Sorularla Ticaret Ahlakı
Değerli kardeşimiz,
Ticaretin ruhu, doğruluk, emniyet, yaşanan devri idrak, müşteriye karşı fevkalâde nazik ve terbiyeli davranmaktır. Bu hususların birinde kusur eden, ticaretin ruhunu hırpalamış, dolayısıyla da kendi kazanç yollarını tıkamış olur.
Ticaretin esası alış-verişe, girişimciliğe ve sermaye kullanımına dayanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ancak, karşılıklı rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır.”(Nisâ Sûresi, 4/29)
“Allah alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır.” (Bakara Sûresi, 2/275)
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından rızkınızı arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma sûresi, 62/9-10)
Allah elçisinin, ticaret yapanlara ilişkin öğütlerinden bazıları da şöyledir:
“Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.” (İbn Mâce, Ticârât 1)
“Bir kimse, gıda maddelerini toplayıp günün rayiç fiyatı ile satsa sanki onu yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtmış gibi ecir alır.” (İbn Mâce, Ruhûn 16)
“Ey tüccar topluluğu! Hiç kuşkusuz, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu yüzden, bu eksikliği sadakalarınızla telafi ediniz!” (Ebu Davud, Büyû 1)
“Dürüst, sözüne ve işine güvenilen tüccar, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Büyû 4; İbn Mâce, Ticârât 1)
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ticarette ortaklıklarla ilgili olarak da çeşitli tavsiyeleri olmuştur. Bu konuda Kur’ân’da genel etik ölçüler verilmekle yetinilir.
“Doğrusu, ortakların çoğu birbirinin haklarına tecavüz ederler. Ancak iman eden ve iyi işler yapanlar bunun dışındadır. Bunların sayısı ne kadar da azdır!” (Sâd Sûresi, 38/24)
Başka bir âyette, miras malında ortaklıktan şöyle söz edilir:
“Eğer ana bir erkek veya kız kardeşlerin sayısı birden fazla ise onlar, (miras malının) üçte birinde ortaktırlar.” (Nisâ Sûresi, 4/12)
Ebû Hüreyre’nin naklettiği kudsî bir hadiste şöyle buyurulur:
“İki ortak birbirine hıyanet etmediği sürece, üçüncüsü benim. Eğer onlar birbirine hıyanet ederlerse ben aralarından çekilirim.” (Ebu Davud, Büyû 26)
Yine hadislerde şöyle buyurulmuştur:
“Allah’ın kudret eli, ortaklar birbirine hıyânet etmediği sürece, onların üzerindedir.” (Ebu Davud, Büyû 26),
“Kârın paylaşılması, ortakların serbestçe belirlediği şartlara göre olur. Zarara katlanma ise sermaye oranlarına göredir.” (İbn Mâce, Ticârât 63)
Hz. Peygamber (s.a.s)’in ticarî ve iktisadî hayatla ilgili birçok söz, fiil ve takrirleri vardır. Nitekim Allah’ın Elçisine en üstün kazancın hangisi olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Kişinin elinin emeği ve mebrûr alış-veriştir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/466) Bu da yalan yere yemin ve aldatma karışmayan alış-verişi ifade eder.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi de alış-veriş yapmış, borçlanmış, rehin vermiş, ortaklık yapmıştır. O, insanlar çeşitli ticaret muameleleri yaparlarken peygamber olmuş ve onları ticaretten men etmemiş, aksine rızkın onda dokuzunun ticarette olduğunu bildirmiştir. (Münâvî, Feyzü'l-kadir, 3/220) Ancak ticaret hayatında haksız kazanca yol açabilen faiz, karaborsacılık, yalan, hile, gabin1 ve garar2 gibi şeyler yasaklanmış, hak sahibinin hakkını alabildiği ve haksızlık yapmak isteyenin dışlandığı bir ekonomik sistem hedeflenmiştir. Sağlıklı bir ticaret için, esnaf ve tüccarın kendi alanı ile ilgili bilgileri edinmesi veya yakınında her zaman danışacağı bir uzman bulundurması gerekir. Nitekim Hz. Ömer’in halîfe olunca böyle bir bilgilenme seferberliği başlattığı görülür. Onun bütün yöneticilere yayınladığı ilk ticaret genelgesi şöyledir: “İslâm’a göre, kendi ticaretiyle ilgili hükümleri bilmeyen kimse, bizim çarşı ve pazarlarımızda alış-veriş yapmasın. Çünkü bilmeme yüzünden faize düşebilir.”
“Kâr miktarı için bir sınır var mıdır?”
Âyet ve hadislerde ticaret ve kazançtan genel olarak söz edilmiş ve ekonomik hayatın belirli prensiplere göre, kendi tabii kuralları içinde yürümesi istenmiştir. Piyasanın kendi kuralları içinde ve İslâmî ölçülere göre yapılan ticarî faaliyetlerde oluşacak kâr meşrû sayılmıştır. Ancak toplumu aşırı kârla istismar etmek isteyen hırslı kimselere karşı da gerekli önlemler alınmıştır. Bu tedbirlerle, serbest rekabet esasının korunması ve insanların temel ihtiyaçlarının istismarının önlenmesi amaçlanmıştır. Faizin, karaborsacılığın, yalan ve hilenin yasaklanması, karşılıksız kazanç yollarının kapatılması ve gerektiğinde narha3 başvurulması bunlar arasında sayılabilir. Buna göre İslâm’ın, alış-verişlerde çeşitli mallara, yüzde hesabiyle bir kâr haddi belirlemediği görülür. Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde oluşacak fiyatlar ölçü alınmıştır. Allah elçisinin, piyasa fiyatlarına müdahale etmesi ve kâr sınırlarını belirlemesi için yapılan başvurulara verdiği şu cevap beşeri ekonomi için de anlamlıdır:
“Şüphesiz, fiyatı tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızkı veren Allah’tır. Ben, sizden birinizin mal ve can konusundaki bir haksızlıktan dolayı, hakkını benden ister olduğu hâlde Rabb’ime kavuşmak istemem.” (Ebu Davud, Büyû 49; Tirmizî, Büyû 73; İbn Mâce, Ticârât 27)
Ancak şunu hemen belirtelim ki, satım akdinde yüzde üzerinden belirli bir kâr sınırının konulmaması, satıcının dilediği fiyata satış yapabileceği anlamına gelmez. Yalan yere yemin, malın ayıbını gizleme, malda bulunmayan niteliklerle malı övme, mâliyeti yüksek gösterme, mal darlığından yararlanma gibi yollarla müşteriyi etkileyerek piyasa fiyatının üzerine çıkmalarda “fâhiş fiyat” söz konusu olur. Burada hakkı olmayan fazlalık satıcıya meşrû olmaz.
“Fâhiş kâr nedir? Kâr miktarı yüzde kaçtır?”
İslâm’da aldatma, “gabn” terimi ile ifade edilir. Fâhiş gabn ve yesir gabn olmak üzere ikiye ayrılır. Çok aldatma ve az aldatma demektir. Az aldatma satım akdine zarar vermez. Çünkü bundan kaçınmak güçtür. Diğer yandan insanlar küçük fiyat farklarına rıza gösterirler. Fakat piyasa fiyatının üstüne çok çıkılırsa müşteri, aldatıldığını düşünür ve fazlalığı satıcıya helâl etmez. Bu yüzden de fahiş fiyat meselesi ortaya çıkar. Fâhiş fiyat miktarları içtihatla belirlenmiştir. Hanefîlere göre bilirkişilerin değerlendirme alanı dışında kalan çok yüksek veya çok düşük fiyatlarda “gabn (aldanma)” söz konusu olur. Belh fakihlerinden Nusayr ibn Yahya (v. 268/881), satım akdine konu olan malların, piyasadaki dolaşım hızını ve insanların bu mala olan ihtiyaçlarını dikkate alarak fâhiş gabni; gayri menkullerde %20, hayvanlarda %10 ve diğer menkul mallarda ise %5 olarak sınırlamış ve piyasa fiyatının üstünde veya altında bu oranlar aşılarak yapılacak satışların fâhiş gabn derecesinde olacağını belirtmiştir. Bu orana ulaşmayan fazlalıklar da yesir gabn kapsamına girer. Mecelle, 165. maddesinde bu ölçüleri kanun maddesi hâline getirmiştir. Ancak fâhiş gabnin, satım akdinin fesih sebebi olabilmesi için, aldatma ile birlikte bulunması gerekir. Aksi hâlde yalan ve hile olmayınca bir kimsenin müşteriye vereceği doğru bilgilerle malını dilediği fiyata satmasına da İslâmî bir engel yoktur. Malikilere göre, malın değerinin üçte birinden daha fazlasıyla piyasa fiyatının üstüne çıkmak veya aşağı düşürmek fâhiş fiyattır. Hz. Ebu Bekir (r.a)’ın uygulaması da bu şekilde olmuştur.
Kanaatimizce, İslâm’ın aşırı sayılan kârın miktarı konusunda kesin bir sınır getirmeyişi, nispetlerin tespitini ülke ve beldelerin örflerine bırakmak içindir. Mezheplerin bu konuda farklı ölçüler getirmesi de bunu göstermektedir. Diğer yandan peşin satışlarla, vadeli satışları kendi içinde değerlendirmek gerekir. Çünkü veresiye bir satışta kâr oranının yüksek tutulduğu bilinmektedir.
Sonuç olarak yalan ve aldatma karıştırarak piyasa fiyatının üzerinde satış yapan kimse için, bu fazlalık temiz kazanç olmaz. Hak sahiplerinin helâlleşmesi gerekir. Bu mümkün olmazsa bu gibi eksiklikler için yoksullara bağış yapmalıdır. Hadiste şöyle buyurulur:
“Ey tüccar topluluğu! Alışverişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu eksiklikleri sadakalarınızla telâfi ediniz.” (Ebu Davud, Büyû 1; Tirmizi, Büyû 4; Nesai, Eyman 7)
“Karaborsacılık nedir?”
İnsanların ihtiyacı olan bir malı, sırf pahalanmasını bekleyerek depolamak ve satışa sunmamaktır. İslâm’da ticaret hayatının serbest bırakılarak fiyatların serbest rekabet sonucu oluşması asıldır. Bazı mallar karaborsa için saklanınca piyasada mal darlığı olur ve talep fazlalığı sebebiyle fiyatlar sun'î olarak yükselmeye başlar. Karaborsacının gayesi de budur. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Karaborsacı ne kötü kuldur! Fiyatların düştüğünü öğrenince üzülür, yükseldiğini duyarsa sevinir.” (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih, 6/549)
“Bir gıda maddesini 40 gece depolayıp (ihtiyaç varken) saklayan Allah’tan uzaklaşmış, Allah da onu kendisinden uzaklaştırmıştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/33)
Karaborsacılığın oluşması için şu şartlar gereklidir:
1) Depolanan malın satın alınmış bir mal olması,
2) Gıda maddesi olması,
3) İnsanların depolanan malı almada sıkıntı ve ihtiyaç içinde olması.
Ebu Yusuf’a göre, gıda maddeleri dışında, piyasaya sürülmemesi topluma zarar veren her çeşit malda da ihtikâr söz konusu olur. Malı saklama süresi normalde kırk gündür, ancak toplumun sıkıntıya düşme durumuna göre bu süre kısalabilir. Nitekim günümüzde akaryakıt ve tüpgaz gibi ihtiyaç maddeleri iki üç gün gibi kısa bir süre piyasadan çekilse toplum büyük sıkıntıya düşer, aksi durumunda, özellikle zarûrî maddelerin fiyatlarına narh uygulamasına da bir engel yoktur.
“Kabzdan önce satış yasağı nedir? Ticaret hayatında ne gibi etkileri olur?”
Satın alınan bir malın fiilen teslim alınmasına “kabz” denir. Malın teslim alınmazdan önce, müşteri tarafından üçüncü bir kişiye satılması, ilk satıcı ve alıcı arasında teslimle ilgili olarak çıkabilecek bir anlaşmazlık, ikinci satışı da etkileyecektir. Malın ilk satıcıdan teslim alınamaması; onun sözünde durmaması, malın telef olması veya defolu çıkması gibi sebeplerden kaynaklanabilir. Böyle bir durumda, bir önceki problem çözülmedikçe, ikinci satıcı taahhüdünü yerine getiremeyecektir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir gıda maddesini satın alırsa, onu kabzetmedikçe (malı teslim almadıkça) başkasına satmasın.” (Buharî, Büyû 54, 55; Müslim, Büyû 29-32; Ebu Davud, Büyû 65)
Bu hadiste zikredilen yiyecek maddesi örnek kabilinden olup, hadis bütün menkul eşyanın alım satımını kapsamına alır. Kabzdan önce başkasına satış geçerli olursa bu durum, mal hiç yer değiştirmeden, hatta henüz mal üretilmeden fiyatının yükselmesine sebep olur. Bir takım aracılar, malı hiç görmeden kağıt üzerinde kazanç elde etmiş olurlar. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’a göre, gayri menkul üzerinde kabzdan önce tasarrufta bulunmak caizdir. Dayandıkları delil, “istihsan” prensibidir. Çünkü gayri menkulün kabzdan önce telef olması veya değişikliğe uğraması çok seyrek görülen bir durumdur. Seyrek olan bir şeye ise itibar edilmez. İmam Muhammed, Züfer ve Şâfiî’ye göre gayri menkulün de menkuller gibi, kabzdan önce satışı caiz değildir.
İslâm’da borçlu ve alacaklının sahip olduğu hak ve görevler nedir?
Her konuda olduğu gibi ticaret hayatında da verilen sözlerin tutulması önemlidir. Kişinin özünün ve sözünün bir olması, sözünün senet sayılması, ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün özdeyişleri, toplumun vicdanında yer etmiştir. Büyük ölçüde kul haklarının söz konusu olduğu ticaret hayatında sözünde durmak, ticarî taahhütleri gününde yerine getirmek önemlidir. Aksi halde kul hakları ihlalleri ortaya çıkar ve helalleşme olmadıkça konu ahiretteki hesaplaşmaya kalır. Kur’ân-ı Kerîm’de, karşılıklı borçlanmalarda bunun yazıyla tespiti yanında, verilen sözlere ve yapılan antlaşmalara uyulması istenmiştir. Âyetlerde şöyle buyurulur:
“Ey iman edenler! Yaptığınız sözleşme hükümlerini yerine getirin.” (Mâide Sûresi, 5/1)
“Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsrâ Sûresi, 17/34)
Hz. Peygamber’in aşağıdaki hadisi de yukarıdaki âyetleri tefsir eder.
“Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak haramı helal, helalı haram kılan şart bunun dışındadır.” (Buharî, İcâre 14; Tirmizî, Ahkam 17)
Diğer yandan ödeme güçlüğü içinde olan borçluya gerekli kolaylığın gösterilmesi gerekir. Âyette şöyle buyurulur:
“Eğer borçlu darlık içindeyse ona eli genişleyince kadar süre vermek vardır. Bilirseniz, borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara Sûresi, 2/280)
Ancak ödeme gücü olduğu hâlde, borcunu vadesinde ödemeyen kimse alacaklıya zulüm yapmış olur. Hadiste şöyle buyurulur:
“Borcunu ödeme imkânı olan bir kimsenin borcunu ertelemesi bir zulümdür.” (Buharî, Havale 1,2; Müslim, Musâkât 33; Ebu Davud, Büyû 10; Tirmizî, Büyû 68)
Alacaklı böyle varlıklı kimseden alacağını mahkeme yoluyla zorla alabilir. Bir kimse gerek ihtiyaç yüzünden gerekse yatırımlarını büyütmek, daha fazla mal alarak cirosunu arttırmak gibi maksatlarla da borçlanabilir. Ödeme gücünü aşmayacak şekildeki borçlanmalarda bir sakınca bulunmaz. Nitekim Hz. Peygamber de zaman zaman ihtiyaç yüzünden borçlanmıştır. Meselâ, bir Yahudî’den veresiye yiyecek satın almış ve zırhını rehin olarak bırakmıştır. (Buharî, Cihad 89)
Ödemek niyetiyle borçlanan kimseye Cenab-ı Hak yardımcı olur. Ebû Hüreyre’(r.a)’ın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur:
“Kim ödemek niyetiyle borçlanırsa Allah onu bu borcu ödemeye muvaffak kılar. Kim de başkasının malını telef etmek niyetiyle alırsa Allah onu telef ettirir, ödemeye muvaffak olamaz.” (Buharî, İstikraz 2)
Borçlanmada niyetin önemi Ebû Ümâme (r.a)’ın naklettiği şu hadiste daha açıktır:
“Bir kimse ödemek niyetiyle borçlanır, fakat borcunu ödeyemeden ölürse Allah onun borcundan vazgeçer ve istediği bedeli vererek alacaklısını razı eder. Buna karşılık ödeme niyeti olmaksızın borçlanan kimse, borcunu ödemeden ölürse Yüce Allah ondan alacaklıların hakkını alır.” (Hakim, Kitabü’l-Buyu’, 2206, Beyrut 1990, II/28)
Ancak bu dua ve sakındırmalar, İslâm’da borçlanmanın caiz olmadığı anlamına gelmez.
Borçlanmayla alakalı İslâm’ın tavsiyesi ölçünün kaçırılmaması ve ödeme gücünü aşacak borç yükü altına girilmemesidir.
Cenab-ı Hak’tan haramdan arınmış, bereketli helal rızık nasip etmesini dileriz.
Dipnotlar:
1. Alışverişte aldatmak, eksik vermek, saklamak, gizlemek, farkına varmamak gibi anlamlara gelen gabn, Hanefilere göre ikiye ayrılır ve her ikisinin de kendine göre hükümleri vardır. Fâhiş gabn; herhangi bir malı o malın fiyatı hakkında bilirkişilerin belirleyeceği fiyattan oldukça fazla bir fiyatla satmak veya bu ölçüde düşük bir fiyatla satın almaktır. Yesir gabn ise bu derece yüksek veya düşük olmayan, insanların aldanma saymakla birlikte müsamaha ile karşıladıkları bir bedelle satış yapmaktır.
2. Garar; ticarette aldanma riski ve bilinmezlik manasına gelir. İslâm meyve, sebze ve ekinlerin çiçeğinde iken veya henüz olgunlaşmadan önce satışını yasaklamıştır. Çünkü böyle bir üründe garar, yani telef olma veya meydana gelmeme riski söz konusudur.
3. Narh, eşya fiyatlarının devlet; belediye veya başka yetkililerce belirlenmesi ve esnaf ve tüccarın bu fiyatların dışına çıkmasının yasaklanmasıdır.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet