki, onunla amel etmemiş olmayayım."
Ahmed bin Hanbel’in hocası İmam Şafi’nin şu ifadeleri çok dikkat çekicidir:
“Bağdat’tan ayrıldım, orada İbn Hanbel’den daha muttaki, efdal, âlim ve fakih birini bırakmadım. İbn Hanbel sekiz hasletin imamıdır: Kur’an, sünnet, hadis, fıkıh, lügat, fakr, zühd ve verâ..."
Abdurrezzâk İbn Hemmâm:
"Bize, en kudretli Hâfız eş-Şazkunî geldi. Hadis ricâlini çok iyi bilen Yahya b. Maîn geldi; fakat bunların hepsini kendi şahsında toplayan Ahmed b. Hanbel gibi bir İmam daha gelmedi."
Ebu Davud Sicistani:
"İki yüz meşhur âlimle karşılaştım. Ahmed bin Hanbel gibisini görmedim. O, hiç bir hususta insanların daldığı dünya işlerine dalmazdı. Ancak ilimden bahis açılınca konuşurdu."
Ebu Zür'a:
"İlmin her dalında Ahmed bin Hanbel'in bir benzerini görmedim. Onun ilimde ulaştığı dereceye, başkası ulaşamamıştır."
Menha bin Yahya:
"Ahmed bin Hanbel, her hayrı kendisinde toplamıştı. Çok âlim gördüm; fakat ilimde, verâda ve zühtte, O’nun gibi üstün birine rastlamadım."
Yahya bin Main:
"Ahmed bin Hanbel gibi bir zat daha görmedim. Elli sene onunla sohbet ettim. Kendinde bulunan üstünlüklerden hiç biriyle asla kendini methetmedi."
Oğlu Abdullah:
"Babam her gece Kur’an-ı Kerim’in yedide birini okur, her yedi günde bir hatim ederdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra biraz istirahat eder, sonra kalkıp sabaha kadar ibadet ve taatla meşgul olurdu. Giydiği elbiseyi en ucuz kumaştan yaptırırdı. Çok kere az şey yer, ‘Ölecek olan kimse için, bunlar çok bile.’ derdi."
Nadr bin Ali:
"Ahmed bin Hanbel'in işi hep ahiret ile ilgili idi. Dünya menfaatleri ona yöneldi; fakat O kabul etmeyip, geri çevirdi."
Taberani:
“Zamanın meşhur bir falcısı vardı. Fal baktırmak isteyenler her taraftan gelir, kendisini bulurlardı. Bu şahıs falcılığı meslek haline getirmişti. Daha sonra hastalandı. Yirmi sene iyileşemedi. Biri ziyaretine gelmişti. Halini görünce; ‘Senin iyileşmenin tek yolu var, o da zamanımızın en büyük âlimlerinden ve evliyasından biri olan Ahmed bin Hanbel Hazretlerinin dua etmesidir.’ dedi. Bu falcı da annesini gönderip, dua etmesini istedi. Annesi evine varınca dedi ki: ‘Oğlum yirmi senedir hasta yatmaktadır. Bunun iyileşmesi için sizden dua istemeye geldim.’ Ahmed İbni Hanbel Hazretleri şöyle mukabelede bulundu: ‘Herkes iyileşmek için oğluna gelirdi. Senin oğlun da her şeyi bildiğini zannederdi. Kendi hastalığını tedavi etmeyip de, seni bana mı gönderdi?’ Kadının çok ısrarı karşısında dayanamayıp, falcılığı bırakması şartıyla dua edeceğini söyledi. Hazret-i imamın bu sözü üzerine falcılığı bırakarak, tövbe istiğfar etti ve Hanbel Hazretlerinin duası bereketine sıhhate kavuştu.
İmam Ahmed Hazretlerinin Sözlerinden Bazıları:
"İlim, insanlara ekmek ve su kadar lazımdır. İlim, rivayet ve kuru malumat çokluğu değildir. İlim, faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir."
"Kulun kalbini ıslah etmesi için, iyilerle beraber olması kadar faydalı bir şey yoktur. Yine kulun fasıklarla beraber olup, onların işlerine dikkat ve nazar etmesi kadar zararlı bir şey de yoktur."
"Günahlar imanı zayıflatır."
"Yemeği, din kardeşleriyle sürur içinde; fakirlerle ikram ve cömertlikle; diğer insanlarla da mürüvvet içinde yemek lazımdır."
"Her şey için kerem vardır. Kalbin keremi, Allah Teâlâ’dan razı olmak ve kadere rıza göstermektir."
"Sizde olmayan meziyetlerle sizi metheden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de bir gün kötüleyeceğini unutmayınız."
"İstediklerini vermediğiniz zaman kızan, kırılan veya küsen arkadaş, gerçek arkadaş değildir."
"Kibir taşıyan kafada, akla rastlayamazsınız."
"İnsanların ahmak sınıfı, kendilerinin methedilmesinden hoşlananlarıdır."
"Tevekkül, her şeyi Allah’tan bilmek ve rızkı O’nun verdiğine inanmaktır."
"Tevekkül, bütün işlerinde Allah Teâlâ’ya teslim olmak, başa gelen her şeyi Ondan bilip katlanabilmektir."
"İnsana az bir mal yetişir. Çok mal ise kâfi gelmez."
"Bir kimse, sadık bir arkadaşını kaybederse, kendisi için zillettir."
"Hüsnüzannı olanın hayatı hoş geçer."
"Yalan söylemek, emniyeti giderir."
"Ayıplardan uzak arkadaş arayanlar, arkadaşsız kalır."
"İhlas, amellerin afetlerinden kurtulmaktır."
"Zühd üç türlüdür: Cahilin zühdü; haramları terk etmektir. Âlimlerin zühdü; helal olanların fazlasından sakınmaktır. Ariflerin zühdü ise; Allah Teâlâ’yı unutturan şeyleri terk etmektir."
Ebû Hafs Ömer bin Sâlih Tarsûsî isimli veli bir zat, Ahmed bin Hanbel'e: "Kalpler ne ile yumuşar?" diye sordu. Başını eğip biraz düşündükten sonra: "Evlâdım! Helâl yemekle yumuşar." buyurdu.
Ahmed bin Hanbel Hazretlerine bir gün; "Tevekkül nedir?" diye sordular. "İnsanlardan istemeyi ve onlara yalvarmayı terk etmektir." buyurdu.
Diğer bölümleri okumak için tıklayınız.
BENZER SORULAR
- Mezhepler Dosyası
- İmam Şafi'nin eski ve yeni içtihatları diye bir durum var mıdır?
- Tevessülün caiz olduğuna dair İslâm alimlerinin ittifakı
- Mezhepler Dosyası- Birinci Bölüm
- İçtihat yapmaya yeltenen mezhepsizler
- Tevessül, ayet ve hadislere göre caiz midir?
- İmam Şafi kendi kitaplarında, İmam Azam Ebu Hanife için uğursuz demiş midir?
- Peygamberin mezhebi mi vardı?
- Hz. Aişe, "Resulullah Allah'ı gördü, diyen yalan söylemiş olur." buyurdu.(Buhârî) Bu konuda bir açıklama yapar mısınız?
- Ölüye Kur'an okuma