Bakara suresi 62. ayette ifade edilen Yahudi, Hristiyan ve Sabiilerin (Ehl-i kitabın) kurtuluşu nasıl anlaşılmalıdır?
Değerli kardeşimiz,
1. Kur'an'da geçen “İslam” kelimesiyle, Allah'ın gönderdiği bütün dinler kastediliyor. Nitekim pek çok peygamber hakkında müslim ifadesi kullanılıyor. (Maide, 5/111; Enam, 6/163; Al-i İmran, 3/67; Yusuf, 12/101) Yerilen husus ise, din sahiplerinin dinlerini tahrif etmeleri, Allah'ın emirlerini uygulamamalarıdır.
2. Ayette övülen Yahudi ve Hristiyanlar, Peygamber Efendimiz (sav)'e inananlardır. Nitekim bunların ileri gelenlerinden biri Yahudilerin büyük alimlerinden “Abdullah b. Selam”dır.
3. İslamiyet'ten haberi olmayanların sorumlu olmayacağını belirten ayetler vardır. (İsra Sûresi, 17/15) Bu nedenle İslam'dan habersiz olarak kendi inançlarını benimseyip yaşayan Yahudi ve Hristiyanlar da övülmüş olabilir.
4. Âyetin ilk kelimesindeki “İman edenler”den maksat, birçok müfessire göre, dış görünüşte iman ettiklerini söyleyen münafıklardır. Zira daha sonraki kısımda gerçek iman edenlerin bulunması, bu tefsire bir karine teşkil etmektedir. İlgili Ayetteki “Allah'a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların” cümlesiyle beyan buyurulan gerçek iman edenlerin, Hz. Muhammed (a.s.m)’in peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler, diye tefsir edilmesi uygundur. Hz. Muhammed’in nübüvvetinden önce Allah’a ve âhirete iman eden ve iyi amel işleyenler bile, Tevrat ve İncîl hükmünce geleceğin büyük Peygamberine iman ile yükümlü idiler. Böyle iken Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkân kalır mı?
İlgili ayetin meali şöyledir “Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri/mükâfatları Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de." (Bakara, 2/62)
Tefsirlerde bu ayet hakkında çok değişik görüşler ortaya konmuştur. Özet ve tercihli olarak şu açıklamaları uygun görmekteyiz:
Bu ayette, bütün ümmetlerin, milletlerin kurtuluş reçetesi ve asgari müşterekleri olan, Allah’a ve ahirete iman noktasına dikkat çekilmiştir. Buna göre, her hangi bir ümmet, kendi devrinde -kendi peygamberinin öğretileri istikametinde- Allah’a ve ahirete iman edip ona göre bir yaşantıyı sergilemişse onlar kurtulurlar. İster adı Müslüman, ister Yahudi, isterse Hristiyan olsun fark etmez.
Önemli bir noktada şudur: Ümmetlerin doğru bir çizgiyi takip etmelerinin bir diğer adı olan iyi işleri -düzgün ve Allah’ın rızasına uygun olarak- yapmaları, ancak kendi peygamberlerinin öğretilerine bağlı kalmakla mümkündür.
Buna göre, ayette yer alan Müminler/Müslümanlar, Hz. Muhammed (a.s.m)’in tebliğ ettiği vahye bağlı kaldıkları takdirde kurtulurlar. -Cennet yalnız Müslümanların değil-. Sözgelimi, bir kısım Yahudiler kendi devirlerindeki Hz. Musa’ya bağlı kalmakla kurtulmuşlardır. Hz. İsa devrinde ona bağlı olan Hristiyanlar da kurtulmuşlardır. Yine Sabiler de öyledir.
Kur’an’da bu isimlerin zikredilmesinin bir hikmeti şudur ki; Allah, hepsi de kendi mahluku olan insanların/ümmetlerin isimlerine bakarak hüküm vermez. Bilakis, onların gönderilen elçilerine ve ilahî mesaja iman edip etmemelerine göre leh veya aleyhlerinde hükmünün verir.
Bu ayette, bazı alimlere göre, “Salih amel/ iyi işler” den maksat Hz. Muhammed (a.s.m)’e iman etmektir. Bu yorum doğru olsun olması, şu husus unutulmamalıdır ki, Kur’an’ın açık beyanıyla, Hz. Muhammed (a.s.m) bütün insanlara gönderilmiştir. Buna göre, onun tebligatının hâkim olduğu on beş asır boyunca, mevcut bütün insanlar ona karşı sorumludur. Mazeretsiz olarak ona iman etmeyenlerin durumu hiç de iç açıcı değildir.
Diğer taraftan İslâmiyet'e zahirde iman etmiş olanlar, yani, Muhammed dinini dilleriyle ikrar ettiklerinden dolayı insanlar arasında Müslüman sayılanlar, Musa dinine mensup olan Yahudiler, İsa dinine mensup Hristiyanlar, bu üç dinin dışındaki dinlerden olanlar yani onlardan her kim, Allah'a ve ahiret gününe, bu sûrenin başında beyan buyurulduğu üzere, gerçekten dış görünüşleriyle ve içyüzleriyle iman eder ve bu imana yaraşır şekilde iyi bir iş yaparsa şüphesiz bunların Rableri katında ecir ve mükafatları vardır. Bunlara korku yoktur ve bunlar mahzun da olacak değillerdir, yani, yapılan inzarlar, uyarı ve tehditler bunlar hakkında değildir.
İnsanlar Âdem'in sulbünden yeryüzüne indikleri zaman Cenab-ı Allah kendilerine "Eğer Ben'den size bir hidayet gelir de kim benim hidayetime uyarsa, işte onlara herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmeyecekler." (Bakara, 2/38) diye herhangi bir zamanda gelen hidayetine uymaları şartıyla bunu vaad etmemiş miydi? İşte Âdem'in tevbesinin semeresi olan o ilahî va'd, ebediyete kadar sürüp gidecek bir genel kanundur. Ve bu âyet ilahî kanunun bir inkişafıdır. Şu halde Yahudiler gibi zillet ve meskenete düşenler ve Allah'ın gazabına uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah'a ve ahiret gününe cidden iman ederek, Allah'ın son zamanda gönderdiği hidayete uyar ve ona göre salih amel işlerlerse o gazaptan kurtulurlar. Ve Allah katında ecir ve mükafat bulurlar. Sonuçta sırrına mazhar olarak, korku ve hüzünden kurtulurlar. Lakin bundan yararlanmak için görünüşte, yani insanlar arasında mü'min ve Müslüman sayılmak yetmez, hatta belli bir süre salih kişi olarak yaşamış olmak da kâfi gelmez. O imanda sebat edip, güzel bir sonla gitmek, yani son nefeste iman ve güzel amel ile Allah'a kavuşmak lazımdır.
Bu sûrenin baş tarafında "İşte onlar Rabblerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve gerçekten kurtuluşa erenler de ancak onlardır." (Bakara, 2/5) müjdesinin kimlere mahsus olduğu bilinmektedir ve bunda "Sana indirilene ve senden önce indirilene inananlar." (Bakara, 2/4) şartı da bulunmaktadır. Bunun için ahirete iman ve gerçek anlamda yakîn de bütün peygamberlerle birlikte Hz. Muhammed'e (s.a.v.) ve ona indirilen kitaba iman etmiş olanlara mahsus bulunduğu tebliğ edilmişti. Şu halde bu ayette beyan buyurulan gerçek imanın Hz. Muhammed (sav)'in peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler diye tefsir edilmesi lazım geldiğinde hiç şüphe yoktur.
Zaten bu âyetin bilhassa bu noktadan İsrailoğulları'na hitap şeklinde bir icmal olup, bütün bu açıklamaların İslâm dinine davet sadedinde ve "Sizin yanınızda bulunan kitabı doğrulayan bu kitaba (Kur'ân'a) iman edin ve onu ilk inkâr eden olmayın!" (Bakara, 2/41) ilâhî emrini desteklemek için gelmiş olduğunda şüpheye yer yoktur. Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden önce Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve iyi amel işleyenler bile Tevrat ve İncil hükmünce geleceğin büyük peygamberine iman ile mükellef idiler, buna işaret olmak üzere "Ahdimi yerine getirin." (Bakara, 2/40) buyurulmuştu. Böyle iken Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkan kalır mı? Allah'a ve hesap gününe imanı bulunan ve bu iman ile mütenasip salih amel işleyecek olan kimselerin Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini inkâr etmelerine imkan tasavvur olunabilir mi? Tarih sayfalarının şahitliğinde Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden daha açık, daha belirgin hangi peygamberlik vardır? Şu halde gökyüzündeki yıldızlardan bazılarını kabul edip de güneşi inkâr edenlerin Allah'a karşı imanlarında ciddiyet ve samimiyet tasavvur etmek gerçekle bağdaşmayan bir çelişki teşkil eder.
Dikkat çekici olan şey şu ki, bu âyette iman, biri insanlara nazaran zahirî, diğeri Allah katında geçerli, hakikî iman olmak üzere iki defa zikredilmiş ve her şeyden önce "iman edenler" sözü, Yahudilere, Hristiyanlara ve Sâbiilere mukabil tutulmuştur. Demek ki, bu üçü, Kur'ân'ın söz konusu ettiği imanın mutlak olarak dışındadırlar. Bununla beraber zahirî iman sahipleri bunlarla eşit tutulmuş ve hepsinin kurtuluşu kâmil iman ve salih amel şartına bağlı gösterilmiştir. Demek ki, gerek zahirî mü'min olan Müslümanlar, gerek Müslümanların dışında kalan Yahudi, Hristiyan, Sâbiî vs. Kur'ân'da yer aldığı şekilde Allah'a ve ahiret gününe dış görünüşte ve içyüzüyle cidden iman eder ve salih ameller yaparlar ve bunda sebat gösterirlerse o zaman "Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar." ifadesinin sırrına mazhar olacaklardır ki, bunda da İslâm dininin davetiyle ve hidayetiyle bütün insanlara açık ve cihanşümûl bir din olduğu aşikar olur.
Bu âyetten nihayet şu sonuca geliriz ki, İslâm dininin hakim olduğu Müslüman toplumun teşekkülü için İman-ı Hakikî (gerçek iman) şart değildir. Onun zahirî bir ikrar ile dahi gerçekleşmesi söz konusu olduğu gibi, bunun içinde dünyaya ait nokta-i nazarlarla bir siyasî anlaşma ile öbür dinlere mensup insanlar dahi din hürriyeti ile hayat haklarına mazhar olurlar. Fakat bütün bunlar arasında ferdî veya ictimaî (sosyal) anlamda gerçek selamet (kurtuluş) ancak kâmil iman ve salih amel sahiplerine vaad olunmuştur. Çünkü toplumun temel direği ve nizamın esas dayanağı bunlardır.
İşte İslâmiyet'in gerek dünya, gerek ahiret için vaad ettiği selamet ve saadetin sırrı da bu gerçeğin içinde gizlidir. Şu halde kâmil iman ve salih amel erbabının bilgi ve amel feyizlerinden mahrum olan, sadece dış görünüşüyle Müslüman bulunan bir İslâm toplumunun "Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar." ilâhî va'dine mazhar olması sözkonusu değildir. Allah'a imanı olmayanlar, hakkı yerine getiremezler, ahirete imanı olmayanlar da ebediyete hizmet edemezler. Herkesin yalnızca kendi nefsi için çalıştığı bir toplumun manzarası "Kimsenin kimseye faydası dokunmayacağı günden korkun!"(Bakara, 2/48) âyeti ile tasvir edilen kıyamet gününün bir benzeridir.
Al-i İmran Sûresinde geçen şu ayetler de, islamiyetten haberi olduğu halde Ona ve Onu getiren Elçisine iman etmeyenler kurtuluşa eremeyeceğini açıkça göstermektedir:
84. De ki: "Allah'a, bize indirilen (Kur'ân)e, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onların arasında hiçbir fark gözetmeyiz, biz O'na teslim olmuşlarız".
85. Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette de zarar edenlerden olacaktır.
86. İnandıktan, Peygamber'in hak olduğuna şehadet ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkâra sapan bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez.
87. İşte onların cezaları, Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onların üzerlerindedir.
88. Onlar bu (lanetin) içinde ebedî kalacaklardır. Kendilerinden ne bu azab hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.
89. Ancak bundan sonra tevbe edip kendini düzeltenler başka. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.
90. Şüphesiz imanlarının arkasından küfreden, sonra da küfrünü artırmış olanların tevbeleri asla kabul olunmaz. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.
91. Muhakkak ki inkâr edenler ve kâfir oldukları halde de ölenler, yeryüzü dolusu altın fidye verseler bile hiç birisinden asla kabul edilmeyecektir. İşte dayanılmaz azab onlar içindir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.
İşte ilâhî tevhidin zorunlu bir sonucu olmak üzere bütün peygamberler ve ilâhî kitaplar Allah'a karşı değil, Allah'ın olmaları ve ancak Allah'a kulluk etmeleri yönünden iman edilmedikçe İslâm'ın ve tevhidin mânâsı tahakkuk etmez. Allah'a değil, kendine kul olmaya davet edenler Allah'ın peygamberi olamaz. Elçi ancak kendisini gönderene davet eder. Ve elçiyi inkâr etmek de göndereni inkâr olur. Hak din olan İslâm'ın esası, bu tevhid imanı ile Allah'a teslim olmaktır. Bundan çıkmak küfürdür. İsterse bir peygamberi olsun diğerlerinden ayırıp inkâr etmek, peygamberliğin esasını inkâr etmektir. Peygamberliğin esasını inkâr etmek, bütün peygamberleriyle beraber Allah Teâlâyı inkâr etmektir.
Anlaşıldı ki Allah katında makbul olan din İslâm'dan ibarettir. Ve İslâm'dan başka bir din arayanın dini kabul edilmez, sonu ziyan olur. Allah'a ve Allah'dan gelene tam bir iman ve teslimiyet bulunmadıkça ahirette hiçbir amel fayda vermez. Küfürle ölenlerin her biri dünya dolusu altınlar nafaka vermiş olsalar da ahirette kendilerini kurtaramazlar.
Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden önce Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve iyi amel işleyenler bile Tevrat ve İncil hükmünce geleceğin büyük peygamberine iman ile mükellef idiler, buna işaret olmak üzere "Ahdimi yerine getirin." (Bakara, 2/40) buyurulmuştu. Böyle iken Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkan kalır mı?
Allah'a ve hesap gününe imanı bulunan ve bu iman ile mütenasip salih amel işleyecek olan kimselerin Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini inkâr etmelerine imkan tasavvur olunabilir mi? Tarih sayfalarının şahitliğinde Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden daha açık, daha belirgin hangi peygamberlik vardır?
Şu halde gökyüzündeki yıldızlardan bazılarını kabul edip de güneşi inkâr edenlerin Allah'a karşı imanlarında ciddiyet ve samimiyet tasavvur etmek gerçekle bağdaşmayan bir çelişki teşkil eder.
İlave bilgi için tıklayınız:
İslam alimlerine göre, İslam dininden haberi olmayanların durumu...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Neden imanın şartlarındakı sıralamada meleklere iman, peygamberlere imandan önce geliyor? Bunun belirli bir sebebi var mıdır?
- Maide suresi 69. ayeti açıklayabilir misiniz? "İman edenler ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir."
- Allah'ın varlığına kalbimizle tasdik edip inandığımızı nasıl anlarız?
- Bakara suresi 62 ile 218. ayeti, benzerlik ve anlatım olarak dil bilgisi açısından değerlendirebilir misiniz?
- Allah, iman edip salih amel işleyenlere neleri vadetmektedir?
- Dinin isminin önemi nedir?
- TAFSİLÎ İMAN
- "Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde …" (Bakara, 2/256) Bu ayeti nasıl anlamalıyız?
- Bakara 62. ayet her iyiliğin karşılığı var derken, Kehf 105. ayet inkarcılarınki boşa gidecek diyor?
- Rabbimize hakkıyla nasıl teslim olalım?